Kaderlerine terk edilen Ermeni Kiliseleri (3): Kiliselerden sökülen taşlarla karakol yapılmış

Mustafa Orman Independent Türkçe için yazdı

Fotoğraf: Mustafa Orman/Independent Türkçe

Yıllar boyu böyle demişler, böyle anlata anlata bitirememişler. Yeryüzünün ilk türküleri, hikâyeleri sanki bu dağların arasında gidip gelen insanların dilinden düşmüş.

Kar yağmış. Yağmurlar toprağı söküp götürmüş. Kayalar derelere yuvarlanmış. Otlar bite bite taşları aşmış. Gün gelmiş, gün geçmiş; insanoğlu hâlâ aynı yerin dibinde sesini türkülerle, hikâyelerle yükseltmiş.

İnsan taş olmuş da, geçmişi yad etmiş. Ama geçmiş, kendini bile unutturmuş. Geriye kala kala, yıkıntılar, ölümler ve acı dolu insan hikayeleri kalmış.

Bir o yandan bir bu yandan birbirlerini çağırırken,  Arpaçay gürül gürül akışıyla, kayalara çarpan hızıyla insanların seslerini ve bedenlerini ortadan kesmiş. Nasıl anlatılır, nasıl anlatılmaz, bilinmez elbet.

Bir eskinin ağzıyla ve gözüyle topraklar, kayalar, evler, mabedler, tekrar yıkıldığı yerden belirivermiş, sonra yine kaybolmuş. Kökünden edilen ağaçlar, anlatıcının kafasının üstünde belirmiş; ceviz ağaçları dallarından ceviz düşürmüş, üzüm bağları şarap olup akmış.

Derler ama insan bu, yaşatır, öldürür de. Bir de anlatanın rahmeti dilden dile dolaşır. Bir rahmet okunur. Bir daha yed edilmek üzere rafa kaldırılırmış. 

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

Digor'da her şey iç içe, sıkışmış, üst üste atılmış bir caddeden ibaret. Eski bir Ermeni yerleşim yeri olan Digor'da taşlara kazınmış harfler ve sayılar anlatır burayı.

Sıkış tepiş caddeye karşılıklı arabalar park edilmiş. Herkes yolun ortasında yürüyor. Kaldırım var demeye bin şahit lazım. Yürümek hayli zor. Hem karlı hem de buzlu yollar.

Pekran Köyü'ne gitmek için ya aracınız olacak ya köy minibüsüyle gidip bir gece orada kalıp, sabah tekrar döneceksiniz ya da bir taksi tutacaksınız. Taksiciyle konuşuyorum. 

"Pekran'a götürüp getirebilir misin? Ama biraz bekleyeceğiz orada" diyorum.

"Ne kadar bekleyeceğiz?" diyor.

"45 dakika, bilemedin 1 saat."

"Beklerim ama farkını alırım."

"Olur" diyorum. Biraz sonra yola çıkacağız. Digor ile Pekran (Killitaş) Köyü arası 32 kilometre. Marş dinamosu iki üç teklemeden sonra çalışıyor.

Yola koyuluyoruz. Askeri kışlayı geçip Iğdır yoluna geldiğimizde tepeden güneş cama vuruyor. Az önceki buzlu, soğuk ve kesik hava yerini kızartan bir sıcaklığa bırakıyor.

Yol hariç, tek bir siyah nokta bulunmuyor. Bembeyaz örtü sarmış yeryüzünü. Arpaçay Nehri'nin vadi boyunca beslediği görkemli bağlar yüzyıllardan beri yıkılmadan ayakta duruyor.

Oralarda, uzaklarda bir köyün olduğunu ilk önce ağaçlar haber veriyor. Yolun sol tarafındaki köylerin çoğu su kaynaklarının üzerine kurulu olduğundan, yazları o vadi yeşile boyanıyor. 
 

killitaşköyü.JPG
Pekran (Killitaş) Köyü / Fotoğraf: Mustafa Orman-Independent Türkçe

 

30 dakikalık bir yolculuktan sonra anayoldan sapıp köy yoluna giriyoruz. Köy yolu, vadiye inen toprak bir yol. Gittikçe bir çukurun içine ilerliyoruz. Anayoldan uzaklaştıkça toprak görünmeye başlıyor, kar tek tük. Sıcaklık artıyor.

Türkiye-Ermenistan sınırındaki askeri kuleler, birer kılıç gibi saplanmış yeryüzüne. Ağaçlar beliriyor. Eski bir yerleşim yeri olan Pekran'ın siyah taşlı evlerini bir geçiyoruz.

Sınırın sıfır noktasında, Ermenistan tarafındaki kilise görkemli duruşuyla bizi karşılıyor. Ermenistan'daki kiliseyi karşıdan gören bir noktada duruyoruz. Killitaş Kilisesi, köyün üst tarafına düşüyor.

Durduğumuz evin önünde yaşlı kadın, sobayı ve boruları temizliyor. Yanına gidiyorum, "Kolay gelsin" diyorum. "Hoş geldiniz" diye cevap veriyor. Bir evden on iki-on üç yaşlarında bir çocuk çıkıp geliyor. "Beni kiliseye götürebilir misin?" diye soruyorum.

"Çok uzak, zaten yol desen yok. Oraya gidip gelmemiz bir saati bulur. Ama tepeden görebilirsin" diyor. Tepeye doğru yürüyoruz. Bu köye yeni bir ad koymak gerekseydi eğer, "Taşın Hikâyesi" derdim.

Ermenilerden kalma taş evler yıkılmış olsa da temeldeki siyah taşlar hâlâ yerinde duruyor. Biz yokuşu çıktıkça, kilise tepede görünmeye başlıyor. Turuncunun açık tonunda tepede bizi gözetliyor. Açık pencereleri ve damı gökyüzünü ve yeryüzünü aynı anda görebiliyor.

Gerçekten de oraya gidip gelmek zor. Köy yolunun girişinde tarihi mekân tabelası dikilmiş olsa da, kiliseye gitmek için ancak dev kayaları, tepeleri aşmak gerekir.
 

killitaşkilisesi-2.JPG
Fotoğraf: Mustafa Orman/Independent Türkçe

 

Digor'daki kiliselere de ulaşmak çok zor. Çünkü yol yok. İl Turizm ve Kültür Müdürlüğü'nde Killitaş Kilisesi'nden şöyle bahsediliyor: 

Temel kısmı siyah bazalt taşından, üst kısımları kırmızı kesme taştan yapılmıştır. Yapının girişi güneydendir. Giriş kısmı sağır yuvarlak kemer içerisinde basık sivri kemerli bir kapıdır.

Kapının sağında ve solunda birer pencere girişte, girişin sağında ve solunda birer tane geometrik çerçeve içerisinde kabartma haç motifi vardır. Sağır kemerin üzerindeki kilit taşlarından üst ekinde haç, aşağısındakinde kartalalar ve kanatlı melek motifleri vardır.

Avlu kısmı dikdörtgen planıdır. Batı kısmında 3, kuzey kısmında ise 2 pencere bulunmaktadır. Avlunun kuzeydoğu köşesinde vaftiz vaftiz nişi vardır. Doğu kısmında yuvarlak kemerli yarım kubbeli apsisi vardır.

Kilit taşı üzerinde haç motifi vardır. Apsisin sağına ve solunda birer tane hücre vardır. Kuzeyden dışarıya açılan bir kapı ile hücreye daha sonra bir Müslüman Mezarlığı yapılmıştır.

Kilise dikdörtgen planlı olup, çatı kısmı olmayan kilisenin üzeri açıktır. Çatı kısmı beşik çatılıdır.
 

killitaşkilisesi.JPG
Fotoğraf: Mustafa Orman/Independent Türkçe​​​​​​​

 

Tepeden inip köyün içlerine doğru yürüyoruz. Nihayet birini buluyorum. Daha konuşmadan, köy hakkında anlatsa anlatsa bu bir şeyler anlatır diyorum. 

"Hoş geldiniz" diyor.

"Hoş bulduk" diyorum; "başka kilise var mıydı köyde?"

"Eskiden vardı. Ben hatırlamıyorum. Ama bildiğim kadarıyla şu karşıdaki kiliseyle birlikte 9 kilise varmış. Ermenistan tarafındaki kiliseyle bizim köydeki kilise ayakta."

"Kim yıktı kiliseleri?"

Bu sorudan sonra adının saklı kalması koşuluyla konuşmaya devam ediyor:

Kim yıkacak? Başımızda kimler varsa onlar yıkıyor. Köyde daha önce karakol yapılmıştı. Şu an karakol kullanılmıyor. Kiliseleri önce yıktılar, taşları söküp getirdiler, sonra da karakol yaptılar. Yıkınca her şeyi sildiklerini sanıyorlar. Eliyle uzak bir yeri işaret edip, bak suçlarının izlerini burada bırakmışlar. Bu taraftaki kiliseler her neyse de, artık nasıl bir nefretse, askerler Ermenistan tarafındaki kiliseyi nişan alıp ateş ediyorlardı. Dürbünle bakma imkanınız olsaydı karşıdaki kilisenin duvarlarında açılan delikleri görürdünüz.


Bu adamın dediklerini onaylayacak aşağı yukarı bin tane insan bulursunuz Digor'da. İlçedeki birçok devlet kurumunun, evlerin, ahırların temelinde kilise taşlarına rastlamak mümkün.

Çünkü devlet, Digor ilçe merkezine yakın olan Beş Kiliseler'den her hanenin beş römork taş getirmesini emir vermiş. İşte o taşlar, belediye binasından tutun Digor'daki her bir dükkanın duvarlarından rahatlıkla fark edilebilir. Bir taşın şeklinden, o taşın bir yerden sökülüp getirildiği anlaşılabilir.

Burası Ermeni Krallığı'nın önemli noktalarından bir tanesiydi. Arpaçay Nehri'nin kıyılarında Ermenilere ait üzüm bağları vardı. İnsanlar ne kadar söktürlerse, kırdılarsa yine de ayakta durmak için inat ediyorlar. Ermineler o zamanlar, bu üzüm bağlarından dünyanın en güzel şaraplarını yapıyordu. Sadece üzüm değil, ceviz ve elma ağaçları da onlardan kaldı.


"Oturduğunuz evler de mi onlardan kaldı?"

"Şu gördüğün evler, ahırlar hep onlardan kalma. Taşlarından belli oluyor."

"Siz de hiç değiştirmemişsiniz."

"Zaten buralar sit alanı ilan edildi. Tek çivi çakamıyoruz."

"Peki kiliseler ayakta olsaydı, burası nasıl olurdu?"

"Bence burası çok iyi olurdu. En azından turistler gelir gider insanlara bir gelir kapısı olurdu. Ama nerde, her şeyi yıktılar."

Çay içmeyi teklif ediyor. "Başka zaman," diyorum; "taksicinin vakti yok." 

"Ne olacak, beklesin biraz."

"Teşekkür ederim. Hoşçakalın."

Şöyle bir dönüp bakıyorum köye, vadiye, karşıdaki Ermeni kilisesine, Arpçay Nehri'nin yatağında göğe uzanan ağaçlara… Savaşın yıktıkları, bir de nefretin yıktıkları var.

Burada nefretin yıktıkları daha çok. Burada bu taşların altında, bu yerin üstünde ölümün paslı ayakları var. Bu bitmez elbet, bu tohum kalıcıdır.

Ama tek gerçek: İnsan, insanı yıktığı gibi, yine o ayağa kaldırabilir.

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU