Dünya başladığı gibi devam etmez. Her şeyin renginin değiştiği, her şeyin fikren ve şeklen büyük bir evreden geçtiği ortada.
Yüzyıllar boyu anlatılan söylencelerin, mitolojik karakterlerin, dini figürlerin yaşamın herhangi bir yerinde vücut bulabildiği görülür.
İnsanın iktidara karşı çıkışıyla, iktidarın insanı alt etmesiyle süregelen şeylerin tam da ortasında söylenebilecek şeylerin çoğunlukla başka kılığa girdiğini, başka sesleri ve gözleri taklit ettiği de gün yüzüne çıkar.
Bu noktada edebi eserlerde işlenen konular ya var olan durum ya da gelecekten haber edilen olaylar üzerinden ilerler.
Ütopik olarak yaratılan bir yaşam ve olaylar silsilesi gerçeğe rastlarken, gerçek olan da ütopik bir role bürünür.
Bu durum cennet-cehennem, gece-gündüz, uzak-yakın, yaz-kış ilişkisi kadar iç içedir.
Walter Benjamin, Hikâye Anlatıcısı kitabında, "Attığım her adım, görmeye geldiğim her şeyden daha da uzaklaştırıyordu beni" der.
Yılmaz Şener, Elia romanında Benjamin'in işaret ettiği mekân ile ruh arasındaki ayrışmayı, ada ve büyük şehirdeki hayatını geride bırakan bir karakter üzerinden anlatır.
Metinde sözün konuşurken ad veremediği, temsil edilmeyi bekleyen ile temsil edilmeyi eline alan bir mekanizmanın hayaletlerini adada buluşturur.
Metnin anlatıcısı, zamansal engelleri, sınır çizgilerini, doğanın bahşettiği ne varsa, bir zamanlar adada yaşayanların belirlediği bu durumların artık hükmetmeye çalışanın gözetiminde olduğunu gösterir ileriye sardıkça.
Korkuyla biçim verilen, bireysel zavallılığı birbirine bakan yüzlerde gösteren, gösterdikçe zemini belirginleşen çaresizliği, sözsüz yüzlerle açığa çıkaran bir aynaya dönüşür Elia adası; bilinç dışta donuklaşır içe doğru erimeye başlar.
Muktedirin kırılganlık duygusu Şener'in metninde görülmez, kendinden emin, tehditleri ortadan kaldırmayı öncelikli düşünce haline getirmiştir muktedir.
Her bir olayın birbirine dönüşme pratiği akıp gider böylece satır aralarında.
İktidar biçimlerini görmezden gelme, iktidar aygıtlarını örtme, zamansal algılarla teknolojik gelişmeleri eleştirmek gibi alanlar kendini hissettirir romanda.
"Geldi", "gelecek", "gelmiş olan", "çoktan gelen", "çok önceden" ele geçiren duyguyla harekete geçen bir topluluğun felaket bekleyişine metnin anlatıcısıyla katılır.
Ama anlatıcı, yaşamına dair tamamıyla geçmişe dönük bir tutumla sınırını belirler romanın başında.
Şöyle ki, "Nereye gitsem terk ettiğim yeri de içimde taşıyorum" cümlesiyle kadraja dair bir zerre görülür.
Zamansal kırılmalarla geçmişe yönelme olsa da, "birey" çıkmazı gibi görülse de metin işledikçe, işlev ve yöntem de açığa çıkar.
Romanın karakteri Aydın, felakete dair haberi kendi yaşamıyla verir:
Hayatla girdiğim her ikili mücadele bir başka mücadeleyi de beraberinde getirdi. Bu doğurgan kavgada kazanan kimdi bilmiyordum ama yorulan hep bendim. Ne zaman içine güvenle yerleşebileceğim bir hayat kursam, bir süre sonra büyük olayların yarattığı yıkımın parçasına dönüşmekten kurtulamıyordum. Ya da ben büyük olayların güzergâhında kuruyordum hayatımı.
İşlev ve yöntem kolektif bir hafızaya dönüşür; bu dönüşümle birlikte gözetleyen, göz hapsine alan, modern çağın dinamikleriyle, dijital aygıtların aracılığıyla kontrol altında tutmaya çalışan bu yarı gölge ve yarı canlı, korkuyu önce topluma enjekte eder.
Yılmaz Şener, Elia'da, konuşan ve susan öznenin aynı zemin üzerinde hareket edişi, suçsuzluğun suçluluk olarak sunulması, kolektif bir sessizlik ve kabullenişi de beraberinde getirir.
Aynı zamanda güç imgesini, güncel politik meseleleri toplumu devinen bir hücre içinde ele alır, devleti de dikte eden, gerçekleştiren olarak görür.
Ama bu gerçekleşme sürecinde toplumun iyimser bakışına da iner, devletin adaya gönderdiği iki görevlinin sorduğu sorular, halkı bir an unutulmuş adada yeni şeylerin olacağına inandırır.
Fakat, iki görevlinin ada sakinleriyle yaptığı birebir görüşmelerle, iyimserlik yerini derin bir korkuya ve bekleyişe bırakır.
İki görevlinin "Olası Suçlar Enstitüsü" gibi bir kurum üzerinden bilgi vermesi, her şeyi açığa çıkarır:
Olası Suçlar Enstitüsü'nün kapısında şu yazar: ‘Niyet eylemin anasıdır.'Her şey düşüncelerde başlar ve orada biter. Eylemlerse bu düşüncelerin dışa vurumudur.
Unutmayın; suç, düşünülmüş olandır. Eyleme geçmiş hâli sadece sonuçtur. Olası Suçlar Enstitüsü, işte bu suçlarla mücadele etmek için kuruldu; daha düşünülmeden suçların önüne geçmek için. Bizim için mühim olan, suçun özünü bulmaktır.
Güç imgesini, katman katman değil, bir haberci ya da bilinenin gölgesinde verirken, iktidar ve otorite figürlerini de görürüz böylece.
İktidar kaynağını kurumsallaşmış, belli biçim ve açıklamaları olan, bilgiyi toplumu dizginleyen bir unsurla kolektif hafızaya çizik atar.
Bu çizikle toplumu yaşamaya mecbur bırakırken korkunun sinmişliğini de salar üzerlerine.
Elia'da toplum için duran ve durağan her şey, iktidar ve otorite için devam etmektedir.
Devlette devamlılık esastır ilkesinin tam da merkezinde durarak alışılan, var olan, tekrarı bilinen, nereden gelebileceği zamanla anlaşılan ve kartelleşen bir çerçeveyi gözlere iliştirir.
Ayrıca, güce ve otoriteye maruz kalmayan toplumun, itiraz etmeyen, kabullenişini dile getiren, klasik bir refleksini de gösterir:
İnternetin sınırlanması ve buna benzer birkaç ürkütücü yasa değişikliğini, devletin bekasına bağlamıştı Elialılar. İnternet mühimdi evet ama ondan da mühim olan bir şey vardı, o da devletin varlığı ve bütünlüğüydü.
Toplumdaki suçsuzluğun, bir anda suçluluğa dönüşmesi; toplumu sindiren, alaşağı eden, içine kaçıran bir yere götürür Elia'da, itiraz etmeyen her toplumun korkunun gölgeleriyle yaşamı bir alışkanlık haline getirdiği görülür.
İktidar ve otorite, kendi çıkış noktasını aktarırken toplumu aksaklıklara iter, bu aksaklıklarla beraber asıl aksaklığın bireylerden ya da toplumdan kaynaklı olmadığını, aksaklığın merkezinde otoritenin bulunduğunu yüksek sesle söyleyemeyen herkes aksaklıklığını kabul eder metinde.
Öyle ki, romanın ana karakteri Aydın'a ve diğerlerine yöneltilen benzer suçlara karşı, toplumun silikleşmesi bunu açığa çıkarır:
Sayın Aydın Şahin, Sizinle yapılan konuşma ve genel analiz sonrası, sakinliğiniz ve sessizliğinizin bir şeyleri saklamaya yönelik bir kamuflaj olduğu, bunun da düşüncelerinizin ve niyetlerinizin görülmesini engellediği; açık olmayan bu zihin yapınızın bir suça işaret ettiği ve bunun da en büyük suçlardan biri olduğu göz önüne alınarak size devletin varlığını ve bütünlüğünü yıkmaktan iki yıl ceza verildi.
Cezanızı ne şekilde çekeceğiniz hakkında ayrıca bir bilgilendirme yapılacaktır. Kaçmaya teşebbüs ettiğiniz takdirde mevcut cezanız ikiye katlanacaktır.
Yılmaz Şener, Elia'da günümüzün iktidar ve otorite aygıtlarını, toplumun fotoğrafıyla çerçeveler; bekleyiş, korku, umut, iyimserlik gibi birçok açıdan yaşama bakar.
Romanın sonuna dek toplumun iyimserliği ve umudu hala devam eder.
Ama umut ve iyimserliği çağrıştıran şey korkunun farklı bir şekilde görünmesinden başka bir şey değildir.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish