Dünyanın tüm dinamik coğrafyalarında olduğu gibi Latin Amerika'da da son yıllarda, genç kuşağın talepleri politikada öne çıkıyor.
Toplumsal hareketin içinde genç kadınlar ise özel bir belirleyiciliğe sahip. Bu coğrafya, yeryüzünün en güçlü ve enerjik genç feminist hareketine ev sahipliği yapıyor.
Genç kadınların eylemleri ulusal politikalara etki edecek kadar önem kazandı. Bu eylemler toplumsal dönüşümlere yol açarak hakları genişletiyor ve yeni öznelliklerin inşa ediyor.
Hatta diyebilirim ki; "eylem" bu yeni kuşağın birbiriyle bağ kurma yolu haline geldi.
fazla oku
Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)
Günümüzün gençlik, feminizm ve sosyal hareketleri geçmişten oldukça farklı.
Beklenmedik ve istikrarsız karakteristiğe sahip olduğu için tek bir merkez tarafından temsil edilmesi mümkün değil.
Kolektif ama belirli kimlik ve rollere dayanmıyor.
Cinsel ama biyolojik değil.
Çok merkezli bir siyasi koalisyonun içinde, birbirinden farklı çok sayıda pozisyon ve kimliği kapsıyor.
Bu sosyal hareket sadece sokaklara dökülmekle kalmıyor. Onun asıl belirleyici özelliği; tüm siyasi projelerin üzerinde bir realite olarak günlük hayatta kendini ifade etme rahatlığı.
Toplumun diğer kesimleriyle, diğer kimliklerle olduğu kadar siyaset kurumuyla da ilişki kurarken kendi diliyle konuşuyor.
Eyleminin gücü henüz sistemin kodlarını değiştirmekte yetersiz olsa da, sadece bu kendine özgü dil bile muhataplarına nüfuz ediyor.
Onlar, geçmiş kuşaklar gibi dünyayı tanımlamaya, mevcut siyasi kodları öğrenip uyum sağlamaya enerji harcamıyorlar.
Bastırılmış ve görmezden gelineni görünür kılarak, onun enerjisini güce dönüştürüyorlar.
İşte bu yeni toplumsal fenomen içinde feminizm, itici güç olarak özel bir yere sahip. Her yerde genç kadınlar konuşuyor, toplumsal kolektiflerde, grevlerde, yürüyüşlerde, işgallerde, protestolarda, tartışmalarda onlar en önde yer alıyor.
Son birkaç yılda Latin Amerika'nın tüm büyük kentlerinde toplumsal dönüşümü tetikleyen feminist dalgaya tanık olduk. Kadın cinayetlerine ve şiddete karşı "#NiUnaMenos" hareketinin nasıl yükseldiğini gördük.
Feminist dalga burada da durmadı. Hayat hakkı (Vivas Nos Queremos) temel talebine ek olarak; iş ve ücret eşitsizliği konusundaki ayrımcı uygulamalara, işyeri ve sokaktaki tacize, kürtaja erişim hakkına yönelik taleplerini de sürdürdüler.
Latin Amerika'da feminist hareket ve cinsel kimlik hareketleri, sınıfsal ve etnik taleplerle birleşiyor.
Bu hareketin gelişme sürecinde Şili'de öğrenci hareketinin patladı. Buna paralel biçimde Kolombiya'da, son elli yılın en büyük öğrenci hareketi "MANE", Brezilya'da dijital çağrıya dayanan "Acampa Sampa" protestoları ve Meksika'daki "# YoSoy132" hareketi, gibi farklı gençlik grupları ortaya çıktı.
Bu gruplar, sanatsal performanslarla, "Flashmob" ve siber eylemlerle kamusal alana müdahale etmenin yeni yollarını keşfettiler.
Yeni sosyal hareketler, kendilerini ve taleplerini belli politik alanlara sıkıştırmıyor ya da bir yerin idaresini ele geçirmeye çalışmıyorlar. Çok daha geniş bir alanda tümden bir değişim talep ediyorlar.
Latin Amerika'daki sosyal hareket bu anlamda da geçmişin kalıplarını kırdı.
Eğitimle ilgili konuların ekoloji, etnisite veya cinsellik ya da emek talepleriyle beraber savunulabileceğini kanıtladılar.
Aslında tüm bu toplumsal taleplerin birbirinden hiç de uzakta olmadığını, toplum denen şeyin; değişik sosyal kesimlerin bir ağın kolları gibi örülmüş dokudan başka da bir şey olmadığını gösterdiler.
Sadece birlikte hareket ettiklerinde görünür hale geldiklerini fark ettiler.
İşte bu yeni sosyal hareketteki genç kuşağa, kimliklerinin, öznelliklerinin ve günlük yaşamlarının inşasında cinsiyetin, diğer etnik, sınıfsal ve kültürel kimliklerle nasıl bağlantılı olduğu bilincini feminizm taşıdı.
Her ne kadar genç kuşak da feminizmi yeniden yorumlayarak onun mücadele geleneğini değiştirse de, bu ilişkide asıl belirleyici olan; feminizmin gençliği kolektif eylem içinde yeniden tanımlayıp inşa etmesidir.
Binlerce takipçiye ulaşan sosyal ağlarda yeni feminist hareketin liderlik türlerinin nasıl ortaya çıktığını ve siyasi alanları nasıl genişlettiğini görüyoruz.
Ancak bu hareketin teknolojik bir altyapıya sahip olduğunu görmezden gelemeyiz. Söz konusu dijitalleşmenin ise ABD merkezli gelişip sosyal harekete etki ettiği bilinen bir gerçek.
Amerika Birleşik Devletleri'ndeki film ve eğlence endüstrisindeki cinsel taciz ve şiddetten kaynaklanan #MeToo hareketi bunun bir örneğidir.
#MeToo dalgasının ardından Fransa'da #BalanceTonPorc, İspanya'da #YoSiTeCreo ortaya çıktı.
Fakat hiç kuşkusuz bunun en başarılı kitlesel örneği, kadın cinayetleri ve kadına yönelik şiddet nedeniyle Arjantin'de doğan #NiUnaMenos hareketidir.
Bu teknolojik altyapı feminizmin önünde geniş, heterojen, çok merkezli, çok yönlü ve çok sesli bir politik alan açtı.
Feministler artık sadece kendi kolektiflerinde değil sendikalarda, öğrenci hareketlerinde, akademilerde, partilerde, parlamentolarda ve diplomaside görünür oldular.
Sadece iktidarla meşgul değiller. Aynı zamanda yurttaşlık hakları, ekonomi, aile ve eğitim alanlarında da kendi kavramlarını üretiyorlar.
Feminizm, politik kimliklerin de ötesine geçerek kendi başına, şarkı sözlerinden dini tartışmalara dek kültürel savaşın bir tarafı olmayı başarıyor.
Latin Amerika sosyal hareketinin karakteristiği feminist ve genç oluşudur. Burada ilginç olan; toplumsal hareketin genç niteliği değil.
Çünkü modern tarihte sayısız gençlik hareketi kaydedildi. Bence asıl ilgi çekici nokta; feminizmin gençlik sorunlarını bütünleme ve onu daha geniş toplumsal sorunlara bağlama yeteneği.
Biz bunu Arjantin'de, son yirmi yılda yükselen bir eylem olan 8 Mart yürüyüşlerinde net biçimde gözlemledik.
Özellikle 2008 krizinden itibaren ortaokul düzeyindeki gençler, bu eylemlerin ana gövdesini oluşturmaya başladı.
Zaman içinde fark ettik ki; bu kitleye nüfuz eden enerjik liderliğe genç kadınlar damgasını vuruyordu.
Kızlar "Las Pivas" yalnızca öğrenci birliklerini yönetmiyor, üstüne üstlük genç erkeklerin "Los Pives" davranış ve düşünme biçimlerine de etki ediyorlardı.
Bu kuşak şaşırtıcı biçimde kendi kendini eğitiyor. Kızların müdahalesi, genç erkeklerde maço ifade biçimlerinin azalmasına yol açarken, genç kadınlar sistemin pompaladığı "egemen güzellik anlayışına" karşı duruyorlar.
Gençler, cinsel şiddete karşı ahlaki bir duvar örmeyi başarırken, özgür bir cinsellik ve kendi bedenlerinin bütünlüğü ve güvenliğine de sahip çıkıyorlar.
Bu açıdan Latin Amerika'daki genç feminist hareket, Kuzey Amerika ya da Avrupa'daki örneklerinden çok daha pedagojik bir temele sahip.
Kıtanın her yerinde kadın eylemlikleri ya da kadınların öncülük ettiği sosyal hareketler var. Ama Bu yeni feminist hareketin merkez üssü Arjantin.
Geçen yüzyılda hızla endüstrileşmiş ve modern bir işçi sınıfına sahip olmuş bu ülkenin, bugün diğerlerinden farklı olan tarafı; köylü sorununa ya da büyük çaplı bir toprak reformuna ihtiyaç duymayan tek büyük Latin Amerika ülkesi olması.
Bir başka etken de, Arjantin'in kıtada en yüksek eğitim seviyesine sahip ülkelerden biri olması.
2000'lerin başında iktidara gelen sol Kirchner hükümetlerinin eğitimi modernleştirmesi de, genç kuşağın yeni siyasi sürece kolayca uyum sağlamasına yol açtı.
Latin Amerika'da cinsel eşitlik kanunlarını en erken çıkaran ülke olan Arjantin'de, cinsellikle ilgili dersler erken yaşlardan itibaren veriliyor.
Bu noktada bir parantez açıp Cristina Kirchner döneminde yapılan reformların genç kuşak üzerindeki etkisine dikkat çekmek istiyorum.
Örneğin 2010'da çıkarılan Cinsel Eşitlik Kanunu'ndan sonra, yüz binden fazla LGBT çift evliliğin gerçekleşmiş olması ve bunların bir aile formunda toplumda görülür hale gelmesi, yeni kuşakta zihni bir devrimin koşullarını hazırladı.
Arjantin, son otuz yılda, toplumsal altyapıdaki gelişme ile hukuksal üstyapıyı paralel biçimde buluşturmayı başardı.
Burada siyaset kurumunun yanında meclis ve senatonun ve özellikle Yüksek Yargı'nın ön açıcı uygulamalarının da büyük katkısı olduğunu belirtmeliyim.
Bir de bu hareketin, diktatörlüğe karşı mücadelede "Madres de Plaza de Mayo"'nun kayıp anaları gibi bir tarihsel arka planı olduğunu gözden kaçırmayalım.
Arjantin'de kadın hareketi birden patlamadı. 1983'te askeri cuntanın gidişinden itibaren siyasi kazanımlar elde edildi.
Örneğin 1991'de "Kadın Kotası Kanunu" sayesinde, seçimlerde aday listelerinin en az yüzde 30'unun kadınlara ayrılması garantiye alındı (Bu kota 2017'de yüzde 50'ye yükseltildi).
Fakat esas olarak son yirmi yılda istikrarlı biçimde büyüdü, gelişti, güçlendi ve başından itibaren çok iyi örgütlendi. Farklılıkları bünyesinde taşımayı ve bölünmemeyi başardı.
On yıllık bir dönemde "Ulusal Kadın Buluşmaları" binlerden milyona ulaştı. "Yasal Kürtaj Hakkı Ulusal Kampanyaları" birkaç kere meclis duvarlarına dayandı ve sonunda zafere ulaştı.
Arjantin'deki bu eylemler kısa sürede Latin Amerika'nın diğer ülkelerine yayıldı. Hatta #NiUnaMenos hareketi küresel bir etki yarattı.
Her ülkede mevcut feminist kolektifler daha fazla görünürlük kazandı. Toplumsal cinsiyet, ayrımcılık ve eşitsizlik meselesi medyada konuşulur hale geldi.
Bana öyle geliyor ki bir ülkede ortaya çıkan sosyal hareketin başarısı, bizzat o hareketin unsurlarının kendi yarattıkları toplumsal ivmenin, başka ülkeleri de etkileme olasılığını hissetmesine bağlı.
68 Prag'ından, 2010 Arap Baharı'na bu yaklaşımı destekleyen çok sayıda örnek gösterilebileceğini düşünüyorum.
Tam tersini varsayalım: Bir hareket, doğduğu andan itibaren kendi toplumsal hapishanesinin veya ulusal sınırlarının ötesine gidemeyeceği duygusunu kıramamışsa nereye kadar ilerleyebilir?
İşte sanıyorum Latin Amerika'da sosyal hareketin önemli avantajı, bir yerde ezilse bile başka bir yerde yeniden ortaya çıkıp dalgalar halinde yayılabileceğini, kendi tarihinde defalarca tecrübe etmiş olması.
Bunun kıtadaki tek istisnası Arjantin'in komşusu Uruguay. Bu ülke daima kıtada demokratik standartları en yüksek idari sisteme sahipti.
Kadın hakları konusunda da öncü sayılır. Uruguay diğerlerinden çok önce 1938'de kadınlara seçme ve seçilme hakkı tanımıştı.
Askeri rejim sonrası ilk feminist kolektifler de bu ülkede ortaya çıktı. Hatta 2013'de kürtaj hakkını tanıyan ilk ülke yine Uruguay oldu.
Fakat oldukça küçük, kıyıda, bir kenarda kalmış, kıtayla pek ilgisi olmayan, hatta içine kapalı bir ülke olarak tarif edilebilecek Uruguay'ın, hiçbir zaman Latin Amerika'yı etkileyebilecek bir potansiyeli olmadı.
Şili ise, Pinochet rejiminin etkisiyle uzun bir sessizlikten sonra 2011'deki öğrenci eylemleri sonrası zincirlerini kırdı. Bunun siyasi sonuçları iki yıl içinde ortaya çıktı.
Eylemlerde öne çıkmış gençler milletvekili seçildi. Yüksek öğrenim fiyatlarına yönelik gençlik eylemleri zamanla emeklilik hakkından ya da sağlık sigortasından yoksun halkın tepkileriyle birleşti.
Halktaki birikmiş öfke, Ekim 2019'da, başkentin metro ulaşımına yapılan küçük bir zamla sosyal patlamaya dönüştü.
Bu koşullarda "Lastesis" dansının Şili'deki halk ayaklanmasının neredeyse markası haline gelmesi bir tesadüf değildi.
Zira feminist kolektifler, on yıla yayılan bu süreçte, genç kuşağa kadın sorunuyla sosyal eşitsizlikler arasında güçlü bir bağ olduğunu öğretmişlerdi.
Şili gençliği, kadına yönelik şiddet ve ayrımcılıkla mücadele etmeden sistemle mücadele edilemeyeceği fikrine yatkındı.
Hareketin ana unsuru da kadınlar, öğrenciler ve işsizlerdi. Onların ısrarı sayesinde bir yıl boyunca kesintisiz eylemler, ülkenin her yanına yayıldı.
Ülkeyi yeni bir Anayasa'ya taşıyan referandum da aynı kesimlerin oylarıyla onaylandı.
Önemli bir ayrıntı: Şili'nin bir köylülük ve toprak meselesi olmasına karşın, dünyanın en uzun süreli neoliberal rejimine sahip olduğu gerçeğini gözden kaçırmamak lazım.
Kuzey Amerika ve Avrupa'nın sermayesi ve şirketleri, Pinochet darbesinden bu yana ülke ekonomisine egemen.
Sosyal patlamayı, yabancı sermayeye dayanan bu neoliberal rejimin sonucu olarak görmek gerekir. Bununla beraber sosyal hareketin karakteri ne köylü ne de işçi nitelikli.
Nasıl ki sosyal hareketin tanımlamasını yaparken genç kuşakla feminizm ya da cinsel kimliklerin kabulüne dayalı ilişkiyi yeni teknolojilerle beraber ele alıyorsak, sanıyorum bu ülkelerdeki kapitalist ilişkileri de değerlendirmeye katmak gerekir.
"Lastesis" örneğinde görüldüğü gibi yeni feminizm, çok da politik görünmeyen performanslar üzerinden Latin Amerika'daki sosyal harekete nüfuz etti.
Üniversitelerdeki ilk feminist performanslar, kadın bedenine yönelik tabuları yıkmak üzerine kuruluydu. Özellikle rahim ve âdet konularına yönelik performanslar sergilediler.
Her yere rahim resimleri asıp, dev kanlı külotlar sergiledikleri zaman herkes onlara gülüyordu. Fakat sonra öğrencilere cinsel tacizde bulunan hocaları teşhir etmeye başladıklarında tehdit olarak görülmeye başlandılar.
Bir süre sonra kadın bedeninin erkek zevkinin nesnesi değil ("vücudum senin zevkin için değil") toplumsal mücadelenin öznesi olduğunu ortaya koyduklarında ("mücadele eden kadın güzeldir") artık siyaset alanına müdahale etmeye başlamışlardı.
Feminist eylemciliğin kendi politik ifadesini sanatsal aktivitelerde bulduğunu söyleyebiliriz. Şüphe yok ki feminizm için sanat, sosyal hareketi yönlendirme ve toplumu dönüştürme silahı.
"Sanat silahı", politika alanının daraldığı ve özellikle örtülü iç savaşların sürdüğü Kolombiya gibi ülkelerde, sosyal hareketi canlı tutmanın en önemli aracı haline geldi.
Bu sanatla aktivizmi birleştiren "artivizm", feminist bir perspektifle sosyal harekete yeni ifade biçimleri kazandırdı.
Burada görüldü ki sanat ve politika, feminist bir bakış açısıyla birleştirildiğinde, aralarında başka türlü bir ilişki ortaya çıkıyor.
Neşeli, şenlikli, şarkılı, danslı "feminist artivizm" siyaset alanını herkes için ulaşılabilir bir yere dönüştürdü.
Feminizm kendini sınırlanmış politik alanlarda ifade etmektense, biyolojik ve kültürel çeşitliliğe kucak açarak sosyal yapıya uyum sağlıyor.
Sosyal hareketin başına geçen feminist liderler de bu kimlik tanımlamasına uygun şahsiyetlerden çıkıyor.
Brezilya'da Rio Belediye Meclisi üyesi, tanınmış bir feminist, insan hakları savunucusu ve sosyal eylemci Marielle Franco böyle bir karakterdi.
Lezbiyen ve Afro Brezilyalı Mariella, yoksulluk ve uyuşturucuya boğulmuş polisin bile giremediği, "favela"larda yıllardır sosyal çalışmalar yapıyordu.
Mariella bu özellikleriyle Brezilya ırkçı sağının nefretini üzerine çekmişti. Dört polis tarafından vücuduna sıkılan 13 kurşunla hayatını kaybettiğinde henüz 38 yaşındaydı.
Brezilyalı feministlerin öncülüğündeki "#EleÑao" hareketi, hiçbir muhalif partinin yapmadığını başararak, 2018'den bu yana Bolsonaro'nun temsil ettiği dinci sağa karşı yüz binlerce insanı toplamayı başardı.
Feminizmin sosyal harekete katkısı sadece bunlardan ibaret değil.
Feminizmin Latin Amerika'daki sosyal hareketin içine bu kadar işlemesinin nedenlerinden biri de; Avrupa'daki öncüllerinden tamamen farklı biçimde "spritüalist" bir yanı olması.
Bu topraklardaki feminizm çok güçlü bir maneviyata sahip. Özellikle yerli geleneklerinden faydalanarak, "Pachamama" gibi doğayı ve kadını kozmolojinin merkezine koyan pratik bir inancı tatbik ediyor.
Bu yanıyla da hem gençliği hem de sosyal hareketi bütünleyen bir maneviyatı sağlıyor.
Feminizm bu kıtada kendisi için bir hareket olmaktan çıktı. Bu yüzden 8 Mart'tan daha ötesine bakabiliyor.
Sonuç olarak; Latin Amerika'daki sosyal hareketin yeni politik içeriğini dolduran hemen her yaklaşım ve araç feminizmden kaynaklanıyor.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish