Türkiye'nin kronik sorunlarının çözümü ve tarihi bir sorumluluk

Prof. Dr. Ahmet Özer Independent Türkçe için yazdı

Fotoğraf: AA

Sorunu çözecek olanlar sorun olunca

Bugün birçok meselenin Cumhuriyetle birlikte bir sorun haline gelerek kronikleşmesinin temel sebeplerinden biri çok dilli, çok kültürlü, çok dinli ve çok etnisiteli bir imparatorluktan, monist (tekçi) bir ulus devlete evirilmesi sonucu meydana gelen yapılanmanın ve anlayışın ilerleyen zamanlarda bazı konularda düzelmeyerek bir çocukluk hastalığı olarak devam edip günümüze kadar gelmesidir. 

Yönetenler, imparatorluğun dağılmasının da etkisiyle yanlış bir zehaba kapılarak, İttihat ve Terakki Cemiyeti'nden (İTC) devralınan mirasla ulus devlet inşasının peşine düşerek bütün farklılıkları teke indirgemeye çalışmışlardır. 

Bunu gerçekleştirmek için müesses nizam, önce ideolojik araçları kullanmış; bunun yetmediği ve işlemediği yerde ise askeri araçları devreye sokmuştur.

Devlet düzeni (özellikle bazı alanlarda) bu amaçları gerçekleştirmeye uygun biçimde yapılandırılmış, birçok kurum buna göre dizayn edilmiştir.

Bu yapılanmadan etkilenen kurumların başında ise siyaset kurumu gelmektedir. Bu nedenle siyaset kurumu sorun çözücü olmaktan ziyade bizatihi kendisi hep sorunlu olmuştur. 


Tekçi monist yapılanma

Milliyetçi partiler, Cumhuriyetin kuruluşuyla başlayan, 1930'lu yılların tekçi, devletçi, merkeziyetçi devlet politikalarıyla şekillenerek, merkezi otoritenin Kürtler başta olmak üzere, tüm halklar için tekçi bir dil, kültür ve idare sistemini aynen benimsemiş ve 21'inci yüzyılda bu politikalarını hala sürdürmek istemektedir.

Bugün eskiye nazaran biraz yumuşamış olmakla beraber süregelen bu politika Kürtlerin inkarına dayalı, Türkiye'de yaşayan herkesi Türk sayan, bütün farklılıkları teke indirgeyen bir yaklaşım ve politikadır. Bu doğru olmadığı gibi kimsenin yararına da değildir.

Her ne kadar dünyadaki gelişmeler, Türkiye'deki değişimler ve Kürt siyasal hareketlerinin verdiği mücadele sonucu bu tartışma kısmen aşılmış olsa bile bu politikada ısrar etmeye devam eden parti ve grupların varlığı biliniyor.

Bu çizgi Türkiye'deki Türkçü ve milliyetçi damarı temsil etmesi bakımından dikkatle izlenmesi gereken bir husustur.


HDP'nin tavrı

Bu anlamda pratikleşen Halkların Demokrasi Partisi (HDP) iki seçim pratiğinden sonra ve bugün iktidarın yürüttüğü politika nedeniyle yeni bir yolun başında bulunuyor.

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

Son açıkladığı tutum belgesi parti açısından adeta bir miladı oluşturuyor. HDP, ya bu durumu bir avantaja çevirerek ileriye doğru daha büyük adımlarla yürüyecek ya da geldiği noktada yerinde sayarak çözüm gücü olma vasfını yitirecektir. 

Burada ortaya çıkacak başarı; bundan sonra yürüteceği politika, ortaya koyacağı hedefler, bu hedeflere ulaştıracak projeler ve bunları uygulayacak kadroların ortaya çıkarılıp çıkarılmamasına bağlı olarak gelişecektir. 

HDP'nin yapacağı tercih sadece nasıl bir parti olmasını değil, aynı zamanda iktidarlarla olan ilişki ve çelişkilerini de yeniden tanımlanmasına hatta belirlemesine yol açacaktır.


AKP İktidarı 

Türkiye'de yapılan yanlış uygulamalar, oluşan kamplaşmaların kurumlara yansıması, 20 yıllık hükümet döneminde, yürütme gücü olarak iktidarın toplumsal sosyolojiden ziyade siyasal beklentilerini baz alarak yasa yapma ve yönetme isteği ülkenin önemli sorunlarını bir türlü çözüme kavuşturamayarak sistemi tıkama noktasına getirmiş; yapılan yolsuzluk, usulsüzlük ve rüşvet olaylarıyla siyaset iyice kirlenmiş, itibar kaybetmiş; bürokrasi lehine yaşanan iktidar kayması vesayetçiliği bizzat iktidarın kendisi tarafından yürütür hale getirmiştir. 

Ne olduğu belli olmayan cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi denilen sistem üç yıl gibi kısa sürede bekleneni vermediği gibi tek adam rejimine dönüşerek halkın tepkisine yol açmıştır. 

Bu konjonktürde iktidar siyaset kurumu olarak çözüm gücü olması gerekirken, seçime yönelik pragmatik ve oportünist tutumuyla devşirdiği yüksek oranlı oyların verdiği bir güç zehirlenmesi ile adeta kendisi çözülmesi gereken sorunun bir parçası haline gelmiş bulunuyor. 

Bu çerçeveden bakıldığında, AKP iktidarının bütün bu olumsuzluklara rağmen hegomonik bir güç haline gelmesi, devleti ele geçirerek otoriterleşmeye başlaması, Kürt meselesinde tekrar güvenlikçi politikalarla başa dönmesi toplumun çeşitli kesimlerince kaygıyla izlenmektedir. 

Tam da böyle bir süreçte bütün halkların katılımı ve birlikteliğiyle ortaya çıkan değişim beklentisi yeni bir umut ışığı olmuştur.

Dolayısıyla umudun güvene, güvenin de siyasi bir güce dönüşmesi durumunda, Türkiye'nin sorunlarını çözerek içinde bulunduğu çıkmazdan çıkarıp, demokratik bir dönüşüme uğratması önemli bir beklenti haline gelmiş bulunuyor.

Bu siyasi gücün demokratik bir iktidara ulaşmasını ise uygulanacak yol ve yöntemler belirleyecektir. 


Antidemokratik uygulamalar: Baskı ve korku sarmalı

Türkiye'nin en önemli sorununun Kürt meselesi olduğu herkesin malumu. İktidarın Kürt sorununu getirdiği nokta, tekraren sorunun varlığını inkâr ve baskı ve sindirme politikaları.

Oysa dünyanın hiçbir yerinde demokratik hak ve özgürlükler ezerek yok edilemez, edilememiştir. 

İktidar ne yapıyor: Nerdeyse bütün belediyelere kayyum atadı. Binlerce partili HDP'li gözaltına alındı; binlercesi hapse gönderildi. Baskı, sindirme, haksızlık ve hakaret gırla gidiyor.

Kendi vatandaşına hakaret eden bir yapı, kendi insanlarını tehdit eden silahlar, kendisini korumakla mükellefken insanlarına hakaret eden bir polis gücü, insanlarını, vatandaşlarını bir arada mı tutar, yoksa onları böler mi? 

Zaten yaşananlardan dolayı aidiyet bağı zayıflamış olan insanların bağlılıklarını bu yaşananlar kökünden söküp atmaz mı? 


Hukuk ve adalet bir gün herkese lazım olur

Bu yüzden üstünlerin değil, hukukun üstünlüğünün tesisine çok ihtiyaç var. Çünkü her kesin üzerine anlaşacağı temel hususlardan biri hukuktur, adalettir. 

Herkesin ekonomi konusundaki görüşleri farklı olabilir. İnsanların sağcı, solcu, muhafazakâr ya da Marksist olması da normal. Ama her kesin hukuk karşısında eşit olmasına, yargının tarafsız ve bağımsız olmasına ve hukukun üstünlüğüne demokrasiye inanmış hiç kimsenin itirazı olmaz. 

Çünkü eşitlik, özgürlük lafla olmaz; hukukla olur. Hukuku zengine ayrı fakire ayrı, Alevi'ye ayrı Sünni'ye ayrı, Doğuya ayrı Batıya ayrı uygulayamazsınız.

Uygularsanız onun adı hukuk olmaz, zulüm olur.  Zulmün karşısında sussun ise dilsiz şeytandır.

O halde esas ve öncelikli olan zulme ve zalime karşı mazlumun yanında yer almak ve buna uygun demokratik bir hukuk sistemini bir an önce inşa etmektir. 


Sonuç

İçinde bulunduğumuz zaman dilimi ve karşı karşıya bulunduğumuz sorumluluklar, sorunlar ve vereceğimiz kararlar bakımından tarihi bir süreçten geçiyoruz.

Verilecek kararlar da o denli tarihi olacaktır. Verilecek kararlarla sadece bugüne karşı değil tarihe karşı da sorumlu olacağız. O halde sürecin aktörlerinin bu bilinçle hareket etmeye davet ediyoruz.

Yanlış bir karar, verenleri, tarih karşısında hesabını veremeyecekleri bir durumla yüz yüze bırakabilir.

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU