İnsanoğlu doğar ve kendi kaderinin ardından bir ömür akar gider. Yürümek dediğimiz zaman çoğumuzun aklına ilk olarak spor ayakkabılarını giyip sabah ya da akşam spor yapmak gelir.
Yürüyüş elbette tek başına bir adımlama aktivitesi olarak algılanamaz. İnsan; aile, iş, sosyal hayat, siyasi hayat olmak üzere birçok alanda, yaşadığı müddetçe bu yürüyüşüne devam eder.
Büyükşehirlerde yaşayan insanlar sürekli bir koşturma ve koşuşturma içerisinde yaşamlarına devam etmekte. İşler, toplantılar, geçim ve gelecek kaygıları hiç sonu gelmeyen bir hareket halindeyiz. Yavaş yaptığımız bir iş nerede ise yok gibi.
Tarih boyunca göçebe olarak yaşayanlar ve doğa ile savaş vermiş birçok toplum vardır. Bu mücadeleler insanoğluna birçok alanda boyun eğmemeyi de öğretmiştir.
İnsanın en önemli aktivitelerinden bir tanesi de hiç şüphesiz yürümek, hareket etmek ve seyahat etmektir.
Güzel bir Roman atasözü vardır;
Evde oturan ölür.
Evet, evde oturan ölür; çünkü meskene yerleşmek, iskân edilmek, sakin olmak, sakinleşmektir. Hani kurulu düzene geçmek dediğimiz şey.
Bunu en iyi tarih bilgilerimizi yenilediğimizde göç eden toplumların iskâna tabi tutulması ile anlıyoruz.
Doğaya, dağlara, ormanlara gidenler çok iyi bilir; ilk önce yaşadığımız hayatı sorgularız. 3200 rakımlı bir dağın başında kendime şu soruyu çok sordum;
Neden bu kargaşayı yaşıyorum? Bu dağ başında, bir kulübede neden yaşamıyorum?
Metropolde her günümüz, her yaptığımız iş, her saatimiz her an aynı gibi. Şehir bize çaresizliği öğreten "mecbursun" dedirten büyük mekanizma gibi.
Bunlar bize bir dağ yürüyüşünde her tepenin arkasından belki bir sürpriz çıkacak diye en büyük heyecanı veriyor.
Oturmak mefkûrenden, düşüncenden, idealden vazgeçmektir. Oturmak hayattan uzaklaşmak, onunla mücadele etmemek ve ona karşı kaybetmektir.
Bütün tanımlara, sistemlere dayatmalara ve ideolojilere rıza göstermek, dünyaya yerleşmek, her şeyden vazgeçmektir oturmak.
Susmak ve oturmak dünyayı olduğu gibi kabul etmek; yenilgiyi kabul etmek demektir.
Hareket etmemek, iktidar ve ikbal hırsıyla bu yıkıcı medeniyetin ve yerleşik hayatın bize dayattığı nefesimizi kestiği bu alanlarda yaşamaya mecbur bırakmaktır.
Bu yaşam tarzı tarafından terbiye edildik. Duygularımız standart; heyecanlar ve sevinçler, mutluluk ve acılar elden düşme pespaye ve yalancı ve yapmacık. Çağa ve onun öğretisine uygun.
"Akan su kokmaz" diye bir atasözümüz vardır. Bu sözün manası ile şöyle çevremizde olup bitene bir bakalım.
Dünyaya camlar arkasından bakmayın, diyor bu söz. Hayat kapalı binalardan, AVM'lerden dışarı çıktığımda başlıyor benim için.
Fikir dünyamızın önemli düşünürlerinden merhum Nurettin Topçu, "İsyan Ahlakı" kitabında ne kadar güzel anlatıyor;
Var olmak, düşünmek ve hareket etmek demektir. Oturmak yalanı, hareket etmek düşünceyi, düşünce de isyanı besler.
Hazırlanmış bütün tanımlara, sistemlere dayatmalara ve ideolojilere rıza göstermek, dünyaya yerleşmek, her şeyden vazgeçmektir oturmak.
"Atını hep aynı yere bağlayan ölür" atasözü de aynı vurguyu yapıyor.
Tüm bunlara itiraz ve isyan etmek için ne yapmalıyız diye bana sorsalar; kesinlikle yürümeye başlamalıyız, derim.
Yürümenin ilk adımı atılınca mutlaka gerisi gelecektir. "Yürümenin Felsefesi" kitabında Frederic Gros yürümeyi şöyle tarif eder;
Yürümek iki mesafe arasında gidip gelmek değil yaratıcı bir eylemdir. Hem kendi yalnızlığımıza çekildiğimiz hem de toplum olarak bizi dönüştürecek bir ayağa kalkıştır.
Yürümek sadece spor yapmak ve yahut bir yere varmak olarak algılanmadığı zaman "yürümek hep yolda olmaktır" olarak akıllarımızda yer edecektir.
Bu eylemin doğada yürümek kısmı ise huzura duyulan ihtiyaç olarak ortaya çıkıyor.
J. Rousseau, yürümek için şunları ifade eder;
Tabiri caizse, başka hiçbir zaman, tek başıma ve yayan yaptığım seyahatlerdeki denli çok düşünmemiş, var olduğumu o derece şiddetli hissetmemiş ve o kadar çok şey deneyimlememiştim. Yürüyüşte, düşüncelerimi harekete geçiren ve onlara hayat veren bir şeyler var. Bir yerde kalırsam, kafam neredeyse hiç çalışmıyor; zihnimin işe koyulması için bedenimin hareket halinde olması gerekiyor.
Kırları görmek, birbirini takip eden hoş manzaralar, açık hava, kuvvetli bir iştah ve yürümekle güçlenen sağlığım, hanların huzur dolu havası, bir şeylere bağımlı olduğumu bana hatırlattı. İşte bütün bunlar ruhumu özgürleştirmeye, düşüncelerimin daha cüretkâr olmasına yarıyor; ben de onları, hiçbir korku ya da kısıtlama hissetmeksizin, istediğim gibi birleştiriyor, seçiyor ve kendime mal ediyorum.
Yürümek; kimi zaman kaçma arzusundan ileri gelen bir fiildir kimi zaman ise özgürlük, yalnızlık, sessizlik, sonsuzluk hissi, enerji, iyi olma hâlleri, melankolik bir aylaklık, gündüz düşlerinin sebebi, yenilenme ve mevcudiyet gibi hâllerin ruhumuza ve bedenimize aksetmesi olarak görülebilir.
Daralmış, bunalmış, sıkılmış hayatların olduğu bu toplumda yürümek insanı özgür kılar.
Hatırlamamamıza, hayal kurmamıza, hedef belirlememize en büyük yardımcıdır. Yürümek için ayağa kalktığımızda, yenilenir kendimizin ve zamanın farkına varırız.
Yaşamak için, fikirlerinin zihninin ve bedeninin temizlenmesi, özgür, huzurlu, neşeli olmak, yalnızlığı ve sessizliği kıymetlendirmek, tefekkür ve hayal kurmak, kendini bulmak için yürümek.
Yürümenin temel başlangıçlarından sayılan seyahat ise başka bir yazı konusu.
Dadaloğlu olayı güzel özetlemiş;
İkamet, bütün iddialarından ve hayatiyetinden vazgeçen adamın işidir.
Doğu Karadeniz bölgesinde oturan birisine bir yere gidilecekse "Hayde gidelim" denir.
O zaman hep beraber HAYDE...
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish