Dünyada ve Türkiye’de pandeminin seyrinin düşmediği bilakis istatistiki veriler ışığında arttığına dair datalar ortada iken, Türkiye’de eğitim kurumları bilindiği üzere 6 Eylül itibariyle açıldı. Eğitim kurumlarının açılmasıyla birlikte başta veliler olmak üzere, eğitimciler ve öğrencilerde, birçok belirsizliklerin ve endişelerin sürdüğü de bilinen bir gerçekliktir.
Bu gerçeklik doğrultusunda, eğitim kurumlarının sürekli kapandığı bir yaklaşım ne kadar eksikliklerle malul ise de sağlık güvenliğinin az olduğu veya endişelerinin giderilmediği bir ortamda öğrenme süreçlerinin nasıl gerçekleştirileceği de bir muamma. Bu gerçeklik ve muammalar ışığında, yeni eğitim öğretim sezonuna dair bir muhasebe ve bir gelecek projeksiyonu çizmek için bu alanda yetkin akademisyenlerin görüşlerine başvurmak istedik. Pandemi sürecinde nasıl bir eğitim gerçekleştirildi ve yeni dönemde eğitim nasıl şekillenmeli sorunsalı üzerinden eğitimin teorik ve kuramsal bileşeni olan akademyanın perspektifine başvurmak bir kaçınılmaz olacaktır.
fazla oku
Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)
Akademisyenlere hem 1,5 yıllık hibrit eğitim modeliyle uygulanan eğitim politika ve hizmetlerinin pozitif ve negatif boyutlarını hem de gelecek için nasıl bir eğitim modelini öngördüklerini, atılması gereken adımların neler olduğunu uzman isimlerle ortaya koymak yeni başlayan eğitim sezonu için önemli olacağını düşünmekteyiz. Bu düşünceleri derleyip toplamak için, Kırşehir Ahi Evren Üniversitesi’nden Eğitim Fakültesi Dekanı olan Prof. Dr. Refik BALAY, Mardin Artuklu Üniversitesi Eğitim Bilimleri Bölümü’nden Öğretim Üyesi Doç. Dr. Faysal ÖZDAŞ, İstanbul Medeniyet Üniversitesi’nden Prof. Dr. Mahmut Hakkı AKIN ve Mardin Artuklu Üniversitesi’nden Doç. Dr. Mehmet Ali AKIN’ın akademik birikim ve perspektiflerine başvurduk.
PANDEMİ SONRASI EĞİTİMİN TELEFİSİ İÇİN POLİTİKA BELİRLENMELİ VE SEFERBERLİK İLAN EDİLMELİ
Refik Hocam, öncelikle eğitim öğretimin kesintiye uğraması ya da uygulanan hibrit eğitim modeliyle oluşan öğrenme kayıplarına ve bu kaybın giderilmesine yönelik atılacak adımlara dair görüşlerinizi öğrenmek istiyoruz?
Eğitimin yaygın tanımlarından birine göre eğitim; çocuğun doğuştan getirdiği yeteneklerini beceri ve yeterliklere dönüştürme sürecidir. Çocuk, uygun öğrenme süreçlerinden geçerek bir yandan bireysel potansiyelini geliştirirken aynı zamanda toplumsal üretim ve kalkınmaya da katkı vermiş olur. Ancak çocuğun bu çok yönlü gelişimi için uygun öğrenme süreçlerinden geçmesi gerekir.
Tüm dünyayı etkisi altına alan pandemi süreci çocukların eğitimdeki bu çok yönlü öğrenme ihtiyaçlarına büyük bir darbe indirdi. Eğitimde evvelden beri devam eden fırsat eşitsizliği veya dengesizliği pandeminin yol açtığı kısıtlamalar ile birlikte katlanarak devam etti. Ülkemizde eğitim şartları geçmişten bu yana genellikle varlıklı ailelerin lehine yoksul ailelerin aleyhine, şehirli nüfusun lehine kırsal nüfusun aleyhine, hatta batı illerinin lehine doğu illerinin aleyhine bir gelişim çizgisi izlemiştir. Son yıllarda eğitimde gerçekleştirilen alt yapı çalışmaları, doğudan batıya kadar çok sayıda yeni okul ve derslik inşasıyla eğitime erişebilirlik noktasında dezavantajlı kesimlere bir ölçüde rahatlama ve önemli imkânlar sağlamış olsa da eğitimdeki yapısal sorunlar ve eğitimde kalite noktasında arzu ettiğimiz noktaya gelmemizde yeterli olmamıştır.
Okul içi öğrenme süreçlerine, öğretmenin öğrenmedeki rehberlik ve yol göstericiliği ile sınıf içi öğrenme etkinlik ve pratiklerine ihtiyaç duyan ve ancak bu imkânlar sunulduğunda öğrenebilen çok geniş bir öğrenci kitlesi yukarıda bahsedilen ve geçmişten gelen olumsuzlukların yanısıra, pandeminin yol açtığı kapanma durumuyla karşı karşıya kalmış, eğitimde telafisi zor öğrenme, bilgi ve beceri boşluklarıyla karşı karşıya kalmıştır. Daha varlıklı olan, internet ve bilgisayar imkanları daha iyi olan ailelerin çocukları görece bu süreci daha az sancılı şekilde atlatmaya çalışsa da pandeminin yol açtığı motivasyon düşmesi, çocukların okullarından sınıf ortamlarından, öğretmen ve arkadaşlarından uzak kalmaları tüm öğrencileri ve onların eğitimlerini olumsuz etkiledi.
İster tam olarak yüz yüze eğitime geçilmiş olsun, isterse hibrit eğitim modelinde eğitim vermeye çalışılsın, iki yıla yaklaşan eğitim boşluklarının bir çırpıda giderilmesi mümkün değildir. Telafisi kolay olmasa da bu süreçte oluşan öğrenme açıklarıyla baş etmede şüphesiz devletin, Milli Eğitim Bakanlığının, okul yönetimlerinin, öğretmenlerin, ailelerin ve öğrencilerin işbirliği ve önemli gayreti gerekmektedir.
Devlet, eğitimin tüm kademelerinde meydana gelen öğrenme açıklığını gidermek için tüm kurumlar ve kişiler nezdinde öncelikle pandemi sonrası eğitimin telafisi için politika belirlemeli seferberlik ilan etmelidir. Milli Eğitim Bakanlığı bu telafi sürecinin yükümlülüklerini doğrudan üzerine almalı, bu süreci koordine etmelidir. Okul yönetimleri ve öğretmenler ailelerle yakın temas kurarak çocukların okul telafi programlarına katılmaları ve bundan azami derecede istifade etmeleri sağlanmalıdır. Öğretmenlerin bu yöndeki gayreti, özverili çabası, ailelerin motivasyonu ve çocukların istekliliği bütünleştirilebilirse olumlu gelişmeler olacağını beklemek mümkündür.
Diğer yandan pandeminin yol açtığı öğrenme açıklarını gidermek veya en aza indirmek için her sınıf seviyesinde öğretmenler bir önceki yılın/dönemin/ayın/dersin öğrenmelerini yenisiyle bütünleşik biçimde vermelidir. Tüm konular için olmasa da bazı önemli konular için “önceyi öğret sonra yeniye geç” öğrenme biçimi çocukların hem öğrenmedeki hazır bulunuşluk seviyesini artıracak, aynı zamanda geçmişten gelen öğrenme açıklarının giderilmesinde bir ölçüde faydalı olacaktır.
PANDEMİ ATLATILSA BİLE, TELAFİ SADECE ÖĞRETİM ODAKLI DEĞERLENDİRİLMEMELİ
Mahmut Hocam, siz aynı soru için neler söylemek istersiniz acaba?
Pandemi dönemi, online ya da hibrit eğitim modellerinin yüz yüze etkileşime sadece yardımcı olabileceğini daha da net göstermiştir. Mesele sadece öğretim odaklı bir aktarımın ötesindedir. Öğretimle ilgili eksiklik, telafilerle ve bazı programlarla giderilebilir. Ancak bu dönemin ürettiği kayıpları müfredat sınırlarının ötesinde düşünmek gerekir. Akranlar, mekân, öğretmenler gibi pek çok sosyalleşme unsuru da dikkate alınmak durumundadır. Evde sınırlandırılmış online bir öğretim süreci pek çok bileşene sahip olmadan devam etmektedir. Sanal sınıf ortamlarında her ders aynı şekilde işlenme ve verimli olma imkânlarına sahip değildir. Bütün öğrenciler sorunsuz bir şekilde sanal eğitim imkânlarından faydalandığı farz edilse bile bu durum göz ardı edilemez. Yine ilkokul, ortaokul, lise ya da üniversite eğitiminin her birinin kendine göre özel yönleri bulunmaktadır. Bu nedenle pandemi, bütünüyle atlatılsa bile bu olağanüstü dönemin telafisi sadece öğretim odaklı değerlendirilmemelidir.
TÜRKİYE, OECD ÜLKELERİ İÇİNDE OKULLARI EN FAZLA KAPATAN ÜLKE OLDU
Faysal Hocam, öğrenme kayıpları ve bunun giderilmesine dönük soruya ilişkin sizin değinileriniz nelerdir?
Milli Eğitim Bakanlığı, öğretmenler ve okul müdürlerinin, eğitimin kesintiye uğradığı salgın sürecinde en iyisini yapmak için çalıştıklarını söyleyebilirim. Ancak okulların çok uzun süre kapalı olması bu çabanın karşılığının alındığı anlamına gelmez. Örneğin Türkiye, OECD ülkeleri içerinde en fazla okullarını kapatan ülkeler arasında yer aldı. Bu durum elbette öğrenme kayıplarını beraberinde getirecektir. Salgından önceki yıllarda bile özellikle dezavantajlı bölgelerde eğitim gören çocuklarımızın öğrenme kaybı yaşadıklarını biliyoruz. Okulların kapalı olması ile bu süreçte okuldaki planlı ve düzenli eğitim ve öğretim imkânlarından yoksun kalan öğrenciler bilişsel, duyuşsal ve psikomotor hedeflerden uzak kaldılar. Uzaktan eğitim sürecinde özellikle duyuşsal ve psikomotor hedeflerin ihmal edildiğini (kesinlikle bunun isteyerek yapıldığını düşünmüyorum, belki şartlar bizi bu noktaya getirmiştir) düşünüyorum. Öğrenme kayıplarını telafi etmek için hâlâ fırsatımızın olduğunu düşünüyorum. 6 Eylül’de okulları açıyoruz. İnşallah okullarımızı açık tutacak iradeyi hep birlikte gösteririz. İlk etapta kapsamlı bir ölçme ve değerlendirme yaparak, öğrenme kayıplarını tespit etmek lazım. İkinci aşamada çocuklarımızın ihtiyacı olan eğitimleri sunmak lazım. Bunu yaparken toplu eğitimden kaçınmak gerekir. Çünkü çocuklarda eğitim kaybı bireyseldir. Bu süreçte eğitimi bireyselleştirebilirsek önemli kazanımlar elde edeceğimizi düşünüyorum. Tabi burada okulların imkânları, öğretmenlerimizin motivasyonları, eğitime bakışları önemli bir etkendir.
PANDEMİ SÜRECİNDE, EĞİTİMİN DUYUŞSAL VE PSİKO-MOTOR BOYUTU İHMAL EDİLDİ
Mehmet Ali Hocam, sizin benzer soruya ilişkin pencerenizden nasıl bir tablo var acaba?
Pandemi sürecinde oluşan öğrenme kayıplarının büyük olduğunu düşünüyorum. Eğitim bir canın bir cana dokunmasıyla gerçekleşen bir süreçtir. Pandemide online yaptığımız derslerde göz göze gelemedik ve can cana dokunamadık. Mış gibi dersler yaptığımızı düşünüyorum. Uzaktan eğitimde öğrencileri motive edebilmek için genelde bilişsel boyuta ağırlık verildi. Aynı sosyal ortam paylaşılamadığı için işin duyuşsal ve psiko-motor boyutu ihmal edildi. Bekli bu uzaktan eğitimin doğal bir özelliği idi, ancak bunun öğrencileri derse konsantre etmede yetersiz kaldığını, derse katılımda eksik kaldığını ve derse devam konusunda öğrencileri sürüklemediğini ve de öğrenme kazanımlarının minimum düzeyde gerçekleştiği bir durumla sonuçlandığını da unutmamak gerekir.
EĞİTİMİN YÜZYÜZE VEYA UZAKTAN OLMASINA, OKUL YÖNETİMLERİ KARAR VERMELİ
İkinci sorumuz ise okulların açılıp açılmamasıyla ilgili olup, her dört değerli hocalarıma şöyle sormak isterim. Pandeminin etkisinin hala sürdüğü, Türkiye’de vaka ve ölüm sayılarının arttığına dair istatistiki veriler ortada iken sizce eğitim kurumları tam açılmalı mı yoksa hibrit model mi uygulanmalı?
Prof. Dr. Refik BALAY: İstatistiki veriler Pandemide vaka ve ölüm oranlarında riskli bir aşamada olduğumuzu göstermektedir. Durum böyle olsa da geçen yıldan farklı bir durum söz konusudur. Geçen yıl okulları kapattığımızda aşı mevcut değildi. Aşının hem üretimi hem de tedariki noktasında bir belirsizlik ve öngörülemezlik söz konusu idi. Oysa bugün itibariyle aşı yurt genelinde kolayca tedarik edilebilmektedir. Devletimiz aşı temini konusunda üzerine düşeni fazlasıyla yerine getirmekte, sağlık Bakanlığı tüm nüfusun aşılı olması yönünde başarılı bir alt yapı, performans ve gayret ortaya koymuş durumdadır. Geçen yılki gerçeklik “aşı yoktur” gerçekliği idi. Okullar bu yüzden kapalı tutuldu. Bu yıl ki gerçeklik; “aşı vardır” gerçekliğidir. Bugün itibariyle herkes aşıya ulaşabilmektedir, herkes aşısını olsun ve okullar bir daha kapanmasın. Okulları kapatarak değil, aşı olmayı çoğaltarak olabildiğince yüz yüze eğitim verilmeye çalışılmalıdır. Özellikle uygulamalı dersler mutlaka okul, sınıf ve labaratuvar ortamında işlenmelidir. Eğitimin ne kadarının yüz yüze, ne kadarının uzaktan olacağına yetkili ve sorumlu okul yönetimleri karar vermelidir. Okulların kendilerine özgü alt yapı imkânları ve şartlarına bakılarak ve okul yönetimleri bu konuda yetkili kılınarak bu süreç hibrit şekilde yürütülmeli, ancak yüz yüze eğitimin daha ağırlıklı olması yönünde tüm şartlar zorlanmalıdır, tüm imkânlar seferber edilmelidir.
HİBRİT EĞİTİM YA DA OKULLARIN KAPATILMASININ SOSYAL VE PSİKOLOJİK MALİYETLERİ SÖZKONUSUDUR
Prof. Dr. Mahmut Hakkı AKIN: Hibrit modeli ya da bütünüyle okulların kapatılarak devam edilmesinin başka sosyal ve psikolojik maliyetleri de bulunmaktadır. Sadece Türkiye’de değil, dünyanın pek çok yerinde aşılama dolayısıyla tam açılma süreci başlatılmış durumdadır. Burada aşılama dolayısıyla hastalığa yakalanma istatistiklerinin daha çok dikkate alındığını söylemek mümkün. Bu konuda politika uygulayıcıların adım atması anlaşılabilir bir durumdur. Çocukluk ve gençlik yıllarındaki insanların ev ortamında çok uzun süreler sanal yollarla öğretim almaları ve normal sosyalleşmeden uzak kalmaları da önemli sorunlardır. Bu nedenle okulların açılması ya da açılmaması durumunun her ikisinin de potansiyel riskler taşıdığı nettir. Büyük ihtimalle bu sürecin aşılanma sayısını arttırması da beklenmektedir. Ancak hastalıkla ilgili olağanüstü bir yayılma olması durumunda yeniden hibrit modele dönülebilir. Büyük ihtimalle Üniversitelerin, Millî Eğitim okullarına göre üç hafta kadar geç açılmasında da bir izleme yapılacaktır. Aşılanma ile hasta olma ve can kaybı arasındaki ilişkideki veriler mevcut haliyle doğruysa eğitim kurumlarının açılması bu aşamada denenebilir. Çünkü böyle bir olağanüstü dönemden olağan döneme geçişte bazı adımların atılması kaçınılmazdır. Hibrit modele geçiş imkânı da bir seçenek olarak durmaktadır.
ÖĞRETMENİN OLMADIĞI BİR ÖĞRENME ORTAMININ, SAĞLIKLI OLMADIĞI GÖRÜLDÜ
Doç. Dr. Faysal ÖZDAŞ: Uzaktan eğitimi de, Hibrit modeli de denedik, buna yönelik tecrübelerimiz de oldu. Ancak öğretmenin olmadığı bir öğrenme ortamında sağlıklı bir öğrenmenin olamayacağını düşünüyorum. Zaten son iki yıldır öğretmenlik mesleğinin ne kadar kıymetli ve gerekli olduğu anlaşılmış oldu. Fırınlar, marketler açıksa okullar da açık olmalıdır. Okul bu kadar önemli. Kanaatimce okullar kapanmamak üzere açılmalıdır. Zaten son iki yılda çocuklarımızda ciddi öğrenme kayıpları oluştu. Sosyal, sportif ve kültürel olarak çocuklar gerilediler. Aileler eğitim konusunda yetersiz kaldı, çocukları yönlendiremediler. Tabi ki insanların sağlığını da düşünmeliyiz. Ancak buna yönelik tedbirler alarak okulların açık kalmasını sağlamalıyız.
OKULLAR HİÇBİR SURETTE KAPATILMAMALI
Doç. Dr. Mehmet Ali AKIN: Bence pandeminin etkisinin sürmesi uygulanan aşılarla yakından ilişkilidir. Aşıların varyantları arttırdığını ve salgının devamını sağladığını düşünüyorum. Toplumun %70’inin aşılanmasının salgını bitireceği bilim kurulu üyelerince ifade ediliyordu. Ancak aşılamada bu oranlar yakalandığı halde vaka ve ölüm sayıları katlanarak devam etti. Bu konuda toplumun manipüle edildiğini düşünüyorum. Hele çocuk ve gençlerde Covid etkisinin çok hafif seyretmesine ve hatta ölüm riskinin 5-15 yaş aralığındaki bireylerde yüzbinde bir olmasına rağmen, okulların kapanması veya hibrit eğitime geçilmesi yanlış bir uygulama olur. Onun için okullar hiçbir surette kapatılmamalı ve yüz yüze eğitime kesintisiz devam edilmelidir.
GÜÇLÜ BİR ŞAHSİYET; BİLİŞSEL, DUYUŞSAL VE DAVRANIŞSAL YÖNDEN EŞ DEĞER DÜZEYDE GELİŞTİRİLMELİ
Son sorumuz ise eğitimin sürdürülebilirliği veya geleceği üzerine. Eğitim öğretimi sürdürülebilir bir şekilde kılmak ya da öğrencilerin bilişsel, duyuşsal ve davranışsal boyutlarını güçlendirmek için pratikte ne tür politikalar veya adımlar atılması gerektiğini, her dört akademisyen hocamıza sormak isterim?
Prof. Dr. Refik BALAY: Eğitimde amaç çocukların bilişsel, duyuşsal ve davranışsal gelişimlerini geliştirmektir. İyi ve kaliteli bir eğitim için çocuğun bu çok yönlü gelişiminin mutlaka güvence altına alınması gerekir. Diğer yandan bu üç alan aynı zamanda birbiriyle ilişkili ve bütünleşik yapıdadır. Birini dahi ihmal etmek, sağlam bir kişilik oluşturma yönünde gelecekte çok büyük sorunlar ve yaşam tecrübesinde kırılmalar meydana getirebilir. Bu yüzden çocukların bilişsel (zihinsel) gelişimi, onların duyuşsal (tutum ve inanç) yeterlikleri ile birlikte davranışsal (psikomotor) beceri yeterlikleriyle hemhal olmalıdır.
Çocukların yukarıda geçen çok yönlü gelişimi için olabildiğince okul, sınıf ve labaratuvar ortamlarında bulunmaları sağlanmalı, öğrenme etkinliklerine öğretmen ve öğrenci arkadaşları ile birlikte iştirak etmeli, olabildiğinde daha çok sayıda duyu organı ile öğrenme sürecini tecrübe etmeye çalışmalıdır. Teknolojinin eğitimde bir amaç değil araç olduğu gerçeğinden hareketle öğrencinin teknolojiye olan bağı ve iltisakı en aza indirilmeli, boş zamanlar başta olmak üzere diğer öğrenme zamanlarının çoğunda kütüphane ortamlarında kitap okumaları yaparak, doğrudan öğrencinin tecrübe edeceği ve doyum sağlayıcı etkinlikler gerçekleştirerek, mümkünse doğa içinde faaliyetlerde bulunarak, spor, müzik, resim vb. sanat alanlarda güç ve enerji toplamasını sağlayarak geçirilmeye çalışılmalıdır.
Unutulmamalıdır ki güçlü bir şahsiyet için çocukların bilişsel, duyuşsal ve davranışsal yönden eş değer düzeyde gelişim göstermeleri gerekir. Çocukların çok yönlü gelişimi için çok faaliyet ve etkinliklerle buluşturulması gerekir.
PANDEMİ SÜRECİNİN SAĞLIKLI YÖNETİLMESİ, SADECE YÖNETİCİLERLE İLGİLİ DEĞİL
Prof. Dr. Mahmut Hakkı AKIN: Online öğretimin en büyük zararlarından biri mekânsal ve yüz yüze etkileşim olmadığı için sürdürülebilirliğinin zorluğu olmuştur. Çünkü bilişsel, duyuşsal ve davranışsal boyutların daha da gelişmesi için aile içi etkileşimin sınırlarının dışına açılma önemli bir tecrübedir. Elbette eğitim ve öğretim işi sadece öğrencilerle ilgili değildir. Bu konuda toplu bir motivasyonun sağlanabilmesi için okul idarecilerinin, öğretmenlerin ve ailelerin de kendi paylarına düşen şeyler vardır. Özellikle pandemi sürecinin sağlıklı yönetilmesi, sadece yöneticilerle ilgili değildir. Aşırı tutum ve davranışlar, dezenformasyon odaklı yorumlar sürecin yönetilmesini zorlaştırmaktadır. Böyle bir hastalığın olmadığı, her şeyin üretildiği, aşılarda çip olduğu gibi gündelik hayatı yaşayan insanlar tarafından doğrulanması mümkün olmayan ifadelere ihtiyatla yaklaşılması gerekmektedir. Olağanüstü bir dönemde olunduğunun ve bu şartlarda eğitim ve öğretim yapıldığının farkında bir teyakkuz hali gerekmektedir. İleriye dönük halen belirsizliklerin olduğu bir dönemde öncelikle yapılması gereken bu gibi gözüküyor.
EN ÖNEMLİ HUSUS, ÇOCUKLARIMIZA MODEL OLMAKTIR
Doç. Dr. Faysal ÖZDAŞ: Bu üç kavram (bilişsel, duyuşsal ve davranışsal) birlikte ele alınırsa ve eğitim öğretim sürecinde birlikte kazandırılırsa, çocuklarımızı bir bütün olarak geliştirmeyi başarabiliriz. Birçok yöntemle bunları kazandırmak mümkündür. Belki önemli olanı çocuklarımıza model olmaktır. Bu süreçte aile sosyal çevre, okul ve özellikle öğretmen çok önemlidir. Özellikle duyuşsal özellikler konusunda birlikte hareket edilmelidir. Medyaya da çok önemli görevler düşmektedir. Değerlerimizi öne çıkaracak daha fazla yayınlara ihtiyacımız vardır. Ancak sorunun yapısal bir tarafının da olduğunu düşünüyorum. Bunun için belki köklü bir değişime ihtiyaç olacaktır. Sadece salgın sürecinde değil çok uzun zamandır üzülerek ifade edeyim duyuşsal ve davranışsal hedefler eğitim sistemimizde ihmal edilmektedir. Salgın sürecinde bu ihmal biraz daha artmış oldu. Çünkü uzaktan eğitim sürecinde bunları kazandırmak çok zor olmaktadır. Bu üç kavramdan en çok bilişsel boyutu ön plana çıkardık. Çünkü sınavlarda çoktan seçmeli sorular sorarak öğrencilerimizi kategorize ediyoruz. Duyuşsal özellikleri ölçmek ve değerlendirmek zor olduğu için sınavlarda sormakta zorlanıyoruz, dolayısıyla çok fazla üzerinde durmayarak ihmal ediyoruz. Belki yarışmacı bir seçme ve yerleştirme modeli yerine eğitimcilerin, sendikaların ilgili diğer paydaşların uzlaşacağı yeni bir model oluşturarak çocuklarımızı sadece ezber bilgiye mahkûm eden bu sistemden kurtarabiliriz.
Doç. Dr. Mehmet Ali AKIN: Öğrencilerin bilişsel, duyuşsal ve psiko-motor boyutlarının işe koyulması ve kazanımların maksimize edilmesi eğitimin yüz yüze yapılmasıyla olanaklıdır. Eğitimin yüz yüze yapılmasının dışındaki alternatiflerle söz konusu bu üç boyutu kazandırmak mümkün görünmemektedir.
© The Independentturkish