Sokağa salınmış köpeklerden korunabileceğini umduğu kentteki yeni yuvasına doğru giderken sert ve dayanıklı bazalt taşlarıyla inşa edilmiş olmalarına rağmen, artık harabeye dönmüş binaların önünden ve sokakları birbirine dik kesen ızgara planlı caddelerden geçmişti.
Bu caddeler, geçmişte, hırsı yüzünden kendisine kurulan pusuyu fark etmeyerek, maiyetiyle birlikte düşmanına esir düşen bir hükümdarın saltanat yıllarında inşa edilmiş eski bir kalenin eteğinde bulunuyordu.
Surlarında, özgürlüğü için düşmanına fidye verdikten sonra, kendisine samimiyetle biat edip güvenen binlerce insanı yüzüstü bırakıp, ölümlerine neden olan bir hükümdarın ibretlik hikâyesini de taşıyan tarihi kalesiyle meşhur kentte, bir zamanlar, ihtişam, lüks ve konfor sembolü olarak inşa edilmiş Baltık mimarisine sahip binalar, zamanın betonperest ruhuna yenik düşmüştü.
İlginçtir ki kentin sembolü olan tarihi binalar ve geniş kaldırımlarıyla ünlü efsanevi caddeler, yerli halkın geçmişte sosyo-ekonomik bir refah içinde ve özgür olduğu yıllarda değil, kentin yaklaşık yarım asır sürecek bir işgal altında olduğu, üzerine ağıtlar yakılan bir dönemde inşa edilmişti.
Ganimet kentler ülkesi
İhtişamlı binalar, alt yapısı ve ısıtma sistemi muntazam evler, geniş cadde ve sokakların inşa edildiği işgal yıllarını anlatan tarihi kaynaklarda; ahalinin malından, canından ve geleceğinden emin olmadığı, cebir, şiddet, yağmacılık ve cinayet gibi olayların günlük sıradan hâdiselere döndüğü kasvetli tasvirler yapılıyordu.
Yine aynı kaynaklara göre, kentin işgal yıllarında, haksız ve keyfî tevkifler yapılıyor, direnen yahut hukuksuzluk karşısında muhalefet etmeye çalışanlar, kanun dışı ilan ediliyor ve mevcut hükümet kentteki şiddet ve yağma olaylarını ya görmezden geliyor ya da bizzat el altından destekliyordu.
Üstelik işgalci hükümet, yönettiği sınırlar dâhilinde hiçbir yerde uygulanmayan bir toprak rejimini bu kentte uygulamaya koymuş, yerli halk tarafından yapılan üretimi, kendi seçkinleri için inşa ettirdiği yapıların finansmanı için harcamıştı.
İşgalciler, aslında harcında, istişare ve sözleşme olmadan sorgusuz mutlak irade devri yapmanın, kitleler için tarih boyunca toplu felaket anlamına geldiğine dair kalıntılar da bulunan o ihtişamlı kalenin eteğindeki eski yerleşim yerinin güneyinde, yepyeni ve modern bir kent inşa etmişlerdi.
İşgalcilerin âbât, işgalcilerle iş birliği içerisinde olanların makbul olduğu için tok ve yerli halkın sefil olduğu bu dönemde inşa edilen yapılar hem işbirlikçileri hem de işgale seyirci kalanları imrendiriyorsa da sadece gayrimeşru hükümetin üst düzey memurlarına, soylulara ve zengin yabancılara tahsis edilmişti.
Kara günlere ağıt
Yaptıkları yatırımlarla bölgedeki iktisadi hayatın canlanmasını da sağlayarak zenginleşen işgalcilerin daimî olacakları düşüncesiyle yaptıkları inşa ve imar faaliyetleri, dönemin, yerli halkın kolektif hafızasına "kara günler" olarak kazınmasına engel olamayacaktı.
Nitekim, işgalcilerin ganimet bilerek, tarihi kalenin eteğinde inşa ettikleri yeni şehir, sosyo-ekonomik düzen ve siyasi yapılanmanın parçası olan öngörülemez adalet mekanizmasının laçkalaşarak rüşvete bağlandığı o yılların travmatik hatıraları, yerli ozanların ağıtlarına da yansıyor, "Bu yazık milleti ettin kul köle. Ne zaman ki tahta çıktın Nikola!" diyen halk ozanı Hanaklı Mazlumi, ağıtına şöyle devam ediyordu;
Kaynattın hile ile kazanı. Nice şen yerleri viran eyledin. Hali buldun bu yerleri yaladın. İstediğin yeri böldün payladın. Şikâyet edeni yaktın yandırdın. Her birine bir kulp taktın Nikola! Devrile devranın, yok ola varın. Kalka üstümüzden fesadın şer'in. Karalana ikbalin, bahtın Nikola!
Mazlumi'nin "Vasfın söyleyeyim, bilmeyen bile. Bu cümle âlemi yıktın!" dediği Rus Çarı Nikolay Aleksandroviç Romanov'un oldukça otoriter politikalar uyguladığı imparatorluk dönemi yirmi üç yıl sürmüştü.
Aynı zamanda son temsilcisi olarak tahta çıktığında kullandığı "çar" unvanını, tarihte bu unvanı ilk defa kullanmış olan IV. İvan'dan miras almıştı.
Suikasta kurban giden ailesinin ölümünden sorumlu tuttuğu toprak ağaları ve öksüz kaldıktan sonra kendisine bakan soylu ailenin fertlerine karşı büyük bir nefretle büyüyen IV. İvan, gözü kara, dengesiz kişiliğiyle düşmanları arasında korku salmıştı.
İktidar yolunda engel olarak gördüğü insanların üzerlerine köpek salarak parçalatacak kadar hırslı ve bu uğurda kendi oğlunu dahi öldürtecek kadar acımasız olan IV. İvan, kendini "Tüm Rusya'nın Çarı" ilan ettikten sonra yaptığı bir dizi idari değişiklik ve kurduğu Opriçnina teşkilatıyla Rusya'nın tek adamı haline gelmişti.
İmparatorluk çapında yirmi yıllık bir korku ve baskı rejimi kuran IV. İvan, bu süreçte kendisine adanmış tarikatvari bir örgütlenme olan Opriçnina teşkilatını kullanarak, bir zamanlar nefretiyle büyüdüğü eski aristokratların tüm mallarını müsadere ettirip, kendi kontrolündeki imparatorluk hazinesine katmıştı.
Sürek avları
Harcında, tarihçilerin "Korkunç İvan" lakabıyla andığı böylesi bir hükümdarın tek adamlık mirası olan bir devlet yönetim anlayışını devralan II. Nikolay, daha çocukluk yıllarında kedi köpek yavrularına da eziyet edip, öldürdüğü rivayet edilen IV. İvan'dan, sadece yönetimi anlayışı mirası almamış olacak ki, sahip olduğu vahşice av merakıyla da ün salmıştı.
Bu uğurda devlet kasasından lüks harcamalar yapmaktan çekinmeyen ve imparatorluk ailesine ait yazlık ve kışlık sarayların dışında, çok zaman yıllarca uğramadığı sınır bölgelerde bile çeşitli yapılar inşa ettiren II. Nikolay'ın ihtişamlı yapılarından biri de Mazlumi'ye Nikolay Ağıdı'nı yazdıran işgale sahne olan kentin sınırlarında bulunuyordu.
Tarihe, Rus İmparatorluğu'nun bir zamanlar sahip olduğu ekonomik gücün, imparatorluk sınırlarında sefalet içerisinde yaşayan halklar için değil, çarın kişisel zevkleri için harcandığının nişanesi olarak geçecek olan bu yapı, yüzlerce metrekarelik kapalı alan üzerine yekpare sarıçam ağaçlarından inşa edilmişti.
Rus Çarı'nın itibarına yakışır ve zevklerine uygun şekilde tasarlanmış, onlarca oda ve geniş salonlara sahip olan av köşküne, bekçisinden, temizlikçisine, işgalci bürokrat ve askerinden, işgal altındaki kentin yerli ahalisine kadar herkes imrenerek bakmıştı.
Ama çarın kendisine tahsis edilmiş tren kompartımanlarında yaptığı konforlu yolculuklarla geldiği köşkün imkânları ve tüm kullanım hakkı, sadece Allahuekber Dağları'nı işgal ederek sürek avlarına çıkan imparator ve ailesine aitti.
Makam, mevki ve servet sahibi yaparak çevresine topladığı seçkinleriyle ava çıkan imparator, av partilerinde, sahip olduğu av köşkü ve muazzam otoritesine de imrenerek bakan adamlarını da görevlendiriyordu.
İmparatorun "obriçnikleri" andıran adamlarını sürek avlarındaki görevi, avları, II. Nikola ve seçkinlerinin çoğu zaman atlı olarak tetikte beklediği yere doğru yönlendirecek şekilde kovalayıp, pusuya düşmelerini sağlamaktı.
İşgal ettiği bir coğrafyanın yaban hayvanlarını pusuya düşürerek öldürmek gibi vahşice bir zevk uğruna ihtişamlı bir av köşkü inşa ettirmiş olan II. Nikola, imparatorluk yıllarında sayısız yaban hayvanının yanı sıra, otoriter eğilimlerini miras aldığı Korkunç İvan'ı çağrıştıracak şekilde, yüzlerce köpek ve binlerce kediyi de katletmişti.
Rus İmparatorluğu'nun dünyanın büyük güçlerinden biri haline gelmesine büyük katkı sağlamışsa da hak, hukuk tanımayıp, kıyımdan sakınmayan kişiliği yüzünden, tarihe, Çarlık Rusyası'nda işlenen ve bizzat emir verdiği yahut göz yumduğu korkunç suçlarla birlikte imparatorluğun dağılmasının da bir numaralı sorumlusu olarak geçecek olan II. Nikolay'ın av köşkü, Sarıkamış ormanlarının içinde bulunuyordu.
Sarıkamış'la birlikte toplumsal hafızasında, on binlerce insanın yanı sıra, binlerce kedi ve köpeğin de katledilmesinden sorumlu olan hükümdarlar ve işgalcilere ait hikâyeler bulunan kalesiyle ünlü olan kent, II. Nikola'nın tahttan indirilmesini takiben sona eren Rus işgalinin ardından, umut veren bir özgürlük mücadelesine sahne olmuş, nihayet Anadolu'da kurulan ilk bağımsız ve demokratik devlet olan Cenub-ı Garbi Kafkas Hükümeti'nin merkezi olmuştu.
Kuytu Kente Ağıt
Anadolu'daki ilk demokratik cumhuriyet sözleşmesinin sahibi olan Cenub-ı Garbi Kafkas Hükümeti'nin Ocak 1919 tarihli 18 maddelik anayasasında, "seçimlerin namzedsiz, demokrat ve bi-taraf, Türk'ün şan ve şerefine yakışacak şekilde yapılmasına" dikkat edileceği, azınlık hukukunun gözetilerek, mezhep ayrılıklarına hürmet edileceği, meclisin, valilerle kumandanları tayin ve azil yetkisine sahip olduğu belirtilmişti.
Kars Cumhuriyeti'nin kuruluşuyla, onlarca yıldır toprağı üzerindeki tasarruf hakkı elinden alınmış, alın teri, işgalci seçkinlerin sürek avlarıyla birlikte lüks ve şatafatlı yaşamlarına da peşkeş çekilmiş, yaşam iradesi çiğnenmiş yerli halkın maruz kaldığı "yabancı işgalinin" kısa süreliğine de olsa sonuna gelinmişti.
Türlü av hileleri bilen çarın sürek avları, türlü işgaller gören ve yeri geldiğinde hilekâr avcılar kadar, bu hileler karşısında aklını ve iradesini kullanabilen canlılara da hürmet etmeyi bilen [abçı neçe al tep bilse, ayıg anca yol bilir gibi] atasözlerine sahip yerli halkın da iradesiyle tarihe karışmıştı.
Kars Cumhuriyeti, yerel hükümetin çalışmalarına bir süre göz yuman İngilizlerin kentin bağımsızlığına tekrar müdahale etmesiyle sona ermiş, kent ve çevresi yeni bir işgal dönemine maruz kalmışsa da bu ikinci işgal süreci sona ermişti.
30 Ekim 1920 tarihinde sona erecek, Kars şehri Türkiye Cumhuriyeti'nin serhat kentlerinden biri haline gelecekti.
Serhat kentin, nice işgalleri geride bırakmasının üzerinden geçen bir asırda kuytu bir kent haline geldiğini bilmesine rağmen, en azından hâlâ, ganimet kentler ülkesinin sokaklarına salınmış köpeklerden korunabileceği bir hak, hukuk, haya, izan, vicdan ve merhamet atmosferine sahip olduğunu umuyordu kÖmür Hanım.
Duyduğuna göre, bir zamanların serhat şimdilerin kuytu kentinin dünyaca ünlü çoban köpekleri bile, sadece düşmanına karşı hırçın ve yuva bildiği çevredeki insanlarla birlikte diğer köpekleri, hatta evin kedisini dahi korumak gibi güven veren bir iç güdüye sahipti.
Her canlı gibi, yaşamak için sadece yiyecek lokmaya değil, güvenli ve öngörülebilir bir yuvaya da ihtiyaç duyan kara bir kedinin sıradan beklentileriyle geldiği o kentte, çağın ruhuna kapılarak ilkesizleşmiş insanlardan ve sokağa salınmış köpeklerden korunabileceğini düşünse de kentin kalesi, kaleye çıkan caddeleri ve o caddelere açılan evlerin hikâyeleriyle birlikte, hafızasını da kaybetmekte olduğunu fark etmesi uzun sürmemişti.
Geçmişte yaşanan yabancı işgaline dair kara günlerin çoktan unutulduğu kent, artık hem içinde hem de yanı başında bulunan evlerde yaşayanların ufkunu kapatan dip dibe binalardan oluşuyor, sokağa salınmış ve artık güven vermeyen köpeklerin tehditkâr sesleri işitiliyordu.
Bir asır önce sona eren işgal yıllarında, işgalcilerin kendi seçkinleri için, yerli halkın alın terini de finansman olarak kullanıp başlattığı iskân ve imar faaliyetlerinin sonucunda Anadolu'nun ilk planlı şehri haline gelmiş olan kentte, artık plandan eser kalmamıştı.
Yabancı işgalcilerin bir zamanlar ganimet bildikleri kentte bıraktıkları ve nihayet işgalin üzerinden geçen bir asırlık süre zarfında yerli halkın tasarrufunda daha ileriye taşınmış olması gereken işlevsel ve sanatsal bir şehir planı, bu defa kendi toprağını ganimet, imkânlarını servet ve kariyer rampası, milletinden yetki almayı da sürek avı olarak gören yerli ve riyâkar avcıların elinde heba edilmişti.
Kentin imkân ve mümkünlerini kendi çıkarları için kullanmak isteyen yerli obriçnikler, yabancı işgalinin sona ermesinden sonraki her devirde var olmuştu elbette.
Ama aynı toprağı, aynı iklimi, aynı türküleri, aynı düğün ve cenazeleri paylaşıp, belki de sosyal düzenin yazılı olmayan anayasasındaki en ağır cezalardan olan ayıplanma ve kınanma cezasının bir zamanlar sahip olduğu caydırıcılık gücünün de etkisiyle, işgalden sonraki hiçbir devirde böylesi organize ve hayasızca bir "han-ı yağma" gerçekleştirilmemişti.
Ve insanlar kadar kedi ve köpeklere de merhamet göstermeyen anlı şanlı imparatorların işgalinden, ortak akıl, ortak gelecek tahayyülü ve hak, hukuk gözeterek kurtulmuş olan kuytu kent, bir asır sonra bu defa "yarın ki gün yüz yüze bakacak olmayı" dert etmeyenlerin ve kenti adeta yağmalanan bir "harman yerine" çeviren bir han-ı iştihanın esiri haline gelmişti.
Kara kediye ağıt
Sokağa salınmış köpeklerin artık güven vermediği, belki yabancı işgalinden sonraki bir asırlık mazide de mutlu olamamışlarsa da en azından, o zamanlar hâlâ yarına inancı ve hevesi olan insanların ya inançlarını ya dünyayı terk ettiği kentin kara kedisiydi artık.
Ve bir zamanlar sadece düşmanlarına hırçın olan köpekler, onurlu olmanın bir duygu durum olmaktan çıkıp bir harekete, ilkeli olmanın bir duruş değil bir eyleme dönüşmesi gerektiğini işaret edecek şekilde, bizzat kendi yaşamlarını politik bir önerme olarak ortaya koymaya çalışanların üzerine salınıyordu.
Şehirleşmenin köy yaşamını daha konforlu hale getirecek şekilde, olduğu yerde, kendi imkân, mümkün ve ihtiyaçları doğrultusunda dönüştürdüğü zamanlardan, köylerin, fikri ve fiziki olarak adeta kentlerin üzerine aktıkları bir zamana gelinmişti.
Bu akışla başlayan dönüşümü dengeli ve sistematik bir şekilde planlayacak bir yerel yönetim sistemine sahip olmayan yahut sadece yerli obriçniklerin kendi aralarında paylaştığı bir ranta dönüştürmekle yetinen kent, artık büyük bir köy haline gelmişti.
O köy-kentte taşındığı yeni evin hemen yanında, 22 blok 254 daireden oluşan bir lojman kompleksi bulunuyordu.
Yaklaşık yarım asır önce inşa edilmiş olan bu binalar hem kendi içindeki hem de çevresindeki evlerin ufkunu kesse de çarpık yapılaşmasıyla, bir zamanların temiz ve karakterli köylerini de aratan kentteki binaların plansızlığıyla düşünüldüğünde, pek fazla göze batmıyordu.
Geçmişte Anadolu'daki ilk demokratik cumhuriyet sözleşmesinin ve ilk planlı şehir unvanının sahibi olan kuytu kentteki yeni yuvasının yanında bulunan lojmanların, ne zamandır sıvaları dökülüyor, bakımsız bahçesi ve soğuk kış günlerinde balkonlarına yapılan derme çatma sundurmalar, kentin özellikle kış manzaralarını çirkinleştiriyordu.
Kentteki soğuk kış günlerinde sokağa salınan ve artık güven vermeyen başı boş köpekler hem insanları hem de kentte olan biteni bahçeli bir evin penceresinden seyreden kara kediyi tedirgin ediyordu.
Adının kaynağı olan lirik metinde geçen, "Büyürken geniş ufuklarımız olmadı bizim. Küçücük avuçlarımızla sınırlarımızı genişletmek istedikçe yaşamın binlerce engeli yığıldı önümüze. Hangi birini yenebilirdik bunca olanaksızlık içinde. Umutsuzluğu tanıdık, yenilgiyi öğrendik böylece" sözlerini sık sık düşünür hale gelmişti.
Tıpkı o lirik metindeki gibi, onun da "öyle büyük umutları, büyük düşleri, özlemleri büyük beklentileri olmamış, koşulları onu oluşturmuştu".
"Turuncu bir yangının eteklerine oturduğu bir güz akşamı" ona bir yuva veren insanının doğum gününde sahiplenildiğinde, hassas kalpli ömürlere yakılmış en derin ağıtlardan biri olan Ömür Hanım'la Güz Konuşmaları şiirinde dertleşilen o insanın ismini, kara rengi ve ev sahibinin ömrüyle birleştiren kÖmür Hanım adını almıştı.
"Hüznün bütün koşullarının hazır" olduğu o ilk yuvasında gördüğü tarih kitapları ve arşiv gazetelerindeki haberlerden sonra, "tüm ilişkilerin perde arkasını görüp" insanların "yapay yakınlıklarını sessizce izlerken", kentin imkân ve insanlarını servet ve kariyer rampası olarak görenleri kendi etini yiyen otofajik hastalara benzetiyordu.
Kendilerine ait olmayan riyakâr sözcüklerle konuşup duran insanların, kentle birlikte, içindeki canlıların yaşam hakkı ve sevincini de yiyip semiren birer yamyama dönüştüğünü düşünüyordu.
Adının kaynağı olan ağıtı yazan şairin, "Kaba adamların kalın sesi örtmüştü ülkeyi. Güzellik, insanların gelecek düşlerinden çoktan çıkmıştı. Kimsenin ortak türküsü yoktu ve kimse türküsünü bir başına söyleyemiyordu. Bir yere gitmeden, gelecek birisini bekliyordu herkes" sözleriyle tasvir ettiği distopik bir zamana şahit olmanın şaşkınlığı içerisindeydi.
Yine de kendi kendine, "her şeyi iyi yanından görmeyi kim öğretti bize?" diye sorduğu olmuyor değildi.
Yeni yuvasının penceresinden, hafızasıyla birlikte haysiyetini de yitirişini seyrettiği kuytu kentte kar ve yağmurun dindiğini gördüğü de oluyordu.
Yabancı işgalcilerin, eski kenti bakımsız bıraktığı dönemin sosyo-ekonomik manzaralarını çağrıştıran kasvetli manzara, o manzaranın bir parçası olan lojmanlarda başlayan tadilatla birlikte birdenbire değişmeye başlamıştı.
Üstelik, yapıldığı dönemin travmatik koşullarında hem içinde hem de çevresinde yaşayanların ufkunu kesecek şekilde inşa edilmişse de bir şekilde kentteki çetin iklim koşullarından kaynaklanan soğuk havalara direnmeyi başararak, onlarca yılı deviren lojmanların tadilatı, baştan aşağı tüm detaylarıyla gerçekleştiriliyor gibi görünüyordu.
Adının kaynağı olan lirik metindeki gibi, "dünyanın usul usul ağaran o puslu sabahları ve günün turuncu tülleriyle örtünen dingin akşamlarında" evinin hemen yanındaki lojmanda sürdürülen tadilatı seyrediyor, 22 blok ve 254 daireden oluşan yaşam kompleksinin tüm detaylarıyla yenilenmesini, kedi aklıyla, devasa bir değişim olarak görüyordu.
Farklı düşünceler ve duygularla ufka bakılabilecek binlerce yeni pencerenin, nice umutlar ve beklentilerle açılan bir o kadar yeni kapıyla birlikte, onbinlerce yapı malzemesinin yenilendiği evlerin, çatılarının değiştirilip, kentin soğuk iklimine karşı yalıtıldıklarını gördükçe, içinde imrenmeyle karışık bir sevinç hissediyordu.
Belki baştan aşağı yenilenmesi için devasa harcamalar yapılan o evleri hep dışardan seyredecekti ama, bir zamanlar yarım yamalak inşa edilmiş olan yaşam alanlarının, bu defa bilinçli bir şekilde yeniden kullanılabilir hale getirilecek olması, geçmişinde türlü yağma hatıraları bulunan kent adına umut verici bir gelişmeydi.
Üstelik kentin birçok kamu binası ve lojmanında da benzer tadilatlar yapıldığını, her biri için ganimet ketler ülkesinin kasasından milyonlar harcandığını duymuştu.
Kedi aklıyla bile, böylesine devasa tadilatların büyük bir maliyeti olduğunun farkında olsa da nihayetinde bu masrafların, eski yapıları yıllarca daha kullanılır kılacağı için makul olduğunu düşünüyordu.
Adının kaynağı olan o ağıttaki gibi kasvetli olan yağmur diner gibi olmuş, "gökyüzü masmavi gülümsemeye başlamıştı. Doğa aynı oyununu oynuyor, umudun ucunu usulca gösteriyor, iyimserliğin ışığını süzüyordu mavi atlasından".
Çünkü kÖmür Hanım'ın evinin penceresinden seyrettiği o tadilat sona ermiş, yüzlerce aileye yeniden yuva olabilmesi için milyonlar harcanan evler tamamen yenilenmişti.
Artık o evlerde yeni yuvalar kurulacaktı. En azından kentin kara kedisi, birkaç yıldır gözlemlediği yüksek bütçeli tadilat ve yenilenmenin böyle bir amaç taşıdığını, kendi toprağında, kendi insanından aldığı meşru yetkiyle böylesi devasa bütçeli harcamalara karar verenlerin, bu harcamaları kent ve kent ahalisinin refahı için, etraflıca düşünerek yaptığına inanmak istiyordu.
Ama ganimet kentler ülkesinde yaşanan hiçbir şey, "içinde umudun kırk kilitli sandıkları" olan kÖmür Hanım'ın inanmak istediği gibi olmamış, yenilenmesi için milyonlar harcanan yüzlerce ev ve devasa lojman kompleksi, tadilatının ardından yıllarca boş bırakılmıştı.
O yıllarda kentin coğrafi iklimi ve soğuk kış günlerinde üzerine yağan karın eşsiz güzellikteki şeffaf kristal yapısıyla birlikte, siyasi ve ekonomik iklimi de bulanıklaşarak çirkinleşmeye başlamıştı.
O şiirdeki gibi, gökyüzü, "sadece yağmur yağınca anımsanan" bir lüks, "evlerin ve kalabalıkların ağırlığı", ganimetler ülkesinin tamamını saran yoksulluğun acısını gölgeler hale gelmişti.
Artık bazen, kentin imkânlarını servet ve kariyer rampası olarak gören yerel idare, merkezi idareyi temsil eden bürokratlara, bazen de yetki almayı sürek avı olarak gören ve merkezi idareyi temsil eden bürokratlar, yerel idare ve hatta yerli halka keyfi ve hırçın davranıyordu.
Bir zamanların yabancı işgalcileri tarafından yapılmışsa da sanatsal açıdan karakteri ve kendine has bir estetiği olan son birkaç tarihi bina da işlevleriyle "ucubeye" dönüştürülmüş, kentin en önemli sembollerinden olan ızgara planlı caddelerin üzerine, tüm trafiği tıkayacak şekilde plansız, ufuksuz, işlevsiz ve faydasız yapılar inşa edilmeye başlanmıştı.
Çok daha uygun, hesaplı ve işlevsel yerler bulunmasına rağmen, kent merkezindeki en işlek sokak ve caddeleri kilitlercesine, insan ve araç trafiğini alt üst edecek şekilde, birer işgal anıtı gibi inşa edilen bu "tensip buyurulmuş" yapılar için, ganimet kentler ülkesinin hazinesinden çıkan büyük harcamalar yapılıyordu.
Dünyayla birlikte ganimet kentler ülkesinde de çoktandır oynanmakta olan haysiyetsiz maskeli balodaki görünmez maskelerin, artık görünecek şekilde takılmasını mecbur eden pandemik bir salgının yaşandığı sıralarda, aylardır boş duran lojmanlarla ilgili bazı haberler duyulmaya başlanmıştı.
Kentin iktisadi kalkınmasına harcanması durumunda, tüm ahalinin refahına katkı sağlayabilecek yüksek bütçeler harcanarak yenilenen lojmanların depreme dayanıksız olduğunu duyuran haberler, ortalama izan sahibi insanlar kadar kentin kara kedisini de şaşkına çevirmişti.
Çünkü aynı haberlere göre, 22 blok 254 daireden oluşan lojman kompleksi depreme dayanıksız olduğu gerekçesiyle birkaç ay içerisinde yıkılacaktı.
Üstelik kentte benzer şekilde önce ciddi tadilat harcamaları yapılıp sonra yıkımına karar verilen başka kamu binaları olduğu da söyleniyordu.
Söz konusu haberlerde, devasa büyüklükteki yaşam kompleksinin depreme dayanıksızlığının neden milyonlar harcanan tadilatlarının tamamlanmasından sonra anlaşıldığına dair herhangi bir açıklama bulunmuyordu.
"Yalnızca yüksek sesle konuşanlara inanan" ganimet kentler ülkesi insanlarının, bu oldu bittiler karşısında "koro halinde susuşunu" içine sindirememiş, bahçesinde cam kırıkları ve sokağa salınmış köpekler bulunan lojmanların yıkımını beklemeye başlamıştı.
Nihayet ganimet kentler ülkesi insanlarının ne pahasına olursa olsun, teşhir edecek konforlu bir yaşam elde edebilmek dışında hiçbir yaşam gailesi taşımaz hale geldiği bir yaz sonunda, geçmişte yarım yamalak inşa edilmiş ama zamanın bir yerinde hatadan dönülerek yeniden yaşanabilir hale getirilmek için büyük harcamalar yapılmış olan yüzlerce evin bulunduğu lojmanların yıkımına başlanmıştı.
Bu yıkım sırasında yerle bir edilen şey, sadece birkaç yıl önce milyonlar harcanarak yenilenen yüzlerce kapı, pencere ve binlerce yapı malzemesi olmamış, bir zamanlar kente tasallut eden yabancı işgalcilerin hak, hukuk tanımayışlarını geri püskürten halkın ortak iradesi ve bu iradeyle geri kazanılmış kentin kalkınması için harcanan güven ve alın teri de olmuştu.
Artık "yaşamak sevinci adına bir tutamağı" kalmamış bir halde, "savrulan bir yaprak hüznü ve dağınıklığı" ile inanç yükünü o kuytu kentin yarınları için çözmüş olmanın yorgunluğu içerisindeydi kÖmür Hanım.
Ganimet kentler ülkesinin işgal günlerinden sonra kendi yamyamlarınca kesintiye uğratılan ya da birdenbire sona eren tüm umut hikâyeleri gibi, inanç, emek ve güvenle geldiği o kuytu kent, asil bir gelecek ihtimalini ıskalayarak utanç veren bir karanlığa bürünmüştü.
Ömrü "yanılmış bir saygı ve bir hüzün eğrisi"ne dönüşmüş olan kÖmür Hanım, kendisini, bir zamanlar yabancı işgaline uğramış bir kentin kasveti ve türlü av hilelerinden koruyan yuvasının yemyeşil ağaçlarla çevrili bahçesine sığamaz hale gelmişti.
O bahçenin dışında, ganimet kentler ülkesinin kuytu kentinde de sokağa salınmış köpeklerin güven vermeyen sesleriyle ürperiyor, bir zamanların yabancı işgalinden sonraki bir asırlık mazide de mutlu olamamışlarsa da en azından, o zamanlar hâlâ yarına inancı ve hevesi olan insanların ya inançlarını ya dünyayı terk edişini artık çok iyi anlıyordu.
Aydınlık sabahlarını usul usul yitiren ganimet kentler ülkesi, "düzlükleri bunaltı, yükseklikleri korku, uçurumları yıkıntılarla dolu bir engebeler atlası" haline gelmişti.
Kuytu kentin kara kedisinin gözlerinin önünde, nice işgaller, işgalciler görmüş kuytu kentin iradesi, onuru, inançları ve güveni, kâbus gibi tekrar edip duran hileli bir sürek avında vahşice parçalanmıştı.
Ve güz geldi kÖmür Hanım.
Küçük bir kediydi fikrin. Bazen siyah, bazen kara.
Sokaklar cenaze sonrası. Sen kenarda suskun, rengin kara.
Derin bir iç çekiş, yanılmış bir çocukluk gibi yenilgiyi öğrenip, sözün sularını tükettin.
Güdük bilinç, sığ yürek ve ezber yaşamların, tarihin bütün zamanlarında binlerce kez yenilmiş umut ölülerini çiğnediğini gördüğün ganimet kentler ülkesinden, sen geçtin.
Kimseler görmedi kÖmür Hanım.
Kaynaklar ve atıf yapılan lirik metinler:
- Nadir Devlet, Rusya Türklerinin Millî Mücadele Tarihi (1905-1917), TTK: Ankara, 1999.
- Yunus Zeyrek, "Kars Kafkas Cumhuriyeti Hükûmeti", Bizim Ahıska Dergisi, 2013, S.29, s.11-16.
- Şükrü Erbaş, "Seni Korumak İçin", Bütün Yazıları - 1 (İnsanın Acısını İnsan Alır), Kırmızı Kedi Yayınevi: İstanbul, 2020.
- Şükrü Erbaş, "Ömür Hanım'la Güz Konuşmaları", Bütün Şiirleri - 2 (Bütün Mevsimler Güz), Kırmızı Kedi Yayınevi: İstanbul, 2020.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish