ABD-Suudi Arabistan ilişkilerinin tarihi ve perde arkası

Faik Bulut Independent Türkçe için yazdı

Kolaj: Independent Türkçe

Bu yazıda, hem 77 yıl önce başlayan ABD-Suudi Arabistan ilişkilerin tarihini hem de süreç içindeki gerginliklerin perde arkasını irdeleyeceğiz: 

Öğretim görevlisi Dr. Özdemir Akbal'ın yazıp yayımladığı "ABD-Suudi Arabistan Siyasal İlişkileri: Bir Uluslararası Politika Teorisi İncelemesi" (Nobel Akademik Yayıncılık, Ekim 2019) başlıklı kitabın arka kapağındaki şu belirleme dikkat çekicidir:

…Özdemir Akbal, bu çalışmasında devleti merkeze alan bir yaklaşımla realist perspektifin önemine işaret ediyor. Bunu, yıllardır gizemini koruyan ve uluslararası politika açısından şekillendirici olan ABD ile Suudi Arabistan ilişkileri üzerinden sınıyor…
 

ABD-Suudi ilişkilerinin devamlılığını simgeleyen iki ülkenin bayrağı.jpg
ABD-Suudi ilişkilerinin devamlılığını simgeleyen iki ülkenin bayrağı / Fotoğraf: AA

 

Meraklısının sorusu şöyledir:

ABD-Suudi Arabistan ilişkileri ne zaman başladı? 

İki farklı tarih ve anlatımdan söz edilebilir bu hususta.

Körfez ve Suudi Arabistan konusunda uzman Arap gazeteci-yazar Mustafa El Ensari'ye göre;  

ABD (eski) Dışişleri Bakanı Mike Pompeo, ülkesinin 1928 yılında Suudi Arabistan ile genişletilmiş ilişkisinin ardından 14 Nisan 1931 tarihinde diplomatik irtibat kurma kararı alınmıştır…

ABD'nin Standart Şirket aracılığıyla petrol sondajı imtiyazı hakkı elde etmesi, dönemin Maliye Bakanı Abdullah El Süleyman tarafından 66 yıllığına imzalanan 1933 yılındaki anlaşmayı onaylamış kraliyet kararnamesinin yayınlanmasına dayanıyor.

Anlaşma daha sonra, 1957 yılında Suudi Arabistan'ın yüzünü sonsuza dek küresel bir petrol devi haline dönüştüren bir anlaşma ile değiştirildi.

Suudi Arabistan'ın yeniden imarı, ABD şirketlerini Riyad'la daha ciddi diplomatik temsil için Washington'a baskı yapmalarına yol açtı. ABD hükümeti, 1942 yılında Cidde'de diplomatik misyon kurma kararı aldı. ABD'nin Mısır'daki komiseri Alexander Kirk, Suudi Arabistan'daki komiserliğe atandı.

İlgi alanları ve ilişkiler genişledikçe, Suudi Arabistan da 1946 yılında Washington'da bir komisyon açtı. James Rives Childs, aynı yıl içerisinde ABD hükümetinin olağanüstü komiseri olarak Suudi Arabistan'a bilgilerini sundu.
Mart 1949'da ABD ve Suudi Arabistan arasındaki diplomatik temsil düzeyi, büyükelçilik düzeyine ulaştı ve Childs, Suudi Arabistan'ın ilk büyükelçisi olarak göreve başladı. 1

 

F. Roosevelt  ile Suudi Kralı Abdulaziz  buluşma töreni. Kaynak-The New Arab .jpg
F. Roosevelt ile Suudi Kralı Abdulaziz buluşma töreni / Fotoğraf: The New Arab

 

Konuyla ilgilenenin ikinci sorusu da şudur:

Suudi Kralı ile ABD Başkanı, ilk kez ne zaman karşılaştılar?

Gerek Mustafa El Ensari gerekse May El Şerif'in verdikleri cevabın ayrıntılarına bakalım:

Tarihsel kaynaklara göre; Kral Abdulaziz bin Abdurrahman Al Suud ile ABD Başkanı Roosevelt,  Süveyş Kanalı'ndaki Büyük Acı Göl limanında demirleyen Quincy kruvazöründe buluşmuşlar…

Kral Abdulaziz ve Roosevelt arasındaki görüşme, gemide yaklaşık bir buçuk saat sürdü. Öğle yemeği sonrasında, ikili en az 5 saat daha görüştü; ekonomik ve askeri boyutlarda ilişkiler ele alındı. 2

 

Başkan Roosevelt  ile Kral Abdulaziz'in Quincy gemisindeki görüntüsü-CWAHTA.jpg
Başkan Roosevelt ile Kral Abdulaziz'in Quincy gemisindeki görüntüsü, CWAHTA

 

İkinci anlatımı da May El Şerif'in Independent Arabia gazetesinin 15 Temmuz 2022 tarihli nüshasında bulduk: 

Bu hususta ABD Dışişleri Bakanlığı'na bağlı tarihçiler bölümünde şu kayda rastlanmaktadır:

ABD, 1931 yılında Hicaz ve Necd ile çevresinde kurulmuş olan krallığı tanımıştır.' 

Bu kayda rağmen fiiliyatta ikili ilişki, Suudi hükümetinin California Arabian Standard Oil Company (Kaliforniya Arap Petrol Şirketi) isimli firmaya petrol arama ve çıkarması için 1933 yılında imzalı-yazılı ruhsat vermesinden itibaren başlamıştır. Ancak Amerikan hükümetinin böyle bir ruhsat alımında rolü olmamıştır. 

İkinci Dünya Savaşı yıllarında petrole ihtiyacın artması nedeniyle yeni kurulmuş olan Suudi devleti, ciddi mali kaynaklara kavuştu. O sırada savaşan taraflar arasında Suudi yönetimi, elverdiğince tarafsız kalmaya çalıştı. Petrolün stratejik önemini kavrayan Amerikan idaresi, üreticisi Arabistan yönetimiyle uzun vadeli ve çok yönlü bir ittifak yaptı. Zira Amerikan petrol şirketleri, bu sayede büyük kazançlar elde ediyorlardı. 

1940 yılında iki ülke arasında ilk diplomatik temsilcilik ve tam ilişki kuruldu. 1942'de İlk Amerikan heyeti, Cidde şehrinde diplomatik misyon bürosu açtı. Burası daha sonra ABD Büyükelçiliği'ne dönüştürüldü. 3

 

ABD Başkanı ile Suudi Kralı arasındaki görüşmede Kral rekafakatçileri .jpg
ABD Başkanı ile Suudi Kralı arasındaki görüşmede Kral rekafakatçileri

 

ABD Başkanı F. Roosevelt  ile Suudi Kralı Abdulaziz buluşmasını konu edinen  kitabın kapağı -.jpg
ABD Başkanı F. Roosevelt ile Suudi Kralı Abdulaziz buluşmasını konu edinen kitabın kapağı

 

Dönemin Amerikan sefiri (eski Albay) William A. Eddy, "F.D. R. Meets Ibn Saud" (Franklin Delano Roosevelt, Kral Abdulaziz İbn Suud ile Buluşuyor) başlığını taşıyan kitabında, ikisi arasındaki ilk karşılaşmayı (Şubat 1945) ayrıntılı biçimde anlatmaktadır:

Kral, bastonuna dayanarak toplantı odasına girdi ve bizi İslam'ın selamıyla selamladı. Sonra Roosevelt'in felç olmasından ötürü oturduğu tekerlekli sandalyeye, bastonuna işaret etti ve 'Sandalyen ile bu baston nedeniyle kardeşiz' dedi. Roosevelt, Kral ile kardeş olmanın kendisi için bir onur olduğu karşılığını verdi. O andan itibaren iki lider arasında bir hayranlık, sevgi ve karşılıklı saygı ilişkisi gelişti. Müzakerelerin sonunda iki ülke, karşılıklı çıkarları koruma ilkelerini tesis eden Quincy adı verilen bir anlaşmaya vardılar… 4
 

Kral Abdulaziz İbn Suud ile Başkan F. Roosevelt. Diz çöken Albay W. A. Eddy. Kaynak-wikimedia.jpg
Kral Abdulaziz İbn Suud ile Başkan F. Roosevelt. Diz çöken Albay W. A. Eddy / Fotoğraf: Wikimedia

 

Buluşma sonrası ülkesine dönen Başkan Roosevelt, senatörleri bilgilendirdi: 

Müslüman Araplarla Yahudiler arasındaki meselenin özünü Kral Abdulaziz'in 5 dakikalık yoğun konuşması sayesinde kavradım. Bu hususta bana iletilen onlarca mesaj ve mektuptan daha iyi anladım.
 

Roosevelt ile Abdulaziz buluşması.Amerikan Deniz Kuvvetleri Merkez Komutanlığı karargâhı-Quincy kruvazörü.jpg
Roosevelt ile Abdulaziz buluşması. Amerikan Deniz Kuvvetleri Merkez Komutanlığı karargâhı-Quincy kruvazörü

 

Kral Abdulaziz'e 4 Nisan 1945 tarihli bir mektup yazan ABD Başkanı, "Arap kamuoyunu üzecek herhangi bir tasarrufta bulunmayacağım" diyerek "çatışmanın iki tarafı sayılan Yahudiler ile Araplara danışmadan ABD yönetiminin Filistin sorununda mevcut siyasi tavrını değiştirmeyeceğini de vaat etti."

Roosevelt, vaadini yerine getirecek kadar yaşamadı. Yerine geçen Harry S. Truman, öncülünün sözüne bağlı kalmadı.

Dolayısıyla ABD-Suudi ilişkisinde büyük zikzaklar yaşandı; iktidarı kazanan Amerikalı politikacılar ile partilerin siyasetleri yahut çıkarları doğrultusunda kâh ilerledi kâh geriledi. Benzer şey ise tahta oturan Suudi kralları için de geçerliydi.  
 

Suudi Kralı Abdulaziz bin Abdurrahman El Suud. Kaynak-Timenote.jpg
Suudi Kralı Abdulaziz bin Abdurrahman El Suud / Fotoğraf: Timenote

 

Demokrat Parti'nin (DP) şahin kanadından sayılan eski Başkan Franklin Roosevelt döneminde sağlam temele oturtulup siyasi bir ittifaka dönüştürülen ikili ilişkiler, genelde bahsedilen bu parti listesinden kazanan başkanlar yüzünden geriledi, bozuldu veya gerginleşti.

Kimi yorumcular, bu olumsuzlukları, "Demokrat politikacıların üstenci, umursamaz, ihmalkâr ve küçümseyici, müttefiklerini sahiplenmeme" gibi mizaçlarına veya keyfi davranışlarına bağladılar.

Zira Demokratlar, genelde "diyalog ve yumuşak güç" politikasını izlemekteler. 

Buna karşılık Cumhuriyetçi Parti siyasetçileri, Suudi Arabistan ile ittifakı, stratejik çıkarlarla jeopolitiğin bir icabı olarak görmekteler.

Bu parti mensuplarının büyük kısmı, aslında dev petrol ve ağır silah şirketlerinin ya sahipleri yahut mensuplarıdırlar. 

Dünya siyaseti uzmanlarına göre; Amerika ile en büyük petrol üreticisi sayılan S. Arabistan arasında petrole karşılık ağır silah ticareti veya takası, fiiliyatta Cumhuriyetçi yöneticilerle politikacılarına büyük fayda sağlamaktadır.

Demokratlar, bu tür çıkar ilişkilerini (kazan-kazan) bir türlü kavrayamıyorlar. 

İkili ilişki, Demokrat Partili Başkan Adayı John F. Kennedy döneminde (Ocak 1961-Kasım 1963) soğumaya yüz tuttu.

1962'de Yemen'de askeri darbe gerçekleşti. Arap kurtuluş hareketinin simgesi ve öncüsü sayılan Mısır Devlet Başkanı Cemal Abdunnasır'ın desteklediği cumhuriyetçi-laik Albay Abdullah El Sellal, Suudi yönetimine sırtını dayayan İmam (Kral) Muhammed El Bedr'i devirdi.

Suudi Kralı, Kennedy'nin bu duruma karşı çıkıp fiilen duruma müdahale edeceğini bekledi.
 

Ekim 1962. Dönemin Veliaht Prensi Faysal bin Suud, ABD Başkanı J. Kennedy ile Beyaz Saray'da. Kaynak-independent arabia,  .jpg
Dönemin Veliaht Prensi Faysal bin Suud, ABD Başkanı J. Kennedy ile Beyaz Saray'da, Ekim, 1962 / Fotoğraf: Independent Arabia

 

Beyaz Saray, darbeden sorumlu tuttuğu Abdunnasır'a ilettiği mesajlarda olayı kınadı ve sert ifadeler kullandı. Fakat fiili olarak harekete geçmedi.

Aynı ABD, Yemen'in Sovyetler Birliği'yle yakınlaşmasının önünü kesmek gayesiyle cumhuriyetçi darbe hükümetini tanıdı. 

Darbeyi kendisi için büyük tehlike gören ve verilen sözlere rağmen beklentisi karşılanmayan Kral Abdulaziz, 1963'te şiddetli ifade ve eleştirilerin yer aldığı bir mektubu Kennedy'ye iletti.

Amerikan idaresinin üzerine düşeni yapmaktan kaçınan tavrından duyduğu hayal kırıklığına dile getirdi. 

Abdulaziz'in yerine geçen oğlu Kral Faysal, 18 Ekim 1973 tarihinde Mısır'a karşı savaşta İsrail'e destek veren ABD ve Hollanda'ya petrol ihraç etmeyi durdurdu. Bu tutum, Batılı ülkelerde infialle karşılandı.  

Diğer taraftan ABD-S. Arabistan stratejik çıkarları fırtınalı bir döneme girdi. Arapların İsrail ile çatışması ve Suudi Arabistan'ın ilk olarak Arap-Filistin davasını savunma hususundaki kesin tavrı, Washington ve Riyad'ın arasını açtı. 

Gerek Richard Nixon (1959-74) gerekse yerine geçen Gerald Ford (1974-77) gibi Cumhuriyetçi başkanlar döneminde Suudi yönetimiyle yaşanan örtülü kavga, petrol şirketi üzerinden yürütüldü.

Ambargo sürpriziyle karşılaşan ABD, petrol üretimi ve alımını garantiye almak gayesiyle Suudi Arabistan ile California Standart Oil (SOCAL) arasında imzalanan 1933 tarihli imtiyaz sözleşmesine dayanarak California-Arabian Standard Oil Company (CASOC) adlı yan bir idari şirket kurulmasını onayladı.

Ancak Suudi yönetimi 1973 yılında bir Amerikan kuruluşu olan ARAMCO petrol şirketine ait hisselerin yüzde 25'ini satın aldı. Bir yıl sonra hisse oranını yüzde 60'a çıkardı. 

Aslına bakılırsa ARAMCO'nun 1944 yılında kurulmasının amacı salt Petro-dolar getirisi değildi. Bir de meselenin sosyo-ekonomik boyutu vardı:

ARAMCO'nun Suudi Arabistan-ABD ilişkileri üzerindeki etkisi bir yana, Suudi Arabistan'ın ekonomik, sosyal ve eğitim programlarının hayata geçirilmesinde de çok büyük tesiri olmuştur. Şirket özellikle Zahran bölgesinde ve Şiilerin çoğunlukta olduğu yerlerde, Şiilerin topluma entegrasyonu ve eğitimleri konusunda önemli rol oynamıştır. 5


Sonuç olarak Kral Faysal, Amerika'da eğitim gören bir Suudi Prensi tarafından 1975 yılında katledildi.  

Cinayetin kesin sebebi bilinmemesine rağmen bu olay, "ABD derin devletinin Faysal'dan intikam alması" şeklinde yorumlandı. 

1980'de Suudi Arabistan hükümeti, sekiz yıl sonra resmi olarak Suudi Arabistan Petrol Şirketi'ni (Saudi Aramco) kurdu.

Bu tarihten sonra ABD tahakküm ve baskısını artırmak suretiyle ikili ilişkileri bir şekilde rayına oturttu:

İki ülke arasında petrol üretimi ve satışı hususundaki koordinasyon belli kurallara bağlandı.

Bölgedeki savaş ve çatışmalara rağmen Suudi Arabistan, Amerikan yönetiminin nazarında dünya pazarlarına enerji sağlama konusunda "güvenilir bir ülke ve Körfez trafiği özgürlüğünü güvence altına almada stratejik bir müttefik" idi. 

Demokrat Partili Jimmy Carter başkanlığı zamanında (Ocak 1977-Ocak 1981), dönemin Mısır ile İsrail arasında imzalanan son derece tartışmalı Camp David Anlaşması sonuçları 1978'de açıklanınca, Suudi Veliaht Prensi Fahd hayal kırıklığı yaşadı.

Çünkü Carter gözetiminde gerçekleşen bu anlaşmada Filistin sorununun halledileceğine dair dişe dokunur bir madde bulunmuyordu.

Oysa Carter başkanlığındaki ABD yönetimi, Filistin meselesinin adil çözümü için elinden geleceğini yapacağını vadetmişti. 

Soğuk ilişkiler, Şubat 1979'a kadar aralıklarla sürdü.

Mesela Suudi Kralı Halid, ambargodan etkilenen Batılı ülkeleri rahatlatan şu kararı aldı:

Petrol üretimi, yüzde 5'ten fazla arttırılmayacaktır. Buna karşılık ABD Başkanı G. Ford ise, Krallığın her türlü saldırıdan korunacağını vadetti.  

Bunun tersi bir gelişme 1979'da yaşandı. O sırada Kral unvanını almış olan Fahd, Ortadoğu barışı sürecinde bir vitrin süsü olmamak için ABD başkentine gitmekten vazgeçti. 

Suudi-Amerikan ilişkilerinin balayı dönemi, 1976-1990 yılları arasında yaşandı.

 
1970'lerin sonlarında ABD ile S. Arabistan arasında stratejik ilişkiler yeniden tesis edildi.

Farklı konulardaki ihtilaflarına rağmen ortak çıkarlar temelinde yakınlaşma sürdü.

Suudilere göre Amerika, petrol hatırı içine kendileriyle işbirliği yapmaktadır. Yani müttefiklerine sadık değildir. 

Suudi Arabistan, Soğuk Savaş dönemi boyunca "komünizm ve sosyalizm" türünden ideolojileri tehdit olarak algılıyordu.

Suudi Krallığı, "ulusal kurtuluşçu-panarabist ve Arap sosyalizmi" adıyla Mısır, Suriye, Irak ve Güney Yemen'de iktidarı alan hareketlere karşı ABD ve Batı ile ortak hareket etmiştir. 

Suudi Arabistan'ın Müslümanlar üzerindeki dini etkisini fark eden Amerikan yönetimi, bu alanda iş birliğini arttırmak suretiyle dinsel söylemi siyasal düzlemde kullanmanın yol ve yöntemlerine ağırlık verdi.

İslami söylemi kullanabileceği iki alan olan Kafkasya ile Orta Asya Cumhuriyetleri'nde yaşayan Müslüman topluluklar hedef alındı. 

Bu çerçevede "Yeşil Kuşak" (Sovyetler Birliği'nin İslam ülkeleri tarafından güneyden çevrelenmesi) projesi içinde yer alan Krallık'ın bu tutumundan istifade eden ABD, İslam dünyasının ve kutsal mekânların merkezi Suudi Arabistan'ı, Sovyet yayılmacılığına karşı bir set ve sıçrama noktası olarak kullanmıştır. 

Bu arada İran'da İslam Cumhuriyeti kuran Ayetullah Humeyni yönetimi, radikal Şii bir yorumla Suudi Arabistan dâhil birçok bölge ülkesine "İslam Devrimi'ni ihraç etme" politikası izledi.

Sovyetler Birliği ise aynı dönemde Afganistan'da darbe yapan sosyalist-komünist-ilerici unsurların iktidarını destekledi.

Sovyet birlikleri, Afganistan'a askeri müdahalede bulunarak oradaki İslamcı ve muhafazakâr hareketleri tasfiye etme yoluna gitti. 

Netice olarak ABD desteği ve teşvikiyle harekete geçen Suudi Arabistan, Sovyet işgaline karşı direnen Afganistanlı birçok İslamcı-cihatçı oluşuma ilaveten Taliban hareketiyle Pakistan'daki çeşitli uzantılarını desteklemiştir.

Bu arada Suudi vatandaşı olan Usame bin Ladin gibi küresel cihadı savunan kişiler, bizzat Afganistan'a gidip oradaki savaşa katıldılar.

Alınan kararlar doğrultusunda Mısır, Kuzey Yemen, Ürdün, Türkiye ve bütün Körfez ülkelerinde, direniş için Afganistan'a gönderilmek üzere "mücahit bulup seferber etme" kampanyaları başlatılmış, onların maddi ve lojistik ihtiyaçları karşılanmıştır.

New York ile çeşitli Arap şehirlerinde "mücahit" kayıt ve sevkiyat bürolar kurulmuştur.  

Bu arada Suudi devletinin ABD ile geliştirdiği özel ilişkiler, ülke kamuoyunu rahatsız etmiştir.

Misal, 1979 yılında Cuheyman El Uteybi isimli bağnaz bir İslamcı şahsiyet,  Mekke'deki kutsal mekânı işgal ederek isyan bayrağını açtı.

Bunun çok boyutlu iç ve dış sebepleri bulunmaktadır. Söz gelimi isyanın bir nedeni de, Krallığın ABD ile olan ilişkisinin sorgulanmasıydı.

Somut örneği, gayrimüslimlerin girmelerinin dinen haram-yasak olduğu kutsal topraklarda Amerikan askerlerinin varlığıydı. 


1990'larda ise Afganistan'daki Arap cihatçıların kurdukları El Kaide isimli örgüt militanları, birçok Batı ve Arap ülkesinde olduğu gibi Suudi Arabistan'da da çok sayıda şiddet eylemleri gerçekleştirdiler. 

Bu tür gelişmeleri, kendi rejimi ve varoluşu (bekası) için büyük tehdit olarak gören Suudi Krallığı, her yıl ABD'den 15-20 milyar dolarlık askeri ve güvenlik malzemesi (silah, mühimmat vs) satın almıştır. 

Suudi Arabistan yönetimi 1990 yılında Saddam Hüseyin'in Kuveyt'i işgaliyle yeni bir meydan okumayla karşı karşıya kaldı.

Kuveytli yöneticiler, Suudi Arabistan'a sığındılar. Suudi Kral Fahd, Kuveyt'in işgalden kurtarılması için ülkesi askeri üsleri ABD ve Batılı birlikleri tahsis etti.

İşgalden endişelenen Suudi yönetimi, geleneksel müttefiki olan ABD'yi Krallığı korumaya davet etti ve ondan büyük miktarda ağır silah satın aldı. 

Bill Clinton (başkanlık dönemi Ocak 1993-Ocak 2001), Suudi Arabistan ile ortak çıkarlar ve stratejik ortaklık siyasetine açıktan itiraz etti.

1993'teki başkanlık seçimi kampanyasında "Amerikan çıkarlarını koruyup kollamak için petrol tedarik etme kaynaklarını çeşitlendirmeliyiz" dedi.

Başkan seçildikten sonra, Clinton satın alınan Suudi petrol ürünlerinin miktarını kademeli olarak azalttı.

ABD'nin Suudi Arabistan'dan ithal ettiği petrol oranı, 1995'te yüzde 17'ye kadar geriledi. Bu da Suudi ekonomisini sıkıntıya soktu. 
 

Eski Kral Fahd, ABD Başkanı Bill Clinton ile-Ekim 1994-Kaynak-independent arabia.jpg
Eski Kral Fahd, ABD Başkanı Bill Clinton ile, Ekim 1994 / Fotoğraf: Independent Arabia

 

1999 yılında durum yeniden değişti. Petrol talebinde zikzaklar yaşanınca fiyatlar giderek düştü. Sonuçta petrol üretimi de azalmış oldu.

O sırada Amerikan yönetimi, Suudi Arabistan'dan petrol üretiminin artırılmasını istedi.

Gelgelelim Suudi Arabistan daha uyanık davranıp isteği reddetti. Ekonomisinin canlandırılmasına yoğunlaşarak ABD ile ilişkileri bir süre ihmal etti. 

Oğul G. W. Bush'un başkanlığında Neo-Con denilen Yeni Muhafazakâr ekibin dünya çapında imparatorluk kurma planlarına denk düşen bu dönemde, ABD-Suudi Arabistan arasındaki ilişkiler giderek kötüleşti:

Zira 11 Eylül 2001 yılında dünyayı sarsan New York'taki ikiz kulelere saldırı gerçekleşti.

Eylemi yapanlar arasında 5 Suudi Arabistanlının bulunması Amerikan kamuoyu, karar merkezleri ve medyasından tartışma yarattı. 

Bu çevrelerin hemen hepsi, Suudi Arabistan'ın bağnaz Vahabi (aslında Hanbeli mezhebi) fikriyatını benimsediğini ve bölgedeki farklı İslami oluşumları öteden beri himaye ettiğini ileri sürerek Kraliyet yönetimini, "terör destekleyicisi ve finansörü" olarak suçladılar.

Suudi Arabistanlı dini şahsiyetlerle işadamlarını "kara liste"ye aldılar; ülkeye yönelik ambargo ve yaptırımlar uyguladılar.

Husumet ve kopuş öyle hızlıydı ki, Krallık hükümeti 2003 yılında Irak'a karşı yapılan ABD-İngiltere ikilisinin başını çektiği koalisyon güçlerinin askeri harekâtına katılmasına rağmen çok aktif bir rol oynamadı. Cephe gerisinden desteklemeyi yeğledi. 


Soğuk Savaş döneminden itibaren artarak devam eden ikili askeri ilişki, El Kaide örgütü tarafından gerçekleştirilen 11 Eylül terör saldırıları, başta Amerika olmak üzere Batı, Ortadoğu ve dünya kamuoyunda büyük tepkilere yol açtı.

Amerikan toplumu, saldırıların yanı sıra, ABD yönetim tarzı ve sosyo-kültürel özellikleri ile Suudi Arabistan'daki benzer nitelikler arasında büyük fark ve çelişkiye dikkat çekti.

Bu yüzden de Beyaz Saray ile Krallık yönetimi arasındaki askeri ittifaka karşı çıkıp sıkça eleştirdi.  

Sekiz yıl başkanlık (Ocak 2009-Ocak 2017) makamında kalan Barack Obama'nın ilk döneminde Amerika-Suudi ilişkileri tekrar gergin ve kötü bir sürece girdi.

Birkaç nedeni şöyle sıralanabilir: 

Arap Baharı adıyla bilinen kitlesel isyanlar ile bu altüst oluşlardan istifade eden İhvan (Müslüman Kardeşler) hareketinin iktidara yerleşmesinden Suudi yönetiminin duyduğu rahatsızlık.

Malum, kendi bölgesel çıkarları ve benimsedikleri dini ideolojileri gereği Suudi yetkililer, siyasal İslam ile özdeşleşen İhvancılar ile cihatçılara karşı Tunus ve Mısır'daki eski rejimleri desteklediler.

Suriye'de ise kendine yakın İslamcıları desteklemekle birlikte IŞİD ve El Nusra gibi radikal hareketlere şiddetle karşıydılar. Zira her iki örgütün bir hedefi de, Suudi rejimini devirmek idi. 

Keza Obama'nın S. Arabistan ve Körfez ülkelerinin hasmı sayılan İran ile nükleer silah üretimini önleme anlaşmasını 2015 yılında imzalaması, Suudi yetkililerin hoşuna gitmedi.

Eski Başkan Obama, ardılı Joe Biden'a Suudi yönetimiyle anlaşmama politikasını miras bıraktı. 
 

Barack Obama, Joe Biden'e Suudi Arabistan ile gerginlik politikasını miras bıraktı. Fotoğraf-AFP.jpg
Barack Obama, Joe Biden'e Suudi Arabistan ile gerginlik politikasını miras bıraktı / Fotoğraf: AFP

 

Her durumda Obama, bilhassa ikinci başkanlık zamanında Suudi Arabistan'la ilişkileri düzeltme yoluna gitti.  

Ne var ki,  El Kaide tarafından gerçekleştirilen 11 Eylül terör saldırıları sonrasında böyle bir uzlaşmayı Amerikan Kongresi'ne ve toplumuna kabul ettirmek Beyaz Saray için hayli sıkıntılı ve zahmetli olmuştur. Obama'nın buradaki biricik gerekçesi şuydu: 

Amerikan idaresi,  inşa ettiği tehdit söylemleri ve ikna süreçlerini, Kopenhag Okulu'nun güvenlikleştirme teorisi bağlamında ele alarak bu işi başarabildi. 6


Joe Biden 2020'de başkan olunca, "insan hakları, özgürlükler ve Kaşıkçı cinayeti" gibi gerekçelerle Suudi Arabistan'la ilişkilerini neredeyse askıya aldı.

Veliaht Prens Muhammed bin Selman'ı şahsen hedef tahtasına oturttu. Ukrayna Savaşı dünya dengelerini ve dost-düşman önceliklerini kökten değiştirince, Biden yeniden U dönüşü yaparak o çok eleştirdiği Suudi Arabistan Krallığı'nı ziyaret etmeye karar verdi. 7
 

Joe Biden ve M. bin Salman, Suudi Arabistan çekim merkezi oldu. .jpg
Joe Biden ve M. bin Selman, Suudi Arabistan çekim merkezi oldu / Fotoğraf: Reuters

 

ABD-Suudi Arabistan ilişkilerinin sadece iki ülke yetkililerinin karar verip uygulamaya geçirmesiyle düzeldiğini ileri sürmek yetersizdir. 

Sarf edilen çabaların önemli bir yanında ise S. Arabistan'ın Amerika'da oluşturduğu lobiler yer almaktadır. 

Konu hakkında Harper's Magazine isimli dergide bir değerlendirme yapan ABD politikası siyaset bilimcisi ve gazeteci John Rick MacArthur, "Suudi Lobisinin Büyük Gücü" başlıklı makalesinde, Amerikan yönetimini, "petrol hatırına Suudi Krallığı'nın keyfi tasarruflarına ve Ortaçağdan kalma yaklaşımlarına göz yummak" ile suçluyor. 

The New Yorker dergisinde askerî ve güvenlikle ilgili konularda muhalif yazılarıyla tanınan sivri dilli Yahudi kökenli gazeteci Seymour Hersh, uzunca yıllar Suudi Arabistan'ın Amerika'daki diplomatı ve temsilcisi sayılan eski istihbaratçı Prens Bender'in iki ülke arasındaki ilişkileri nasıl düzelttiğini ve Bush başkanlığındaki ABD yönetiminin sanal üyesiymiş gibi Washington'da alınan kararları ne şekilde etkilediğini" ele almıştı.     

Batılı iş adamlarıyla sermayedarlara hitap eden Londra merkezli The Economist dergisi, şöyle bir tespit yapmıştı:

Hiçbir Arap büyükelçisi -belki de hiçbir büyükelçi- Prens Bender'in Amerikan başkentindeki etkisine yaklaşamadı.

 
Suudi Krallığı ile bazı Körfez ülkeleri adına Amerika'da lobicilik faaliyeti yapan bazı kuruluşlar hakkında şu yazılabilir:  

  • 21'inci yüzyılın ilk 10 yılında  Suudiler, Amerikan hükümetine lobi yapmak için Amerikan şirketlerine yaklaşık 100 milyon dolar ödedi. 
     
  • Suudi Arabistan, 2015'ten bu yana ABD hükümetini etkilemek için 145 kayıtlı lobiciye 18 milyon dolar ödedi.

Son belirlemeyi araştırmacı Riad Domazeti'nin önemli bir değerlendirmesiyle yapalım:  

Suudi Arabistan, iç yapısından kaynaklanan sosyal ve siyasi birçok avantajın yanında kırılgan ve problemli yanları olan bir ülkedir… Ülkenin katı geleneksel yapısı ve sosyal dengeleri, zaman zaman ciddi bir dezavantaja dönüşebilmektedir… ABD ile ilişkiler dâhil Suudi Arabistan için en temel dış politika ilkesi, her şeyden önce rejimin güvenliğidir…

Aynı şekilde;

1.  Suudi Arabistan-ABD ilişkilerini şekillendiren en önemli unsurlardan biri şüphesiz ekonomik sebeplerdir.

2.  Suud-ABD ilişkilerini etkileyebilecek önemli bir diğer mevzu ise, Suudi enerji kaynaklarının Hindistan, Çin ve Rusya gibi küresel güçlere pazarlanması ve bu ülkelerle ekonomik ilişkilerin geliştirilmesi meselesidir.

3.  1932'de kuruluşundan bu yana Suudi Arabistan Filistin konusuna önem vermiş, özellikle Kral Abdülaziz bu meseleye çok büyük alaka göstermiş ve çözümü için bir dizi görüş ortaya koymuştur. 

4.  2002 yılında Suudi Arabistan Prensi Abdullah, Oslo görüşmelerinin başarısız olması ve Filistin intifadasının başlaması üzerine Lübnan'da toplanan Arap Birliği'ne Filistin Barış Planı'nı sunmuştur…

5.  Bizce bu konuda Suudi Arabistan'ın mevcut yönetimi, iki ayrı devlet temelinde Filistin sorunun çözümünde hâla ısrar etmekle birlikte eski ABD Başkanı D. Trump'un damadıyla birlikte ortaya attığı 'asrın barışı' (siyasi değil, ekonomik yatırımlarla meselenin halledilmesini öngören) projesine daha sıcak bakmaktadır. (F.B) 

6.  İkinci ve üçüncü Suudi devletinin kuruluşunda da dini faktörler etkin olmuştur. Abdulaziz b. Suud'un kurduğu devletin bugünkü sınırlara sahip olması, şüphesiz silahlı bir güç olan ‘İhvan hareketi' sayesindedir…

Dolayısıyla Suudi devletin felsefi kuruluşunda dinin önemli bir yer işgal ettiği görülmektedir… 9

 

Amerikan Deniz Kuvvetleri Merkezi komutanları, Suudi meslektaşlarıyla buluşma- 2019. Kaynak-Navy.mil_.jpg
Amerikan Deniz Kuvvetleri Merkezi komutanları, Suudi meslektaşlarıyla buluşma, / Fotoğraf: Navy.mil

 

 

Kaynakça:

1. https://www.independentarabia.com/node/96581/,  22 Şubat 2022, يمصطفى الأنصا
https://www.indyturk.com/node/138521/, M. El  Ensari, Independent Türkçe, 27 Şubat 2020.
2. https://www.indyturk.com/node/138521/
3. https://www.independentarabia.com/node/351671/,     
4. Bahsedilen kitabın ilk basımı 1 Ocak 1954 yılında American Friends of the Middle East kuruluşu tarafından New York'ta yapılmıştır. 
5. https://www.indyturk.com/node/531926/, Hüda Hüseyni, 15 Temmuz 2022. ABD Başkanı Roosevelt ile Kral Abdulaziz arasındaki diyalogun ayrıntıları için şu linke bakınız: https://archive.org/stream/FDRMEETSIBNSAUD/FDR
6. Selin M. Bölme  ve Şule Sağlam Rıdha  (2019). "Güvenlikleştirme Perspektifinden 11 Eylül Sonrası ABD-Suudi Arabistan Askeri İlişkileri, "Mülkiye Dergisi, 43 (2), 2019.  
7. https://al-akhbar.com/Opinion/340188, 29 Haziran 2022.
8. ABD'de Suudi Arabistan lobisi maddesi, Vikipedi ansiklopedisi. Ayrıca 3 Aralık 2018 tarihli Wayback Machine sitesi arşivi. 
9. Riad Domazeti, "Suudi Arabistan-ABD ilişkileri",  İnsani ve Sosyal Araştırmalar Merkezi-İNSAMER) tahmini tarih 2016-2017. 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir. 

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU