Kırılan kollar yen içinde kalabiliyor mu?

Ahmet Tarık Çelenk, Independent Türkçe için yazdı

Eski siyasetçi ve akademisyen Hüseyin Çelik Bey ile Osmanlının son dönemine ilişkin bir dizi tematik toplumsal ve siyasal okumalar yapmaya karar vermiştik. Zira Hüseyin Bey gerek aileden aldığı ilim geleneği gerekse de akademik ilgi alanı ve yayınlarıyla bu alan üzerine uzmanlaşmıştı. Ayrıca Hüseyin Bey’in siyasetten gelen akıcı üslup ve hiciv yeteneği de konunun daha anlaşılır kılınmasını sağlıyordu.

Hüseyin Bey ile ilk Medyascope Youtube çekimimiz Abdülhamit dönemi üzerine yapmıştık. Abdülhamit’in vehimlerinin kararları üzerine etkisini, otoriter yönetiminin bürokrasiyi niteliksizleştirmesini somut olaylar üzerinden konuştuk. Bu arada o dönemde yapılan eğitim ve alt yapı yatırımlarını da anmayı ihmal etmedik tabi ki.

İzleyici başta programa fazla ilgi göstermediyse de sonradan bu çekimimiz güncel değimle trend topic oldu. Öyle ki Karar TV dahi aynı konu üzerine Hüseyin Bey ile sonradan bir program yaptı.

Program dizilerime genelde biraz kayıtsız kalan veya toleranslı bakan mahallenin saygı duyduğum büyükleri, bir süre sonra bazı olumsuz tepkileri ve hassasiyetleri seslendirme vesilesiyle beni aradılar. Özet “Beka sorunumuz ve mücadelemizin 5 kıtada sürdüğü böyle bir zamanda eleştirecek veya açıklarını ortaya koyacak bir Abdülhamit’i mi buldunuz?” veya        “ Bizden sonraki kuşaklara anlatacak kahramanlarımız, mitlerimiz veya hikayemiz olmalı bunlarla kafa karıştırıyorsunuz” şeklinde idi.

Cumartesi gününde de Hüseyin Bey ile ilk yaptığımız programın devamı niteliğinde “Osmanlı bürokrasisinde yolsuzluk ve Cumhuriyetimize etkileri” konulu ikinci programın çekimini tamamladık. Çekime giderken Millî görüş geleneğinden gelen maruf ve saygın Trabzonlu kadim bir misafir dostum yanımdaydı. Bana aynı minvalde şive ile” Bırakın Osmanlıyı veya yolsuzluklarıyla bunlarla uğraşmayı” diye içten terennüm ediyordu.

Mahallenin bazı suskun aydınlarının, gençlerinin ve ilgililerinin oluşturduğu “sessiz çoğunluk” un ise bu konuları açmamızın veya kendi söyleyemediklerine tercüman olmamız nedeniyle bizlere şükran hislerini ilettiklerine de şahit olmaktaydım.

Psikologlar hiçbir çocuğun anne ve babasını kötü görmek istemediğini söylüyor. Zira anne ve baba koruyucudur. Çocukların hayatta kalmasını sağlayacaktır. Rivayete göre Yahudi olan Freud çocukken babası Jacop’un fötr şapkasının bir Alman tarafından kasıtlı çamura atılmasını ve babasının hiç tepki veremeden şapkayı giymesini hiç hazmedemez ve utanç duyar. İlginçtir ki çocuklar da anca  ergenlik çağlarına eriştiklerinde açıktan veya gizliden öncelikle anne ve babayı eleştirmeye veya yermeye başlamakta.

Çok küçükken Annem sinemaya veya tiyatro oyununa götürdüğünde Anneme tek ve ilk sorum 10-15 dakika sonra “Anne hangisi iyi adam ve hangisi de kötü adam” diye sormaktı. Annem biraz zorlanır ama yaklaşık bir şey söylerdi. Yaşım itibariyle senaryo bütünlüğünü çözemeyecek ben için bu seyirim kolaylaştıran bir şeydi. Bu durum sinema ve tiyatro seyrederken benim için yaklaşık 12 yaşıma kadar devam etti. 12 Yaşımdan sonra ancak iyi ve kötünün eksen olabileceğini ancak olayların daha çok gri veya renkli zeminlerde cereyan edebileceğini idrak edebilmiştim.

Freud insan gelişiminin ilk üç yılında bilinç dışı süreçlerin sonuçlandığını ifade ediyor. Otoriter gelişim süreçlerinde çocuk bilinç dışında iyi ve kötüyü bir arada tutabilme olgunluğunu gösteremiyor. İyiler hep bana kötüler hep dışarıya diyor bir bakıma.

Otoriter aile yapısının baskın olduğu, sürekli göçen veya taşralılıktan sıyrılamayan toplumlarda iyi ve kötü ayrımı veya hainler ve kahramanlar üzerinden tarihle özdeşim kurulması anlaşılabilir bir şeydir.

İlk okuldayken bize Osmanlı pek iyi anlatılmazdı. Hele Abdülhamit ve Vahdettin asla. Sağcılık dönemlerinde Mithat Paşa hain Cumhuriyetimizin kurucusu ise pek muteber addedilmezdi.

Kemalistler ve İslamcılar için hain ve kahramanlar ters simetrik şekilde hep işlerdi belki bugün de maalesef öyle işlemekte.

Türk sağının nasıl bir taşra sosyolojisine oturduğunu düşünüyorsam Kemalist modernleşmenin pozitif yanları dışında, taşradan tersine devşirme bir kentli karakterini taşıdığını düşünenlerdenim. Katı ulusalcı kesimin Türk sağının bugünküne benzer şekilde durumu mevcuttur.  Bu kesimdeki Jakoben modernleşme çabasının, modernite sorununu anlamış gibi görünüp de anlayamamış, özde de bir ideolojik ergenlik sorunu şeklinde geliştiği izlenimindeyim.

Olgunlaşamamış bir ergenlik ne ile nasıl özdeşim kuracağını tam bilemez. Osmanlıyı, Mithat paşayı, Abdülhamit’i veya Atatürk’ü doğru anlatmak veya özdeşim kurmak bu bakımdan hep sorun teşkil eder.

Osmanlı’nın kötüsü ile farkına varamadan veya görmek istemeyerek görsel özdeşim kurmak Türk Sağının sorunudur. Taşra görgüsünden sıyrılıp ergenliğe ulaşabilmiş bir toplum ancak ortak tarihinde ne ile nasıl özdeşim kurabileceğini ayırt edebilir.

Türk Sağının veya Neo Kemalist ideolojinin tarihi zıt okuması hakikate ilişkin bazı sorunlarının varlığının göstergesidir. Bu ülkenin tartışmasız ortak bir geçmişi vardır.

Aslında Osmanlı’ya ilişkin kuşaklarımıza aktarabilecek kimliğimizin ayrılmaz parçası çok güzel şeyler var. Ne yazık ki bunları Fuat Köprülüler, Mümtaz Turhanlar, Halil İnalcıklar, Şerif Mardinler hep yabancı ciddi akademik kaynaklarda bulabilmişler.  Gerçek, hamasetle değil doğru metodolojiyle yakalanabiliyor.

Kırılan kollar bu kadar sancı ile artık yen içinde tutulamamaktadır.

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU