Birinci Dünya Savaşı'nın ilk aylarıydı.
Fransa, savaşta cepheye sürmek üzere General Charles Mangin öncülüğünde Afrika'dan yarım milyon asker toplama kampanyası başlattı.
Afrikalı yerel idarecilerin de askere alınacak gençlerin tespitinde görev aldığı kampanya ile Afrikalı gençlerin kanlarını ve canlarını Fransa için feda etmesi bekleniyordu.
Silah altına alınacak kimi Afrikalı gençler ya kendilerini sakatladı ya da çareyi kaçmakta buldu.
Bugünkü Mali, Burkina Faso ve Benin'de halk bu girişime karşı ayaklandı.
Bireysel ve toplu direnişi kırmak için Fransa bu defa, Afrika'yı temsilen Fransa parlamentosuna giren ilk siyahi milletvekili olan Blaise Diagne'yi sahaya sürdü.
Bu politikalar neticesinde toplanan ve kendilerine "cebri gönüllüler" (volontaires forcés) adı verilen yaklaşık 500 bin Afrikalı, Çanakkale Cephesi de dahil olmak üzere Fransa saflarında savaşa katıldı.
Şartları farklı olmakla birlikte benzer bir olgu özellikle son 30 yıldır futbol sektöründe gerçekleşiyor.
Afrikalılar sömürgeciliğin henüz başı sayılacak yıllarda askere alınmamak için direniyordu.
Azgelişmişlik ve yoksulluğun önemli ölçüde "varsayılan ayar" haline geldiği Afrika ülkelerinin bugünkü zeki ve yetenekli çocukları ise Avrupa'da futbolcu olmak, mümkünse şöhrete ulaşmak için "gönüllü" oluyor.
Bu durumun "yeni sömürgeciliğin" bir tezahürü olarak değerlendirilmesi arazideki gerçekliği değiştirmiyor: Afrikalı göçmen ailelerin çocukları ve Afrika'dan yeni gelen, getirilen genç yetenekler, özellikle Batı Avrupa ülkelerinin önemi gittikçe artan futbolcu kaynağı olmaya devam ediyor.
Nitekim 2020 yılı verilerine göre Fransa birinci liginde 125, İngiltere Premier liginde ise 47 Afrikalı futbolcu top koşturuyor.
Ünleri sadece Avrupa'yı değil dünyayı sarmış, ülkemizdeki futbolseverlerce de yakından tanınan Afrikalı futbolcular arasında Kamerunlu Samuel Eto'o, Fildişi Sahili'nden Didier Drogba, Mısırlı Muhammed Salah ve Ganalı Gerald Asamoah'ı sayabiliriz.
Bunlara ilaveten Raheem Sterling, Kylian Mbappé ve Romelu Lukaku gibi Afrika asıllı ailelerin Avrupa'da dünyaya gelen çocukları, katıldıkları Avrupa ülkesi milli takımlarının başarısında büyük pay sahibi.
Samford Üniversitesi profesörlerinden Darin White'nin yaptığı bir araştırmaya göre dünya genelinde en yüksek ücretlerle transfer olan 250 futbolcunun yüzde 54'ü Batı Avrupa ülkeleri doğumlu.
Ancak biraz daha detaya inildiğinde sözkonusu rakamın yüzde 29'unun, yani 40'ının Afrika veya Karayip ülkelerinden birinin vatandaşlığına da sahip olduğu görülüyor.
Afrikalı futbolcuların Avrupa ülkeleri ve liglerine rağbet etmelerinin en temel nedenlerinden bir tanesi Avrupa ile Afrika arasındaki asimetrik ilişkiler.
Tabiri diğerle eşitler arasında olmayan bir bağımlılık durumu.
Taraflar arasındaki ekonomik gelişmişlik farkını da açıklamak için kullanılan ve özetle azgelişmiş ülkelerin (çevre) kaynaklarının piyasaya hakim olan gelişmiş (merkez) ülkelere hakkaniyetsiz bir şekilde aktarılması ve bu nedenle çevre ülkelerin azgelişmişlik kısırdöngüsünden çıkamaması şeklinde özetleyebileceğimiz bağımlılık teorisinin futbola da uygulanması pekala mümkün.
Bu minvalde öncelikle uluslararası futbol federasyonu FIFA'nın, 1904 yılında dönemin yedi sömürgeci devleti ve "sömürgesi olmayan sömürgeci güç" olarak nitelendirilen İsviçre tarafından kurulduğunu zikretmek gerekiyor.
Sömürgecilik 1960'lı yıllarda büyük oranda son bulmuş olsa da Avrupalı güçlerin üstünlük ve tahakkümüne dayalı sistem futbolda da mümkün olduğunca korunmaya çalışıldı.
Yeni bağımsız olan ve FIFA'ya üye olan Afrika ülkelerinin dünya kupasına sayılarıyla orantılı bir şekilde temsil edilmesi engellendi.
FIFA'nın 1964 yılında Afrikalı finalistlerin şampiyonaya katılabilmeleri için Asya/Okyanusya grubu finalistleriyle eleme oynaması yönünde aldığı karar kıta ülkelerinin tepkisini çekmişti.
Afrika ülkelerinin bu kararı protesto ederek 1966 yılı Dünya Kupasına katılmayacaklarını duyurması sonuç getirmiş ve finaller öncesinde FIFA geri adım atarak Afrika finalistlerinin şampiyonaya doğrudan katılmasının önünü açmıştı.
Ancak aradan yaklaşık yarım asır geçmiş olmasına rağmen Afrika ülkeleri dünya kupasında adil olmayan bir oranla temsil ediliyor.
Halihazırda Avrupa grubundaki 55 ülkeden 13'ü kupa finallerine katılabilirken Afrika'nın 55 ülkesinden sadece 5'i katılabiliyor.
Bağımlılığın ikinci ayağını ekonomik güç oluşturuyor.
Kapitalizmin genel doğasına uygun olarak gelişmiş batılı ülkelerin futbol sektörleri ile azgelişmiş ülkelerdeki muadilleri arasındaki uçurum gittikçe açılıyor.
Avrupa ulusal ligleri ve UEFA şampiyonalarının yayın haklarından elde edilen gelirler Avrupa futbolu ve Avrupa'da top koşturan futbolcuların kazançlarını katlarken, bu gelirler kulüplerin daha fazla yatırım yapabilmesine ve profesyonelleşmeye kapı aralıyor.
Dünyanın diğer bölgeleri gibi Afrika ülkelerindeki amatör ve profesyonel futbolcular, medya kanalıyla pazarlanan bu standartlara ve yüksek ücretlere erişmek için Avrupa'ya transfer olmayı arzuluyor.
Buna mukabil kıtadan yetenekli futbolcuların ayrılması kıta ülkelerinin futbol sektörlerinin gelişip palazlanmasını engelliyor, yatırım imkanları kısıtlı kalıyor.
Dolayısıyla yerel ve uluslararası toplumun Afrika ülkelerindeki futbol liglerine ve kıta çapındaki turnuvalara olan ilgisi azalıyor.
Üçüncüsü ise kurumsal düzeyde.
Afrika Futbol Konfederasyonu (CAF) ekonomik ve politik nedenlerle bağımsız bir kıtasal düzenleyici kuruluş gibi tutum sergileyemiyor.
CAF FIFA'nın Afrika'dan sorumlu daire başkanlığı gibi hareket ederken Avrupalı muadili UEFA, FIFA'nın bütçesinin yüzde 80'ini karşıladığı için kararlara önemli oranda etki edebiliyor.
Öte yandan FIFA başkanları CAF başkanlığına kimin geleceğini belirleyebiliyor.
Nitekim FIFA Başkanı Gianni Infantino mevcut CAF başkanı Patrice Motsepe'nin seçilmesi için geçtiğimiz şubat ayında pandemi koşullarına rağmen 11 Afrika ülkesini turladı.
İnfantino'nun "girişimleri" neticesinde diğer tüm adaylar Motsepe lehine yarıştan çekildiler.
Karşılığında ise her bir aday, CAF Başkan Yardımcılıkları gibi federasyon içerisindeki üst düzey görevlere getirildiler.
Bu şartlar altında CAF'ın FIFA veya UEFA rağmına karar alabilmesi pek mümkün olmuyor.
1957 yılından bu yana Ocak-Şubat aylarında düzenlenen Afrika kupasının, 2019 yılında CAF tarafından alınan bir kararla Haziran-Temmuz'a kaydırılması bunun bariz bir örneği.
Bu sayede Afrika kupasının, Avrupa liglerinin en yoğun olduğu kış dönemiyle çakışması engellenmiş oluyor.
Öte yandan kıta ülkelerinde kavurucu sıcaklıkların veya şiddetli yağmurların hüküm sürdüğü yaz aylarında maçların nasıl oynanacağı ve bu kararın ne ölçüde sürdürülebilir olduğu henüz netleşmiş değil.
CAF başkanlığı seçimleri örneğinde de görüleceği üzere, Afrika futbolunda yaygın usulsüzlük ve yolsuzluklar hüküm sürüyor.
Benzer sorunların Avrupa da dahil dünyanın diğer bölgelerinde var olduğu izahtan vareste.
Ancak, kıtada futbola ayrılabilen kıt kaynakların ve elde edilen kısıtlı gelirlerin birilerinin cebine akmasının Afrika futboluna verdiği zarar da büyük oluyor.
Gana Futbol Federasyonu Başkanı ve CAF başkan yardımcısı olan Kewsi Nyantakyi, 2018 yılında araştırmacı bir gazeteci tarafından 65 bin dolar rüşvet alırken kaydedilmişti.
Nyantakyi sonra istifa etti, yaşam boyu futboldan men edildi ve yaklaşık 500 milyon dolar cezaya çarptırıldı.
Benzer şekilde Rusya'da düzenlenen 2018 dünya kupası maçlarında düdük çalması beklenen Kenyalı hakemin de rüşvet aldığının ortaya çıkması üzerine turnuvadan menedilmişti.
BBC tarafından "Betraying the Game" adıyla 2019 yılında yayınlanan bir belgeselde Batı Afrika ülkeleri ve Kenya'da yaklaşık 100 futbol sorumlusunun rüşvet aldığı ortaya konulmuştu.
Bir asır öncesinde dedelerinin "cebri gönüllü" olarak sömürgeci gücün saflarında kıta dışında savaşa katılmasına benzer şekilde bugünkü Afrikalı gençler, aynı eski sömürgeci güçler ve yerel idarecilerin oluşturduğu şartların zorlamasıyla bu defa "gönüllü" olarak Avrupa'nın yolunu tutuyor.
Avrupa ülkeleri kulüplerinde ve milli takımlarında top koşturmak için sınırları ve engelleri aşmaya çalışıyor.
Bunu yaparken kıtada 1990'lı yıllarla mantar gibi çoğalan kimi futbol akademilerinin ve yetenek avcılarının istismarına maruz kalıyorlar.
"Culture Foot Solidaire" adlı sivil toplum kuruluşu verilerine göre Avrupa'ya her yıl 15 bin civarı futbolcu veya futbolcu namzedi kaçak yollardan getiriliyor ve bunların sadece yüzde 1'i futbol kariyerine devam edebiliyor.
Geri kalanların büyük çoğunluğu kaçak göçmen olarak hayatını idame ettirmeye çalışıyor.
Aralarında Barselona ve Chelsea'nin de bulunduğu Avrupa'nın büyük kulüplerinin sözkonusu suiistimallere çanak tuttuğu iddia ediliyor.
Afrika'nın doğal kaynaklarına benzer şekilde yetenekli futbolcularının da yağmalanmasının azaltılabilmesi ve durdurulabilmesi için öncelikle Avrupa ülkelerinin "Küresel Güney"i futbol açısından kısırlaştıran zenginliğe dayalı cazibesinin kırılması ve asimetrik bağımlılığın ortadan kaldırılması gerekiyor.
Buna ilaveten Afrika ülkelerinde futbol sektöründeki yolsuzluk ve usulsüzlüklerle etkin mücadele edilmesi, bu sayede oluşturulacak kaynak ve gelirlerin altyapı sorunlarının çözümüne harcanması lazım geliyor.
Her halükarda futboldaki bağımlılığın, ekonomi ve uluslararası siyaset alanlarındaki asimetrik ilişkilere endeksli olduğunu da unutmamak gerekiyor.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish