TV yayıncılığının yeni yüzü: Sorgu odası ve mahkeme salonuna dönüşen ekranlar

Prof. Dr. Ulvi Saran Independent Türkçe için yazdı

Türkiye'de uzunca süredir önde gelen televizyon kanallarının çözülemeyen polisiye ve adliyelik olayları magazinleştirme furyasına kapılmaları ve bu konuda birbirleriyle yarışa girmeleri karşısında akla şu kritik soru geliyor:  

TV ekranları, itham ve linç kültürünün uygulanma ve seyir alanları, suç takip ve sorgulama odaları mı?


Her toplumda ahlaki çöküntüyü ve dejenere ilişkileri su yüzüne çıkaran olaylar ve ilişkiler yaşanır.

Bunlar, toplumların rahatsız edici gerçekleridir ve bir bütün olarak toplum ahlakının ve kamu düzeninin korunması, yeni nesillerin sağlıklı yetiştirilmesi açısından ilgili merciler ve sorumlularca titizlikle ele alınıp üstesinden gelinmesi gereken konulardır.

Türkiye'de TV kanalları, bir süreden beri bu tür olayların bir magazin ve eğlence konusu kıvamında ele alınıp, işlendiği ve birer tiyatro sahnesine dönüştürüldüğü bol reytingli mecralar oldu…

Tıpkı eski Roma'daki arenalarda kanlı gladyatör dövüşlerinin halkın sadist duyguları körüklenerek coşku ve alkışlar eşliğinde izlenmesi gibi…

Güpegündüz TV stüdyolarında yayın mecrasına sokulan ve mesleki işlev ve sorumlulukları olmayan programcılar ve sunucular tarafından;

  • Henüz sorumlu mercilerce ele alınmamış, gerekli takip ve yargılama süreçlerinden geçmemiş, adli ve inzibati olayların suçluluğu kanıtlanmamış şüpheli ve zanlılarına yönelik itham ve linç kültürünün beslenmesine ve körüklenmesine, 
     
  • Kişilerin özel hayatlarının ve mahremlerinin sorumsuzca didiklenmesine, açığa çıkarılmasına ve afişe edilmesine tanık oluyoruz.

Yayın kuruluşlarının temel rolü, toplumu haberdar etme işlevlerinin bir gereği olarak, bu tür olayların ve bunlara dair süreçlerin ilgili birimler tarafından yürütülen gelişme aşamalarını ve kesinleşen sonuçlarını halka duyurmakla sınırlıdır.


Yoksa TV stüdyosunu;

  • Sorgulama ve yargılama işlevlerinin yerine getirildiği bir polis karakolu, sorgu odası veya mahkeme salonuna dönüştürmek,
     
  • Program sunucularına polis şefliği, savcılık ve hakimlik rollerini vererek güvenlik ve yargının taşeronluğunu üstlenmelerini sağlamak değildir. 

Yayın stüdyoları, yapıları ve işlevleri gereği şeffaf mekânlardır ve toplumun vitrinleridir.

Burada insanların kişilik haklarının ve dokunulmazlıklarının güpegündüz ve uluorta deşilmesi, örselenmesi ve ihlal edilmesi, kamuyu aydınlatma ve haberdar etme işlevini yerine getirmesi gereken televizyonların sorumlu ve etik yayıncılık ilkeleriyle açıkça çelişmektedir.

Ayrıca, reyting ve kazanç uğruna ciddi ve hassas olayları seyirlik eğlence malzemesine dönüştürmenin sonucunda;

  • Milyonlarca izleyicinin önünde uluorta sorgulamaya ve yargılamaya tabi tutularak pek çok gizli ve rahatsız edici yönü ortaya çıkarılan ve afişe edilen kişilerin suçlu olsalar da birer aile annesi ve babası oldukları,
     
  • Ebeveyn denetimi ve izleyici erişim kontrolü olmaksızın sahnelenen programlardaki rahatsız edici diyalog ve itirafların yetişme çağındaki çocukların ve gençlerin kişilikleri üzerinde onarılmaz yaralar açacağı ve zihin dünyalarını alt üst edeceği unutulmamalıdır.


Toplumun, karakolluk ve adli olayların televizyon sahnelerinden kovuşturulmasını, sorgulanmasını ve yargılanmasını canlı olarak izlemeye ihtiyacı yoktur.

İlgili birimlerin gözetim ve sorumluluğu altında, yetkililer eliyle kendi kulvarlarında sessiz sedasız yerine getirilmesine ihtiyacı vardır.

Popülerleştirilen her şey, gerçekçilikten, soğukkanlılıktan, ilkesellikten, hukuki olmaktan, bilimsel duyarlılık ve titizlikten uzaklaşır.

Bütün bunlar bize, ne yazık ki toplumsal ve kolektif bilincimizin bir ergenin zeka seviyesini ve dedikoducu mahalleli kadınlar ile kahvehane müdavimlerinin algı ve davranış seviyesini geçemediğini gösteriyor.

Sonuç olarak:

Aile travmaları, ahlaki dejenerasyon, çocukluk ve ergenlik sorunları bağlamında insanların kişilik haklarını, can ve mal güvenliklerini ilgilendiren polisiye ve adli olaylar, popüleştirmenin sağladığı reyting kaygılarına ve parasal kazanç hedeflerine alet edilemeyecek kadar ciddi konulardır.

İlgili TV kanalları, kendilerini öz eleştiriye tabi tutarak sorumlu yayıncılık ilkelerine göre hareket etmeli ve saplandıkları çıkmazdan bir an önce kurtulmalıdırlar.

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU