Ayın 17'sinden bu yana kentte bir hareketlilik var; oysa her yıl Noel'e doğru Buenos Aires boşalırdı. Fakat bu defa durum değişik; sanki şehirde kadınların sayısı arttı. Gözle görülebilen her yerde kadın ve yeşil renk hakim.
Ayın 29'u Salı günü öğle üç civarında, güneş tam tepedeyken, sokaklar yeniden dolmaya başladı. Kongre Meydanı yığılmayı önlemek için ikiye ayrılmıştı.
Sadece meydanın iki yanından geçen Rivadavia ve Hipolito Yrigoyen Caddeleri yasayı desteklemek adına orda bulunanlar için kapatılmıştı.
Ancak saatler gece yarısını gösterdiğinde, senatoda henüz görüşmeler sürerken, meclis önü tamamen kadınlar tarafından ele geçirildi.
30 Aralık sabaha karşı tam olarak dördü sekiz geçe Arjantin senatosu, "Gebeliğin Gönüllü Olarak Sona Erdirilmesi Yasasını" onayladı.
Yeşilin egemen olduğu bu meydanda kadınlar uçurumlara çarpan dalgalar gibiydi.
Abajo el patriarcado, se va caer se va caer; arriba el feminismo se va vencer se va vencer…
Atılan bu sloganın da kanıtladığı gibi kadınlar, kiliseden ya da devletten "kürtaj izni" istemiyorlardı. Hayır, onlar "patriarkal düzeni yıkıp feminizmi zafere taşıyacaklarını" ilan ediyorlardı.
Onlara göre kürtaj yasağı kadınlara vurulmuş bir prangaydı. Bu yasak, kadını cinsel bir eylemin tek sorumlusu ve bedel ödeyeni olarak mahkum etmekti.
Arjantin kanunları hapis cezası getirmesine karşın senede yarım milyon kürtaj yapıldığı biliniyor.
Kürtaj yasağı yalnızca kürtajı engellemeyi hedeflemediği için değil, hayat hakkını savunduğu yalanı yüzünden patriarkal düzenin en sahtekar politikasıdır.
Çünkü kürtaj hep vardı. Kürtaj, örneğin zenginler için hiçbir zaman sorun olmadı… Ancak yoksulluğa, bencil erkeklere teslim edilmiş kadın için her zaman sorundu.
Latin Amerika'da senede yüzlerce kadın kötü koşullarda kürtaj yapmak zorunda kaldığı için öldüğünde ya da tecavüze uğramış 12 yaşında bir kız çocuğu doğurmaya mahkum olduğunda kimsenin kılı kıpırdamıyor.
Doğup sokaklara, açlığa mahkum edilmiş, eğitim alma ve sağlıklı gelişme hakkından mahrum bırakılmış milyonlarca çocuğu umursamadıkları gibi…
Fakat aynı çocuklar ne zaman ki suç işlemeye başlarlar işte o zaman aynı toplumdan hoşnutsuzluk ifade eden sesler yükselmeye başlar.
Örneğin kürtaj hakkının olmadığı Brezilya'da cezaevlerinin yüzde 60'ından fazlası reşit olmayan "suçlularla" doludur.
O yüzden Arjantin'de çıkarılan kanunun, hastanede gönüllü olarak hamileliğin durdurulmasının yasallaştırılmasından çok daha derin bir anlamı vardır.
Bu yalnızca daha az kadının öleceği ya da kadınların kürtaj yaptırdığı için hapse girmeyeceği anlamına gelmiyor; çünkü kürtaj yasağı, gebeliği toplumsal bir mesele olarak değil kadının kendi sorunu olarak empoze ediyordu.
Kadını bir suçlu gibi yeraltına itiyordu.
Yasadan sonra atılan sloganlardan biri de "No regresamos a la clandestinidad nunca más" idi; yani kadınlar "Artık asla yasadışılığa, gizliliğe geri dönmeyeceğiz" diyordu.
Bu bir yasadan öte toplumsal bir hareket olduğu için aynı zamanda kadınların özgüvenini de artırdı.
Bunun bir yansıması olarak pandemi koşullarında hakları, maaşları ve saygı duyulacak düzgün çalışma koşulları için de mücadele ettiklerine tanık olduk.
Çünkü tüm bu mücadele özünde, kadınların nasıl yaşamak istedikleriyle doğrudan ilintiliydi.
İnsanın kafası, kendi hayatı hakkında karar verme hakkına sahip olduğunu düşünmeye başladığında değişir.
Latin Amerika'da kürtajın yasallaştırılması; güvenceden en yoksun, en çok sömürülen, en çok ezilen kesim olan yoksul kadınların öncülüğünde, henüz hayal bile edemeyeceğimiz birçok toplumsal değişime yol açabilir.
Çünkü kadınlar, insan bedenine iktidar ya da Tanrı adına ipotek koyan din, devlet ve diğer ideolojilere karşı bayrak yükseltiyor:
"Bu beden benim" sloganı, kendi bedeninin egemenlik hakkı için mücadele eden kadını ifade ediyor.
Bu noktada Cordoba Üniversitesi'nde (Arjantin) felsefe doktoru olan Diana Spreling haklı bir uyarıda bulunuyor:
Kadınlar kendi cinselliğine ve üremeye karar verme hakkına sahiptir. Yine de 'Bu vücut benim' sloganına katılmıyorum. Vücut, bir mülkiyet nesnesi değildir, diğer bedenlerle bir ilişki dokusudur. Mesele bedenlerin egemenliği ile ilgili değildir. Ondan daha ziyade öznel egemenlik üzerindeki kararları tasarlayan yaşamları, ilişkileri ve birliktelikleriyle ilgilidir.
Yani bizler sadece birer beden değiliz. Özneyiz ve bir kişiliğimiz var. Kendi hakkımızda karar verme hakkına sahibiz.
Ancak bu karar hakkı soyut bir kavram değildir ve bizzat içinde bulunduğumuz sosyal ve sınıfsal ilişkiler tarafından belirlenir.
Bu yüzden kürtaj yasasını bedenler üzerinde bir egemenlik savaşı olarak değerlendirmek yerine, toplumsal ilişkileri belirleyen hukuksal temelleri değiştirmekle ilgili bir adım olarak görmek daha gerçekçi olacaktır.
"Provokatif" ses tekrar tekrar kongre binasının mermer cephesini dövüyordu.
Feminizm tarih sahnesine çıktığından beri provokatif bir hareketti. Fakat şimdi onun da ötesine geçti.
Feminizm artık "politika" haline geldi. Bir süredir dünyanın sokaklarını doldurup "düzen" yıkmaya yöneldi.
2020'ye "Lastesis" protestosuyla girmiştik. Pasifik kıyısında şirin bir kent olan Valparaiso sokaklarında ortaya çıkan bir dans, erkekleri parmağıyla işaret ediyordu.
Şili'de isyanın ortasında yükselen bu ses "Tecavüzcü Sensin" diye haykırıyordu.
2021'e ise, kıtanın Atlantik yanında Buenos Aires'te "Kahrolsun Patriarkalizm" sloganıyla girdik.
Buenos Aires'te kongre binası önünde kürtajın yasallaştırılmasını talep eden ilk yürüyüş 36 yıl önce 1984'te gerçekleşti.
1988'de ilk kez mecliste "Kürtaj Hakkı Komisyonu" kuruldu. 1992'de, yasallaştırmayı tartışan ilk yasa önerisi kongrede sunuldu.
2005 yılında "Güvenli ve Ücretsiz Yasal Kürtaj Kampanyası" doğdu ve bu iki yıl sonra başka bir meclis tasarısını teşvik etti.
O zamanlar dağınık ve birbiriyle ilgisiz feminist grupların salt kürtaj yasağını kaldırmayı hedefleyen çabaları, Arjantin'in siyasi ve ekonomik kriz dalgaları altında kaldı.
Bugünkü başarıyı ise tek tek kadın sorunlarını gündeme getirmekten öte ulusal çapta bir kadın hareketi yaratılmasına borçluyuz.
2000'lerden bu yana Rosario, kadın hareketinin başkenti haline geldi. On yedi yıldır ülkenin her yerinden her sene yüz binlerce kadını bir araya getiren Ulusal Kadın Buluşması'nın üssü Rosario'dur.
Bu yüzden kürtaj yasağına karşı bayrak yapılan yeşil bezin sembol olarak bu kentte çıkmış olması da tesadüf sayılmaz.
Bu hareket 2003'de "Cinsiyet Enstitütüsü" (INSGENAR), Rosario Kalkınma ve İlerleme Kurumu Direktörü Susana Chiarotti ile Marta Alanis tarafından başlatıldı.
İlginçtir Marta Alanis "Karar Verme Hakkı için Katolik Kadınlar" (CDD) adlı dini kimlikli bir sivil toplum kuruluşunun yöneticisidir.
Kıtada değişik ülkelerde merkezleri olan bu kurumda kadınlar Katolik Hıristiyan ve feministtirler. Vatikan'ın otoritesini reddetmektedirler.
Susana ve Marta, "Plaza de Mayo Anneleri"nin 1976 cuntası döneminde "kaybedilen" çocuklarını ararken başlarına bağladıkları beyaz çocuk bezinin yeşilini Arjantin feminist hareketinin sembolü haline getirdi.
2015'e gelene kadar bu hareket bir olgunlaşma süreci geçirdi ve çok az siyasi hesaplaşmaya girdi.
Ne zaman ki 12 yıllık sol Kirchner iktidarları dönemi sona erdi ve neoliberal sağ Mauricio Macri devlet başkanı olup yönetimi ele aldı; işte o zaman kadın hareketi de zincirlerinden boşaldı.
İktidardayken kürtaj yasağının kaldırılmasına karşı çıkan Cristina Kirchner ve partisi muhalefete düşünce bu defa kürtajın yasallaşması için politika yürüttü.
Arjantin'de 1921'den bu yana yasak olan kürtajın hak haline gelmesi için ilk defa, ancak 2018 yılında meclise bir yasa tasarısı getirilebildi.
Yasa mecliste onaylandı, fakat iktidar cephesinin oylarıyla senatodan geçmesi engellendi.
Bu noktada iki önemli etkenin altını çizmek gerekir:
Birincisi; 2012'de Yüksek Mahkeme'nin, 15 yaşında bir tecavüz mağdurunun kürtaj olabilme hakkını tanımasıdır (El fallo "F.A.L." TSJ ).
Oysa Arjantin Ceza Kanunu'nun 88'nci maddesi, kürtaja, on yıla kadar hapis cezası öngörmektedir.
Özel durum olarak 86'ncı maddede, kadının hayati tehlikesi, bebeğin zihinsel ve bedensel olarak gelişmemiş olması durumunda yapılan kürtajın cezasız kalabileceğinden bahsediliyor.
2012'de alınan karar ile yargı, ilk kez, tecavüz durumunda kürtaj hakkını tanıyan bir karar almış oldu.
İkincisi ise, "Ni Una Menos", "Bir kadın daha eksilmesin" yürüyüşüdür. 3 Haziran 2015'te kadına şiddete karşı gerçekleşen bu buluşmada meclis binası önünde 300 bin kadın toplandı.
Kadın hareketi ilk kez, derli toplu hukuki ve siyasi taleplerle ortaya çıkmış oldu.
Eylem siyasetin tüm kanatlarını etkisi altına almıştı. O tarihten sonra devlet kadın cinayetleriyle ilgili özel istatistikler tutmaya başladı ve yargı, kadına şiddet davalarını tavizsiz biçimde cezalandırmaya başladı.
Kürtaj yasağına karşı ilk miting 27 Eylül 2017'de gerçekleşmişti. O tarihten 2020 yılına kadar yüz binlerce kişinin katıldığı dört büyük "Hayat İçin Yürüyüş" gerçekleştirildi.
Böylece kürtaj yasası bu yılın ortasında yeniden meclis gündemine girdi.
Tüm bu gelişmeler, 2018'de yasaya hayır diyen milletvekili ve senatörleri bu defa "tarihi karar"a evet demek zorunda bıraktı.
Bugün Arjantin'de feminizm, ideolojileri aşan bir değerler sistemi olarak tüm siyasi hareketlere nüfuz etmiş durumda.
Feminizmin partiler üstü yapısı ona otonom bir özellik katıyor. Herkesi kapsayan kolektif gruplar, siyasal hareketler ve ulusal kongrelerle vücut buluyor.
Varlığını iş hayatından eğitime, kültür-sanattan sportif ya da akademik faaliyetlere kadar hissettiriyor.
Nasıl ki patriarkalizm tüm ideolojilere nüfuz etmişse onun alternatifi olan feminizm de aynı biçimde davranıyor.
Herhangi bir siyasal grubun egemen olmadığı ve zirvesinde bir liderliğe sahip olmayan bu hareket tam anlamıyla "patriarkal" anlayışın tek alternatifi.
Üstelik kendini dayatan bir hareket de değil. Sorumluluk alıyor, sokağa çıkıyor, karar alma süreçlerine katılıyor; yoksulların ve ezilenlerin hakları için mücadele ediyor.
Feminizm 20'nci yüzyılın başında uluslararası işçi hareketinin yükseldiği bir dönemde ortaya çıkmıştı. 2000'lerin başında bir küresel kriz ortamında yeniden tarih sahnesine çıktı.
Geçen yıl dünyayı kasıp kavuran "Lastesis" dansı Şili tarihinin en büyük halk ayaklanmasının ürünüydü.
Bu yıl ise kadın hareketi, Arjantin tarihinin en derin ekonomik krizini geçirdiği koşullarda meclisi fethetti ve yüz yıllık bir mücadeleyi zafere ulaştırdı.
Tarihsel durum bize feminizmin yükselişiyle alt sınıfların ayağa kalkması arasında bir paralellik olduğunu gösteriyor.
Feminizmin değerleri emekçi sınıfların özgürlük, demokrasi ve hak arama mücadelelerinin en sağlam kolonlarını oluşturuyor.
Bu sütunlar yükseldikçe toplumlar da insanlık da yükseliyor.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish