Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliğinin (BMMYK) 2021 verilerine göre savaş, çatışma ve iklim değişikliği gibi muhtelif nedenlerden dolayı dünyada 82,4 milyon zorla yerinden edilen insan bulunmaktadır.
Dünyanın neresinde olursa olsun, savaş veya çatışmadan en fazla negatif anlamda etkilenenler geleceğin teminatı olan çocuklar oluyor.
Zorla yerinden edilenlerin büyük bir çoğunluğunu da istatiksel olarak çocuklar oluşturuyor. BMMYK verilerine göre zorla yerinden edilenlerin yaklaşık 35 milyonunu, 18 yaş altındaki çocuklar oluşturmaktadır.
Bu bağlamda, sorunun büyüklüğüne işaret etmek için ifade etmek gerekirse, zorla yerinden edilen çocuklar bir ülke oluştursa, 196 ülke arasında dünyanın en kalabalık 40'ıncı ülkesi olurdu.
Türkiye, yaklaşık dört milyon mülteci nüfusuyla dünyadan en fazla mülteci barındıran ülke konumundadır.
Bu nüfusun büyük bir çoğunluğunu (yaklaşık 3,7 milyon) Suriyeli mülteciler oluşturmaktadır.
Göç İdaresi Genel Müdürlüğü verilerine göre, Türkiye'deki Suriyeli mültecilerin 1.2 milyonunu, 5-18 yaş arasında yer alan eğitim çağındaki çocuklar oluşturuyor.
Dünyanın her yerinde, çocukların barışçıl bir ortamda (hoşgörü, özgürlük ve eşit fırsatlara sahip olma ilkeleri çerçevesinde) temel hakları korunarak yaşamasının önemine binaen, çocuklar için özel uluslararası düzenlemeler hazırlanmıştır.
Bu bağlamda Türkiye'nin de taraf olduğu, Birleşmiş Milletler Genel Kurulu tarafından 20 Kasım 1989 tarihinde benimsenen Çocuk Hakları Sözleşmesi, her çocuğun özel güvence ve koruma gereksinimini vurgulaması açısından değerlidir.
BM Çocuk Hakları Sözleşmesinin 28'nci maddesi; "taraf devletler, çocuğun eğitim hakkını kabul ederler ve bu hakkın fırsat eşitliği temeli üzerinde tedricen gerçekleştirilmesi gerektiğini" belirtir.
Bunun yanında Sözleşmenin 28'nci maddesi; "taraf devletlerin, okullarda düzenli biçimde devamın sağlanması ve okulu terk etme oranlarının düşürülmesi için önlem alması gerektiğini" ifade eder.
Sonuç olarak, ideal bir Türkiye toplumunda olması gereken, eğitim çağındaki her çocuğun (mülteci veya değil) eşit fırsatlara sahip olma ilkesi çerçevesinde okul sıralarında olmasıdır.
Oysa Milli Eğitim Bakanı Ziya Selçuk, 13 Haziran 2021 tarihinde, eğitim çağındaki 432 bin 956 Suriyeli çocuğun temel insan hakkının bir parçası olan eğitim hakkından mahrum bir şekilde okul dışında kaldığını belirtmiştir.
İlgili literatürde araştırma yapıldığında, eğitim çağında yer alan çoğu Suriyeli, Afgan ve Iraklı mülteci çocukların eğitim olanaklarından yararlanamayarak erken yaşlarda ailelerine destek olmak için emek piyasasında kötü koşullarda ve düşük ücretlerle kayıt dışı olarak çalışmakta olduğu görülecektir.
Türkiye'de eğitim çağında olan çocukların işgücü piyasasında "çocuk işçi" olarak istihdamda bulunması maalesef sadece mülteci çocuklar özelinde ortaya çıkan yeni bir sorun değildir.
Türkiye İstatistik Kurumunun (TÜİK) 2019 yılındaki Çocuk İşgücü Anketi Sonuçlarına göre,
5-17 yaş aralığındaki 720 bin çocuğun işgücü piyasasında çalışmak zorunda bırakıldığı ifade edilmiştir.
Türkiye Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu'nun (DİSK) 2020 sonunda yayımladığı raporlara göre ise Türkiye'de 2 milyonun üzerinde çocuk işçi bulunuyor.
Türkiye'nin en "güvenilir" kurumlarından birisi olan TÜİK verilerini bile doğru kabul ettiğimizde, Türkiye'de çocuk işçiliği sorunu neredeyse toplumdaki herkesin bildiği ama çoğu kişinin gözünü kapatıp görmezlikten geldiği bir istismar alanıdır.
Çocuk işçiler işgücü içerisinde çoğunlukla tekstil, sanayi, tarım, inşaat işçiliği, çobanlık, garsonluk ve tezgâhtarlık gibi alanlarda kayıt dışı bir şekilde göreceli olarak daha ucuza istihdam edilmektedir.
Son yıllarda Türkiye'de artan mülteci nüfusuyla birlikte çocuk işçi sayısı da artmıştır. Buna bağlı olarak, mülteci çocuk işçiler de iş cinayetlerinde yaşamını yitirmeye başlamıştır.
İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi verilerine göre, sadece 2014 ile 2019 yılları arasında en az 367 çocuk çalışırken yaşamını yitirirken çocuk işçilerin 72'sini mülteci çocuklar oluşturmaktadır.
Nerdeyse yaşadıkları her toplumda yaşamın kıyısında hayata tutunma mücadelesi veren mülteci çocuk işçilerin emek piyasasındaki mağduriyeti devam etmektedir.
Çok uzun bir zaman önce değil, 14 Haziran 2021 tarihinde, Kırklareli'de 8 yaşında kâğıt toplayıcılığı yapan ve Afganistan göçmeni olduğu öğrenilen bir çocuğun, bacağını pres makinesine kaptırdığı bildirilmiştir.
Eğitim sıralarında yer alması gereken sadece 8 yaşındaki bir çocuğun bacağını pres makinesine kaptırması veya onlarca çocuk işçinin kayıt dışı istihdam içerisinde çalışırken hayatını kaybetmesi o toplumdaki yoksulluğun ve ahlaki çöküşün derecesini göstermesi açısından önemlidir.
Çocuk işçiler dünyanın her yerinde ekonominin en güvencesiz emek arzından birini oluşturmaktadır.
Şüphesiz çocukların işgücü içerisinde yer almasının arz ve talep yönlü muhtelif nedenleri vardır; ancak en büyük nedenlerden birisi çocukların, ailelerine maddi destekte bulunma gereksinimidir.
Bu bağlamda çocuk işçiler, toplumdaki derin yoksulluk sorunun bir mağdurudur. Elbette, çocuk işçileri göreceli olarak daha ucuza ve güvencesiz çalıştırma talebi, sorunun bir diğer yönünü oluşturmaktadır.
Altını çizerek ifade etmekte fayda var: çocukların (mülteci veya değil) eğitim sıralarında yer alması gerekirken sanayi sitelerinde istismara uğramasını engelleyecek olan en önemli unsurlardan bir tanesi BM Çocuk Hakları Sözleşmesine taraf olan Türkiye'nin sosyal devlet olma sorumluluğunu yerine getirmesidir.
Derin yoksulluk sorunu çözülemeyecek derecede komplike olan veya çözümü olmayan bir konu değildir.
Bu bağlamda, özellikle çocukların kişisel gelişimi ve eğitim hakkının korunması konusunda çalışma yürüten sivil toplum organizasyonları, ilgili devlet kuruluşlarıyla birlikte hareket ederek, sosyo-ekonomik yoksunluktan dolayı çocuğunu çalıştırmak zorunda bırakan aileleri tespit etmeli ve özellikle derin yoksulluk sınırında olan ailelere gerekli maddi destek sağlamalıdır.
Eğitimde fırsat eşitliğinin sağlanması ve çocukların işgücü içerisinde istismar edilmesinin önlenmesi için yapılması gereken bir diğer önemli husus, ilgili kurum ve kuruluşların bu alanda yapacağı denetimler ve bunun akabinde uygulayacağı yaptırımlarla ilgilidir.
Bu bağlamda, yasada belirtilen çalışma çağının altında çocuk işçi çalıştıran işverenlere uygulanacak denetimler arttırılmalı ve bu konudaki yaptırımların caydırıcı olması elzemdir.
Son olarak, devlet, hiçbir çocuğu ve ailesini derin yoksulluk kriziyle baş başa bırakmamalıdır.
Daha hayatının baharında bile olmayan çocukların işgücü içerisinde hayatını kaybettiği bir toplumda hiç kimse tam anlamıyla insani yaşam hakkına sahip değildir.
Dünyanın her yerinde geleceğin teminatı olan çocuklara daha insani bir hayat ortamı sağla(ya)mayan devlet, ahlaki çöküşün eşiğinde demektir.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish