1961 Anayasası'nı 27 Mayıs 1960 darbesi üzerinden yeniden okumak

Doç. Dr. Işıl Tuna Pınar Independent Türkçe için yazdı

Fotoğraf: AA

Osmanlı Devleti'nden günümüze Türkiye'de 1876, 1921, 1924, 1961 ve 1982 olmak üzere toplam 5 adet anayasa hazırlandı.

Bu anayasalar içinde 1876 Kanun-i Esasi Osmanlı egemenlik anlayışına uygun hazırlandı.

1921 Teşkilat-ı Esasiye Kanunu ise temel ilke olarak Mustafa Kemal'in Samsun'a çıkışıyla birlikte başlayan, daha sonra Amasya Genelgesi, Erzurum Kongresi ve Sivas Kongresi'nde vücuda bürünen ve nihayetinde 23 Nisan 1920 tarihinde Ankara'da Büyük Millet Meclisi'nin açılmasıyla canlanan "Hakimiyet kayıtsız şartsız milletindir" şiarının temel alındığı cumhuriyet dönemi anayasacılığının ilk örneğidir.

1921 Anayasası'yla birlikte "millet egemenliği" ilkesi tüm anayasaların temel ayrılmaz yapı taşı haline geldi, Kanun-i Esasi'den gelen Osmanlı anayasacılığı tarih oldu.

Olağanüstü şartlarda hazırlandı; yeni Türk devletinin kuruluşunu müjdeledi.

Cumhuriyetin ilanından sonra ise 1924 Anayasa'sı hazırlandı ve 27 Mayıs 1960 darbesine kadar yürürlükte kaldı.

1921 ve 1924 anayasaları sivil anayasalardı; 1961 ve 1982 anayasaları ise darbe ürünü olup, darbe dönemi şartları ve askeri vesayet izlerini yoğun olarak taşır. 
 

2.JPG
1924 Anayasası meclis görüşmeleri / Fotoğraf: Hukuk Politik

 

1924 Anayasası ve temel nitelikleri

1924 Anayasası 105 madde, 1 geçici madde ve 6 fasıldan oluşur. Anayasanın birinci bölümünde hükümetin şekli "Türkiye Devleti bir Cumhuriyettir" (Madde 1), devletin resmi dili başkenti ve milli egemenlik ilkesi "Devletin resmi dili Türkçe; makarrı (başkenti) Ankara şehridir" (Madde 2) ifadeleriyle yer alır.

Anayasanın ikinci bölümde yasamanın görevleri "Türkiye Büyük Millet Meclisi, kanunu mahsusuna tevfikan Millet tarafından müntahap mebuslardan müteşekkildir "(Madde 9), üçüncü bölümde ise "Vazifei İcraiye" yani yürütmenin görevleri, dördüncü bölümde "Kuvvei kazaiye", beşinci bölümde kamu hakları ve son bölümde ise farklı alanda konular yer alır.

1924 Anayasası'nda tıpkı 1921 Anayasası'nda olduğu gibi "Hakimiyet bila kaydü şart milletindir" (Madde 3) yer alarak TBMM'nin millet adına kullanacak en yüksek erk olduğu vurgusu yapıldı, parlamentonun en önemli organ olduğu anlayışı desteklendi. Böylece meclisin üzerinde hiçbir güç bulunmaz.

Cumhuriyetin ilanından sonra kabul edilen bu anayasada "çoğunlukçu rejim" uygulandı.

Parlamento iradesinin sınırlandırılması düşünülmemiş, parlamentoyu denetleyecek ekstra bir yargı organı konulmamıştır.

Özellikle 1924 Anayasası'nın bu yapısı 14 Mayıs 1950 seçimleriyle iktidara gelen ve 27 Mayıs 1960 tarihinde askeri darbe ile görevden uzaklaştırılan Demokrat Parti (DP) hükümeti döneminde çıkarılan kanunların "anayasaya aykırıdır", "dikta rejimine gidiştir" şeklindeki Yassıada mahkemelerinde savcılık makamının iddialarına karşı DP milletvekillerinin savunma dayanağı oldu.

DP'liler meclis ekseriyetini bulundurduklarını, çıkarılan yasaların hepsinin meclis çoğunluğu ile yasalaştığını, meclisin üzerinde bir güç bulunmadığından hareketle, çıkarılan kanunların 1924 Anayasası'nı ihlal ettiğine dair bir denetleme mekanizmasının bulunmadığından dolayı haklarındaki suçlamaları reddetti. 

Yargı hakkı 1924 Anayasa'sında "Hakkı kaza, millet namına, usulü ve kanunu dairesinde müstakil mahakim tarafından istimal olunur" (Fasıl 2, Madde 9) ifadesiyle yargı erki bağımsız mahkemelere verildi.

1924 Anayasası 1921 Anayasası'na göre ayrıntılı ve temel hak-özgürlükler konusuna değinmiş bir anayasadır.

1924 Anayasa'sı hem tek partili hem de çok partili dönemde uygulandı. 36 sene yürürlükte kaldığı düşünüldüğünde pek çok kez değişikliğe uğradığını da söylemek mümkün.

10 Nisan 1928 tarihinde "Türkiye Devleti'nin dini İslam'dır" maddesi ile cumhurbaşkanı ve milletvekillerin yemin töreninde "vallahi ve billahi" ifadelerinin çıkarılması anayasanın laikleştirilmesi açısından önemli.

5 Şubat 1937 tarihinde "Türkiye Devleti Cumhuriyetçi, milliyetçi, halkçı, devletçi, laik ve inkılapçıdır" ifadesinin anayasaya girmesiyle beraber anayasa laikleştirildi.

1934 yılında da anayasada yapılan düzenleme ile kadınlara seçme ve seçilme hakkı tesis edildi, kadın-erkek eşitliği siyasal alanda sağlandı. 
 

3.JPG
İlim Heyeti Toplantısı / Fotoğraf: Vikipedia

 

27 Mayıs 1960 darbesi ve yargılamalara meşruiyet arayışı 

27 Mayıs 1960 tarihinde seçimle iş başına gelmiş meşru Demokrat Parti iktidarı anayasal ve hukuk kurallarına gerek duyulmaksızın Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) içindeki bir grup tarafından görevden uzaklaştırıldı.

Darbenin ertesi günü, anayasa profesörlerinden oluşan (Tarık Zafer Tunaya, İsmet Giritli, Sıddık Sami Onar, Nail Kubalı, Naci Şensoy, Hıfzı Veldet Dedeoğlu ve Ragıp Sarıca) "İlim Heyeti" uçakla İstanbul'dan Ankara'ya getirildi, İlim Heyeti'nin yasama yetkisi ile donatılmış bir "İhtilal Komitesi" kurulmasını tavsiye etmesi üzerine ülkeyi Ekim 1961 yılında seçimlere gidene kadar yönetecek olan Milli Birlik Komitesi'nin (MBK) kurulması ile sonuçlandı.

Bu komite yasama yetkisini doğrudan yürütme yetkisini ise oluşturduğu hükümet ile uyguladı.

MBK, meclise ait tüm yetkileri elinde bulunduruyordu. Başında Cemal Gürsel'in bulunduğu komite 38 subaydan oluşuyordu.

Süreçte derhal yeni bir anayasa hazırlanmasına başlandı ve MBK'nın görevlendirdiği komisyon tarafından 4 bölüm ve 27 maddeden oluşan bir "Geçici Anayasa" hazırlandı.

Bu anayasa 12 Haziran'da kabul edildi ve 14 Haziran 1960 tarihinde yürürlüğe girdi. İçinde MBK'nın yapısına da yer veren "1" sayılı yasadaki geçici sıfatı 12 Ağustos 1960 tarihinde kaldırıldı.


Darbe gerçekleştikten sonra DP'lilerin ileri gelenleri ve mensuplarının tutuklandığı bir süreç başladı.

Adeta "cadı avı" yaşandığı bu dönemde Ankara'da otomobillerin bagaj kapakları açık seyahat etmesi zorunluluğu getirilerek DP'lilerin kaçmaması için bu gibi komik tedbirler alındı.

İlim Heyeti'nin DP'lilerin yargılanmaması halinde müdahalenin meşruiyetinin tehlikeye gireceğine ilişkin tavsiye üzerine hukukun geriye işlemezliği ilkesi lağvedilerek DP milletvekillerinin 10 yıl boyunca yasama faaliyetleri üzerinden yargılanmasının önü açıldı.

Yassıada mahkemelerinde yargılanan DP'liler savunmalarında 1924 Anayasa'sında 2'nci Fasıl, Madde 17'de yer alan "Hiçbir mebus Meclis dahilindeki rey ve mütalaasından ve Meclis'teki rey ve mütalaasının ve beyanatının Meclis haricinde irat ve izharından dolayı mesul değildir. Gerek intihabından evvel gerek sonra aleyhine cürüm isnat olunan bir mebusun maznunen isticvabı veya tevkifi veyahut muhakemesinin icrası Heyet-i Umumiye'nin kararına menuttur" ifadesini öne sürerek Yüksek Adalet Divanı'nca yargılanamayacaklarını savundular.

Bu maddede, seçilmesinden önce veya sonra bir milletvekili hakkında verilen ceza hükmünün yerine getirilmesinin milletvekilliği süresinin sonuna bırakılacağı yer aldı.

Ancak DP'liler tutuklandığında görev süreleri devam ediyordu. Ayrıca 1924 Anayasası'na göre milletvekilliğinin kalkması için vatan hainliği, yiyicilik, dolandırıcılık suçlarından biriyle sanık olunması ile Türkçe okuyup yazma bilmeyen kişilerin TBMM Kamutayı üyelerinin 3'te 2 oy çoğunluğu ile karar verilmesi halinde milletvekilliği sıfatının kalkması ön görüldü.
 

aa.jpg
Fotoğraf: AA

 

Tutuklananlar İstanbul'a hem yakın hem de irtibatı olmayan bir ada Yassıada'ya götürüldüler. Burada zor şatlar altında kalan DP milletvekilleri dış dünya ile irtibatları koparıldı.

Gazete ve dergi okuyamıyor, avukatları ile bile subay nezaretinde görüşebiliyorlardı. Kısacası hazırlanan kanunlardan pek de haberdar değillerdi.

Başbakan Adnan Menderes ve Cumhurbaşkanı Celal Bayar tek kişilik hücrelerde tutuluyorlardı.

Menderes diğer tutuklularla görüştürülmüyor, sürekli uyku ilaçlarıyla dinlenme halindeydi. Nitekim Yassıada mahkemelerinde konuşma güçlüğü çektiği de görüldü.

Aslında yargılanan DP'liler pek de genç sayılmazlardı. Milletvekillerinin ortalaması 50'li 60'lı yaşlardaydı ve çoğunun kronik hastalıkları vardı.

Hatta DP İstanbul Milletvekili Necla Tekinel hamile idi. Yassıada'daki en yaşlı kişi ise Celal Bayar idi.

Hazırlanan Geçici Anayasa'da Bakanlar Kurulu'nun teklifiyle hastalık ve yaşlılık gibi nedenlerden dolayı hükümlerin cezalarını kaldırma veya affetme yetkisi MBK başkanına verilmişti.

Bu yetkinin DP'lilerce kullanılamayacağı da açıkça maddede yazıldı. Asker son derece katı kurallar uyguluyordu.

1 Sayılı Kanun'un 6'ncı maddesi ile DP'lileri soruşturmak için "Yüksek Soruşturma Kurulu" cumhurbaşkanı dahil olmak üzere tüm DP'lileri yargılamak için ise özel yetkiyle donatılmış "Yüksek Adalet Divanı" oluşturuldu.

Bu divanın verdiği hükümler temyize kapalıydı. Sadece idam cezasının infazı için MBK'ya yetki verildi. Divan, görevini tamamladığında lağvedildi.

Yassıada mahkemelerinde sadece DP'lilerin yargılanması parlamentonun tümüyle yargılanmaması da hukukun genelliği ilkesine uyulmadığını gösteriyor.

Askeri darbe sonrasında kapatılan tek siyasi parti ise DP oldu. Ülkede böyle bir ortamda yeniden anayasa yazma faaliyeti başladı. 


Askeri vesayet anayasasının ilk örneği: 1961 Anayasası

1961 Anayasası 27 Mayıs 1960 askeri darbesi ve darbenin nedenleri ile koşullarına bağlı olarak hazırlandı.

Türk anayasacılık tarihinde 1961 Anayasası ile askeri darbe anayasaları kavramı literatüre girdi.

Türkiye'deki askeri vesayeti güçlendirerek askerin sivil idarede yer almasının önünü açtı.

1961 Anayasası'nın başlangıç kısmında "Tarih boyunca bağımsız yaşamış, hak ve hürriyetleri için savaşmış olan anayasa ve hukuk dışı tutum ve davranışlarıyla meşruluğunu kaybetmiş bir iktidara karşı direnme hakkını kullanarak 27 Mayıs 1960 devrimini yapan Türk milleti" ifadeleriyle DP iktidarını meşruiyetini kaybetmiş olarak gösterdi ve müdahalenin Türk milleti adına TSK tarafından gerçekleştirildiği vurgulandı.

Bu ifadeler anayasanın askeri darbe ürünü olduğunu açıkça gösteriyor.

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

1961 Anayasa'sı TBMM'yi "Millet Meclisi" ve "Senato" şeklinde ikili bir yapıya büründürdü ve çift meclis anlayışını getirdi.

Özellikle DP'nin 10 yıl boyunca seçimlerden birinci parti olarak çıkması ve tek başına iktidar olmasının asker içinde yarattığı problemin önüne geçebilmek için Seçim Kanunu'nda yapılan düzenlemelerle seçim sonuçlarına göre tek partinin mecliste ezici çoğunluğu elde etmemesi adına "nispî temsil sistemi" getirildi.

Milletvekili sayısının sabit ve 450 olması, seçmen yaşının 21, milletvekili seçilme yaşının 30 ve milletvekilliği süresinin dört yıl olması kararlaştırıldı.

Adayların partilerin yerel örgütlerince saptanması ön görülmüş, merkez örgütlerine adayların yüzde 10'unu belirleme yetkisi verildi.

Cumhuriyet Senatosu'nun ise çoğunluk sistemi ile seçilen 150 üye ve eski MBK üyeleri ile cumhurbaşkanı tarafından atanacak 15 üyeden teşekkül edilmesi kararlaştırıldı.

Senato üyesi seçilebilmek için 40 yaşını doldurmuş olmak ve üniversite mezunu olmak gerekliydi. Cumhuriyet Senatosu üyeliğinin süresi ise 6 yıl olarak belirlendi.

Yasalar önce mecliste görüşülecek, sonra senatoya gönderilecekti. Senato içinde eski MBK üyelerinin yer alması Millet Meclisi tarafından alınan kararların senatoda engellenmesine olanak verdi.

1961 Anayasası'nda güçlü meclis anlayışı terk edilerek Anayasa Mahkemesi kurulmuş ve parlamentoda çıkarılan kanunların anayasaya uygun olup olmadığı bu mahkeme tarafından karara bağlandı.

Böylece bağımsız ve güçlü yargı oluşturulması hedeflendi.


1924 ve 1961 Anayasaları arasındaki en büyük farklılıklardan birisi de temel hak ve özgürlükler konusundadır.

1924 Anayasası'nda temel hak ve hürriyetler konusuna girilmemişken 1961 Anayasa'sında "Temel haklar ve Ödevler" başlığı altında herkesin kişiliğine bağlı, dokunulmaz, devredilmez, vazgeçilmez temel hak ve hürriyetlerine sahip olduğundan hareketle kişi hak ve ödevleri derinlemesine yer aldı.

Özellikle darbeciler 1961 Anayasası'nın üniversite özerkliği ve sendikal faaliyetlere ilişkin hükümlerinden yola çıkarak 27 Mayıs darbesini "ilerici" olarak tanımlarlar ve aslında 27 Mayıs'ın "ihtilal" olduğu savını öne sürerler.

1961 Anayasası'nın üniversiteler ile ilgili 120'nci maddesinde "Üniversiteler, ancak devlet eliyle ve kanunla kurulur. Üniversiteler, bilimsel ve idari özelliğe sahip kamu tüzel kişileridir. Üniversiteler, kendileri tarafından seçilen yetkili öğretim üyelerinden kurulu organları eliyle üretilir ve denetlenir. Özel kanununa göre kurulmuş devlet üniversiteleri hakkındaki hükümler saklıdır. Üniversite organları, öğretim üyeleri ve yardımcıları üniversite dışındaki makamlarca, her ne surette olursa olsun, görevlerinden uzaklaştırılamazlar. Siyasi partilere üye olma yasağı üniversite öğretim üyeleri ve yardımcıları hakkında uygulanmaz ancak, bunlar partilerin genel merkezleri dışında yönetim görev alamazlar" ifadeleriyle üniversite özerkliğinin korunması sağlanmaya çalışıldı, evet, ama bu yasa başka bir müdahale olan 12 Mart 1971 darbesi sonrasında "…bu özerklik üniversite binalarında ve eklerinde suçların ve suçluların kovuşturulmasına engel olamaz. Üniversiteler devletin gözetimi ve denetimi altında kendileri tarafından seçilen organlar ile yönetilir" maddesiyle üniversite özerkliğine ciddi kısıtlama getirdi.

Yine ön görülen sendikal haklar bir başka 12 Mart darbesiyle anayasada yapılan değişiklikle kaldırıldı. 
 

4.JPG
Kaynak: Tercüman gazetesi, 11 Temmuz 1961

 

1961 Anayasası 9 Temmuz 1961'de halk oylamasına sunulmuş ve ilk defa anayasa referandumu yapıldı.

Halk, 27 Mayıs 1960 darbesine ve Yassıada mahkemelerinden çıkan Başbakan Adnan Menderes, Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu ve Maliye Bakanı Hasan Polatkan'ın idamlarına tepkisini 2 şekilde verdi:

İlki, Kurucu Meclis tarafından hazırlanan ve halk oylamasına sunulan 1961 Anayasa'sına yüzde 39 ret oyunun verilmesiyle anayasanın toplumun her kesimince benimsenmediğini gösterdi.

İkincisi ise, 15 Ekim 1961 milletvekili genel seçimlerinde Adalet Partisi ve Yeni Türkiye Partisi gibi, DP geleneğinden gelen merkez sağ partilerin sandıktan birinci parti olarak çıkmasıdır.

15 Ekim genel seçimleri TSK'nın beklediği gibi sonuçlanmayınca bir grup general ve albay darbe protokolü imzalayarak Türk demokrasisi yeni bir darbe tehdidi ile karşı karşıya bırakıldı ve "24 Ekim Protokolü" ile bu durum giderilmeye çalışarak asker ile siyasi partiler arasında uzlaşma sağlandı.

Bu uzlaşmada Cemal Gürsel'in cumhurbaşkanı seçilmesi için çalışacaklarına dair verilen bir nevi söz ile protokol imzalandı ve darbe teşebbüsü atlatıldı.

1961 Anayasası her ne kadar cumhurbaşkanlığı müessesesini tarafsız ve yetkisiz olarak düzenlese de pratikte asker kökenli kişilerin cumhurbaşkanı olarak seçildiği bir döneme girilerek adeta cumhurbaşkanlığı askeri vesayet denetimi yapan bir organ haline getirildi.

Böylece TSK içinde cuntacı grupların seçilmiş organları cumhurbaşkanlığı makamı ile denetlediği ileri sürülebilir.

Bu gelenek ilk olarak 27 Mayıs 1960 darbesinin liderliğine getirilen Orgeneral Cemal Gürsel'in cumhurbaşkanı seçilmesiyle başladı; 1966 yılında Cevdet Sunay'ın cumhurbaşkanı olarak seçilmesiyle devam etti.

Nitekim 12 Eylül 1980 darbesinden sonra da Kenan Evren cumhurbaşkanlığı koltuğuna oturdu. 

Darbe ürünü olan anayasalar darbecilerin sivil siyaseti denetim altına almasına olanak verdiği gibi, askeri darbelere de meşruiyet kaynağı oldu.

Askeri vesayetin ülkede tüm kurumlarıyla tasfiyesi açısından ve bir daha darbelerin yaşanmaması için 1921, 1924 anayasaları gibi siviller tarafından hazırlanan anayasaların varlığı demokrasi tarihimiz açısından önemli kılıyor.

 

 

Yararlanılan kaynaklar:

T.C 1961 Anayasası Kanun No: 334, Kabul Tarihi: 9/7/1961
T.C 1924 Anayasası Kanun No: 491, Kabul Tarihi: 20/4/1340 (1924)
Zehra Aslan, "27 Mayıs Sonrası Yargılamalara Meşruiyet Arayışı ve Yasal Düzenlemelere Farklı Pencerelerden Bakış", Independent Türkçe, 13 Haziran 2023.
Işıl Tuna Pınar, "1921 Anayasası (Teşkilat-ı Esasiye Kanunu) Üzerine Bir Değerlendirme", Independent Türkçe, 25 Nisan 2024.
Bilal Tunç, "Türk Anayasa Tarihinde 1961 Anayasa'sının Yeri ve Önemi", Karadeniz Araştırmaları, XVII/67, ss. 657-692.

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU