Ortalama yaşamın erdemi mi?

Prof. Dr. Ahmet Özer Independent Türkçe için yazdı

Glasgow Green, c.1758 / Görsel: Wikipedia

Daniel Defo'nun tecrübesi

Geçen hafta haris davranan insanoğlunun başına nelerin gelebileceğini efsane içerikli bir örnekle anlatmaya çalışmıştım. Bugün kaldığımız yerden devam edip ortalama yaşamdan bahsedeceğiz.

Buradan Daniel Defo'nun salt mutluluktan müteşekkil sanılan yukarı katlarda yaşayanların hayatları ile salt acıdan müteşekkil oldukları için çekilmez olan aşağı katlardaki insanların hayatları arasında kalan ortalama bir yaşam öneren, daha doğrusu babasının bir nasihat olarak ona önerdiği anektodu dile getirmenin tam zamanı.


Kapitalizmin hırsı

Defoe bildiğimiz gibi, Robinson Crusoe'nun yazarıdır. Kapitalist mülkiyetçi dünyayı müjdeleyen ilk roman sayılıyor yazdığı Robinson Crusoe romanı.

Yaşadığı adada yalnız kalan Crusoe, yalnız olduğu halde araziyi çitlerle çevirir, mülk haline getirir. Kendinden başka kimsenin olmadığı bu ıssız adada Cuma ismindeki kişiyi arkadaşı yapması gerekirken kölesi yapar.

Bulunduğu yerde bir değeri olmadığı halde gemideki paraları, pulları, altınları can havliyle adaya taşır vs. 

Bütün bunlar insan evladının ne kadar açgözlü, haris ve doyumsuz olduğunu gösterir bize. Ve kapitalist anlayışın ne menem bir şey olduğunu da... Ne ki, romanında bunu işleyen Defoe'nin babasının nasihatleri bununla taban tabana zıttır.


Baba nasihati

…Benim başlıca özlemim denizlerde dolaşmaktı, bu özlem beni babamın istekleri, daha doğrusu buyruklarına, öğütlerine öyle büyük bir kesinlikle karşı koymaya itiyordu ki, beni düpedüz ilerde başıma gelecek sıkıntıların içine atan bu özlem, alın yazımdaki bir uğursuzluktu sanki. Bilgili, ölçülü bir adam olan babam, benim bu tasarımı sezerek çok güzel, ağırbaşlı uyarılar yaptı. Bir sabah, çekmekte olduğu damla hastalığından dolayı hiç çıkamadığı odasına çağırarak bu konuda bana candan öğütler verdi.


Yaşamanın sıkıntılarının aşağı tabakadakilerle yüksek tabakadakiler arasında bulunduğu, en az sıkıntıya orta bir yaşayışta rastlayacağımı, orta tabakanın hem aşağıdakiler hem de yukarıdakiler arasında göze çarpan bir sürü kötülükten uzak olduğunu söyledi.

Orta bir yaşayış süren insanların, hem soysuz bir yaşayıştaki tantanadan, aşırılıklardan, hem ezici yorgunluktan, darlıktan, hem de güçlüklere yol açan doğru düzgün yiyecek bulma sıkıntısından uzak yaşadıklarını ekledi.

Bütün bunların, bu iki tabakanın sürdüğü yaşayışın doğal bir sonucu olduğunu, orta yaşayışın her türlü erdemi, her türlü sevinci sağlayabilecek bir nitelik taşıdığını, barış ile bolluğun, ılımlılığın, ölçülülüğün, erinci, sağlığın, toplu bağlarının, bütün güzel eğlencelerin, özlenen sevinçlerin, orta tabaka yaşayışına bağışlanmış şeyler olduğunu sakin bir dille beynime zerk etmeye çalıştı. 

Adeta coşmuştu bu hususta bütün bildiklerini ve tecrübelerini ardında bıraktığı oğluna aktarmak istiyordu. Baba Defeo, şöyle devam etti:

Böyle bir yaşayışla insanın, kafaca ya da gövdece büyük yükler altında ezilmeden, bir lokma ekmek uğruna köle gibi satılmadan, ruhunu esenlikten gövdesini de rahatlıktan yoksun kılan dolambaçlı olayların ağına düşmeden, dünyadan sessizce, başı bile ağrımadan gelip geçebileceğini; böylece kendini, kıskançlık duygusuyla, büyük şeyler elde etmek için gizli, yakıcı tutkularla yiyip tüketemeyeceğini; tam tersine dünyanın bütün tatlarından payını alarak, hiçbir acı duymadan, mutluluk duygusu içinde, her geçen günün yaşantısıyla bu mutluluğu biraz daha anlayarak, gül gibi yaşayıp gideceğini söyledi.


Tamam da hiç acı çekemeden mutlu olunabilir mi? 

İnsanın başı bile ağrımadan güzel bir yaşama ulaşılabilir mi? Peki babanın oğluna böyle ortalama bir yaşam önermesi ne kadar doğru?

Çünkü bu dünyada fark yaratan cesarettir. Bunun için insanların konfor alanlarını terk etmeleri gerekir. Kişi hareket etmeden bileklerine bağlı zincirlerin şıngırtısını duyamaz.

Yoksa orada alıştıkları uyuşukluğu bir karakter haline getirerek ve de yaşama hiç bir değer katmadan geçip giderler bu dünyadan. 

O yüzden ben yaşamım boyunca öğrencilerime hep büyük düşünmelerini salık verdim. Cesur olmalarını söyledim. Akıl desen herkeste var. Bilgiye de herkes bugün kolayca ulaşabiliyor.

Ancak uygulamaya geçmeyen bilgi her zaman doğru ile yanlış arasında bir yerde durur. Kişi deha seviyesinde akıllı olabilir, çok bilgili veya çok diploma sahibi de olabilir, ancak korkaksa, bir şey yapmıyorsa bunlar ne işe yarar?

Bir düşünün, dünyanın bütün büyük işlerini cesur ve azimli genç insanlar başarmıştır. 

Benim babamsa bana hep şöyle derdi hep:

Oğlum, cins bir atı dışarı çıkardığında gözü hep zirvede olur, ama sütçü beygirinin başı ise hep önündedir. Zirveye değil önüne bakar, kendine musallat olmuş at sineklerinin acısıyla başını sallar durur, o yüzden bir yere varamaz.


Önce ne yaptığını bulmalı insan, sonra ne yapacağını bilmeli. Gerisi azim ve cesaretle gelecektir. Bunu ben zorlu geçen yaşamımda ne kadar gerçekleştirebildim bilemiyorum.

Ama herkes yaşamını bu anlamda gözden geçirebilir. Ara ara böyle muhasebeler yapabilir. Hatta temiz bir özeleştiriden sonar kendine temiz bir sayfa açmak her zaman iyidir. Takdirini bu metni okuyacak olan siz değerli okuyuculara bırakıyorum. 


Yaşam 40 merdivenli bir yokuş gibidir

Yukarıda Aristo'nun mesotes'ini Defo'nun babasının söylediği ile karıştırmamak gerekir. Öyle anlaşılıyorsa ona da karşı çıkarım. Lakin 40 merdivenli bir yokuş düşünün. Birinci basamak ile 40. basamak arasında ufuk çok farklıdır. Kırkıncı basamakta dünya bambaşkadır. 

Diyelim ki o kırk merdiveni çıkmaya niyetlendiniz, çıkmaya başladınız, birkaç basmak çıktıktan sonra biri önünüze çıktı, size engel oldu, size itti, birkaç basamak aşağı düştünüz, o zaman ne yapacaksınız? Korkup vaz mı geçerseniz; o taktirde asla kırkıncı basamağa çıkamazsınız.

Ya da daha az tehlikelidir 20'nci basamakta durayım derseniz yaşamın size sunduğu olanağı kullanmamış olursunuz. Bundan ötürü yaşamınız boyunca pişmanlık içinde orda kalam ya devam edersiniz.

Bunun yerine üstünüzü başınızı silkeleyip, yallah deyip merdivenleri çıkmalısınız. Yola devam edersiniz varacağınız yerde ufkun bambaşka olduğunu görecek ve buna değdiğine hak vereceksiniz. 

Hedef önemli, ama unutmayın yolculuğun kendisi de, hatta bazen hedeften daha da önemli ve değerlidir. Bazen Everest'e çıkmak için verilen çaba onun başında kısa bir süre durmaktan daha heyecan verici olabilir. 

Evet, fark yaratmak cesaret gerektirir, cesaret ise risk gerektirir. Gerektiğinde insanlar kendi Everestlerine tırmanabilmeleri için hesap edilebilir riskleri göze almalıdır. 

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

 

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU