Din sadece 'din' midir?

Hakan Gülseven Independent Türkçe için yazdı

Fotoğraf: AFP

Hemen hemen her dinsel inanış topluma bir nizam vermek, güne dair iyi davranış kalıplarını yerleştirmek, az çok adaleti tesis etmek üzere gelişti.

Hele tek tanrılı dinler, esas olarak toplumdaki adaletsizliğe bir isyanı temsil etti.

Firavun'a karşı Musa figürü Anadolu türkülerine bile konu oldu.

Ne var ki, 'firavunlar'ın uyarlanma yeteneği hep göz kamaştırıcıydı.

Toplumsal hakimiyet kazanan dinlere uyarlanan egemenler, bizzat dinin kendisini 'ele geçirerek' dinleri egemenliklerinin bir aracı haline getirmeye başladı.

Bu nedenle muktedirin dini ile yoksulun dini arasında hep bir fark oldu.

Karl Marx'ın, "Din halkların afyonudur" sözü genellikle dinin toplumları uyutmak, uyuşturmak için kullanıldığı manasıyla anlaşılıyor ama Marx o sözü, yoksulların dinlere kendi acılarını dindirmek için sarıldığını anlatmak için kullanmıştı.

Marx haklıydı. Adil olmayan muktedirin elinde bir araç haline gelen din, düzeni değiştirme gücü bulamayan yoksullar için daimi bir 'ilahi adalet' beklentisini temsil edegeldi.

Ayrıca, devletlerin merkezindeki dinden farklılaşan özgürlükçü din yorumlarının, yoksulların, ezilenlerin tarafında güç bulması tesadüf olabilir mi?

Başka deyişle, devlet merkezinde katılaşan, muktedirin elini güçlendiren din anlayışı ile yoksul kitlelerin din anlayışı hep başka oldu.

Bu yüzden muktedir kendi işine yarayan din anlayışını kitleler arasında hakim kılmak için elinden geleni yaptı ve dinin adil, özgürlükçü yorumlarını hep baskı altına aldı.

Bir dönem Anadolu Aleviliği ile güçlü bağları olan İran Şiiliği arasında oluşan büyük fark, İran Şiiliği'nin muktedirlerin elinde bir araç haline gelmesinden kaynaklanmıyorsa nedendir?

Anadolu Aleviliği'ne benzer yanları olan İran Aleviliği'nin (Ehli Hak) İran'da sürekli baskı görmesi tesadüf olmasa gerek.

Tahran'da "başörtüsünü düzgün takmadığı" gerekçesiyle öldürülen 22 yaşındaki genç kadın Mahsa Amini de büyük ihtimalle Ehli Hak toplumundandı.
 

AP.JPG
İran'da "ahlak polisi"nce darp edildiği belirtilen 22 yaşındaki Mahsa Amini hayatını kaybetti / Fotoğraf: AP

 

Anlayacağınız, İran'ın merkezinde gericileşen din yorumu, sıradan, yoksul halkta özgürleşiyor, bu nedenle baskı görüyor.

Aynı şeye tarih boyunca Vatikan'ın rolüne baktığımızda da rastlıyoruz.

Vatikan'dan tek bir örneği anlatmak isterim.

Papa II. Jean Paul.JPG
Papa II. Jean Paul

Papa II. Jean Paul, esasen Karol Józef Wojtyla adında bir Polonyalıydı ve Soğuk Savaş'ın en kızıştığı yıllarda papa seçilerek Katolik Polonya'yı Ortodoks nüfusun hakimiyeti altındaki 'Doğu Bloku'ndan koparmayı misyon edindi.

Gerçekten de onun döneminde Polonya'da iktidara ve Sovyetler Birliği'ne karşı yükselen tepki, koyu bir Katolik ağırlık taşıyordu.

Papa'nın etkisi sadece Polonya'yla sınırlı kalmadı, Doğu Almanya'da kapitalist dünyaya entegrasyon heveslerini körüklemede önemli rol oynadı.

Yugoslavya'da Katolik Hırvatlar ondan oldukça etkilendi...

Ne var ki, Papa II. Jean Paul'ün o makama getirilmesi daha da enteresan.

Papa I. Jean Paul.JPG
Papa I. Jean Paul

Aslında 1978'de papalığa Albino Luciani adlı bir İtalyan papaz seçilmiş, gelenekler icabı kendisine I. Jean Paul adını almış, fakat bundan sadece 33 gün sonra odasında ölü bulunmuştu.

'Kalp krizi' geçirdiği açıklansa da, zehirlendiği kesin gibiydi. Nitekim otopsiye kesinlikle izin verilmedi. 

Luciani (I. Jean Paul), Kuzey İtalya'da sosyalist geleneği ile bilinen Murano kentinde doğmuştu; babası sezonluk cam işçisi olarak çalışıyordu.

Luciani, Vatikan'da köklü değişimleri savunuyordu; dahası, Sovyetler Birliği'yle daha sıkı ilişkiler kurma eğilimindeydi.


I. Jean Paul'ün ölümü üzerindeki sır perdesi aralanamasa da, Vatikan'ın İtalyan bankalarındaki muazzam serveti üzerinden yürütülen yolsuzlukların üzerine gittiği ve böylece bizzat Vatikan içinde hatırı sayılır düşmanlar edindiği biliniyordu.

Buna Doğu Bloku'yla yakınlaşma eğilimi de eklendiğinde, bizzat Vatikan'ın içinden desteklenen bir CIA operasyonu sonucunda ortadan kaldırıldığı neredeyse kesinlik kazandı.

Bu nedenle, Mehmet Ali Ağca'nın Papa II. Jean Paul'e yönelik suikastı da, kimileri tarafından Bulgaristan üzerinden örgütlenen bir Sovyet gizli servisi misillemesi olarak algılanmıştı...

Vatikan'ın dini ile 1970 ve 80'lerde Latin Amerika'da diktatörlüklere karşı devrimcileri destekleyen Katolik papazların dini (mesela Kurtuluş Teolojisi) arasındaki fark da epey ilginçtir.

Papa Fransis.jpg
Papa Fransis

Vatikan uzun süredir bu farkı denetim altına almak için uğraşıyor.

Arjantinli Jorge Mario Bergoglio'nun 2013'te Papa seçilip Fransis adını alması boşuna olmasa gerektir.

Zira ilk Latin Amerika doğumlu papadır ve 1970'lerde Arjantin'de diktatörlüğe karşı savaşan devrimcilerin tarafındaki iki papazı kaçırtıp öldürttüğü iddiaları vardır...

Vatikan'ı biraz kazıyınca altından neler çıkıyor, değil mi?


Uzun lafın kısası, insan toplumunun yerleşik hayata geçmesinden bu yana çeşitli biçimler altında ortaya çıkan dinler asla sadece 'din' olarak kalmadı.

Hep siyasetle ilişkilendi.

Bugün İran'daki molla rejimine ve onun cinayet işleyen ahlak polisine de, Türkiye'de tarikat ya da 'cemaat'lerin iktidarla kurduğu imtiyazlı ilişkilere de aynı pencereden bakmalıyız.

Ve bize 'din' olarak 'servis edilen', 'kitabına uydurulan' her yorumu adalet süzgecinden geçirerek değerlendirmeliyiz.
 

Reuters.jpg
Fotoğraf: Reuters

 

Bana kalırsa, 'Yoksulların Tanrısı' sırf başörtüsünü düzgün takmadığı için gencecik bir kadının öldürülmesini istemez.

Halkın kaynaklarının tarikatlara, 'cemaat'lere peşkeş çekilmesini de, kendi adına söz söyleyen din adamlarının milyonluk lüks makam araçlarında dolaşmasını da...

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir. 

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU