Bugünümüzü anlamak için bir bakış… Neoliberalizm, 24 Ocak Kararları ve 12 Eylül rejimi…

Celalettin Can Independent Türkçe için yazdı

Kolaj: Independent Türkçe

1970'li yılların sonları… Türkiye'de milyonları bulan devrimci, demokratik sol toplumsallık hareket halinde.

Ekonomik, sosyal ve siyasi kriz, başka bir ifadeyle milli kriz derinleşiyor. 

Öte yandan ABD ile Sovyet Rusya arasında süren soğuk savaş dünya ölçeğinde denebilir ki tüm gelişmeleri etkiliyor, hatta belirliyor.

ABD, Sovyet Rusya'yı dışarıdan "çevreleme" ve bu baskı altında içeriden "çökertme" politikasıyla köklü bir sonuç almak istiyor.

Ancak Afganistan, Sovyet Rusya'nın etkisi altına girmiş ve sonunda Afganistan'a müdahale etmiş Sovyet Rusya.

İran, Şii İslam devrimine yönelerek Amerikan etkisi dışına çıkmış.

İsrail'in ve Körfez ülkeleri petrolünün güvenlik çemberi daralmaya başlamış.

Hadisenin ekonomik boyutu Körfez ülkelerindeki petrol çıkarlarından öte bir genişlik ve derinlik taşıyor.

ABD'nin İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra gündeme getirdiği yeni sömürge ülkelerde iç pazarı genişletmeye dayalı "ithal ikamesi" sermaye birikim modeli ters sonuçlar vermeye başlıyor.

Bu modelin getirdiği nispi refah halkın yaşam düzeyini yükseltirken, buna tekabül eden nispi demokrasi koşulları toplumsal talepkarlığı ve itiraz kültürünü arttırıcı bir rol oynuyor.

 
Sovyet Rusya ile son finale hazırlanırken…

1978 yılı yazında yapılan NATO toplantısında dünya ölçeğinde sonuçları olan stratejik kararlar alınıyor.

Sovyet Rusya ile son finale hazırlanma gündemde.

Sovyet Rusya'yı 'çevreleme-çökertme' siyasetinin gereğine uygun olarak öncelikle sözü geçen "çatlaklar" giderilecek "boşluklar" doldurulacak.   

Kademeli bir programla, Sovyet Rusya'nın Afganistan'daki hakimiyetine son verilmesi, İran'dan doğan boşluğun Türkiye üzerinden doldurulması, İsrail'in ve Körfez bölgesindeki petrol çıkarlarının güvenliği, genelde de Ortadoğu'da 'Amerikan istikrarını' sağlama tasarlanıyor.  

Ancak kapitalist-emperyalist sistem kendi ölçüleri içinde sınırına gelmiş ve kriz halinde. Bir yanıyla Sovyetler Birliği'nin etkisini kırarken, başka bir yanıyla özellikle yeni sömürgelerde nispi demokratik rejimin sürdürülemeyeceği tercih ediliyor.

Sistem dünya ölçeğinde başka bir birikim modeline, neoliberal iç pazarı daraltıcı modele, ihracata dayalı sanayileşme modeline geçecekti. Bu model üzerinden kapitalist sömürü ve istismar biçimi değişiyor.

Bütün bu yönelimler sosyalizmin yükselişi ve Sovyet rejiminin etki alanı sınırlanarak, kuşatma altında içten çökertilmesi ile bir bütünlük içinde ele alınıyor.

 
Bugünlerinizi anlamak…

Neoliberal model 1970'lerin başlarında Şili ve diğer Latin Amerika ülkelerinde uygulamaya konmuştu.

ABD öncelikle kendi arka bahçesi olarak gördüğü ülkelerde çıkarlarını güvence altına alma yolunu seçerken, Türkiye gibi geçmişi olan orta gelişmiş bir ülkeye yanı başında Sovyet Rusya'nın varlığı nedeniyle "Cephe ülkesi" rolü vermişti.

Anlaşılıyor ki bütün bu süreçte Türkiye üzerindeki çıkarlarının korunmasını yeni sömürge ilişkiler ve işbirlikçileri üzerinden güvence altına almayı tercih etme durumunda kalmıştı.

Gerçek bir Amerikancı NATO darbesine ve buna tekabül eden siyasal düzenlemeye sıra 1978'de gelmişti.

Sovyetler Birliği'ni "çevreleme-çökertme" kararının verildiği yılda gelmesi, büyük güçler siyasetini ve bugünlerimizi anlama bakımından da manidardı.


III. Milliyetçi Cephe: Demirel geliyor

Hatırlanacağı üzere Ecevit Hükümeti, Ekim 1979 tarihinde, Senato'nun üçte bir yenilenmesi için yapılan seçimlerden yenilgiyle çıkınca, istifa etmek zorunda kalmıştı.

Böylece MHP'nin kayıtsız şartsız, MSP'nin kerhen desteğini alan III. Milliyetçi Cephe ya da AP azınlık hükümeti Süleyman Demirel'in başbakanlığında kurulmuştu.

III. Milliyetçi Cephe ile beraber Türkiye tam bir yol ağzına gelecekti.

ABD'nin ekonomik, siyasi ve askeri kıskacı sonuç alacak, "yerli" oligarşik egemenler, emperyalizmin "yeni" tercihini, yani neoliberal ekonomik modeli kabul edecekti.

Hadise 'yerli' oligarşinin 'yeni' tercihini topluma kabul ettirme, bunun için toplumsal muhalefeti ve solu tasfiye etme noktasında düğümleniyordu.

Yeni ekonomik tercih, Türkiye'nin son 42 yıllık ekonomik tarihinin özeti, siyasi tarihinin, siyasetin ve yeniden kurulan siyasi dengelerinin ekonomik altyapısı olacaktı.

ABD II. Dünya Savaşı'ndan sonra, IMF, Dünya Bankası, OECD gibi mali kuruluşlar eliyle verdiği borçlarla ülkeyi kapitalistleşme sürecinin yeni bir aşamasına sokmuştu.

Yeni sömürgeciliğe has bağımlı çarpık bir kapitalistleşme aşaması idi bu!

Söz konusu kapitalist modelin karakteri, dış rekabete kapalı ülke içi pazarını genişletmeye yönelikti. 1970'li yılların ikinci yarısında dış faizler ve dış borçlar öylesine birikmişti ki artık ödeme yapılamıyordu.

Farklı bir ifadeyle dış borçla kalkınma modeli tıkanmıştı.

Kimse parasını riske atmazdı! Emperyalist güçler hiç atmazdı!

Borç verirken güvence isteyeceklerdi. Bunun için sermayeyi getirisi olan ekonomik alanlara yöneltecekler, borç verici olmanın avantajlarından en iyi şekilde yararlanacaklardı.

 
IMF'nin dayattığı neoliberal önlemler ve Ecevit Hükümeti

Evet, iç pazara yönelik 'ithal ikamesi' modeli tıkanmış, kendini üretemiyordu.

Bu nedenle kredi, teşvik tedbiri gibi ekonomik kolaylıkların yönünün değiştirilmesi, iç pazara ve sanayiye değil, dış pazara ve dış ticarete öncelik tanınması gerekiyordu.

Bundan dolayı iç pazar ve sanayinin sınırlanması, faiz oranlarının yükseltilmesi, halkın az tüketmeye, çok çalışmaya ve tasarrufa özendirilmesi gerekiyordu.

İşçilerin ve emekçilerin ücretlerinin düşük tutulurken, grev ve iş bırakmalar engellenecek, eğitim, sağlık, sosyal yardım gibi alanlarda devlet küçültülecek ve sosyal devlete son verilecekti.

İhracatın ve ihracatçı iş adamlarının desteklenmesi, dış pazar rekabetinde güçlü olmak için devalüasyon-enflasyon sarmalının sürekliliği gerekliydi.

Yabancı sermayenin önünün açılması için "yerli" sanayinin yok olması pahasına, koruyucu mevzuatında değiştirilmesi gerekiyordu.

1979'lara doğru IMF'nin ağırlaştırarak dayattığı önlemlerin ana çizgileri bu şekildeydi.

Ecevit başlangıçta dirense de sonunda -kısmen- kabul etti. IMF'nin yeni reçeteleri çerçevesinde ilk adımı atmıştı.

 
Neoliberal 24 Ocak Kararları ve Demirel Hükümeti

İkinci ve en büyük adımı ise AP azınlık hükümeti atacaktı.

Bunlar "ünlü" 24 Ocak 1980 Kararları idi.

Bu kararların siyasi sorumlusu Başbakan Süleyman Demirel, ekonomik mimarı Ekonomiden Sorumlu Devlet Bakanı Turgut Özal olacaktı.

Bu kararların gereği olarak;

Sanayi kavramı bir kenara atılacak, plan, yerini IMF reçetelerine bırakacaktı.

KİT kaynakları, memurların ve işçilerin ücretleri, ürün taban fiyatları, yatırım alanları, yabancı sermayeye karşı tutum, üretimin iç ve dış pazara yönelme düzeyi gibi tüm stratejik alanlar IMF'nin istekleri doğrultusunda belirlenecekti.

Bir ülkenin kapitalist gelişme modeli içinde nispeten sanayileşmesi için yabancılara kaptırmaması gereken tüm temel alanlarla ilgili söz ve karar hakkı emperyalizme tanınacaktı.

İç pazara dönük kapitalist model çerçevesinde düzen partileri, halkın ekonomik sorunlarına "kısmi" çözümler üretebilmekteydi. Bu yönlü çözüm arayışları "popülizm" suçlamasıyla boşa çıkarma yoluna gidilecekti.

Atatürk'ün "ekonomik bağımsızlık" kavramına yüklediği anlam "kulakta hoş bir seda" olarak kalacaktı!

 
1970'lerin başlarında ABD

1970'li yılların başlarındaki ABD bir ölçüde zayıf düşmüş bir ABD'idi.

Sovyetler Birliği'ne karşı Soğuk Savaş'ta zemin kaybetme sürecine girmişti.

Birbirini takip eden sosyal devrimler pazar alanlarını daraltıyordu. 

Bağımlı ülkeler borçlarını ödemekte zorlanıyordu.

Toparlanan ve giderek gelişen Avrupa ve Japon kapitalizminin rekabeti karşısında doları devalüe etmek zorunda kalmıştı.

Sovyetler Birliği'ni 'çevreleme-çökertme', devrimciler ve devrimleri durdurma, bağımlı ülkelerin borçlarını ödemeleri için ekonomilerine düzen verme, Ortadoğu'da istikrarı sağlama, OPEC ülkeleri üzerinden tezgâhladığı petrol ambargosu ile AET ve Japonya'yı dizginleme ihtiyacı duyuyordu...

Sonuç olarak, ABD krizini aşma ve liderliğini yenilemek istiyordu.

 
Türkiye'nin rolü

Bu noktada Türkiye'nin rolü, ABD ve Sovyetler Birliği'nin geleceği açısından çok önemliydi.

Türkiye kalesi sağlam olmalıydı: yoksa Sovyetler Birliği'ni yeter ölçüde kuşatılamaz, Ortadoğu'da istikrarı sağlanamazdı.  

Türkiye ise ifade edildiği gibi kriz içindeydi. Yüksek oranda borçluydu.

Halk sahaya çıkmaya başlamıştı. Halk itiraz ediyordu. Üstelik sahada itiraz etmeye başlamıştı.

Halk muhalefetinin yoğun baskısı altında politik partiler, parlamenter düzen içinde halkın sorunlarına tam olarak sırt çeviremiyor, halka taviz veriyordu.

IMF önlemleri doğrultusunda, Türk ekonomisine nizam vermek, iş daha fazla büyümeden devrimci hareketleri ve halk muhalefetini tasfiye etmek gerekiyordu.

12 Mart darbesi ve 12 Mart'tan sonra Türkiye'yi yönlendirdiği "istikrarsızlaştırma-darbe" siyasetinde ABD hep bu hedefi gözetmişti.

Bu süreçte MC (Milliyetçi Cephe) hükümetlerine, devrimcilerin ve toplumsal muhalefetin tasfiye edilmesi için geniş destek verdi.

Halk kitlelerinin ekonomik ve sosyal sorunlarına çözüm arama yeteneğine tasfiye dayatılınca, bu durum halkın tepkisini daha bir büyütecek, CHP hükümeti "üstü örtülü" biçim altında hak ve özgürlükleri daraltma yolunu tercih ederken, MC açık baskı ve şiddet yöntemlerine yönelecekti.


24 Ocak 1980 Kararları

24 Ocak Kararları açık ve kesin bir tercihin simgesiydi.

Bu noktada "yeni düzen" halkın "kemerlerini sıkması", iş adamının "ihracat yapması", iktidar partisinin buna uygun ekonomik, sosyal ve siyasal önlemleri alması anlamına geliyordu.

Burjuva politikacılarının yıllardır dillerinde pelesenk yaptıkları "refah", "yatırım", "kalkınma" gibi "ayartıcı" kavramlar bundan böyle terk edilecekti.

Halk parasını bankalara ve bankerlere yatırmalı, daha az tüketmeli, daha fedakâr olmalıydı.

Türkiye'nin ve halkın geleceği ihracat gelirlerinin yatırıma dönüşmesine bağlıydı.

İhracatçısı, politikacısı, radyosu, televizyonu, gazetesi, dergisi, kısacası tüm haberleşme, iletişim ve koşullandırma araçları tek yanlı kullanılarak halka az tüketmenin, çok çalışmanın ve tasarruf etmenin fazileti anlatılacaktı.

Zam, işsizlik, pahalılık gibi halkın günlük yaşam koşullarından, ahlaki değer yargılarına dek tüm ilişkilerini ve karakterini bozucu kötülüklere tepki göstermemesi, anlayışla karşılaması istenecekti.

Bunlar hep vardı zaten. Bu kez çok daha yüksek bir vurguyla ihracat politikası yönünde yapılmaya başlandı.

Bunca çabadan güdülen amaç, emperyalizm ve IMF'nin "ekonomik önlem" paketlerinin en elverişli koşullarda uygulanmasını sağlamaktı.

Halkı emperyalizmin mutlak çıkarlarına göre koşullamaktı.

Pavlov'un "şartlı reflekslerini" aratmayan yöntemler uygulanacaktı.

Halk yanılsamayla yeni sandığı yapay bir (hoş şimdilerde buna "sanal" diyorlar ya!) toplumsal-psikolojik atmosferde adeta insani tepkilerini kaybetti.

Koşullandı.

Böylesi bir ekonomik modele uygun düşen siyasal çerçeve, kaçınılmaz olarak, hak ve özgürlüklerin ortadan kaldırıldığı, halk kitlelerine söz ve örgütlenme hakkı tanınmadığı bir siyasal rejim olacaktı.

Bundan sonra AP azınlık hükümetinin yapacağı, CHP hükümetinin Meclis gündemine getiremediği baskı yasa tasarılarını tekrar Meclis gündemine getirmekti.

İhracat ekonomisinin uygulanması için bu yasa tasarılarının Meclis'ten geçmesi gerekiyordu.

Olmuyorsa, buna uygun rejim arayışı gündeme gelecekti.

Bu, askerler eliyle darbe ve buna uygun düşen siyasal iktidar modeliydi.

Zaten ihracat ekonomisinin nispi demokratik ortamda uygulanma şansı yoktu.

Direniş de vardı.

Faşizme karşı demokrasiyi savunma temelinde, toplumsal/demokratik muhalefet harekete geçecekti.

Devrimci, demokratik, sol direniş toplumsal boyutlara ulaşacak, artan ölçüde kitleselleşecekti. 

 
Demirel'in hesabı

Darbe bu makalenin ilk başlarından doğru ifade edildiği gibi ABD emperyalizminin çok boyutlu çıkarları için gerçek bir ihtiyaç haline gelmişti.

Süleyman Demirel'e gelince: parlamentarizmle sorunların aşılacağı görüşünü terk edeli çok olmuştu.

Askerlerin müdahalesini engellemek için Ecevit'in önerdiği AP-CHP koalisyonu fikrini elinin tersiyle itecekti.

Ardından Cumhurbaşkanlığı seçimini tıkayacak ve adeta bilinçli bir tutumla "Gordion Düğümü" yaratacaktı.

Hesabı, darbenin önünü açarak, solu toplumsal muhalefeti ezdirdikten sonra yeniden iktidarı devralmaktı.

Süleyman Demirel'in evdeki hesabı çarşıya uyacak mıydı dersiniz…

İşte 42 yıl sonra…  12 Eylül siyasal ve neoliberal ekonomik rejimi katlanarak sürüyor.

Devlet tapınmacı, baskıcı, kasaba kurnazlığına has politikaların ülkeye neye mal olduğu güncel sonuçlarıyla ortada…

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU