Savaşta zafer, asker sayısından değil, cennetten gelen güçlerden gelir.
Eski Ahit'te "Makabiler Kitabı"ndan alınan bu sözü, geçen pazar günü Arjantin'in yeni devlet başkanı olması kesinleşen Javier Milei'in ağzından sıklıkla duyduk.
Bu söze atıfla Milei'in genç destekçileri de kendilerine "Cennetin Güçleri" adını taktılar.
Ölmüş köpeğinin ruhu üzerinden Tanrı ile iletişime geçtiğini iddia eden ve siyasete atılma mesajını O'ndan aldığını söyleyen birinin kendini bir tür Mesih olarak görmesi olağan bir sonuç sayılabilir.
Milei'in göklerden aldığını iddia ettiği desteği ölçemiyoruz ama günümüz koşullarında bir sosyal medya fenomeninin siyasal fenomene nasıl dönüştürüldüğünü anlayabiliyoruz.
Onun gerçek başarısı ne beceriksiz bir iktidarın adayını yenmiş olması ne de çökmüş iki partili rejimin arasından sıyrılıp başkan seçilmesidir.
Onun başarısı, ortaya çıktığı andan itibaren halkın uzun mücadeleler sonucu elde ettiği demokratik ve ekonomik hakları temsil eden devleti ve siyaseti yağmacı aktör olarak tanımlayarak egemen sınıfın rolünü gizlemesinde yatar.
Bu yüzden sadece bu yıl içinde televizyonlarda kendisiyle 235 canlı röportaj yapılmıştır. Milei toplumun üzerine yağan tam bir medya bombardımanıdır.
Milei basitçe mevcut siyasi yapıya bir alternatif olarak ortaya çıkmadı. O, aşırı bireyciliğin yüceltildiği bir dinin peygamberi olarak belirdi ve herkesin bireysel kurtuluşa güvenmesini sağladı.
Sınıfsal, toplumsal ya da herhangi bir emek örgütlenmesinin bireysel kurtuluşun önünde engel olduğu fikrini benimsetti.
Onun tüm söylem ve stratejileri, toplumsal gelişmenin kollektif eylemin sonucu olduğu düşüncesini yok etmeye yöneliktir. Sola, sosyal hareketlere düşmanlığı ve anti-komünistliği buradan geliyor.
Pandemide eve hapsedilen halkın çaresizliği, ulusal paranın durdurulamayan düşüşü ve Arjantinlileri hayatlarından bezdiren yüksek enflasyon Milei'i ortaya çıkaran politik krizi tetikledi.
Ama sadece son 4 yıllık kriz ortamı değil, 40 yıllık neoliberal siyasetlerin sonucu Javier Milei fenomeni ortaya çıktı.
Sadece sandık aritmetiği bile bize çok şey anlatıyor:
Birincisi, Milei son 40 yılın en yüksek oranıyla seçildi (yüzde 55). Fakat Cristina Kirchner 2011'de o tarihe kadar en yüksek destek olan yüzde 54'e ulaştığı zaman katılım yüzde 80'di. Şimdi ise katılım yüzde 76'da kaldı.
Milei'e oy verme oranı ulaştırma, onarım ve ticaret, inşaat, güvenlik güçleri, yargı, tarım ve emlak sektörlerinde çok yüksek.
Kendi işinde çalışanların yüzde 63,5'i, kayıt dışı çalışanların yüzde 51'i, pazarlama ve hizmet alanında çalışanların yüzde 58,7'si Milei'e oy verdi.
fazla oku
Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)
Daha önceki yazımda bahsetmiştim: Arjantin'de kayıt dışı çalışmanın yüzde 50'yi aşması Milei'in sosyal devlet karşıtı tezlerine uygun bir toprak yarattı.
Sokak satıcılığı, teslimat, ulaşım ve dijital platformlardan pazarlama gibi sektörlerde her türden güvenceden yoksun biçimde bireysel çabalarla yaşamaya çalışanların her biri kendisini "girişimci" olarak görüyor.
Ve Milei esasında sosyal güvenceden yoksun bu işçilere piyasada "eşit rekabet" vadediyor.
Bunu da zorunlu emeklilik primlerinin, sağlık sigortasının ve işten atılma tazminatının kaldırılmasıyla yapacağını söylüyor. Böylece oluşacak serbest iş gücü piyasasında çalışanlar eşitlenecek.
Tuhaf ama kayıt dışı çalışanlar kendilerine rakip olarak sosyal güvenceye sahip kayıtlı çalışanları görüyor.
İş güvencesinden yoksun çalışanların çoğu genç. 8,5 milyon 18-29 yaş arası genç, seçmenin yüzde 23'ünü oluştururken bu seçimde eklenen 16-17 yaş grubundaki yeni seçmen de yüzde 3,4'üne denk düşüyor.
Yani seçmenin yüzde 27'sini temsil eden kesim Kirchnerizmin ya da Peronizmin sosyal devlet mitinden etkilenmiyor.
Onlar resmi törenlerden, Cristina Kirchner'in uzun söylevlerinden hoşlanmıyor; TikTok'ta hızlandırılmış şarkı arasında Javier Milei'in kısa ve çılgın mesajlarını izlemeyi tercih ediyor.
Silahlı Kuvvetlerin Milei'e ilgisi ise onun 1976 cuntası ve insanlık suçundan hapsedilmiş generallerini savunmasından kaynaklanıyor.
Bu yüzden askerlerin yüzde 89,4'ünün Milei'e oy vermiş olması şaşırtıcı değil.
Asıl şaşırtıcı olan sanayi kesiminden rakibi Massa'dan 11 puan daha fazla oy almasıydı. Zira endüstri Milei'in daha fazla işsizlik ve sosyal güvenceden yoksunluk (örneğin işten çıkarma tazminatının kaldırılması) anlamına gelen politikalarının tepki yaratması gereken kesim olmalıydı.
Peronist aday Massa'ya oylar; eğitim, kamu ve bilgi-iletişim sektöründen geldi. Bunlar devlet tarafından sübvanse edilen kesimlerdir.
Massa'nın yenilgisinin asıl belirleyeni sağ cepheden hiç oy elde edememesiydi. Seçimlerin birinci turuna üç parça halinde giren sağ ikinci turda fire vermeden Milei'in ardında toplandı.
Daha da kötüsü önceki yıllarda Peronist partiye (PJ) oy verenlerin yüzde 29'u bu seçimde Milei'i tercih etti (meclis- senato aritmetiği).
Javier Milei'in rakibi Sergio Massa'ya fark atması kesinlikle bir sürpriz değil. Ayrıca Peronizmin yenilmesi de gayet mantıklı.
Zira ülkeyi krizden çıkaramayan mevcut başkan Alberto Fernandez, Peronist Partiden. Üstelik Massa, halkın gözünde ekonomiyi batıran bu hükümetin ekonomi bakanı.
Asıl sorulması gereken soru bu berbat ekonomiye bakanlık yapmış birinin ülkeye başkan seçilebileceğini kimin akıl/ hayal ettiği olmalı.
Massa'nın neden aday olarak seçildiği sorusunun cevabını Peronizmin iç dinamiklerinden Cristina Kirchner'e verilen hapis cezalarına kadar birçok olguya dayanarak verebiliriz.
Fakat esas olarak bu tercihin sağın tehdidinin arttığı dönemlerde ilerici kesimlerde "sağı ikna edecek aday çıkarma" yanılgısından doğduğunu söyleyebilirim.
İşin gerçeği Milei'in çılgınca hezeyanları bile Massa'nın sinsi ve kariyerist kişiliğini gölgelemeye yetmedi. Halk ruhsal açıdan problemli de olsa özgün ve natürel olan Milei'i başkan seçti.
Bizim için sürpriz olan şey Massa'nın yenilgisi değil bizzat Milei'in saldırdığı ekonomik sektörlerin ve halk kesimlerinin ona oy vermesiydi.
Milei'in politik programı; Arjantin genelinde farklı siyasi partilerin yöneticilerden, her türden sosyal, kooperatif ve mahalle örgütlerinden, kadın kolektifleri ve feminizminin tüm kesimlerinden, eğitimcilerden, bilim ve kültür alanından, Film Enstitüsü INCAA'dan tutun da Organ Bağışı Enstitüsü'ne, seçimden bir hafta önce gelen ve 3 stat dolduran Taylor Swift'ten bile tepki aldı. Hatta futbol kulüplerini özelleştireceğini açıklayınca Arjantin ligindeki tüm futbol kulüpleri karşı bildiri yayınladı.
Milei'e reddiye cephesine bakınca onun toplumsal tabanda hiçbir dayanağı olmayan biri olduğunu düşünebiliriz.
Ama seçim sonuçları bu fikri yalanlıyor.
Öyleyse futbol kulüplerinden bilim enstitülerine geniş bir yelpazeyi temsil eden bu örgütlerin hitap ettikleri kitle ile aynı frekansta olmadıkları ortaya çıkıyor.
Benim uzun zamandır gözlediğim şey sendikalardan enstitülere, derneklerden futbol kulüplerine sosyal liderlerle halk arasındaki mesafenin açılmış olduğu yönünde.
Bunun sorumlusu da Kirchnerizm.
Şu anda Cristina Kirchner'in başında olduğu hareket, eşi Nestor tarafından kurulduğu andan itibaren sosyal liderleri kendine bağlayarak ilerledi.
Karı-koca Kirchnerler döneminde (2003-2015) sosyal liderler devlet güvencesine kavuştu. Sosyal hareket bu dönemde hükümetten düzenli subvansiyon almaya alıştırıldı. Böylece sınıfsal refleksleri köreltildi.
Öyle ki liberallerin iktidarında 2017'de Mauricio Macri başkan olduğu sırada emeklilik reformuna karşı tüm ülke genel greve çıktığında Kirchnerizm "aman siyasi kriz derinleşmesin 2019'da seçim var" diyerek toplumsal hareketi geri çekti.
Bu yönüyle Kirchnerizm, nihayetinde her zaman halkçı hareketlerin çelişki ve zaafları üzerinde oynayan sağın tezlerini güçlendirdi.
Çünkü sosyal devlet ve sosyal haklar o kadar yozlaştı ve aşındı ki artık kimsenin işine yaramıyor.
Bu, elbette 40 yıllık neoliberal siyasetlerin sonucudur ama bu dönemin yarısında hüküm süren Kirchnerizm gelinen noktadan sorumludur.
Kitleler nezdinde artık ne Peronizmin savunduğu "hazır devlet" var; ne de Kirchnerizmin "sosyal hakları" bir anlam ifade ediyor.
Cristina'nın varlığı 1955'te gittiği sürgünden 1972'de Arjantin'e, bizzat ona darbe yapan ordu tarafından geri davet edilen Juan Domingo Peron kadar anlam ifade etmiyor.
Buenos Aires(PBA) valisi Axel Kicillof, sosyal lider Juan Grabois gibi genç sol liderlerin başarılarının açtığı yoldan ilerleyecek bir toplumsal hareketin inşa edilmesi gerekiyor.
Bu konuyu önümüzdeki dönemde çok tartışacağız ama şimdi Milei'in "göklerden gelen" güçlerine sokak hareketinin güçleriyle cevap vermeliyiz.
Çünkü şu ana kadar hiçbir duanın özelleştirmeleri, sosyal hakların ortadan kaldırılmasını ve anti demokratik uygulamaları durdurduğu görülmedi.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish