Albert Memmi'yi anmak

Ahmet Sait Akçay Independent Türkçe için yazdı

Fotoğraf: Wikipedia

Geçtiğimiz yıl kaybettiğimiz Albert Memmi, romanları ve düşünce kitaplarıyla postkolonyal düşüncenin önemli entelektüellerinden biridir.

Albert Memmi, Frantz Fanon, Aime Césaire ve Amilcar Cabral yazdıklarıyla sömürgeci sistemin etkilerini ve şiddetini analiz ederek, sömürgecilik öncesi ve sömürgecilikten çıkış sürecinde ortaya çıkan özgürlük hareketlerinin öncüleri olarak da görülebilir.

Sömürgecilik karşıtı bu entelektüellerin en önemli özelliği, kendi yaşanmışlıkları üzerinden kavramsal ya da teorik bir çerçeve geliştirmeleridir. 

Tunuslu bir Arap Yahudisi olan Albert Memmi edebiyatçı kimliğiyle Kuzey Afrikalı "1952 kuşağı" diye anılan edebiyatçıların arasında anılır.

Kuşağın diğer isimleri ise şunlar: Cezayir'den Mouloud Feraoun, Mouloud Mammeri, Mohamed Dib ve Yacine Kateb; Fas'tan Ahmed Sefrioui ve Driss Chraïbi.

Mağrib edebiyatı olarak anılan kuşağın en önemli özelliği, Fransızca edebiyatta sömürgecilerin dilsel ve kültürel araçlarını kullanarak onları dönüştürmektir.

Fransızların ürettiği klişeler ve ötekileştirmeler yerine kendi deneyimlerini aktarmak söz konusu yazarların amacıydı. 

Kuzey Afrika'da 1930'lardan beri Albert Camus'nun da aralarında bulunduğu güçlü bir Fransız edebiyatı geleneği vardı zaten.

Dolayısıyla bu güçlü gelenek, söz konusu romancıları besleyen bir damar olarak görülebilir.

1952 Kuşağı, sömürgeciliğin baskıladığı toplumun içindeki elit kesime ait olup kendilerini kültürel olarak öteki gören yazarlardan oluşuyordu.
 


Tunuslu bir Arap Yahudisi olan postkolonyal düşünür Albert Memmi'nin 1953 yılında yayımladığı The Pillar of Salt [Tuz Sütunu] romanı başlı başına bir klasik olarak okunmalıdır.

1942-1943 yılları arasında Nazilerin Tunus'u işgali sırasında Nazi kamplarına zorla çalıştırılan Memmi, yaşadıklarını çocukluğundan itibaren otobiyografik romanında anlatır.

Yahudi, fakir ve bir Arap Berberisi olmanın dezavantajlarını yaşayan Memmi'nin bütün kimliklerle yüzleşme ve yaşama zorunluluğu onu yalıtılmış, belki dışlanmış bir hayatın içine sürükler.
 

Albert Memmi.jpg
Albert Memmi​​​​​


"Lisedeyken Yahudi olmanın zorluğunu öğrenmiştim" diyen romanın anlatıcısı Alexandre Mordekhai Benillouche, Nazi kuşatmasını anlatırken şu ifadeleri kullanır:

Bir gün aniden kendimizi trajedinin ortasında bulduk.

 
Fransız askeri olmak için bile Yahudi kimliğini saklaması, ya da Müslüman adı alması gerekir.

Şu satırlar, anlatıcının (dolayısıyla Memmi'nin) dilemmasını sergiler:

Asla Batılı olmayacağım. Batıyı reddettim... Doğuyu reddettim ve Batı tarafından reddedildim.


Ait olduğu toplum tarafından dışlanan Alexandre aynı şekilde Fransızlar tarafından da kabul edilmez. İki toplumda, iki kültür evreninde dolaşmasına rağmen hiçbirine aidiyet bağına sahip olamamak kaderini yaşar.

Roman başlığını, Eski Ahitteki Sodom ve Gomora hikâyesinden alır. Hikâyede, Tanrı'nın emrine uymayan Lut'un karısı arkasına bakmasıyla tuz sütununa dönüşür.

Burada Memmi'nin bu kıssaya gönderme yapması manidardır. Geriye bakmanın ve dönüşün imkansızlığı olarak okumak gerek bu çağrışımı.

Romanda Alexandre'nın Fransız olma arzusu ve bunun imkansızlığının yanında kendi köklerine baktığında iki kat yabancılaşması onu mahkûm kılar. 

Ağaçların gölgesinde bekleyen ve gruptan gruba neşeyle bağıran Avrupalılar arasında yalnızdık. Annemle babamın sessiz ve ürkütücü yalnızlığı beni kendimden daha fazla etkiledi, onları ilk kez, çıkmaz sokağımızda geride bıraktıkları tüm prestijleriyle huzursuz ve utanç içinde görüyordum. Boğuk tonlarda konuşuyorlardı, muhtemelen lehçelerinden utanıyorlardı ve bu bana artık kaba ve yersiz geliyordu.


The Pillar of Salt romanı diğer bir Cezayirli romancı Albert Camus'nun ölümünden sonra yayımlanan bitmemiş romanı İlk Adam'la benzer temaları taşır.
 


Memmi, Tunus'taki Nazi kamplarını şöyle anlatır:

Alexandre gibi, genç erkekler aylardır Tunus'taki acımasız çalışma kamplarına hapsolmuşlardı. Çoğunluğu Tunuslu olmak üzere yaklaşık beş bin Yahudi, ülkenin her bir yanına dağılmış otuz çalışma kampına zorla sürüldüler.
 


Memmi'nin 1969 yılında yazdığı romanı The Scorpion or the Imaginary Confession (Akrep veya Hayali İtiraf) da kendini tanıma ve yabancılaşma temaları etrafında gelişir. 
 


Memmi, kimlik meselesini hayatı boyunca eserlerinde çeşitli biçimlerde işlemeye devam eder. 1962 yılında yayımlanan Portrait of a Jew (Bir Yahudinin Portresi) ve 1975 yılında yazdığı Jews and Arabs (Araplar ve Yahudiler) çalışmalarında kendi konumundan yola çıkarak, hem diasporada hem de Arap dünyasında Araplık konusundaki önyargılı fikirleri sorgular.
 


Tarihsel olarak Arapların ve Yahudilerin barış içinde yaşadığı efsanesini problemli bulur, özellikle Arap-İsrail savaşı düşünüldüğünde, Arap Yahudisi kategorisinin manipüle edildiğini düşünür. 

Şüphesiz Memmi'nin postkolonyal dünyada tanınırlığını borçlu olduğu eseri Sömürgecinin Portresi Sömürgeleştirilenin Portresi'dir.

Memmi, Tunus'taki toplumsal ilişkilerin, Tunusluların maruz kaldıkları sömürgeci şiddetin analizi olmadan anlaşılamayacağını düşünür.
 


Memmi de çağdaşı Frantz Fanon gibi, sömürgede yaşamanın dinamiklerini deşer.

"Sömürgeleştiren" ve "sömürgeleştirilen" kategorilerinin egemenlik ve boyun eğme mekanizmasının sürekliliği için inşa edildiğini savunur.

Memmi sömürgeleştirilenin, onu insanlık dışı vaziyetin içine hapseden psikolojik ve siyasi zincirlerinden kurtulmasının yegâne yolunun fiziksel şiddet olmadığını, sömürgeciliğin temel argümanlarının sorunsallaşması gerektiğini de savunur. 
 


Memmi, 1992 yılında yayımladığı Irkçılık (Le Racisme) kitabında, ırkçılığı bir fikir, duygudan ziyade toplumsal bir yapı olarak tasavvur eder.

Ona göre, ırkçılık içerikle açıklanamaz, zira içeriği sürekli değişen bir yapıdan bahsediyoruz.

Memmi, ırkçılığın hayali ya da gerçek farklar oluşturarak birisine atfettiği değerlerle öteki üzerine egemenlik hakkı bahşederken hiyerarşik ve hegemonik bir sistem kurduğunu iddia eder.

Memmi'ye göre, bir yapı olarak ırkçılık, saldırganlık ve şiddetin meşrulaştırılmasına ve gerekçelendirilmesine ısrarla izin verir. Ancak doğru anlaşılırsa üstesinden gelindiği gibi, yok edilebilir de. 

Albert Memmi'nin yazdıklarını bugün yeniden düşündüğümüzde, toplumları ayrıştıran dinamiklerin, yapıların her zaman yeniden inşa edildiği gerçeğini hatırlarız. 

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU