Son günlerde Arap medyasında sıkça tartışılan bir konu var.
Ortadoğu'da ortak bir güvenlik şemsiyesinin kurulacağı ve bunun da Ortadoğu NATO'su olacağına dair söylentiler.
Olabilir mi? Mümkün.
Böyle bir ortaklaşmayı besleyen hem iç faktörler hem de dış değişimler var.
Ortadoğu eski Ortadoğu değil.
Öncelikle tek adam yönetimleri altında oldukça saldırgan ve revizyonist ülkeler topluluğu kalmadı.
Saddam, Gaddafi, Nasır gibi liderler yok. Arap siyasetinde ortaklaşmayı kolaylaştıran en önemli girdi de bence bu.
Bu güçlü ve bilinmez liderliğin ortadan kalkışı görece istikrarlı Arap monarşilerini genel Arap siyasetinin dümenine ister istemez geçirtiyor.
İkinci konu ise 1978 İran Devrimi ile ortaya çıkan yeni gerçeklik. İran'da rejimin içeriğinin değişmesi kritik bir gelişme olarak kaydedilmeli.
İran'da mezhebin (yani Şiiliğin) jeopolitik revizyonizmin temel dinamiği olması beklenmeyen birçok toplumsal ayrışmayı görünür kıldı.
Öncelikle Arap rejimleri kendilerini bu tehlikeden korumak için çözümü dindarlığın toplumsal yaşamın temel belirleyicisi olmasına dair teşvikleri yoğunlaştırdılar.
Toplumsal kontrolü Sünnilik eliyle sağlama çabaları öte yandan İslam'ı gün geçtikçe politik itirazın temel öznesi haline dönüştürdü.
Bu sürecin zirve artikülasyonu olarak görebileceğimiz 2011 "Arap Baharı" ile birçok Arap ülkesinde liderler koltuklarından ayrıldı öte yandan örgütlü İhvancılık politik yapının yönlendiricisi olmaya başladı.
Bu noktada ulus devlet kavramının restorasyonunu arzulayanlar ile eskiye ne varsa hesaplaşmak isteyen radikal devrimciler arasında amansız mücadele başladı.
Sonunda 2013 yılında Mısır'da Mursi'nin iktidara veda etmesiyle İhvan, Körfez'den başlayarak Arap devletler sisteminde birincil güvenlik sorunu haline geldi.
Özet olarak lider tipinde değişim ve ulus devlet restorasyonuna duyulan arzu hem istikrarı hem de teknokratik dönüşümleri çağırıyor.
Bunu sağlamak içinse yapılması gereken ilk ve öncül mesele sınırları korumaktır. Hem içsel tehditleri önlemek veya manipüle etmek öte yandan dışsal tehditleri önleyici adımlarla bertaraf etmek gerekiyor.
Ürdün Kralı II. Abdullah geçen hafta CNBC kanalında Hadley Gamble'a verdiği röportajda "Ortadoğu NATO'su"ndan bahsetti.
Tartışmalar büyüdü. Kimlerden müteşekkil olacaktı, nasıl bir organizasyon olacaktı ve belki de en önemlisi düşman kimdi?
Soruların hepsi haklı ve meşru.
Fakat bu fikrin en üst düzeydeki devlet adamlarınca dillendirilmesi buna benzer bir organizasyona dair tartışmaların yoğunlaştığına dair en somut işaret olsa gerektir.
Ortadoğu hem değişiyor hem de dönüşüyor. Değişiyor çünkü Ortadoğu'da eskinin liderleri, siyaseti ve hatta ekonomisi yok.
Dönüşüyor çünkü bu değişimci itkiler toplumu dışarıya açıyor; ekonomiyi petrol-sonrası döneme adaptasyona zorluyor ve devletler arası ilişkilerde maddi çıkarları temel girdi ve yönlendirici olarak ele alıyor.
Bildiğimiz Ortadoğu'nun sonuna mı geliyoruz? Belki.
Bu noktada İsrail, Türkiye ve Suudi Arabistan arasında liderler ve diplomatlar düzeyinde ne gibi ortaklaşmalara gidileceğine eğilmek gerekiyor.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın son diplomatik açılımları bölgede İbrahim Anlaşmaları ile deyim yerindeyse paradigmatik bir kayışa neden olunduğunun da rasyonelleştirilmesini de içeriyor.
Türkiye en azından bölgede zamanın ruhunu yakalamışa benziyor.
Şimdi ortak savunma paktı fikrinin gözden kaçırılmaması gereken bir toplumsal gerçekliğine gelelim.
Bu pakt bir fikri ifade edecek. Ortadoğu'da huzurlu ve mutlu yaşam veya ülkelerin güvenliği ve selameti gibi.
Çünkü günün sonunda binlerce insanın gerektiğinde bu pakt/oluşum için canını vermelerini isteyecekler.
Bu sebeple askeri organizasyon ve fedakarlık arasında korelasyonu sağlamak için milliyetçiliğe daha yoğun ve karmaşık vurguların bölge devletleri eliyle yapılacağını ekleyebiliriz.
Ortadoğu yeni bir güvenlik paktına girmekle kalmıyor aynı zamanda yeni bir milliyetçiliği anlamlı kılacak ulus devlet restorasyonuna yöneliyor.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish