Serbestiyet'te yakın zamanda yayımlanan iki haber…
İlk haberin adresi, Batman'ın Timok (Gümüşörgü) Köyü. Jandarma, bu köyden 15 köylüyü gözaltına almış.
Yahya Karabaş da bu köylülerden biri; adli kontrolle serbest bırakıldıktan sonra Batman Cumhuriyet Başsavcılığı'na, dört gün boyunca işkenceye maruz kaldığı gerekçesiyle suç duyurunda bulunmuş.
Başına çuval geçirilerek gözaltına alındığını belirten Karabaş, yaşadığı işkenceyi şöyle anlatmış:
Beni araca bindirip götürdüler. Beni nereye götürdüklerini bilmiyorum. Yaklaşık 2 saat beni araçla gezdirdiler. Bulunduğum araçtaki şahıslar tarafından sürekli hakaretlere maruz kaldım.
Beni araçtan indirdiler ama gözlerim kapalı olduğu için nerde olduğumu bilmiyordum. Ama doğa sesinden ormanlık alanda olduğumu anlayabiliyordum. Beni çamurlu ve bataklık gibi bir yere götürmüşlerdi.
Aynı zamanda çamura da batırıp çıkarıyorlardı. Başıma silah dayayıp mermiyi namluya sürme sesini duydum. 'Seni burada öldürürüz. Kimsenin de haberi olmaz' dediler. O esnada bana işkence yapmaya devam ediyorlardı.
Beni orada yaklaşık 2-3 saat beklettiler. Bu süre zarfında sürekli işkenceye ve hakaretlere maruz bırakıldım. Beni tekrardan araca bindirdiler. Bütün bunlar olurken başımdaki çuvalı hiç çıkarmadılar.
"Köyünüzü de sizi de yakacağız"
Haberdeki fotoğraf olan-biteni açıklar nitelikte; zira fotoğrafta Karabaş'ın yüzünün yara bere içinde olduğu, gözünün kan çanağına döndüğü görülüyor.
Onun bir işkenceye tabi tutulduğunu tespit etmek için doktor olmaya gerek yok; çıplak gözle de her şey ayan beyan görülüyor.
Ne var ki, bütün işkence izlerine rağmen, kendisine bir darp raporu verilmemiş.
DEVA Partisi Milletvekili Mustafa Yeneroğlu, işkence iddialarını Meclis'e taşımış; İçişleri Bakanı Süleyman Soylu'nun cevaplaması istemiyle bir soru önergesi vermiş.
İnsan Hakları Derneği (İHD) Batman Şubesi de hadiseye dair bir açıklama yapmış.
Timok'ta işkence ve kötü muamelenin kınandığı açıklamada, jandarmanın tüyler ürperten bir tehdidine de yer verilmiş:
Gümüşorgü Jandarma Karakolu yetkilileri tarafından köy sakinlerine karşı kaba dayak, hakaretler ve 'köyünüzü de sizi de yakacağız' şeklindeki tehditleri olmuştur. 31.03.2022 tarihinden itibaren köye giriş çıkışlar hukuksuz bir şekilde yasaklanmış, köylülerin iletişimi kısıtlanmıştır.
Aradan otuz yıldan fazla zaman geçti, çözümü hala yakmakta, yıkmakta arayan bir zihniyet.
"Ahlaksızca Kürtçe halay"
İkinci haber, bizi Karaman'a götürüyor.
Karaman'daki Karamanoğlu Mehmet Bey Üniversitesi'nde bir grup Kürt öğrenci kaldıkları yurtta Kürtçe müzik dinleyip halay çekmişler.
Kendilerine "Karamanoğlu Mehmetbey Ülkücüleri" adını veren bir güruh, bu öğrencilere saldırmış, bir depoya soktukları öğrencilerin bir bölümünü darp etmiş ve cep telefonlarına el koyarak sosyal medya hesaplarından şu paylaşımda bulunmuş:
Dün gece yaptığımız ahlaksızca Kürtçe halay çektiğimizden dolayı, MUKADDES TÜRK Halkından ve Karamanoğlu Mehmetbey Üniversitesi'nin gerçek sahibi olan KARAMANOĞLU MEHMETBEY ÜNİVERSİTESİ ÜLKÜCÜLERİNDEN özür dileriz.
Kendi dilinde halay dinlediği için saldırıya uğrayan öğrencilerden biri Karaman'ın terk ederek memleketine gitmiş.
Olayın ardından Karaman Valisi, ilgili kurumlarla bir toplantı yapmış ve "olayın kabul edilemez olduğunu" belirtmiş.
Üniversitenin Rektörü de, Karaman Ülkü Ocakları'na -uyarı amaçlı olduğu söylenen bir ziyaret de bulunmuş. Lakin bu bir uyarıdan ziyade bir taltif gibi durmuş.
Öğrencilerini koruyamayan rektör, onlara saldıranların ayağına gitmiş ve saldırganlar da bu ziyareti sosyal medya hesaplarından gururla paylaşmışlar.
Anti-Kürt atmosfer
Hassaten son beş-altı yıldır, AK Parti ve MHP'nin ortaklığında Türkiye'de çok ciddi bir anti-Kürt atmosfer yaratılıyor.
Kürt kimliği, Kürtlüğü sembolize eden değerler, Kürtçe ve Kürdistan ismi adeta bir suç gibi sunuluyor.
Kürtlere saldırmak için bekleyen bazı kamu görevlileri ve siviller için bu atmosfer, büyük bir imkân sağlıyor.
Çeşitli bahanelerle Kürtlere yöneliyor, onlara ve değerlerine hakaret ediyor, onları maddi ve manevi ağır zararlara uğratıyorlar.
fazla oku
Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)
Bunu yaparken pek pervasızlar; çünkü Kürtlere saldırdıkları için devlet tarafından gerektiği gibi cezalandırılmayacaklarını biliyorlar.
Nasılsa "terör", "devletin bekası" gibi laflar edildiğinde akan sular duruyor; her türlü hukuksuzluğun üstü bu laflarla örtülüyor, sözünün edilmesi bile güçleşiyor.
Keza lafa gelince "kardeşiz" dedikleri Kürtlerin dilini ve kültürünü, kendilerince "ahlaksızca Kürtçe halay çekme" gibi pespaye ifadelerle aşağıladıklarında, toplum nezdinde de büyük bir tepki görmeyeceklerinden farkındalar.
Aksine anlayışla karşılanacaklarından, ziyaret edileceklerinden ve sırtlarının sıvazlanacağından eminler.
Hal böyle olunca Kürtlerin temel insan hakları için neden vatandaşı olduğu devletin kurumlarına değil de, Avrupa Birliği ve Birleşmiş Milletler gibi uluslararası yapılara güven duyduğu daha iyi anlaşılıyor.
Zira resmisiyle siviliyle "yerli ve mili" kurumlar, hakları ihlal eden bir odağa dönüştüğünde ve adalet ile -zaten zayıf olan- bağlarını kestiğinde, insanların hak ve adalet arayışı için başlarını dışarıya çevirmeleri kaçınılmaz oluyor.
İHD Batman Şubesi, Timok'taki hak ihlalleriyle ilgili açıklamasında bir çağrıda bulunmuştu:
Yapılan bu uygulamalar sebebiyle devletin yetkili organlarını sorumluluk alma bilinci ile hareket etmeye ve bir daha böylesi olayların yaşanmaması için gerekli işlemleri almaya çağırıyoruz.
Maalesef, aranan bu devlete halen ulaşılamıyor.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish