Neredeyse iki hafta geçmişken acı verici derecede yakın biten Alman seçimlerinin sonuçları yerleşmeye başladı. Bir yanda merkez sol Sosyal Demokratlar, diğer yanda Yeşiller ve serbest piyasacı Hür Demokratlar arasında görüşmeler başladı. Muhtemelen sonuç, "trafik ışığı" denen koalisyon olacak: kırmızı (SPD, Sosyal Demokrat Parti), sarı (FDP, Hür Demokratik Parti) ve yeşiller. SPD adayı Olaf Scholz, şansölye olarak Angela Merkel'in yerini alacak.
Öte yandan Merkel'in merkez-sağ Hristiyan Demokrat/Sosyal Hristiyan (CDU/CSU, Hristiyan Demokrat Parti/Hristiyan Sosyal Birliği) ittifakıysa bozguna uğramış durumda; ana adayı Armin Laschet yetersiz bir kampanya yürütmek ve yalnızca kazanacağı düşünülen bir seçim fırsatını değil, daha da kötüsü, Merkel'in mirasını boşa harcamakla suçlanıyor. Seçim günü gösterdiği beklenenden daha iyi performansın ona koalisyon kurma konusunda bir şans verebileceği düşünüldüyse de şu anda bu çok daha uzak bir ihtimal gibi görünüyor.
fazla oku
Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)
Scholz'un koalisyon kurması da kolay olmayacak. Yeşiller sosyal ve ekonomik konularda çok solda dururken FDP düşük vergileri ve işletmelerin, özellikle de küçük işletmelerin çıkarlarını savunuyor. Nihayetinde, Almanya'nın yeni hükümetinin doğrultusu politika tavizlerinde mutabakata varılana ve bakanlıklar dağıtılana kadar tamamen netlik kazanmayacak.
Yine de bir iddiada bulunabilirim. Scholz liderliğindeki bir trafik lambası koalisyonu, eğer ortaya çıkan şey bu olursa, Almanya'nın merkez solunun hakimiyetini artıracak. FDP, Yeşiller'in eşitlikçi gündeminin en uç noktalarını uzak tutmaya çalışabilir fakat FDP marjinal kalan taraf olacaktır; çoğunluk SPD-Yeşil olarak dağılacaktır. Ve SPD, tıpkı CDU gibi, merkeze çekilse de, muhtemel yeni koalisyonla Scholz'un maliye bakanı ve başbakan yardımcısı olduğu önceki Büyük (merkez sağ, merkez sol) Koalisyon arasındaki fark, çok yakın seçim sonucuna göre beklenenden çok daha keskin olabilir.
Almanya'yı asgari ücrette önemli bir artış; eski Batı ve eski Doğu arasındaki "eşitlemeyi" birçok Alman şehrinin farklı bölgelerine genişletme çabaları; okullarda teknik eğitimi yenileme ve modernleştirmenin yanı sıra Almanya'daki üniversiteleri modernleştirme çabalarıyla eğitime yeni bir önem verme bekliyor olabilir. Faturayı kimin ödeyeceği (vergi mükellefleri veya iş dünyası), Almanya'nın otomobil endüstrisi hakkında ne yapılacağı ve hem nükleer hem de kömürle üretilen enerjiyi aynı anda ortadan kaldırmanın yapılabilirliğiyle ilgili olası tartışmalarla birlikte iklim bir öncelik olacaktır.
Bu değişikliklerin birçoğunun her iki büyük partinin de seçim kampanyası sırasında taahhüt ettiği bir modernleşme gündemine uyduğu iddia edilebilir. Almanya'nın son 10 yılda birçok yönden durgunlaştığına dair genel bir kabullenme vardı. Ama Scholz önderliğindeki bir koalisyon açıkça sola yakın tonlar taşıyacak ve 2005'te Gerhard Schroeder'in çağrısını yaptığı ve kaybettiği erken seçimden beri sol (pekala, merkez sol) ilk defa Almanya'da direksiyonu eline alacak.
Ve bu, daha büyük bir tartışmaya önayak oluyor. Almanya'da gerçekleşen bu geçiş (bu geçişin, seçim kampanyasının başladığı ve SPD'nin nihai düşüşte olduğu söylenerek pratikte ekarte edildiği geçen bahar beklenmediğini belirtmekte fayda var), 16 yıllık Merkel iktidarına verilen tek seferlik bir tepki mi, yoksa daha kayda değer bir şey mi? Ve eğer öyleyse, Avrupa'da veya hatta bir bütün olarak sanayileşmiş dünya genelinde siyasi fikirlerde daha geniş bir değişimin parçası olabilir mi?
Görüşler, hemen hemen her şeyde olduğu gibi bu konuda da halihazırda kutuplaşmış durumda. Yeni bir solcu şafağının ilk işaretlerini fark eden her kişiye karşılık bu görüşü en iyi ihtimalle hüsnükuruntu ve en kötü ihtimalle fikirleriyle birlikte solmakta olan bir politikacı ve entelektüel kuşağının nostaljisi olarak reddeden birileri var.
Baştan vurgulayayım, bu kavgada benim tuttuğum bir taraf yok; iktidara olduğu kadar siyasete de şüpheci bir mesafe koymaya çalışıyorum. Ama bana kalırsa kategorik olarak gözardı edilen sol (hele ki Birleşik Krallık'taki son genel seçimlerde İşçi Partisi'nin aldığı ağır yenilginin ardından) iyi bir an yaşıyor olabilir ve sola yakın ciltler dolusu fikrin tamamını tarihin sözde çöp sepetine uğurlamak için erken.
Norveç'in geçen ay İşçi Partisi liderliğindeki bir koalisyonu seçmesiyle birlikte tüm İskandinavya ve Finlandiya artık merkez sol hükümetlere sahip. İspanya ve Portekiz de öyle. Fransa'da Emmanuel Macron, 4 yıl önce hem merkez sağın Cumhuriyetçi adayı Francois Fillon'un hem de daha sağdaki Marine Le Pen'in yerine tercih edilerek seçildi ve önümüzdeki nisan seçimlerinde siyasal sağdan gelen ana rakiplerini yenmesi bekleniyor. Mario Draghi liderliğindeki bir ulusal birlik hükümetine sahip olan İtalya'da son belediye başkanlığı seçimlerinde merkezci ve merkez sol adaylar sağcı adaylara karşı kazandı.
Geçen yıl ABD başkanlık seçimlerinde Joe Biden'ın Donald Trump'a karşı kazandığı zafer ve o zamandan bu yana, örneğin ekonomiyi canlandırma ya da pandemiyle başa çıkma çabalarında, içe yönelik politikalar izlemesinin siyasal ana akımın buradakine nazaran sağa daha yakın olma eğiliminde olduğu Birleşik Devletler bir yana, Avrupa'da da karakteristik olarak merkez-sol sayılabileceği unutulmaması gereken bir diğer nokta. Rusya'da kısa süre önce yapılan parlamento seçimlerinde yolsuzluğa karşı mücadele ve sosyal eşitliğe dair bir platformda kampanya yürüten Komünist Parti'nin sergilediği beklenmedik derecede güçlü performansı da eklemek gerekiyor.
Sıra uyarılarda. Önümüzdeki yıl sağı veya merkez sağı destekleyecek yalnızca birkaç sonuç, sola yönelik daha geniş bir uluslararası eğilim olduğu düşüncesini itibarsızlaştırabilir. Dahası, pek çok ülkede (artık Almanya da dahil) oylama sol ve sağ arasında çok hassas bir şekilde dengelenmiş durumda, bu da yakın seçimler ve çok küçük kaymaların bir partinin iktidarda kalması veya iktidarı kaybetmesi arasındaki farkı belirleyebileceği anlamına geliyor.
Ayrıca İtalya'da, merkez solun son zamanlardaki kazanımlarının tüm partilerin genel olarak daha düşük bir oy aldığı bağlamında değerlendirilmesi gerektiğine dair bir argüman var. Buysa, bir zamanlar "alternatif" ya da "popülist" olarak görülen Beş Yıldız Hareketi ve Lega Nord gibi partilerin iktidardayken ya da iktidarı paylaşırken verdiği tavizler karşısında gelişen bir hayal kırıklığı hissiyle açıklanabilir. Başka bir deyişle gerçekten bir alternatif olsaydı, İtalyan seçmenler onu destekleyebilirdi; bunun yerine, oy kullanmadılar. Aynı nedenle, bana öyle geliyor ki solun bir şekilde yeniden canlanmasının, tabii gördüğümüz şey buysa, "popülizme" duyulan ilginin sırf Trump düştü ve Macaristan'da Viktor Orban gibi türevleri zayıfladı diye azaldığına dair bir kanıt olduğunu söylemek için hala çok, çok erken.
Öte yandan, sanayileşmiş dünyadaki seçmenlerin bugün Almanya ve İskandinav ülkelerinde olduğu gibi merkez sol ya da (geçen ay Rusya'da olduğu gibi ve, evet, Birleşik Krallık'ta 2017 genel seçimlerinde olduğu gibi) sola bir kez daha bakmalarının mücbir sebepleri de var.
2007-8 ekonomik krizi (nicel genişlemenin olumsuz etkileriyle, "kemer sıkma" politikalarının mirasıyla, banka ve bankacılara karşı kalıcı kırgınlıkla) belki de düşünülenden çok daha derin yaralar açmış travmatik bir dönemdi. Ardından gelişmiş dünyadaki her türden eşitsizliğe dikkat çeken ve modern iletişim sayesinde halkın kendi hükümetlerinin ve sağlık sistemlerinin performansını diğer ülkelerinkiyle gerçek zamanlı olarak karşılaştırma şansını vurgulayan pandemi geldi.
Hem pandeminin pekiştirdiği toplumsal rahatsızlıklar ve hem de Euro krizinin uzun vadeli etkileri son Almanya seçimlerinin temaları oldu. Ne var ki bunlar, pek de Almanya'ya özel değiller; sınırları aşıyorlar. Bu nedenle 4 yıl önce özellikle de pek çok genci mitinglere çeken Corbynizm'in yıkıldığına ikna olmuş değilim, aksine, Keir Starmer'ın merkezciliği tarafından geçici olarak bastırıldı. Starmer aslında Manş Denizi'nin ötesindeki meslektaşlarından daha zor durumda olabilir çünkü Boris Johnson yatırım, eğitim ve sosyal eşitlik konusunda aslında kendi imzasını taşıyabilecek politikaları aşırma konusunda epey yol kat etti.
Sanayileşmiş dünyanın siyasi olarak nereye gittiğine dair sonraki sınav muhtemelen gelecek bahar Fransa'da yapılacak cumhurbaşkanlığı seçimleri olacak. Macron'un kampanyasını soldan mı yoksa sağdan mı yürüteceği, sonuçlar gelmeden çok önce bu konudaki fikri hakkında bir şeyler söyleyebilir.
Mary Dejevsky'nin makalesinin tasarımdan kaynaklanan nedenlerle kısalttığımız başlığının tamamı şöyledir: Almanya'daki seçim sonucu solun Avrupa'da geri dönüş yaptığına dair bir işaret mi? Fikirler halihazırda kutuplaşmış durumda
https://www.independent.co.uk/independentpremium/voices
Independent Türkçe için çeviren: Noyan Öztürk
© The Independent