İsveç'e, Ankara'da düzenlenecek bir "medeniyetler buluşması"yla yanıt verilmeli

Prof. Dr. Hasan Ünal Independent Türkçe için yazdı

Fotoğraf: AA

İsveç'te meydana gelen ve çoğumuzu rahatsız eden Kur'an yakma eylemleriyle ilgili, özellikle İsveç'in NATO üyeliği çerçevesinde ortaya koyduğumuz veto ve bununla bağlantısı aslında neler yapılmalı? 

Bu tür eylemler açıktan açığa bir tahrik olduğuna göre, dış politika planlamamız için de nasıl ele almalı, nasıl yürütmeliyiz?

Bu konuda bazı fikirlerimi sizlerle paylaşmak istiyorum. 
 


Birincisi bu eylemler açıktan açığa bir tahrik eylemi ve bunlar geçen yıl başlatıldı.

Artan bir oranda geçen yıl süreklilik kazanmıştı, bu yılda da zaman zaman oldu. 

Şimdi seçimlerden sonra ve özellikle önümüzdeki yapılacak NATO Zirvesi'ne doğru tekrar başlatıldı gibi bir görüntüsü var. 

Şimdi burada birinci mesele şu:

İsveç'in NATO üyeliği konusunda bizim ortaya koyduğumuz vetomuz var.

Biz Türkiye olarak, İsveç'in NATO'ya girmesine belli adımları atmadığı takdirde onay vermeyeceğimizi söyledik. 

Çünkü biz NATO üyesiyiz ve NATO'ya bir başka ülke katılmak istediğinde, bütün üyelerin onayını alması gerekiyor. 

Biz İsveç'in NATO üyelik süreci başladığında buna "hayır" demedik. Ama İsveç, Finlandiya ve Türkiye, geçen yıl haziran ayında İspanya'da yapılan NATO zirvesi sırasında bir üçlü mutabakat metni imzaladı.

Ve bu zirvede, bence taktik olarak gayet yerinde bir adım atıldı. Türkiye dedi ki;

Bu önce mutabakat metnini imzalayacağız ve siz bu mutabakat metninde yazılanları yerine getireceksiniz. 

Yani "Bana verdiğiniz sözleri yerine getireceksiniz. Sizin üyelik süreciniz başlayacak. Ama benim parlamentomdan geçerek onay alabilmesi ve sizin üye olabilmeniz için benim sizden beklentilerimin karşılanması lazım.

Bu mutabakat metninde bana verdiğiniz sözleri tutmazsanız; bu beklentiler karşılanmazsa, ben de bunu parlamentomdan geçirmem. Dolayısıyla siz de NATO'ya giremezsiniz.


Böylece Türkiye, doğrudan olmasa da dolaylı bir veto süreci başlattı. Ve bu, akıllıca bir adımdı. 

Türkiye, bununla da şunu söylemiş oluyordu:

Kardeşim ben sizin NATO'ya girmenize karşı değilim. 

Ama mademki NATO'ya giriyorsunuz, örneğin Türkiye karşıtı terör örgütlerine destek veremezsiniz.

Çünkü NATO üyeliği, bir ittifak üyeliği.

Ve NATO aynı zamanda hesaba göre Türkiye'nin toprak bütünlüğünü garanti eden bir askeri ittifak.

Ve siz bu ülkeye karşı, bu ülkenin toprak bütünlüğüne kastetmiş örgütlere (PKK terör örgütü-Suriye'deki PYD-YPG, bunun diğer versiyonlar, onlarla birlikte hareket edenler…) destek veriyorsunuz, vereceksiniz. 

Ve ondan sonra da diyeceksiniz ki 'Kardeşim, NATO içinde biz hepimiz müttefikiz. NATO üye ülkelerinin hepsinin toprak bütünlüğünü garanti eder.'

Böyle şey olamaz.


Türkiye'nin buradaki tavrı gayet ilkeseldi, yerindeydi, doğruydu.

İsveç Devleti, Finlandiya'yla birlikte Türkiye'ye taahhütlerde bulundu.

PKK'yı zaten terör örgütü olarak kabul ediyorlardı. PYD, YPG vs. bunlarla da ilişkilerini kısıtlayacaklarını, daha doğrusu ilişkiyi kurmaktan uzak duracaklarını taahhüt ettiler.

Ayrıca dediler ki;

Türkiye'de tanımlandığı şekliyle FETÖ terör örgütüyle ilgili olarak da aynı prensiplerle hareket edeceğiz.

Ayrıca bu terör örgütlerinin mensupları olup, Türkiye'de aranan kişilerle ilgili de iade taleplerini ciddiyetle inceleyip yerine getireceğiz. 


Ancak o günden itibaren bu mutabakat metnine imza atan İsveç hükümeti, önce bunları yapmama yönünde işte gerekçeler bulmaya başladı. 

Belki Suriye'deki bu PKK, PYD'yle ilişkilerini en azından açıktan açığa sürdürmedi. Ama diğer konularda, "İsveç'in anayasal yapısı", "kanunları", "mahkemeleri", "yargısı" vs. gerekçe göstererek fazla bir şey yapamayacağını söyledi. 

Siyaseten muhtemelen İsveç'in beklentisi şuydu:

Amerika Birleşik Devletleri, Türkiye'nin bileğini büker. İsveç'in üyeliğinin onayını alır. 

Türkiye iyi niyet gösterdi İsveç'in üyeliğine tamam dedi ama bu arada İsveç'te Türkiye'nin bu endişelerini ciddiyetle değerlendirecektir.

İsveç Dışişleri Bakanlığı tarafından böyle bir açıklama yapılacaktı ve böylece bitecekti. 

Ama biz biliyoruz ki bu Avrupalılar katiyen sözlerinde durmazlar. İki yüzlüdürler. 

Hatta açıkça söylemek gerekirse yalancıdırlar. Hele konu Türkiye'ye geldiği zaman çok kolaylıkla yalan söylerler.

Sündürürler mevzuyu. Sağa sola çekerler. 

Mesela PKK diyorsunuz adamlarla, hemen iş dönüyor "Ya işte PKK değil bu Kürtler. Yani siz her Kürt'ü PKK diye görüyorsunuz." 

Ne münasebet!

Böyle bir şey var mı Allah aşkına?!. 

Hemen böyle tartışmaların içine sokarlar ve ondan sonra sizin aslında gayet meşru, gayet mantıklı, haklı mücadeleniz bunların nezdinde sonuç alamaz. 

Çünkü elinizdeki kozları oynamamışsınızdır. Ya da oynamak istemiyorsanız… 

Şimdi burada Türkiye iyi bir koz yakaladı ve İsveç'in üzerine gitti. 

Ama şu ana kadar somut bir şey elde edilmediğini biliyoruz. 

Bu arada denilebilir ki peki Finlandiya ne oldu? 

Finlandiya'dan beklentilerimiz zaten azdı. 

Finlandiya'nın bu konulardaki Türkiye'nin hoşuna gitmeyen hareket ve tavırları zaten sınırlı düzeydeydi.

O yüzden Türkiye, Finlandiya'nın üyeliğini çıkardı ve "Ben Finlandiya üyeliğine onay veriyorum ama İsveç'e hayır" dedi. 

İsveç'te yeni gelen hükümet, sanki Türkiye'nin isteklerini yerine getirecekmiş gibi hareket etmekle birlikte, fazla da bir şey yapamadı.

Yani şunu söylemek lazım. Sanki Kuzey Suriye'deki bu PKK-PYD'yle irtibatlarına ilişkilerine epeyce bir sınırlama getirdiler. 

Biraz da ülke içindeki bu terörle mücadele kanunlarının değiştirme yönünde adımlar attılar. 

Hatta Türkiye tarafından, Türk yargısı tarafından aranan bazı teröristlerin orada yargılanması gibi adımlar attılar ama bunlar yeterli değil.

Şimdi bütün bunlar ortadayken bir de Kur'an yakma eylemleri geldi. 

Şimdi Kur'an yakma eylemlerini öyle bir şey profesyonelce yapıyorlar ki Türkiye'yi açıkça tahrik etmeye çalışıyorlar. 

Burada mesele şu:

Türkiye tahrik olacak.

Türk liderleri hemen bu Kur'an yakma eylemleri üzerine diyecekler ki "Madem siz Kur'an yakıyorsunuz, o zaman kusura bakmayın sizin NATO üyeliğiniz hiçbir zaman gerçekleşmeyecek."

Bunu dememek lazım. 

İşte meselenin özü burada.

Şimdi çünkü İsveç'in NATO'ya girmesiyle ilgili Türkiye'nin vetosuyla bu olaylar arasında bağlantı kurmak, bence siyaseten doğru olmaz.

Yani bu olayları lanetleyebiliriz. Bu olaylara kızabiliriz. 

Hatta yapmamız gereken şey bence bu olayların özgürlükler çerçevesinde ele alınmasının doğru bulmadığımızı söyleyerek, buna karşılık mesela Ankara'da Türkiye'de yaşayan farklı dinlere mensup toplulukların dini liderlerini bir araya getirerek gayet güzel bir toplantı yapılabilir. 

Sayın Cumhurbaşkanı bir yemek ikram edebilir ve bu yemekte;

Aslında Orta Çağ'ın din savaşlarının geri getirilmesi anlamına gelen bu tür davranışların ve ırkçılık da içeren bu tür girişimlerin doğru olmaması gerektiğini,

Özgürlükler çerçevesine alındığı zaman, "özgürlük" kavramını bu tür davranışların kirlettiğini; ama eğer bu tür ülkeler Avrupa ülkeleri bunda ısrarcıysa buna da bir şey diyemeyeceğimizi;

Ama bizim Türkiye olarak 21’inci yüzyılda yaşadığımızın farkında olduğumuzu ve bütün dinlerin barış içinde bir arada yaşamaya yaşadığı bir dünyaya arzu ettiğimizi;

Bunun için de elimizden geleni yapacağımızı söyleyerek, bunu bir medeniyet buluşması projesi şekline dönüştürmek daha güzel olur.

Ki bunu yaptığımız zaman karşı tarafı aslında, kendi felsefi düşüncesiyle, kendi silahlarıyla vurmuş oluruz.

Öte yandan da bizim üzerimize gelip de "Ya siz işte İsveç'in bu NATO üyeliğini neden onaylamıyorsunuz?" dediklerinde de işte objektif kriterler var. 

Adamlar bize geçen yıl haziran ayında Madrid'de NATO Zirvesi’nde imzalanan bu üçlü mutabakat metninde, taahhütlerde bulundular. Bunların hiçbirini yerine getirmediler.

Eğer bizim yetkililerimiz "Siz bu Kur'an yakma eylemlerine izin verirseniz biz de sizin NATO üyesi olmanıza izin vermeyiz" derlerse, o zaman bizim vetomuzdaki objektif unsurlar göz ardı ediliyor.

Ve bizi şöyle bir tartışmanın içine çekmeye çalışıyorlar:

Yani işte bizim özgürlük ve demokrasi anlayışımız çok daha geniş çaplı. 

Burada aslında isterlerse insanlar, biz geniş toplum kesimleri olarak tasvip etmeyiz ama İncil'i de yakabilirler, Tevrat'ı da yakabilirler. Biz tasvip ettiğimizi söylemiyoruz ama bu özgürlüklerin bir parçası. 


"Anayasal özgürlüklerin bir parçası" diyerek bize şu imada bulunmuş olurlar:

Sizin demokrasinizdeki eksiklerden dolayı siz bizi anlamıyorsunuz. Zaten sizin eksikliklerinizden dolayı, siz NATO'nun içinde de bir adeta bir çıban başına dönüştünüz. 

Çünkü NATO ülkesi üyesi ülkelerin benimsediği özgürlük anlayışının tam olarak parçası değilsiniz.


Hayır. Tartışmayı buraya getirmemek lazım.

Onun için dikkatli olmak lazım.

Objektif kriterlerin dışında bir siyaset açılımı sergileyecek herhangi bir şey söylememek lazım.

Tam tersine, Avrupalıların kendi "medeniyet" felsefesi düşüncesiyle karşı tarafa karşı hamle yapıp, Ankara'da bir "medeniyetler buluşması" yapmakta çok büyük fayda var.

 Aksi takdirde buradaki haklı gerekçelerimizi izah etmekte zorlanabiliriz.

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir. 

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU