Batı Balkanlar ısınıyor. Sahnede ise yine, yeniden Sırp şovenizmi ve Belgrad'ın himâyesinde icrâ edilen Büyük-Sırpçı politikalar var.
Geçtiğimiz haziran ayında Sırbistan kuvvetlerince kaçırılan Kosova polisleri hâdisesi ile 23-24 Eylül tarihlerinde Kosova'nın kuzeyinde bulunan Banjska kasabasında gerçekleşen terör saldırıları, bu anlamda kaynayan kazana zaten ayna tutmuştu.
Hatırlanacağı üzere, Kosova'da Sırp araç plakalarının yasaklanma kararına misilleme için harekete geçirilen şoven çeteler yollara barikatlar kurmuş, silâh ve el bombalarıyla Kosova polisine saldırmıştı.
Saldırıda yaralanan üç polis memurundan biri kurtarılamayarak vefât etmişti. Banjska'da Sırp Ortodoks Kilisesi uhdesindeki manastıra sığınan çetenin bir kısmı burada çatışmayı sürdürmüştü.
Gerçekten de Banjska saldırıları; gerek hedefleri, hazırlanışı ve tatbikâtı, gerekse akabindeki sonuçlarının sönümlen(diril)mesi itibarıyla oldukça tipik bir şematiğe oturur.
Her ne kadar bulguların neredeyse tamamı doğrudan Sırp istihbaratını işâret etse de Avrupa Birliği (AB) bağlantıları görmezden gelmeyi yeğledi ve bir soruşturma yürütmeye lüzum görmedi.
Keza Amerika Birleşik Devletleri'nin (ABD) de aynı şekilde hâdisenin kontrol altına alınıp büyütülmemesi gerektiği hususunda mutabık kaldığı söylenebilir.
Rusya'nın Ukrayna'yı işgâl teşebbüsünden bu yana Batı, Sırbistan'ı Rusya'nın nüfuz alanından çekmeye çalışıyor ve fakat ne pahasına?
Sırp şovenizmine gösterilen müsamaha Kosova Arnavutlarının aleyhine işliyor. Dahası, bölgede Büyük-Sırpçılığın dizginlenemez boyutlara ulaşmasına da önayak oluyor.
Sırbistan Cumhurbaşkanı Aleksandar Vuçiç'in yoldaşı, İçişleri eski Bakanı ve – yukarıda belirtilen saldırıların olduğu tarihlerde – İstihbarat Teşkilâtı Başkanı olan Aleksandar Vulin'in "Sırp Dünyâsı" kavramında tam mânâ karşılığını bulan Büyük-Sırpçılık, günümüzde paranoyakça bir endişeyi yahut vesveseyi değil, hakikî bir tehdidi cisimleştiriyor.
Şiddetli kışkırtma taktikleri üzerine binâ edilen yol haritasıyla söz konusu "ideal"e Rusya "askerî pazu", Çin "ekonomik pazu", başta Macaristan olmak üzere muhtelif AB ülkeleri ise "siyâsî pazu" gücü temin ediyor.
2018 yılında 700 milyon dolar civârında seyreden Sırbistan'ın savunma bütçesi, 2023 yılında 1,5 milyar doları geçmişti bile.
Bu noktada Sırbistan'ın İran'a yüklü miktarda kamikaze drone siparişi verdiği, Rusya'yla ise daha geçtiğimiz günlerde "anti-drone sistemi" almaya yönelik taahhütnâme imzaladığı belirtilmeli.
Aynı şekilde, ülkede "zorunlu askerlik" sistemine dönüşün aktif bir biçimde tartışılmaya açıldığı özellikle vurgulanmalı.
Çin'le 8 milyar dolara varan ve oldukça "tombul" addedilebilecek bir "borçlanma" hacmine sahip olan Sırbistan'ın yine çok yakın bir zamanda Çin menşeili bir şirketle 2 milyar avroluk bir enerji antlaşması imzaladığı hatırlatılmalı.
Macaristan'la kurduğu hususî tarihsel ilişkilerden de sonuna kadar menfaat sağlayan Sırbistan, Budapeşte'nin şahsında kendisine AB bünyesinde ciddi bir müttefik bulmakta ve hem göç hem de "Hristiyanî değerlerin savunusu" meselelerinden hareketle askerî-polisiye karakterde birtakım desteklere yaslanmaktadır.
Son olarak Macaristan, "ulusal savunma beklentilerini karşılamayan" askerî teçhizâtını Sırbistan'a çok düşük bir meblağa satmayı kabul etti.
ABD ("Javelin" tanksavar füzelerinin Kosova'ya satışına onay verdiyse de) ile AB'nin çoğu üyesi mevcut konjonktürde "nötr"e yakın bir pozisyonda dururken, Birleşik Krallık, Almanya ve Türkiye – farklı saiklerle – Kosova'nın yanında hizâlanıyor.
Bilhassa Türkiye'nin gitgide artan bir yoğunlukla Kosova'nın talep ve beklentilerini karşılamaya yönelik önemli gayretler sarf ettiği izlenebilir.
Bu doğrultuda elimizde Vuçiç'in "Türkiye Bayraktar'ları Priştine'ye satmayı seçti. Artık iş birliği olmayacak zira onlar, var olmayan bir devleti silahlandırdılar" diyerek öfkesini yansıttığı "Bayraktar TB2" teslimâtından, Türk Silâhlı Kuvvetleri'nin Kosova'da görev yapan NATO'nun Barış Gücü KFOR'un komutasını devralmasına ve geçtiğimiz haftalarda Kosova'yla imzalanan Askerî Çerçeve Antlaşması'na kadar pek çok veri var.
Batı Balkanlar'da açılan jeopolitik satranç tahtası bilinmezliklerle ve değişkenlerle dolu. Kesin ve sabit olan ise Sırp şovenizminin muhtemel bir taarruza, Kosova Arnavutlarının muhtemel bir savunmaya hazırlanıyor olması.
Kosova Başbakanı Albin Kurti'nin ısrarla her yerde tekrarladığı "her an yeni bir savaş kapımızı çalabilir" ikâzı boşuna değil.
Sırbistan, "Kosova Sırbistan'ın beşiğidir" masallarıyla patolojik yalancılığını açığa vururken, yayılmacı-isgâlci-soykırımcı emellerini mistik bir kılıfa bürüyor. Olabilecek en şoven maddî-manevî materyalleri üreten Sırp Ortodoks Kilisesi de denkleme dâhil.
Batı'yı "yumuşak karnından" yakalamak maksadıyla "Hristiyan Sırplar Müslüman Arnavutlara karşı" kartını mahirce oynayan kurum, resmî propaganda çarklarını döndürmenin yanı sıra silâhlı çeteler için Kosova topraklarında – Banjska saldırısında olduğu gibi – lojistik üs işlevi görüyor.
Velhâsıl, Belgrad yönetimi bölgede kıvılcımların kızgın birer ateşe dönüşmesi için Arnavut tarafını mütemadiyen "deniyor".
Büyük-Sırp emperyalizmi zengin doğal kaynaklara erişim için türlü bahaneler üretiyor. Bu anlamda Sırp nüfusun – 19'uncu yüzyıldan bu yana yürütülen ve Tito Yugoslavya'sında zirveye ulaşan kolonizasyon/demografik mühendislik hareketleri neticesinde – yoğun yaşadığı, Sırbistan'ın da bu bahaneyle göz diktiği Kosova'nın kuzeyine büyüteç tutmak önemli.
Mitroviça şehrinin kuzeyini de kapsayan Kosova'nın kuzey bölgesi madencilik kaynakları (kömür, kurşun, çinko, nikel vb.), bereketli ormanlık alanlar, ekilebilir tarım arazileri ve akarsularıyla meşhur.
Hâl böyle olunca, Sırbistan'ın Kosova'nın kuzey bölgesiyle ilgili tasavvurlarını gerçekçi bir bakışla ölçmek-tartmak kolaylaşıyor.
Gerçekten de Kosova anayasasıyla doğrudan çelişen mono-etnik Sırp Belediyeler Birliği'nin kurulması etrafındaki baskı, eşsiz bir mimârî estetikle kuşanmış Xhafer Deva Evi'nin – Deva'nın Arnavut milliyetçisi geçmişini öne sürerek – restorasyonu konusunda bir kaşık suda kopartılan fırtına, Sırp araç plakalarının ülkede yasaklanmasına edilen orantısız isyan, seçimlerin boykotunu müteakip ortaya çıkan tablonun sorumluluğundan kaçınma, bugünlerde Sırp dinarının tasfiyesine istinaden takındıkları tutum vb. olayların varış noktası aynı: Kuzeydeki zengin doğal kaynakları inorganik etnik gerekçeler serdederek yutmak.
Öte yandan anlaşılıyor ki, ABD-AB ikilisinin – bazı istisnalarla birlikte – müşterek siyâseti Kosova'nın böylesi bir düzlemdeki olası bölünmesine cevaz verecek kıvama geliyor. Kurti şimdilik elinden geldiğince dirense de bu direnişin yakında kırılabileceği aşikâr.
Soykırımcılığın izleri hâlâ taze. Bugün dahi içinden insan kemikleri fışkıran toplu mezarlar keşfediliyor. Üstüne – Tarih'in kahredici bir cilvesiyle – Arnavutları Mitroviça'nın (sırf kuzeyinin bile olsa) anahtarlarını bir kez daha Sırplara teslim etmeye zorlamak akıl kârı değil.
1878 yılında Berlin Kongresi, "Arnavut ulusu diye bir şey yoktur" ihtarını çekmişti. 1913 Londra Konferansı'nda ameliyat masası kurulmuş, doğal Arnavutluk neşterle kesilip biçilmişti.
1998-1999 arası Kosova Savaşı sonrasında ise Batı, sistematik bir zulüm altında inleyen Kosova topraklarının Arnavutluk korumasına girmesi için kan döken Kosova Kurtuluş Ordusu'nun (UÇK) emeğini – bugün kendilerinin her taraftan delik deşik ettiği – tuhaf bir anayasa uğruna hiç etti.
Peki, ama bu bilgiler neden dikkate değer?
Batı, Kosova'nın kuzeyini etnik kıstaslarla değerlendirirken, aynı "objektif" yaklaşımı Arnavut nüfusun yoğun yaşadığı Sırbistan'a bağlı Preşeva Vadisi'nde göstermiyor. Büyük-Sırpçılığa yumulan gözler, konu – sırf söylem düzeyinde – Arnavutların ulusal haklarına gelince, ne hikmetse, bir anda fal taşı misâli açılıveriyor.
Arnavutlar, tarih boyunca "savunmacı" nitelikte davranmaları ve kendilerine ait olmayan hiçbir şeyi ve hiçbir yeri istememelerine karşın, sürekli ikircikli tavırların muhatabı olageldiler.
Öyle ki, sırf Arnavutlar için çizilen "had sahası"nı mühürlemek adına, bugün Lahey'de devam eden UÇK dâvâlarıyla birlikte Arnavut ulusal mukâvemeti Büyük-Sırp soykırımcılığıyla eşitlenmek isteniyor.
Kurti, sol-milliyetçi bir figür. Arnavut milliyetçiliğini olabilecek en demokratik, adil, kapsayıcı ve dışarıya açık çizgide tutuyor. Yeri geliyor, Kosova Sırplarına Sırpça hitap ediyor. Buna rağmen, Batı'nın büyük bölümünün savunma-merkezli Arnavutçuluğun kırıntısına dahi tahammülü yok.
Burada Tiran'ın rolü ve ağırlığı önem kazanıyor. Tiran, prensip olarak, ilk elden sevk ve idâre etmediği bir sürece (Kosova-Sırbistan diyaloğu) ancak belli bir safhaya kadar müdahil olabilir. İşler ancak geri dönülemez bir noktaya gelirse topa girer.
Gerçekten de Tiran, Kosova ile Sırbistan'ın ABD-AB patronajında anlaşmasını istiyor. Süreç Tiran-Belgrad ikilisinin uhdesinde olsa muhtemelen çözüm hızlı ilerleyebilirdi ancak Kosova Arnavutları Tiran'ın kendi hassasiyetlerini yeterince dinlemediğine, anlamadığına ve dolayısıyla da temsil etmediğine/edemediğine inanıyorlar.
Meselenin karmaşıklığına böylece bir de Arnavutlar arası bir "çatallaşma" hâli ekleniyor.
Sonuç olarak, Kosova'yı ve bölgeyi zor günler bekliyor. Göstergeler ne yazık ki bölgede bir "oldu-bitti"yle karşılaşma potansiyelimizin yadsınamaz derecelerde yükseldiğini fısıldasa da cephelerin çeşitliliği ve iç çelişkileri tekdüze bir okumayı imkânsızlaştırıyor.
Satranç bir müddet daha devam edecek.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish