Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu'nun 14 Aralık 2021'de bütçe görüşmeleri sırasında Türkiye-Ermenistan ilişkilerine dair yaptığı açıklama, iki ülke ilişkilerinde yeni bir dönemin başladığını göstermesi açısından önemliydi.
Karabağ'da yaşanan 44 günlük savaş sadece Azerbaycan-Ermenistan değil, Türkiye-Ermenistan ilişkilerinde de bir dönüm noktası oldu.
Bilindiği üzere 1991 yılında Sovyetlerin dağılmasıyla birlikte bağımsızlığını kazanan Ermenistan Cumhuriyeti'nin 16 Aralık 1991'de bağımsızlığını tanıyan ilk devlet Türkiye olmuştu.
Türkiye 1993 yılında ise Ermenistan'ın Azerbaycan topraklarını işgal etmesiyle birlikte Ermenistan'la sınırlarını kapatmış, diplomatik ve ticari ilişkilerini askıya almıştı.
Ancak geçtiğimiz yıl yaşanan 44 günlük savaş bölgedeki tüm dengeleri değiştirmiş ve bu savaşın Azerbaycan'ın zaferiyle sonuçlanmasının ardından işgal sona ermişti.
Bakü'nün zaferiyle birlikte Rusya garantörlüğünde bir ateşkes bildirgesi imzalanmış ve taraflar arasında görüşmeler başlamıştı.
Son olarak Brüksel'de yapılan görüşmede olumlu bir hava içerisinde geçmişti.
Brüksel'de Azerbaycan Cumhurbaşkanı İlham Aliyev ile Ermenistan Başbakanı Nikol Paşinyan, Avrupa Konseyi Başkanı Charles Michel'le bir araya gelerek üçlü bir görüşme gerçekleştirmişti.
Toplantıda Azerbaycan ile Ermenistan arasında demir yolları hatları bağlantılarının sağlanması görüşülmüş ve Michel iki ülke arasındaki hatların ekonomik yatırım kapsamında desteklenebileceğine de işaret etmişti.
Michel'in toplantının ardından yaptığı açıklamalar Avrupa Birliği'nin de iki ülke arasındaki normalleşme sürecini desteklediğini göstermekteydi.
Bu kapsamda AB'nin iki ülke arasında sorunların çözümü konusunda diyaloğa önem verdiği söylenebilir.
Savaşın ardından Türkiye'nin her platformda Azerbaycan'la birlikte Ermenistan'ı dışlamayan bir tutum sergilemesi, bölgesel işbirliğine vurgu yapması, taraflar arasında böyle bir normalleşmenin ilk sinyalleri olarak yorumlanmıştı.
Özellikle de Üçlü Platform Önerisi ile Türkiye bölgede kalıcı ve kucaklayıcı bir politika izlediğini ve tüm bölge ülkelerinin kalkınmasını hedeflediğini net bir şekilde ortaya koymuştu.
Çavuşoğlu'nun 14 Aralık 2021'de yaptığı açıklama ise, ikili ilişkilerin normalleşmesi konusunda aslında uzun zamandır Türk ve Ermeni toplumunun beklediği bir açıklama olmuştur.
Nitekim sınırlar kapalı olduğu sürece 1915 Olayları iki ülke ilişkileri üzerinde adeta demoklesin kılıcı gibi sallanmaya devam etmiştir.
Kapalı olan sınırlar ve diplomatik ilişkilerin olmayışı beraberinde pek çok sorunun da çözüme kavuşturulamamasına neden olmuştur.
Diyalog eksikliği pek çok sorunda olduğu gibi Türk-Ermeni ilişkilerinde de uluslararası kamuoyunun sıkça gündeme getirdiği ve eleştirdiği bir husus olmuştur.
Erivan'a temsilci atanması
Türkiye'nin Ermenistan'a özel temsilci olarak Washington eski Büyükelçisi Serdar Kılıç'ın Ermenistan Özel Temsilcisi olarak görevlendirileceğini açıklaması uluslararası kamuoyunda ciddi bir yankı uyandırmıştır.
Erivan tarafından da bu açıklama teyit edilmiş ve Ermenistan Dışişleri Bakanlığı da benzer şekilde en kısa sürede özel bir temsilci atayacaklarını beyan etmiştir.
İlişkilerin normalleşmesi halinde önümüzdeki günlerde Büyükelçilik de açılabileceği ifade edilmiş ancak bunun için de tarafların güven arttırıcı adımlar atmaları gerektiğine işaret edilmiştir.
Bu yönüyle aslında Türk-Ermeni ilişkilerinde tarihi bir dönemecin yaşandığını söylemek mümkündür.
Nitekim 1993 yılından bu yana ilişkilerdeki yaklaşık 30 yıllık bir aranın ardından atılan bu adımlar tüm taraflar üzerinde pozitif bir iklim yaratmış olması açısından önemlidir.
Bu gelişmelerin ardından normalleşme sürecinde Türkiye-Ermenistan arasında diplomatik ilişkilerin kurulmasıyla birlikte her iki tarafta büyükelçiliklerin atanması bir diğer önemli adım olacaktır.
Hâlihazırda atanan Özel Temsilcilerin ele alacağı konular arasında ilk sırada ise normalleşme konusunda nasıl bir yol izleneceği ve devamında siyasi, hukuki, ekonomik ve kültürel konuların yer aldığı bir yol haritası yer alacaktır.
ABD, AB ve diğer batılı devletlerin tutumu
ABD özellikle 44 günlük savaş sırasında devre dışı kalmış olmanın da etkisiyle yeni süreçte kendisinin bölgedeki varlığını daha belirgin kılmak için bu süreci destekleyecektir.
Normalleşme süreci ayrıca Türkiye'nin özellikle de geçtiğimiz 24 Nisan'da alınan "soykırım" kararıyla iyice gerginleşen Türkiye-ABD ilişkileri üzerinde de olumlu bir etki yaratabilir.
Bu konuda mevcut durumda ABD basınında bu yönde bir algının oluşmaya başladığı da görülmektedir.
Bakü ve Erivan'ın Avrupa Birliği temsilcileri ile yaptıkları görüşmelerin olumlu bir hava içerisinde gerçekleşmesi ise AB'nin bu konuda normalleşme sürecine olumlu yaklaştığını göstermesi açısından önemlidir.
Özellikle geçtiğimiz yıllarda AB'nin başta ilerleme raporları olmak üzere pek çok açıklamada bu konuya sıkça vurgu yaptığı bilinmektedir.
Bu nedenle AB'nin Türkiye-Ermenistan ilişkilerinin ve benzer şekilde Azerbaycan-Ermenistan ilişkilerinin normalleşme sürecini olumlu karşıladığını söylemek mümkündür.
Fransa ise Karabağ savaşı sırasında ve sonrasında daima Ermenistan'ı destekleyen bir tutum sergilemiştir. Ancak 44 günlük savaş sırasında Rusya'nın devre dışı bıraktığı ülkeler arasında Fransa da yer almıştır.
Bu nedenle normalleşme sürecinde de görüşmelerin dışında kalacağı için bu gelişmelerden rahatsızlık duyacaktır.
Brüksel'de taraflar arasında yapılan üçlü görüşmelerin ardından plansız bir görüşme ile Macron'un Aliyev ve Paşinyan'la görüşmesini bu kapsamda değerlendirmek mümkündür.
Rusya ise Karabağ savaşının ardından imzalanan ateşkes antlaşması gereği zaten garantör ülke olarak masada yer alıyor ve dolayısıyla Rusya'nın da bu normalleşmeyi desteklediğini söylemek mümkündür.
Ancak yine de Rusya, Batılı devletlerin normalleşme sürecini kendisinin bölgedeki nüfuzunu sınırlamak amacıyla desteklediğinin de farkında.
Bu nedenle ABD ve AB'nin bu konuda ortak hareket ettiğini, tıpkı Karabağ savaşında kendilerinin devre dışı bırakılmaları gibi bu kez de Batı blokunun Rusya'nın bölgedeki gücünü sınırlamak için normalleşme sürecini desteklediğini ve Rusya'nın da bu tutumun farkında olduğunu söylemek mümkündür.
Normalleşmenin bölgesel ve küresel etkileri
Türkiye-Ermenistan ilişkilerinin normalleşmesinin hem bölgesel hem de küresel çapta siyasi, ekonomik ve jeopolitik etkileri olacaktır.
Normalleşme sürecini destekleyenler olduğu gibi bu gelişmelerden rahatsız olacak tarafların da olacağını belirtmek gerekir.
Bu ülkelerden biri de kuşkusuz İran olacaktır. Özellikle de Turan koridoru olarak da bilinen Zengezur koridorunun açılması beraberinde İran'ı pek çok açıdan etkileyecektir.
Her şeyden önce hem İran'ın bölgedeki gücünü zayıflatacak hem de kendi ülkesinde bulunan Azerbaycan Türk nüfusu açısından bu koridorun açılmasını İran kendine yönelik bir tehdit olarak algılayacaktır.
Özelliklede 44 günlük savaş sırasında İran'ın yaptığı açıklamalar, son olarak İran'ın Bakü yönetimi ile yaşamış olduğu sınırdaki askeri tatbikat gerginliği bu rahatsızlıkların önemli göstergelerindendir
. Ayrıca Bakü yönetiminin İsrail ile olan iyi ilişkileri de bu noktada İran'ın normalleşme sürecine bakışını önemli oranda etkilemektedir.
Zengezur koridorunun önemi
Azerbaycan tarafı en başından itibaren özelikle de işgalin sürdüğü 30 yıl boyunca sesini uluslararası kamuoyuna duyurmaya çalışırken olduğu gibi bugün de barışçıl bir politika izlediğini net bir biçimde ortaya koymaktadır.
Bu konuda Bakü'nün gerek İsrail gerekse Washington yönetimi ile kurduğu ilişkiler bunun en somut kanıtıdır.
Azerbaycan Zengezur konusunda Ermenistan'la halen ufak çaplı bir anlaşmazlık yaşasa da normalleşme sürecinin biran önce başlaması konusunda üstüne düşen görevi fazlasıyla yapmaktadır.
Bu noktada gerek savaşın ardından barış elini uzatan taraf olması, gerekse Ervian yönetimiyle diyaloğu sürdürmesi Bakü'nün gelecek vizyonuna dair önemli ipuçları sunmakta.
Özellikle Zengezur koridoru açısından bakıldığında Bakü yönetimi bu koridorun hem bölgesel hem de küresel açıdan büyük bir önemi olduğunun farkındadır.
Doğu-Batı ve Kuzey-Güney koridorları açısından da büyük bir öneme sahip olan Zengezur koridorunun faaliyete geçmesi halinde Ekonomik İşbirliği Teşkilatı (EİT)'na üye devletlerin dahi yararlanacağı bir ulaşım ağı potansiyeli barındırmaktadır.
Ayrıca bu koridorun hayata geçmesiyle Türkiye'nin Türk dünyası ile doğrudan bir kara yolu ağı da oluşacaktır.
Dolayısıyla bu süreçte Güney Kafkasya'da barış, huzur ve istikrarın oluşturulması ve sürdürülmesi tüm bölge ülkelerinin yararına olacak ve yabancı yatırımcıların da bölgeye başta ulaşım, enerji ve alt yapı olmak üzere pek çok alanda yatırım yapmalarının da önünü açacağı için normalleşme herkesin yararına olacaktır.
Bu konudaki ilk sinyaller dahi AB tarafından verilmiş bulunuyor. Bu nedenle önümüzdeki süreçte bölgenin ekonomik ve ticari alanda yeni bir döneme gireceğini şimdiden söylemek mümkündür.
Sonuç olarak, yeni dönemde başta Türkiye olmak üzere tüm taraflara büyük bir görev düştüğünün de unutulmaması gerekiyor.
30 yıllık uzun bir aranın ardından yeniden oluşan bu barış iklimi, daha önce 2009'da Zürih'te İsviçre'nin arabuluculuğunda imzalanan protokoller, futbol diplomasisi, Ortak Tarihçiler Komisyonu vb. atılan adımlar gibi akamete uğramaması için başta Ermenistan olmak üzere, Azerbaycan ve Türkiye'ye büyük bir sorumluluk yüklemektedir.
Türkiye'nin öncülüğünde gerek Türk-Ermeni gerekse Azerbaycan-Ermenistan arasındaki sorunlar bu kez geçmişten farklı olarak artık diyalogla çözülebilecek bir noktaya gelmiştir.
Bu tarihi fırsatı tüm taraflar çok iyi değerlendirmeli, tıpkı Hrant Dink'in yazılarında işaret ettiği üzere komşular arasındaki sorunlara diğer ülkeler dâhil edilmeden ortak akılla çözüme büyük özen gösterilmelidir.
Yani bu kez aracının olmadığı, sorunların muhataplarının doğrudan masada yer alacağı bir normalleşme süreci yaşanacağı için herkes barışa eskisinden çok daha yakın.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish