Onun gözünde dünya, savunmasız insanları parçalayıp yok eden görünmez iblislerle doluydu. Yaşayabilmek için fazla öngörülü, fazla bilge; savaşabilmek için fazla güçsüzdü.
Her yaşamın dipsiz kuyusu ya da kıyıda köşede kalmış anılarla yüklü serüveni vardır.
Milena'yı sadece Kafka'nın mektuplarından bir karakter olarak gördük hepimiz.
Franz Kafka'nın gölgesinde kalmış, Nazizm'e karşı yürüttüğü sosyalist mücadelesiyle, gazeteci kimliğiyle, yazıları ve onu özel kılan tarihsel rolüyle, döneme damgasını vuran bir kadın...
Diş hekimi ve üniversite hocası olan Jan Jesenky ile Milena Hejzlarova'nın yaşayan tek çocuğuydu Milena.
1896'da Prag'da dünyaya geldi. Nezaket dolu zarif bir ruha sahip olan annesini, uzun yıllar süren ve zaman zaman yatakta yatmasını da gerektiren rahatsızlığı sonucu 16 yaşında kaybetti.
Baba ve kızın, esaretin, kıskançlığın, nefrete varan karmaşık duyguların, saygının, sevginin iç içe karıştığı karma bir ilişkisi vardı.
Bu duygu karmaşasının içindeki sevgi, Milena'nın çocukluğundan ona kalan tek hazineydi aslında.
Milena'nın babasıyla olan ilişkisi problemliydi ve annesinin ölümünden sonra daha da arttı.
Babasının sonradan zenginleşmesiyle ve onun yanında hem otoriteye hem de burjuvaya karşı verdiği savaşın ayak sesleriyle, o yıllarda ruhuyla perçinlemişti adeta.
Minerva Enstitüsü'ndeki eğitimini tamamladıktan sonra, babasının üniversite seçimini ona dikte ederek tıp eğitimi almaya başladı.
Aradan geçen zamanda bu bölümün kendisine uygun olmadığını düşünerek okulu bıraktı.
20 yaşında edebiyat eleştirmeni Ernst Pollak'a aşık olan Milena, babasının bu duruma karşı çıkması sonucunda 9 ay boyunca Veleslavin'deki akıl hastalıkları hastanesinde esaret altında tutuldu.
Her tür baskıya rağmen sevgilisiyle ilişkisini sürdürdü. Hamile kaldı, çocuk aldırdı.
Babası kızını, yarı Yahudi soyundan gelen bu adamdan kurtarmanın, tek yolu olarak cemiyetteki konumunu korumak adına hastaneye kapatmak gibi kendince bir çözüm buldu.
Hastanede gizlice sevgilisiyle görüşmeye devam etti ve evlendi.
Milena'nın cömertliği, kocasının bitmeyen istekleri karşısında bir yılda tükendi.
Evde finansal işlerle ilgilenmeyen kocasına rağmen okullarda Çekçe dil dersleri verdi.
Aldığı para evin geçimine yetmeyince, tren istasyonlarında hamallık dahi yaptı.
Babasına boyun eğmeyen Milena, aşka, dolayısıyla da kendisini sevmeyen ve hiçbir zaman da sevmediği kocasına razı gelmişti.
Milena'nın çevirileri ve makaleleri ona ışık tutmaya başladı. Onu hayatı boyunca severek sürdüreceği mesleğine kavuşturdu.
Mesleği; Kafka ile tanışmasına, bir daha evlenmesine, anne olmasına, yeniden aşık olmaya, hatta ölümüne neden olacaktı...
Karışık ve dünya savaşlarının yaşandığı bir zaman diliminde Kafka ile tanışır.
Almanca eserleri Çekçeye çevirmek üzere iki yıl boyunca aralarında edebi bir diyalog gelişir.
Bu konu münasebetiyle dünya tarihinde yerini alan "Milena'ya Mektuplar" bu zaman aralığında başlamış olur.
Sıradan bir çeviri ile başlayan mektuplar çok büyük bir aşka evrilmeye başlar.
Hepimizin okuduğu mektuplarda bir nüans var aslında. Kafka mektuplarının son demlerinde Milena'ya "artık gelme" der.
Bu "gelme" sadece bir fiil değil, aksine çok büyük bir anlam taşır. Artık mektup yollamak istemez.
Öyle ki hastalığının sorumlusu olarak da Milena'yı görür. Aşktan ve hislerinin derinliğinden hastalandığını mektuplarında da dile getirir. 1923 yılına kadar süren aşk son bulur.
İlginç olan durum; hayatlarının içinde ve pratikte yer almayan bir ikiliden bahsetmek daha yerinde olur.
Çünkü Milena ve Kafka mevcut hayatlarını yaşayarak bu yolda aşk ile devam etmişlerdi. Ama hiçbir zaman Milena eşini sevdiği kadar Kafka'yı sevmemişti.
Kafka, hayatını inanılmaz bir titizlikle yaşarken, davranışlarında dahi ölçülü davranmayı tercih eder ve öyle de yaşardı.
Milena ise, ölçüsüzlüğü fütursuz boyutlarda ve uçlarda yaşayan bir kadındı. Her konuda olduğu gibi aşkta da ruhunu ve benliğini teslim ediyordu.
Zaman içinde hayat ve tükenmişlik Kafka'yı içten içe kemiren bir hastalığın pençesine atmış oldu.
Kafka, hasta ve ölüm döşeğindeyken Milena'nın başucunda olduğunu hissetmişti.
Sevgilisinin onu hayatı boyunca sevemeyeceği gerçeğini, tutkuyla âşık olduğu kadınının sözcüklerinden algılamıştı.
İkili Gmünt'te son kez yüz yüze görüştü. Hasta ve ölüme yakın aşık, Kafka'nın Milena'ya yazdığı şu satırlar oldukça önemlidir:
Hayatımda, 'En çok seni seviyorum' diyorum ama bu gerçek sevgi değil sanırım. 'Sen bir bıçaksın, ben de durmadan içimi deşiyorum o bıçakla' dersem, gerçek sevgiyi anlatmış olurum belki.
Milena ise "Yuvadaki Şeytan" makalesinde durumu çok iyi özetliyor aslında.
Bu makale, Kafka ile niçin evlenmek istemediği konusunda açık bir beyan...
İnsanların beraber yaşamalarının tek nedeni, yanlarında birisinin bulunması ihtiyacından başka bir şey değildir; dünyanın bu boşluk ve yalnızlığında, kendilerinin tüm zaaf ve hatalarına rağmen kendilerinin var olduklarını kabul ve tasdik edecek birisinin bulunması ihtiyacından başka bir şey değildir; cürümden, öç almaktan, kötü düşünceden, adaletten, vicdan azabından kaçabilmeleri için yanlarında bir diğer kişiyi bulundurmak ihtiyacından başka bir şey değildir.
Vasiyeti her ne kadar yazılan mektupların yakılması olsa da mektupları yakılmamış aksine kitaplaştırıldı. Milena'nın ise yazdığı mektupları yayımlanmadı.
Makale ve çeviriler bir yana, Çek yurttaşlarını yurt dışına kaçırmaktan tutuklanmasına; duruşuyla, yaşama biçimiyle, ideolojik duruşunu sahiplenmesiyle, pratiği, hümanist duygu dünyasıyla, ikna etme yeteneğiyle kitleleri arkasından sürükleyen bir kadın imajı çizdi.
Milena 30 Nisan 1927'de mimar Jaromír Krejcar ile evlendi ve 1928'de kızı Jana doğdu. Bu evlilik ise 1934 yılında sonlandı.
Hem savaşın hem de döneminin en ünlü gazetecilerinden biri olarak sosyalist fikirleri cesurca savunan Milena, fikirleriyle Nazizmin karşısında durarak mücadelesini sürdürmeye devam etti.
Milena bir süre sonra Birinci Dünya Savaşı'ndan sonra karşılaştığı maddi zorluklar ve savaşın psikolojik yanlarını konu alan makaleler yazmaya başladı.
Nazilerin iktidara gelmesinin ardından Nazilere karşı V boj isimli yasaklı yayınlar çıkararak çok ciddi bir yükün altına girdi ve bu yük onun hayallerine hatta hayatına mâl oldu…
Milena; 1939'da Gestapo tarafından tutuklandı ve önce Pankrak'ta, daha sonra da Dresden'de cezaevine atıldı. Ardından Ravensbrück'teki toplama kampına götürüldü.
Kampta ayda 16 satırlık mektup yazma hakkı olduğunu öğrenen Milena, bunu sadece kızına yazarak değerlendirdi.
Toplama kampındaki korkunç koşullarda böbrekleri gitgide işlevini kaybetmeye başladı ve böbrek yetmezliğinden 17 Mayıs 1944'te yaşamını yitirdi.
Yazar Margarete Buber-Neuman, yıllar sonra orada yaşadıklarını kaleme aldı:
Hapishanenin onu soluklaştırdığı, acı çektiği belli. O narin yüzün arkasındaki ışık, bakışlarındaki güç ve hareketlerindeki canlılık beni ilk bakışta etkilemişti. Korkunç kurallar ve baskılarla kuşatıldıkları bu cenderede onuru kırılmamış, özgür bir insandı Milena. Gazeteci Milena, röportajcı kimliğine bürünerek beni dinler; ama kendi ıstıraplarından zerre söz etmezdi. Maskelerden uzak olmak, konuştuğu kişiyle kendini tamamen özdeşleştirmek Milena'ya has bir özellikti çünkü. Karşısındakinin acısını derinden hisseden bu kadın, teselli etmek konusunda çok içtendi.
Ardından koca bir mücadele ve tarihe damga vuran bir kadın olarak belleklerde yer edindi…
Yaşam yitirilmiş bir savaştır.
Franz Kafka
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish