"Acayip zamanlarda yaşayasın"

Hakan Gülseven'in "Kırmızı Kart" adlı programı yayında

Bir Çin bedduasından bahsedilir, "Acayip zamanlarda yaşayasın" derlermiş Çinliler birbirlerine, beddua etmek için.

Maneviyatı hatırlı bir Çinli hepimize beddua mı etti, yoksa bir sürü Çinli birleşip bize topluca mı beddua ettiler, milletçe, milyonlar olaraktan çok acayip bir zamanı yaşıyoruz.

Bitmiyor...
 


Her şey çok acayip... Dün şaşırdığımız her şey bugün hafif geliyor. Acayipliğin dibi yok yani...

Son olarak RTÜK Ayşenur Arslan'ın Halk TV'deki programına üç gün yayın yasağı getirdi. Gerekçesi, mimik!

Evet, Ayşenur Hanım mimikleriyle yasaklı şeyler ima ediyormuş.

Ben çok mahkemeye çıktım, çok ceza aldım, hâlâ süren davalarım var, bunları bir vesileyle konuşuruz belki, hakikaten hemen hepsi ayrı bir ucube ama bu kadarını tahayyül bile edemezdik.

AKP iktidarı Abdülhamid'in burun takıntısını geçti, mimiklerden ceza çıkarmaya başladı...

Ve giderek daha da acayipleşen bu iktidar altında milyonlar acayip eziyetler çekiyor.

Manevi eziyetler bir yandan, maddi yaşamda her geçen gün ağırlaşan acı bir tabloyla karşı karşıyayız.

Son olarak altı yaşında bir kız çocuğu açlıktan öldü, yine açlık nedeniyle bayılan bir üniversite öğrencisi ayıldıktan sonra kendini bulunduğu otobüsten atarak intihar etmek istedi...

İşsizliğin, açlığın, sefaletin olduğu bir toplumda ölüm, intihar, cinnet, cinayet ve hiç kuşkusuz lümpenleşme normalleşmeye başlar.

Lümpenleşme... Paçavralaşma...

Artık toplumumuz çürümüş, dökülmeye başlamıştır.

Çürümenin en tipik göstergesi olan fuhuş inanılmaz boyutlara ulaştı. Sosyal medyayı dünyada bizim kadar fuhuş maksadıyla kullanan bir başka ülke var mı bilmiyorum, biraz araştırın, dehşete kapılacaksınız.

Diniyle, imanıyla bu kadar övünen bir iktidar altında bu boyuta ulaşmış bir fuhuş hali tarihin bize acı bir cilvesi olsa gerektir.

Sadece fuhuş mu?

İşsizlikten kıvranan gençler bar-pavyon önlerinde fedailik yapıyor, hırsızlık, gasp yapıyor, çete kurup üçüncü sınıf dizilerdeki artistler gibi yol ortasında birbirlerinin 'kafasına sıkıyor'...

Bunları her akşam ekranlarda canlı canlı izliyoruz.

Bizim yerli ve milli silahşorlar yetmiyor, dünyanın ne kadar uğursuzu varsa bizim memlekete doluyor.

Lüks alışveriş merkezleri mutat biçimde küçük çaplı savaşlara sahne oluyor.

Tabii başrolde, uyuşturucu...

Hani 'kılcal damarlar' diyorlar ya, bu uyuşturucu işi de toplumun kılcal damarlarına nüfuz etti.

Dünyada icat edilmiş en berbat sentetik uyuşturucular, üstelik her bütçeye hitap eden fiyatlarla sokaklarımıza yayılmış vaziyette.

Ortaokul öğrencilerinin harçlıklarına bile göz dikmiş vaziyetteler.

Bizim Binali Bey'in mahdumu, biliyorsunuz Latin Amerika'ya insaniyet namına maske, dezenfektan falan götürdü, o taraflarda hiç insaf yok, buraya tonlarla kokain sevk ediyorlar.

Kokain Türkiye'nin en nezih muhiti AKP Genel Merkezi'ne kadar giriyor artık. Malumunuz, pudra şekeri!

Toplumun tamamını uyuşturmak istiyor gibiler. Altı yaşında kız çocuklarının kazık kadar adamlarla evlendirilmesini makul hatta makbul gören tarikatları büyütüp, o tekke uyuşmasını her yana yayıyorlar; gerisine ise uyuşturucuyu toz ya da hap şeklinde servis ediyorlar...

Evet, bu çürümüşlük ve pul pul dökülüş dönemi aynı zamanda Lale Devri'ne taş çıkartacak kadar acayip bir sefahat devridir.

Bir tarafta SMA hastası bebekleri için sokakta dilenen biçare aileler, çöpten yiyecek toplayan anne-babalar, diğer tarafta saraylar, ziyafetler, ejder meyveleri, manda yoğurtları, meşrebince eğlenceler, milyonluk keyifler...

Hiç abartı yok: Eskişehir'de altı yaşındaki kız çocuğu açlıktan ölürken, Tayyip Erdoğan bu fukara milletin parasıyla, özel uçaklarla, yancılarla, korumalarla Katar'a Dünya Kupası finali seyretmeye gitti!

Evet, bizim paramızla!

Ve yalnız değildi.

Kimler varmış yanında?

Gençlik ve Spor Bakanı Mehmet Muharrem Kasapoğlu, AKP Grup Başkanvekili Özlem Zengin, TBMM Dışişleri Komisyonu Başkanı ve AKP İstanbul Milletvekili Akif Çağatay Kılıç, AKP Rize Milletvekili Osman Aşkın Bak, Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın ve tabii, hiç eksik kalır mı, Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanı Fahrettin Altun da Doha'ya gitti.

Hepsinin masraflarını biz karşıladık.

Bakın, kupada final oynayan Arjantin'in Devlet Başkanı Alberto Angel Fernandez ülkesinde ciddi bir ekonomik kriz varken kalkıp onca masraf yapmaya utandı ve Katar'a maçı izlemeye gitmedi. Oturdu maçı evinde televizyondan seyretti.

Oysa bizimkiler cümbür cemaat uçağa atladı, doğru Katar'a. Para nasılsa kendilerinin değil, bizim paramız.

İki günde kaç milyon dolar masraf ettiler, kaç milyon yediler, Allah bilir.

Biz bilemeyiz.

Bilemeyiz çünkü bunların hesabını kimseye vermiyorlar.

Yiyorlar yiyorlar ek bütçe istiyorlar.

Ondan sonra da, "Sırtımızda küfe var" diyerek emekçiye açlık ücretini reva görüyorlar.

Sırtlarında küfe yok, olsa olsa midelerinde kara delik var. Her şeyi yutabiliyorlar!

Bizim gerçeğimiz ise 8 bin 500 lira asgari ücret.

Dünyada asgari ücretle çalışan emekçilerin oranı konusunda şampiyonuz! Maaşlı çalışanların yüzde 62,5'i asgari ücretli! O da kayıtlıların. Kayıtsızların halini hiç sormayın.

Yani asgari ücret genel ücrete dönüşmüş vaziyette. Ve bu ücret açlık sınırının altında. Ülke nüfusunun çok büyük bir çoğunluğu çocuklarına düzgün bir eğitim imkanı yaratmaktan, bırakın eğitimi falan, düzgün bir sofra kurmaktan aciz. Halk çaresiz.

Kiralar, faturalar, temel gıdalar en az yüzde 200 artmış, millet onlardan arta kalanla katıksız ekmeğe talim ediyor.

Bir de emeklilerin hali var ki, içler acısı. Hiç anlatmayayım, her gün görüyorsunuz, yaşıyorsunuz.

Ve öte tarafta, küçücük bir mutlu azınlık var. 'Kriz' diyorlar ya, o kriz emekçiler için. Şirketler bu yıl da geçen seneki gibi kârlılık rekorları kırıyor. Hele bankalar. Kârlarını sekiz kat artıran bankalar var.

Para parayı çekmiyor, bu iktidar paraya para veriyor.

Kimin parasını veriyor?

Yine halkın parasını tabii.

Büyük parası olan, kur korumalı mevduata yatıran zenginlere bu fukara milletin 100 milyar lirası peşkeş çekildi. 100 milyar!

Emekçiye, emekliye, öğretmene, doktora gelince para falan yok! İstediğiniz ülkeye gitmekte serbestsiniz. Tabii sizi alacak ülke bulursanız! Artık kimse bize vize falan vermiyor...

Yurtdışına çıkabilenler de sizin paralarınızla maça gidiyor işte...

Öfkeleniyorsunuz, değil mi?

Öfkelenin öfkelenin. Öfkelenmiyorsanız sizde bir acayiplik var demektir.

Artık hangi Çinli bize beddua ettiyse, acayip bir hayat yaşıyoruz ve bu hayattan kurtulmak için güzelce öfkelenmeyi öğrenmek zorundayız...

İşte böyle...

Bu acayip zamanda, bu acayip ülkede, arada bir bu şekil dertleşeceğiz. Dermanı ise hep beraber bulmaya çalışacağız...

Şimdilik hoşça kalın...

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir. 

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU