Dünyada ve ülkemizde, özellikle salgın hastalıklarla beraber uzun zamandır daha da hızlanan bir huzursuzluk, bunalım hâli hüküm sürüyor.
Gittikçe derinleşen bu hâl, insanları bugünün insanı olmaktan ve günü yaşamaktan alıkoyuyor.
Şu soruya cevap arıyoruz:
İnsanın hem zihinsel hem bedensel özgürlüğünün tehdit altında olduğu bir çağda insanlığını korumakta hâlâ kararlı olan insan ne yapabilir?
Kısacası insanlığımızı, değerlerimizi ve inançlarımızı nasıl koruyacağız?
Dünya insanı, yaşadığı çağın yabancısı hâline getirildi. İnsanın hak ve özgürlük alanını daha da genişleten çalışmalara her zamankinden daha fazla ihtiyacımız var.
fazla oku
Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)
Zihinsel ve bedensel özgürlüğümüzü korumanın en güzel yollarından biri hiç şüphesiz "yürümektir".
Yürümek deyince insanın aklına ayakkabılarını giyip parkta, ormanda, doğada yürümek gelir.
Aslında "yürümek" çok kapsamlı bir kelimedir ve hayatın tüm bölümlerini kaplar.
Aile ile, iş hayatı, siyaset, cemiyet ve birçok alanda insan yürüyebilir.
Uzun yıllardır doğa ve dağ yürüyüşleri yapıyoruz. Bazen iki-üç arkadaş, bazen toplu bir grup halinde.
Bazen İstanbul'un nefes alınıp verilen ciğerleri Istıranca dağlarına, bazen Doğu Karadeniz'in hırçın dağ ve yaylarına.
Bu gezimizde bu hırçın dağlara olacaktı. Hedefimiz yaklaşık 2850 metre rakımda olan Rize'nin İkizdere ilçesine bağlı Homeze Yaylası idi.
Her seyahat öncesi benim yaşadığım "Gitsem mi, gitmesem mi... Sonra giderim" halleri, "Hadi bismillah" diyerek kapıya yönelmemle beraber kendimi havalimanında buluyorum.
Bir buçuk saatlik bir yolculuktan sonra Trabzon Havalimanı'ndan genelde köyüme gidip ziyaretlerle cumartesi gününü tamamlıyorum.
Trabzon'da son yıllarda fazlaca doğa spor kulüpleri ve dernekleri kuruldu. Bunlar gerçekten doğaseverler için tam bir aktivite alanı oluşturdular.
Bu kulüplerden bir tanesi de hiç şüphesiz Uzungöl Doğa Sporları ve Adrenalin Derneği (UDSAK) idi.
Birçok programına katıldığım bu dernekteki birçok katılımcı ile arkadaş olduk. Dernek Başkanı Aydın Mutlu ise bu işe uzun yıllar emek ve gönül vermiş bir arkadaşımız.
Özellikle 6 Şubat'ta ülkemizi yasa boğan depremde dağcılık ve doğa yürüyüşlerinin verdiği tecrübe ve çalışkanlıkla deprem bölgesinde arama-kurtarma çalışmalarında önemli katkılar sağlamış bir arkadaşımızdı.
Trabzon merkezden sabah 08.00'de hareket eden minibüsümüz beni bir saat sonra köyüme yakın olan Rize-Erzurum karayolundan aldılar ve İkizdere ilçesine doğru hareket etmeye başladık.
Sağlı sollu ağaçlar artık eylül ayı gelmesiyle rengârenk olmuş, doğanın renk cümbüşü olacağı güz ayları başlamıştı.
Her faaliyette olduğu gibi bu faaliyette gideceğimiz yere en yakın ilçe merkezinde mola verip sabah kahvaltımızı yapıp çantalarımıza öğlen için hafif yiyecekler ve meyve alıyoruz.
Genelde sabahları bu bölgelerde kahvaltı çorbadır. Hele bir de güzel bir et haşlama varsa başka güzeldir.
İlçe merkezinden Ovit Dağı istikametine doğru adeta doğanın içinden süzülerek Ovit Tüneli'ne gelmeden yolun sağ tarafından yayla yoluna doğru dönüş yaptık.
Artık toprak yoldan gidiyorduk. Yöreye aşına olanlar için sorun olmuyor ama dışarıdan gelenlerin korktuğu bir yolculuk oluyor. Aracın sağı kaya dibinden solu uçurum kenarından gidiyor adeta.
Yaklaşık 15 kilometre sonra büyük yayla mevkine geldik ve yol bitmişti. Araç bizi buraya bırakarak bitiş noktamız olan Homeze Yaylası'ndan alacaktı.
Ekip kısa bir açıklamadan sonra yürüyüş kolu ile yola koyulmuştu.
Boşuna "Şehirde hayat tıkanırsa, yüzünü dağlara çevirmeli" demiyoruz...
Rengarenk çiçekler, sıcak ve rüzgârdan kavrulmuş çimenler, otlayan kuzular pusuda yatmış onları bekleyen çoban köpekleri.
Gerçekten insan hemen büyükşehir hayatını sorgulamaya başlıyor.
Yaklaşık bir saatlik bir yürüyüşten sonra geldiğimiz düzlükte adeta Kaçkar dağları kalem gibi sıralanmıştı.
Ne neresidir diye yaptığımız bu keşifle beraber tekrar yola koyulmuştuk.
Karadeniz'de yayla ve dağlara çıktığınızda en büyük şansınız hiç şüphesiz sis olmamasıdır. Sisli bir havada değil çevreyi burnunuzun önünü bile göremezsiniz.
İlk defa bu kadar net ılık ve güzel bir havaya denk gelmiştim.
Bu yürüyüşler kurumuş çimenler üzerinden, bazen taşlıklar ve kayalıklar, bazen bir araba izi ya da yılların oluşturduğu yaya yollarından yapılıyordu.
Yolun kenarında mutlaka yolun rotası belli olsun diye taş üstüne taş koyarak iz bırakan yürüyüşçüler de vardır.
Saat 14.00'e kadar önceden belirlenen bir parkur içinde doğal engelleri aşarak, grup yürüyüş düzeni içerisinde bir hedefe doğru yürüdük.
Bu yürüyüşler arada kopma olsa da grup yürüyüş düzeni içerisinde önde grup lideri ve onun arkasında faaliyete katılan sporcuların yer aldığı tek sıra halinde yürüyüş düzenidir.
Grupta sonuncu kişi ise rotaya hakim, grup lideri iletişim halinde bulunan ve "artçı" olarak isimlendirilen arkadaştır.
Yaklaşık 9 kilometre yürüdükten sonra Vaşak Yaylasını üstten süzen bir noktada mola verdik.
Öğlen molalarımızda çantalardan çıkan hafif yiyecekler ve içekler birbirimize ikram edilir ve şakalı bir sohbet ortamı oluşur.
Fazla oturduğumuz zamanda ısınan kaslarımızın soğuması ile beraber kas ağrıları da başlıyor. Molaları çok da uzun tutmamak gerekiyor.
Tekrar yürüyüş kolu halinde yürümeye başladık. Bu kısımdan sonra bende bir hızlanma oldu ve ekipten kopmaya başladım.
Önümde yüksek bir tepenin üzerinde bayrak gördüm ve oraya doğru yürümeye başladım. Baktığınızda "5 dakikada giderim" dersiniz ama oraya ulaşmam tam bir saat sürmüştü.
Bayrağın oraya çıktığımda Homeze Yaylası bulutların üzerinde bir gelin gibi duruyordu.
Bu sefer kısmetli idik ve kendimizi bulutların üstünde bulmuştuk.
Tepeden yaylayı izledim ve aşağıya yaylaya doğru yürümeye başladım.
Bu mevsimde her taraf kırmızı renkli Karadeniz'de likarba dediğimiz genelde yaban mersini denilen o muhteşem meyve ile doluydu.
Bu meyvelerden yemeye ve taşlıktan bata çıka dimdik önümde aşağıda bulunan yaylaya doğru yürümeye başladım.
Doğa yürüyüşlerinde aşağıya doğru inmek yukarıya doğru çıkmaktan daha yorucu oluyor. Aşağıya doğru yürüdükçe sanki bulutun üzerinde yürüyecek gibi oluyorum.
Hava yavaş yavaş kararmaya başlaması ile yayla köyüne ulaşmıştık. Suyum bitmişti ve ilk gördüğüm evin bahçesindeki suya yumuldum.
Sonuç soğuk sudan sesim gitti ama değerdi o suya… Hâlâ yaylada olanlar vardı kapısında odun kesen abiye selam verdim sohbete başladık.
Beş dakika sonra eşi içeriden bir tabak armut getirdi. Karadeniz insanı işte; bir şey ikram edecek.
"İstersen sana karalahana vereyim" dedi. Buna yok denir mi? Yaylanın buzu vurmuş karalahana yenmez mi?
Ekip yaylaya toplanmış ve günün batmasıyla beraber bulutların üzerinden yaylayı seyrediyordu.
O kadar sükunetli huzurlu güzel bir hava vardı ki bugünün sonu büyükşehirde biteceği insanın aklına geldikçe huzuru kaçıyor.
Hava karardığında bir ses duydum; "Arkadaşlar toplanın hareket ediyoruz, Bayram Ali Abi uçağa yetişecek…" İşte bu da bizim gerçeğimiz.
Yaylada hava berraktı ama bulutların altında İkizdere yoluna inene kadar o meşhur Karadeniz sisi vardı.
Erzurum-Rize yolundan Trabzon Havalimanı'nda arkadaşlardan ayrılma zamanı gelmişti. Dolu dolu bir gün olmuştu.
Arkadaşlar hep "Abi iyi tembellik etmiyor, geliyorsun" sözüne ben de "Atını hep aynı yere bağlayan ölür" diye cevap veriyorum.
Bugünün bittiğini yorgunluktan uyurken "İstanbul için inişe geçiyoruz" anonsu ile bittiğini anlıyorum.
İnsanlığın bir zaafıdır, güzelliği uzaklarda arar çoğu zaman. Gezmek, keşfetmek denildiğinde her zaman bir dağ aranır şehir içinde ya da dışında; yüksek, en yüksek olanından hem de.
Planlar hep uzak olana erişmek için yapılır ya da yüksek olana. Zaman güzellik yanı başında olanlar onun farkında bile olmazlar.
Çokça yürüyüşler yaptık köylere, şehirlere, şehrin sokaklarında ormanların derinlerinde, yüce dağlarda, karla kaplı engin düzlüklerde, şehirlerin yaban bölgelerinde.
Canımız sıkıldığında, mutlu olduğumuzda, dertlerimizden kaçmak içinde yürürüz. Tüm yürüyüşlerin ortak özelliği içimizdeki sessizlik, huzur ve dinginliktir.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish