Atlantik Köprüsü'nün çöküşü

Bülent Güven Independent Türkçe için yazdı

Görsel: Independent Türkçe/ChatGPT

Washington'da yeni bir şerif var...

Bu cümleyi geçen cuma günü Münïh Güvenlik Konferansı'nda ABD'nin Başkan Yardımcısı J. D. Vance, Avrupa devletlerini hedef alan konuşmasında kullandı.

ABD ve Avrupa arasındaki ilişkilerin, Donald Trump döneminde nasıl gelişeceğini anlamak için bu cümleyi sürekli hatırlamakta fayda var.

Bu cümleyi ABD'nin Avrupa'ya yönelik uyarısı, tehdidi ve bir noktada yol ayrımı olarak okumak mümkün.

Bu durumun sadece Trump dönemi ile sınırlı olmayacağını anlamak için biraz geriye gitmekte fayda var.


Amerika'nın Avrupa'ya yönelik uyarıları

ABD'nin dış politikasının ana eksenini I. Dünya Savaşı'ndan sonra Avrupa oluşturuyordu.

Özellikle II. Dünya Savaşı'ndan sonra ABD'nin kendine ana rakip gördüğü Sovyetler Birliği'ni sınırlamak, çevrelemek (containment) için Avrupa'ya hem ciddi sayıda askeri birlik hem de askeri mühimmat (örneğin, füzeler ve atom bombaları) yığmıştı.

Soğuk Savaş'ın bitiminden sonra ABD, en azından askeri birliklerinin önemli bir bölümünü geri çekti.

Şu an Avrupa'da yaklaşık 40 bin ABD askeri bulunduğu söyleniyor; Soğuk Savaş döneminde bu rakam 400 binin üzerindeydi.

Bu askeri birliklerin çekilmesinin ana nedenlerinden biri, Sovyetlerin yıkılışından sonra ABD'nin Rusya'yı kendisi için artık büyük bir rakip olarak görmemesiydi.


Soğuk Savaş'tan günümüze: ABD'nin Avrupa politikası

Sovyetlerin yıkılışından sonra, Boris Yeltsin döneminde ve Putin'in ilk yıllarında Rusya'nın Batı yanlısı bir politika izlemesi nedeniyle ABD, Avrupa'da kendisine başka bir tehdit görmedi.

Bu nedenle güvenlik anlamında Avrupa, ABD için tehlike arz etmeyen bir bölge olarak kabul edildi.

Aynı nedenden dolayı Avrupa ülkeleri de Soğuk Savaş sonrasında hem asker sayılarını azalttılar hem de askeri harcamalarını düşürdüler.

Soğuk Savaş döneminde Avrupa ülkelerinin askeri harcamaları ortalama GSYH'lerinin yüzde 4'ü iken, bu oran sonraki yıllarda yüzde birlere kadar geriledi. Asker sayılarında da yaklaşık üçte ikilik bir azalma yaşandı.


Putin'in yükselişi ve Rusya'nın yeni tehdit politikası

Ancak 2008'den sonra George W. Bush yönetiminin, Merkel yönetimindeki Almanya'nın kuvvetli itirazlarına rağmen, Gürcistan ve Ukrayna'ya NATO'ya girme perspektifi sunması, Rusya'yı rövanşist bir politikaya yöneltti.

Putin başkanlığındaki Rus yönetimi, NATO'nun doğudan ve batıdan kendi sınırlarına dayanmasını ve füzelerle savunma sistemleri kurmasını doğrudan bir tehdit olarak algılayıp 2008'de Gürcistan'a, 2014'te ise Ukrayna'ya askeri müdahalelerde bulundu.

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

Çin'in yükselişi ve ABD'nin Asya stratejisi

Batı ittifakının Rusya ile yeniden başladığı bu çatışma sürecine paralel olarak, çok daha büyük bir tehdit olan Çin'in dünya politikasında yükseldiği görülmeye başlandı.

ABD, yaptığı tehdit değerlendirmesinde Çin'i ana rakip olarak görmeye başladı.

Dönemin ABD Başkanı Barack Obama, ABD'nin Asya'ya yönelik yeni stratejisini 2011 yılında "Pivot to Asia" başlığıyla duyurdu ve bu süreçten sonra askeri varlığını Çin'e coğrafi olarak yakın olan Güney Kore, Avustralya ve Japonya gibi müttefik ülkelere kaydırdı.

ABD, askeri gücünü Asya'ya kaydırırken NATO içindeki Avrupa müttefiklerinden de askeri harcamalarını artırarak Rus tehdidine karşı direnç göstermelerini talep etti.

Bu talep hem Obama hem Trump hem de Biden döneminde geldi.

Obama ve Biden bu talebi diplomatik bir dille dile getirirken, Trump daha agresif bir üslup kullandı.

Ancak Avrupa ülkeleri bu talepleri görmezden gelerek ağırdan aldılar.

Ta ki Şubat 2022'de Rusya, Ukrayna'ya tekrar sıcak savaş başlatana kadar.


Avrupa'nın savunma harcamalarındaki azalma ve yükselen tehditler

O tarihten itibaren başta Almanya olmak üzere Avrupa ülkeleri askeri harcamalarını artırmaya başladı.

Ancak bu artış, Avrupa'nın ABD desteği olmadan kendini Rus tehdidine karşı koruyabileceği bir seviyeye hâlâ ulaşmadı.

Başta Almanya olmak üzere Avrupa ülkeleri, güvenliklerini uzun yıllardır ABD'nin korumasına havale etmiş durumdaydılar.

Ekonomik olarak bunun faydasını fazlasıyla gördüler. Almanya örneğinden yola çıkarsak, Almanya uzun yıllar GSMH'nin ancak yüzde 1,2'sini savunması için harcıyordu.

Bunu şimdi ancak yüzde 2'ye çıkardı. Almanya'nın şimdiki GSMH'si temel alındığında, Almanya son 25 yılda ortalama 1 trilyon euro askeri harcamalardan tasarruf etmiş gibi görünüyor.


Trump döneminde Avrupa'nın askeri bağımlılığı

Güvenlik zirvesinde Trump'ın yardımcısı Vance'in yukarıda bahsi geçen konuşması, bu düzenin artık Avrupa'nın istediği gibi devam edemeyeceğini açık ve net bir şekilde ortaya koydu. 

Vance'in Münih Güvenlik Zirvesi'ndeki konuşmasında aşağıdaki cümlelerin altını çizmekte fayda var:

Bu bir güvenlik konferansı ve eminim ki buraya, önümüzdeki yıllarda savunma harcamalarını yeni bir hedef doğrultusunda nasıl artıracağınızı konuşmak için geldiniz. Bu harika, çünkü Başkan Trump'ın da açıkça ifade ettiği gibi, Avrupa'daki dostlarımızın bu kıtanın geleceğinde daha büyük bir rol oynaması gerektiğine inanıyor.

'Yük paylaşımı' terimini duymayacağınızı düşünüyoruz, ancak bunun ortak bir ittifakın önemli bir parçası olduğuna inanıyoruz. Avrupa'nın daha fazla sorumluluk üstlenmesi gerektiğini, Amerika'nın ise büyük tehlike altındaki dünya bölgelerine odaklanması gerektiğini düşünüyoruz.

Aslında Vance, Obama'nın, Biden'ın ve Trump'ın geçmişte bu konuyla ilgili söylediklerinden farklı bir şey söylemiyor.

Fakat konuşmanın içeriği tümden ele alındığında, Vance'in Avrupalılara yönelik ağır eleştirileri var ve savunma konusunda Avrupa'nın artık nükleer koruma dışında ABD'den bir fayda beklememesi gerektiğinin altını kalın bir şekilde çiziyor.


Avrupa'nın güvenlik stratejisinde yeni dönem: Askeri harcamalar ve bağımsızlık arayışı

Bundan sonraki sürecin nasıl bir noktaya doğru evrileceğini anlamak için Avrupalıların Trump dönemi ile oluşan bu yeni duruma yönelik dile getirdikleri görüşlere göz atmakta fayda var.

Avrupa'da bu yeni durumla ilgili iki ana görüş temayüz etmiş durumda, Avrupalı liderlerin açıklamalarına bakıldığında:

Birinci görüş, Avrupa'nın ABD'nin askeri desteğini devam ettirebilmesi için ABD'ye ticari konularda bazı tavizler ve öncelikler vermesi gerektiği yönünde.

Örneğin, ABD araçlarına gümrük vergilerini azaltmak, ABD'den daha fazla gaz ithal etmek, savunma harcamalarında ABD firmalarına öncelik vermek gibi.

Diğer görüş ise, Avrupa'nın birleşme sürecini daha da derinleştirerek ABD'den bağımsız bir konuma gelmesi için gerekli adımların hızla atılması yönünde.

İlk görüşün çok bir geçerliliği olmadığını Vance'in yaptığı konuşmadan anlamak mümkün.

ABD artık enerjisini Çin'i daha fazla baskılamak için Asya'ya kaydırmış durumda.

Ayrıca ABD'nin aynı anda hem Avrupa'yı koruyacak hem de Çin ile mücadele edecek kadar askeri gücü yok.

Vance'in belirttiği gibi, ABD tercihini Avrupa dışındaki bölgelerde çıkarlarını korumak üzerine kurgulamış durumda.


NATO ve Trump yönetimi: Yeni perspektifler

İkinci görüşün ise Avrupa'da siyasal anlamda bir karşılığı yok. İtalya, Macaristan gibi ülkelerde sağ popülist veya aşırı sağcı partiler iktidarda, Almanya ve Fransa gibi ülkelerde de yükselişteler.

Bu partilerin kesinlikle Avrupa'yı daha derinlemesine birleştirme gibi bir niyetleri yok, hatta bazılarının parti programlarında AB'den, para birimi eurodan ayrılma gibi maddeler yer alıyor.

AB'yi derinleştirmek bir alternatif olsa da bunun gerçek hayatta bir karşılığı yok.

Bu gerçeklerden yola çıkarak belirtmek gerekir ki, Avrupa'nın ABD'nin desteği olmadan kendisini Rusya'nın muhtemel saldırısına karşı koruma durumunda olmadığı gerçeğini kabul etmek gerekiyor.

NATO'nun varlığının da bu anlamda bir önemi kalmıyor. Çünkü NATO'nun askeri kapasitesinin yaklaşık yüzde 50'si ABD'nin askeri kapasitesinden oluşmaktadır.

NATO savunma konseptine göre, Avrupa'da herhangi bir NATO ülkesine saldırı olduğu takdirde, ABD'nin en geç bir ay içinde 100 bin asker ve bunların mühimmatı ile birlikte yardıma geleceği varsayımına dayanıyor.

Aksi takdirde Avrupa'nın kendini koruyamayacağı gerçeği, konuya vakıf olan herkesin bildiği bir gerçektir.

Ayrıca NATO'nun Trump yönetimi için bir anlamı olmadığını, Trump'ın NATO üyesi olan Kanada'yı ilhak ile, Danimarka'yı ise Grönland'ın işgali ile tehdit etmesinden sonra herkes kabul edecektir.
 


Avrupa'nın Rusya'ya karşı korunmasız durumu

Bu perspektiften bakıldığında, Avrupa an itibarıyla Rusya'nın uyguladığı savaş ekonomisi ve 2019 yılından itibaren kendisini Avrupa ile uzun bir savaşa hazırlama stratejisi gerçekleşirse, Avrupa geçmişte olduğu gibi bugün de bir Rus tehdidi ile karşı karşıya.

Ayrıca, Avrupa'nın kendini Rus nükleer tehdidine karşı koruyabilecek nükleer savunma sistemi de yetersiz.

Avrupa'da nükleer güce sahip olan İngiltere ve Fransa'nın nükleer silahları stratejik silahlardır ve sayıca Rus ve ABD nükleer başlıkları ile kıyaslanamayacak kadar az.

ABD ve Rusya'da ise ayrıca taktiksel atom bombası da bulunmaktadır, sınırlı nükleer operasyonlar yapabilmek için.

Avrupa için bu çıkmazdan kurtulmanın ana yolu askeri harcamalarını artırmaktan geçiyor.

Avrupa ülkelerinin askeri harcamaları şu an ortalama GSMH'nin yüzde 2'sine tekabül ediyor.

Askeri uzmanlara göre Avrupa'nın kendisini koruyabilmesi için bu oranı önümüzdeki 10 yıl içinde en az yüzde 6-7 seviyelerine çıkarması gerekiyor.

Yine mühimmat açığını kapatmak için de özel fonlar oluşturması gerekiyor, yaklaşık 1 trilyon euro.

Ancak bu şartlarda Avrupa, 10 yıl sonra ABD'nin desteği olmadan kendi kendini koruyabilecek duruma gelebilir.

Avrupa, bu 10 yıl içinde muhtemel bir Rus saldırısına maruz kalmamak için ABD ile masaya oturup tavizler vererek ABD'den 10 yıllık savunma garantisi almak zorunda.

Bu, Trump gibi her şeye tüccar gibi bakan birinin tarzına da uygun bir strateji olur.


Nihai olarak belirtmek gerekir ki, 20'nci yüzyılda temelleri atılmış dünya düzeni ve ittifak sistemleri, geldiğimiz noktada tümden çökmüş durumda.

Bundan sonra oluşacak düzenin siluetini dahi şu an göremiyoruz.

Bu noktaya gelinmesinde hem ABD'nin hem de Avrupa'nın büyük hataları var.

Ancak önümüzdeki yılların kaos ve kriz yılları olacağını öngörmek için kâhin olmaya gerek yok.

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir. 

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU