Afrika feminist edebiyatı postkolonyal öncü yazarların kaygılarını belirleyici olarak öne sürmediği için edebiyat kamusuna geç intibak edebildi.
Bu Afrikalı kadın yazarların yazmadığını göstermez ancak kadın bakış açısının belirgin olarak ortaya çıkması 1970’lere rastlamaktadır.
Her ne kadar Afrikalı öncü kuşak daha çok erkek yazarların etrafında gelişse de kadınların konu olduğu bir edebiyat damarını da göremiyoruz.
Nijeryalı romancı Flora Nwapa'nın 1966 yılında yayımlanan romanı Efuru ile beraber başlayan feminist yazın özellikle 1970'li yıllarda kıta genelinde ortaya çıkan kadın yazarlarla edebi bir bağlam oluşturdu.
Öncü kuşak olarak Nwapa'nın yanı sıra, Nuruddin Farah, Buchi Emecheta, Elechi Amadi, Ama Ata Aidoo, Bessie Head, Neval El Seddavi, Aminata Sow Fall, Nadine Gordimer 1970'lerde kadının konumu sorgulayan ürünler yazdılar.
Nwapa, Efuru (1966) ve Idu (1970) romanlarıyla kadının Afrika toplumundaki yerini vurgularken, sömürgeciliğe karşı da geçmişi yeniden kurmaya çalışır.
Aslında Chinua Achebe'yle birleştikleri nokta geçmişin, kültürün yeniden inşasıdır.
Bir sonraki kuşaktan Mariama Bâ, erkeklerin anlattığı hikâyelerdeki anne tiplemesine tepki gösterir. Bâ, bir keresinde şunları yazmıştı:
Biz kadınlar artık, erkeğin, endişeyle, Ana Afrika ile karıştırdığı Afrikalı anneye düzülen nostaljik övgüyü kabul etmiyoruz.
Nuruddin Farah'ın öncü feminist yazarlar arasına girmesi, ilk romanıyla başlar. 1970 yılında Farah'ın Hindistan'da öğrenciyken yazdığı ilk romanı From A Crooked Rib [Eğri Kaburga Kemiğinden], bugün feminist literatürün önemli klasikleri arasında yer alır. Hem zamanlama hem de tema açısından roman kendinden çok söz ettirdi.
Farah'ın romanını biricik kılan, erkek bir yazarın kadın dünyasını yansıtmadaki başarısıdır, ki Farah'ın romanlarında kadın bakış açısı çok etkili, hatta zaman zaman anlatının ana sesi olarak dikkat çeker.
Bu yönüyle Farah dünya edebiyatında feminist bakış açısını adeta Virginia Woolf'tan el almışçasına yetkin kullanır.
Bunda elbette ki yazarın yaşamış olduğu Somali toplumsal geleneklerindeki şiirsel deyişlerin hâkim olması, geleneksel kadın ozanlarının olması ve hatta annesinin de onlardan birisi olması etkili olmuştur.
Eğri Kaburga Kemiğinden romanı bir Somali geleneksel deyişiyle başlar:
Tanrı Kadını eğri bir kaburga kemiğinden yarattı ve her kim onu düzleştirmeye çalışırsa kırar.
Bu ifade romanda dini bir referansla yenilenir.
Âdem çamurdan yaratıldı, kadın ise onun kaburga kemiğinden.
Romanın adı da zaten kadının dini ve toplumsal konumunu net olarak anıştırır.
Ülkenin bağımsızlığından hemen önce geçen hikâye Somali toplumunda hem geleneksel hem de dini değerlerin ürettiği kadın statüsünü sorgular.
Anne-babası vefat edince erkek kardeşiyle beraber büyük babası tarafından büyütülen Ebla, bir gün dedesi tarafından kendisinden yaşça çok büyük olan biriyle evlendirmek istenince, çareyi kaçışta bulur.
Romanın kaçışla başlaması, kadının bireyselliğini öne çıkaran bir unsur olarak aynı zamanda geleneksel değerlerden kopma girişimi olarak algılanabilir.
Ancak dini değerlerin ve evliliğin bir iktidar aracı olduğu toplumlarda kadının hareket alanının çok sınırlı olduğu, hatta çoğu zaman yok olduğu bile söylenebilir.
İşte Ebla daha on sekiz yaşındayken dedesinin bulduğu adamla evlenmemek için göze aldığı belirsiz yolculuğunda özgürlüğün ne demek olduğunu, hayatın ne olduğunu yaşayarak öğrenecektir.
Romanda anlatıcı Ebla'nın kaçışını şöyle anlatır:
(Ebla'nın) Kaçışı özgürlük demekti. Kaçışı yeni bir hayat demekti. Kaçışı zor yaşamından ve taşradan ayrılış demekti. Kaçışı bir insanoğlunun ruh ve bedeninin kutsal kurtuluşu demekti.
Göçebe bir ailede yaşar, mevsimlerin durumuna göre yer değiştirirler. Göçebenin ölüm ve yaşamını belirleyen mevsimlere bağımlı olmak istemez Ebla.
Kız çocuğu ve erkek çocuğu ayrımını fark eden Ebla, bu ayrımcılığı kabullenmekte zorlanır.
"Hatta moron bir erkek bile iki kadına bedeldir kan diyetinde" diye düşünür.
Kadın ve erkek görev dağılımındaki eşitsizliğe şöyle değinir anlatıcı: Erkekler hep beraber camiye gittikleri için, Cuma günü farklıydı onlar için. Kadınlar içinse daha çok iş, daha fazla yıkama, daha fazla yemek pişirme demekti.
Ebla, Belet Wene kasabasında yaşayan kuzenine gitmeye karar varır. Yol boyunca bildiği duaları okur, tek sığındığı Allah'tır zira.
Kuzenin eşi hamile, ona yardım etmeyi düşünür. Kasabada kuzeni Gheddi'nin eşine ve ev işlerine yardım eder.
Orada da inekleri sağar, buzağıların bakımını üstlenir. Anlatıcı Ebla'nın tepkilerini, düşüncelerini bize sürekli aktarır;
İnekler hayvandır, buzağılar hayvandır, keçiler de. ‘Ancak bizler de hayvanız,' diye düşündü. 'Dedem hayvan mı? Eğer insan yaptığıyla hayvanlığını gösterirse o zaman arkadaşlarımıza gülünç görünmeyeceğimiz bir şekilde yaptıklarımızı açıklamaya çalışarak biz sadece bu hayvanlardan daha iyi oluruz.
Ebla'nın yaşamında inancın rolü büyüktür. Her ne zaman başı sıkışsa, derde girse, ya da tereddüde düşse imdadına dua yetişir.
Elbette ki senin yardımınla elimden geleni yapacağım. Suskunluğun onay vermediğin anlamına mı geliyor, ya Rab? Bugüne kadar bir günaha bulaşmadım; yaptıklarıma karşılık olumlu yanıtlar almak için sadece kendi sezilerimi takip ediyorum.
Ebla kasaba yaşamının daha rahat olduğunu fark eder, buna mukabil taşrada aşına olduğu gündelik dini ya da geleneksel pratiklerin, alışkınlıkların işlemediğini görür.
Sözgelimi, Aowralla'nın serçe parmağını kaldırıp neden "Euzu billahi min el şeytani rejim" demediğini merak eder, zira o onu bebeğini hayaletlerden ya da cinden korur, diye düşünür.
Yine mesela, kulağı çınladığında uzakta bir yerde konuşulduğunu düşünmesi ya da avuç içleri kaşındığında birinin ona para getireceğini düşünmesi gibi halk kuruntularına sahiptir Ebla.
Başka bir yerde de evlendiği ilk gün saçlarının örgülü olmasından rahatsızlık duyar ve saçlarını dağıtır, zira artık kadın olmuştur.
Ebla kuzeninin eşine yardım ederken yan komşu ile tanışır, dul bir kadın olan komşunun yeğeni Awill ile tanışır orada.
Bir gün kuzeni onu Tüberküloz hastası olan Dirir adında bir tefeci ile evlendirmek isteyince, çareyi bu defa komşuya sığınmakta bulur, orada Mogadişu'da Bakanlıkta çalışan Awill ile kaçar.
Mogadişu'da da Asha adında dul bir kadının evinde kalırlar, Asha ile zaman içerisinde iyi arkadaş olurlar.
Evliliği durmadan içinde sorgulayan Ebla, kendi yetişme tarzından, gözlemlerinden çıkardığı sonuçlarda tartıp biçer sürekli.
Bugüne kadar karşılaştığı bütün evli çiftlerde köleleştirme vardı. Kadın bir köleydi. Yine de indirgendiği şeyi arzuluyordu, onu durdurmak için parmağını bile kaldırmıyordu.
Madem bir şey yapamıyordu, o zaman bu "evde kalmışlık" statüsünden kurulmak için evli olmak için neden evlenmesindi?
Kendi deneyimlerinden bildiği kız çocuklarının herhangi bir dükkânın rafında olan objeler ya da eşya gibi malzemeydiler. Pazarlarda çobanlar tarafından alınıp satılan keçiler gibiydiler.
Kocası Awill'i kötü örnek olarak görür. Çünkü, "hayvani arzuları söz konusu olunca bir eşek gibi davranıyordu" ona göre.
Erkeklerin kadınları alıp satmaları olarak görür evliliği bir yönüyle. Kuzeni ve büyük babasının ona yapmaya çalıştığı gibi. Ebla, "Ben bir kadınım. Ve de erkekten farkım yok" der.
Daha bir hafta geçmeden Awill, Bakanlık tarafından Fransa'ya üç ay için görevlendirilir. Awill gideli bir haftayı geçmişti, arkadaşı Jama bir gün Ebla'ya ondan mektup getirir.
Jama'nın elindeki mektuplardan birini çekmişti, ancak mektuptaki şekillerden, işaretlerden bir şey anlamıştı.
Arada çıkan bir fotoğrafa da göz atmış oldu Ebla, Awill mayolu beyaz kadınla çekilmişti, Awill'in eli kadının göğsündeydi. Ebla ne yaptığını bilemez durumdaydı, adeta şok olmuştu.
Asha ile el ele verip düşünmeye başlar, bunun altında kalmamak için Asha'nın önerdiği zengin bir tüccarla evlenmeye karar verir.
Evlilik çağında iki kız çocuğu olan Tiffo adında tüccar da evlidir. Awill ile kaçtıktan sonra nikah da kıydılar, ama daha öncesinde kuzeni onun onu evlendirmeye çalışırken de nikah kıymıştı.
İslam'ın görüşünü merak eder kafasında, Awill ile evliliği meşru muydu?
Ebla mihrde anlaşınca nikahlanmak ister Tiffo ile. Tek istediği evli kalabilmek artık. Tiffo ile anlaşmalı evlilik yaparlar bir şekilde, karısından korktuğu için sadece bazı zamanlar şehre geldiğinde onunla birlikte olacaktı. Her defasında da ona biraz para verecekti.
Onun için hayat özgür olmaktı, her açıdan özgürlük. Kim ne isterse yapmalı, hayat budur, istediğim de bu zaten.
Özgürlük onu büyüleyen bir şeydi. Ayrıca ona göre, özgürlük her erkekle birlikte olmak da değildir.
Evlilik ona göre "sağlam bir sığınaktı."
Bir gün Awill'in arkadaşı Jama, ondan haber getirmek için çıkagelince elinde bir miktar parayla, Ebla iki adamla birden evli olmanın doğru olup olmadığını sorgulamaya başlar.
Awill'i terk edip Tiffo ile evlendiğine pişman değildi. Yüzüstü bırakıldığı için yaptığını Kur'an'daki "Buruna burun, kulağa kulak, göze göz, cana can" ayetiyle meşru kılar.
Ebla Tiffo'dan ayrılmak ister, bir gün ona kendisinin de evli olduğu söyleyince adam karşı çıkar, ben erkeğim, üstünüm senden, der. "Biz aynıyız, eşitiz" der Ebla adama.
Ebla içinde bulunduğu durumu çözmeye çalışırken bağlı olduğu ya da kurbanı olduğu değerleri de sorgular:
Bir objeden başka neyim ki. Hiçbir şeyim. Awill için hiçbir değerim yok; ne bana ne de bir akrabama başlık parası verdi. Belki de onun için bir değerim olmadığı için Awill beyaz ateist bir kadının peşine düştü.
"Kadının peygamberi ve Allah'tan sonra ibadet edeceği kişi kocasıdır" sözünün Allah'ın sözü olup olmadığını düşünür Ebla. "Eğer bu doğruysa hayat yaşanmaya değmez" der.
Awill ile evliliğini düşünürken boşanmanın engeline takılır ve şöyle düşünür:
Boşanma, Boşanabilir miyim? Dinimiz bu konuda kadınlara karşı çok sert. Erkeklere verilen imtiyazlar fazlasıyla çok: Din tek doğru şeymiş gibi görünüyor. Aman Allahım, bunu demek istemedim gerçekten. Beni duyuyorsun, Allahım. Tövbe ediyorum. Tövbe ediyorum Sana. Dinimizde bir sorun yok.
İslam'ın erkekleri öne çıkaran söylemini durmadan sorgularken kadının içine düştüğü durumu anlamaya çalışır.
Çünkü Ebla, geleneksel değerlerin, kalıplaşmış dini pratiklerin kurbanıyken bile özgürlük sandığının başka bir kölelik formu olduğunu, kaçışın imkânsız olduğunu fark edemez.
Romanın sonunda Ebla ile Awill beraber olurlar, evliliklerini sürdürmek için her şeyi birbirleriyle paylaşmaya karar verirler.
Nuruddin Farah'ın Eğri Kaburga Kemiğinden romanı, İslami, örfi ve geleneksel yapıların kadını değersizleştirmenin nasıl normalleştiğini ve aynı zamanda kadının nasıl sistemin kurbanı haline geldiğini örnekleyen ender romanlardandır.
Bunun yanı sıra bütün bu göçebe, geleneksel ve dini biçimlerin mevcut iktidarı da nasıl sürdürülebilir kıldığını Somali bağlamında okuyoruz.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish