Türk-Yunan ilişkilerinde Kıbrıs meselesi nedeniyle yeni bir kriz döneminin yaşandığı 1955 yılının sonbaharında, Türkiye'nin Rum ve diğer gayrimüslim vatandaşlarını hedef alan yağma hareketleri, Türk siyasi tarihinin en acı olayları arasında yerini almıştır.
Oysa Demokrat Parti (DP) iktidarıyla birlikte Türkiye'nin Rum, Yahudi ve Ermeni vatandaşları Cumhuriyet döneminin en müreffeh yıllarını yaşıyorlardı.
Siyasi temsil noktasından, kültürel, sosyal ve belki de en önemlisi Varlık vergisi ile yaşadıkları tramvayı dahi geride bırakacak kadar iktisaden iyi duruma gelmişlerdi.
Kuruluşundan itibaren programında olan ilke çerçevesinde liberal ekonomi politikası uygulayan Demokrat Parti, Türk ve Müslüman kesimin aksine şahsi teşebbüsü ön planda tutan gayrimüslim vatandaşlar için fırsat olmuş, onlar da şartları iyi değerlendirerek servetlerini büyütmüşlerdi.
DP'nin enflasyonist politikalarından bu kesim memnundu. Fakat çoğunluğu bu sıkıntılardan etkilenecek işleri yapan, büyük şehirlere göç edip aradıklarını bulamayan, kısacası kötü şartlarda yaşayan kesim, yavaş yavaş gayrimüslimlere öfke duymaya başlamıştı.
6-7 Eylül olayları sırasında bunu destekleyen bazı söylemler de kulaklara fısıldanmıştı.
Sokaklarda bir takım kimselerin !on binlerce lira kazanıyor, iki paralık malı iki liraya satıyorlar' diye kulaklara fısıldadığı duyuluyordu.
Akis, 12 Eylül 1955
Zaten içten içe oluşan altyapı siyasi bir olayla desteklenerek, kontrolü tamamen kaybedilmiş büyük bir öfke patlamasına dönüşecekti.
"Kıbrıs meselesi" ve buna bağlı olarak ortaya çıkan yeni "Türk-Yunan gerginliği" siyasi olayın, anahtar kelimeleriydi.
6-7 Eylül Olaylarının bir nedeni olarak Kıbrıs meselesinin tarihsel sürecine kısa bir bakış
93 Harbi'nden sonra Rusya'ya karşı bir kalkan olması bahanesi ve oldubitti ile (4 Haziran 1878 tarihli Kıbrıs Anlaşması) Kıbrıs adasına yerleşen İngiltere, I. Dünya Savaşı'nda burayı ilhak ettiğini açıklamıştı.
Lozan'ın 20'nci maddesi ile bu durum teyit edildi. 1925 yılında Lozan Antlaşması'nı onaylayan İngiltere Kıbrıs'ı resmen Kraliyet sömürgesi ilan etti.
Bundan sonraki süreçte 1930 yılından itibaren adada hem Türk hem de Rum tarafları arasında örgütlenmeler ve siyasi amaçlar çerçevesinde bir takım faaliyetler başladı.
1 Mayıs 1931 tarihinde Kıbrıs Türklerinin ilk önemli siyasi faaliyeti olarak gösterilebilecek "Kıbrıs Türk Milli Kongresi" adı altında bir toplantı tertip edildi.
Kongre, Ahmet Said Hoca'yı Kıbrıs Müftüsü olarak atadı. Fakat Kıbrıs Valisi görevinde bulunan Sir Ronald Storrs'un iktisadi bahaneler ileri sürerek kadı ve müftülükleri ilga etmesinden dolayı bu karar İngilizler tarafından tanınmadı.
Öte yandan 1931 yılında Kıbrıslı Rumlar, Yunanistan'ın desteği ve ENOSİS talebi ile İngilizlere karşı ayaklandı.
1938-1950 yılları arasında Yunanistan ve Rum tarafı, adaya sahip olmak konusunda faaliyetlerini gittikçe artırırken, Türkiye'nin ise Kıbrıs'la ilgili politikasında değişiklik olmadı.
Türkiye, 1950'li yıllara kadar olan süreçte Kıbrıs'la ilgili politikasını adada yaşayan Türklerle kültürel bağlarını kopartmaksızın, mesafeli ve kontrollü bir çizgide sürdürmeyi tercih etti. Yani Lozan'daki statükonun sürdürülmesini ve korunmasını benimsedi.
Necmettin Sadak'ın 23 Ocak 1950 tarihli Meclis oturumunda Türkiye'nin Kıbrıs diye bir meselesi olmadığı yönündeki sözleri, Türkiye'nin tutumunu göstermektedir.
Fakat bu durum Türkiye'nin, Kıbrıs'ta yaşanan gelişmelere tamamen kayıtsız kaldığı anlamına gelmemelidir.
Yükümlülüklerin bulunduğu bağıtlar ve dış politikada gelişen şartlar da Türkiye'nin Kıbrıs meselesinde öne çıkmasını bir bakıma engellemiştir.
Türkiye, bu süreçte adeta İngiltere'nin politikasını destekleyerek ve Yunanistan'la dostluğunu sürdürerek Kıbrıs meselesinin çözüme ulaşmasından medet uman bir görüntü vermiştir.
Kıbrıs Türklerine itidal çağrıları yapmış, yani cılız bir tonda varlığını hatırlatmayı seçmiştir.
Kısacası Türkiye, 1923-1950 döneminde adadaki Türklere kültürel, maddi ve manevi destek sınırında tutmaya özen gösterdiği statükocu yaklaşımını, öncelik ve önem sırasındaki değişikliklerle birlikte 1954 yılına kadar sürdürmüştür.
DP dönemine gelindiğinde ise Türkiye ve Yunanistan arasında Atatürk döneminden itibaren devam eden dostane ilişkiler sürüyordu.
Başta Türk tarafından Cumhurbaşkanı Celal Bayar, Başbakan Adnan Menderes, Dışişleri Bakanı Fuat Köprülü ve Yunanistan tarafından da Kral I. Paul, Kraliçe Frederika, Dışişleri Bakanı Venizelos olmak üzere en üst düzeyde karşılıklı ziyaretlerin geliştirildiği ikili ilişkilerdeki dostluk, imzalanan antlaşmalarla da pekiştiriliyordu.
Bu durumdan şüphesiz en çok memnun olanlar Türkiye'nin Rum ve Yunanistan'ın da Türk vatandaşlarıydı.
Fakat 1950'li yılların ilk yarısına gelindiğinde Türkiye, yaşanacak gelişmelere daha fazla kayıtsız kalamadı.
1954 yılında konunun Yunanistan tarafından Birleşmiş Milletler'e götürülmesi Türkiye'yi hareketlendirdi.
Bunun yanında Rumların, ENOSİS'i gerçekleştirmek amacıyla EOKA'nın temelini oluşturacak olan silahlı eylemlere başlamaları ve önce İngilizlere ardından da Türklere yönelik saldırılar düzenlemeleri, statükodan yana olan Türkiye'nin harekete geçmesine neden oldu.
ENOSİS'e karşı "Türk Tezi"ni ortaya atan Türkiye, bu tarihten itibaren aktif olarak Kıbrıs meselesinin içerisinde yer almıştır.
Bu süreçte Kıbrıs Türkleri, başta Başbakan Adnan Menderes olmak üzere Türkiye Cumhuriyeti yetkilileri ile bağ kurmaya çalışmışlar ve destek beklentilerini açıkça ifade etmişlerdir.
Olayların tertipleyicisi olarak gösterilen Kıbrıs Türktür Cemiyeti de Başbakan Adnan Menderes'e Valilik kanalıyla ulaşmıştır.
Ahmet Emin Yalman'ın da bulunduğu bir toplantıda görüşme gerçekleşti. Cemiyetin başkan ve üyeleriyle yakınlığı dikkate alınarak, Adnan Menderes'in Cemiyeti kurduğu yönünde bilgiler yayılmıştı.
6-7 Eylül Olayları davasında milli bir mesele olduğu için tüm riskleri göze alıp bu oluşumla görüştüğünü söyleyen Menderes, görüşmenin arka planını da anlatmıştır.
…Kıbrıs Türktür Cemiyetini benim çağırdığım, benim davet ettiğim ifade ediliyor, kararnamede. Hakikaten Kıbrıs Türktür Komitesi benimle teması kendisi aradı, zannediyorum ki Vali tavassut etti. Kendilerini onun üzerine kabul ettim.
Ahmet Emin Yalman gibi yaşlı başlı, tecrübe görmüş insanlar ve diğer arkadaşlar vardı. Yunanistan'da birçok cemiyetler kurulmuş ve yine Yunanistan'da birçok tahrikler yapılıyor… Bütün dünyada Türkiye aleyhine tezvirat yapılmaktadır. Bunu karşılamak için kurulmuş bir cemiyetin bana müracaatını başvekil olarak kabul etmemek milli vazifeyi anlamamış manasına gelirdi. Binaenaleyh Kıbrıs Türktür Komitesini bu sebeple Vilayet makamında müracaatlarına binaen kabul ettim…6-7 Eylül Davası Tutanakları, s.9.
Cemiyetin üyelerinden Orhan Birgit'in de Menderes'in ifadelerini destekleyici bilgiler verdiğini belirtelim.
1955'in bahar aylarından itibaren yavaş yavaş Türkiye'nin ada üzerindeki hakları vurgulanmaya başlandı. Kıbrıs'ın Türk dış politikasının önemli bir ayağı olduğu açıkça ifade edildi. Türk Dışişlerinde Kıbrıs Komisyonu kuruldu.
Kıbrıs'la Türkiye'nin tarihsel bağları en üst düzeyde sık sık dillendirildi.
Öte yandan 1955 yılının nisan ayından itibaren Kıbrıs ve Yunanistan'da Türkiye'den endişe ile takip edilecek gelişmeler yaşanıyordu.
Haziran 1955'den itibaren EOKA öncülüğünde Türklere yönelik saldırılar yapılır ve 3 Türk polisi öldürülür.
29 Mayıs 1955'de papazların, Rum gençliğini silahaltına aldıkları duyulur.
Yunan Hükümetinin kontrolündeki Atina Radyosunda, Türkiye ve Kıbrıs Türkleri aleyhinde ve Kıbrıs'taki Rum tedhişçileri destekler nitelikte konuşmalar yapılır ve bu haber Türk basınında yer alır.
Kıbrıs'ta Türk mahallelerini taşlayan Rumların, 15 Temmuz 1955'de Ayvasıl Köyü Türk Mezarlığını yaktıkları haberi gelir.
4 Ağustos'ta Kıbrıslı Rumların, Türk dükkânlarına saldırdıkları haberleri ile birlikte 28 Ağustos günü Kıbrıslı Türklerin katledileceği şeklinde şayialar yayılır. Tüm bunlar Türkiye'den endişe ile takip edilir.
Sadece Türk siyasi çevrelerinin değil kamuoyunun da ilgisi gelişmelere yönelmiş artık ülkenin birinci gündem maddesi "Kıbrıs" olmuştur.
Bu ortamda İngiltere'nin Yunanistan'la birlikte Türkiye'yi de Londra Konferansı'na davet etmesi, son yaşanan gelişmeleri kaygıyla takip eden ve bu nedenle de Kıbrıs konusunda aktif bir tutum takınmaya karar veren Türkiye'ye, dış politikada aradığı fırsatı vermiştir.
Konferansta Kıbrıs Komisyonu başkanı olarak birinci derecede sorumluluk verilen Fatin Rüştü Zorlu, Türkiye'nin Kıbrıs'la ilgili dış politikasının sınırlarını çizer.
Türkiye'nin Kıbrıs meselesi diye bir meseleyi kabul etmediğini, konuyu İngiltere'nin iç politikası olarak gördüklerini yineler.
Fakat Kıbrıs'ın statüsünün değiştirilmesinin söz konusu olması halinde Türkiye'nin bu meseleyle birinci derecede ilgileneceğini de açıkça ilan eder.
Lozan Muahedenamesi'nin tadiline girişildiği takdirde bu yalnız Kıbrıs'a münhasır kalmayacak olan ve Türkiye'ye de bir takım taleplerde bulunmak imkânını verecek olan muazzam meseleleri ortaya çıkaracağından bu vahim ihtimallerin hatıra getirilmeden Kıbrıs meselesinin ortaya çıkarılmış olmasına hayret etmemek imkânsızdır.
Suni bir şekilde yaratılmak istenen bu meseleye biz daima İngiltere'nin dâhili işi nazarıyla baktık. Ancak bu hattıhareketimizin hududunu hadiselerin revişinin tayin edeceğinde de bir an bile şüphe edilmemelidir...Fatin Rüştü Zorlu
Zorlu, Londra Konferansı görüşmelerinde açıkladığı "Türk Tezi"nde, Yunanistan'ı dışarıda bırakarak Kıbrıs konusunda sadece İngiltere ve Türkiye'nin söz sahibi olduğunu savunur.
Ayrıca Londra'da Kıbrıs Türklerinin bir gösteri yapmalarına destek verir.
Kıbrıs'taki gelişmeleri dikkatle takip eden Türkiye, Kıbrıslı Türkler aleyhindeki gelişmelere, açıklamalara, tehditlere en yetkili ağızlardan aynı sertlikte karşılık verir.
Başbakan Adnan Menderes'in, 24 Ağustos günü Fatin Rüştü Zorlu ve Londra'daki üçlü konferansa gidecek olan Türk heyetindeki diğer üyelerle birlikte Liman Lokantası'nda yaptığı açıklamalar büyük yankı uyandırır.
Başbakan, daha sonra buradaki açıklamaları Kıbrıs davasını takviye etmek, Londra'daki görüşmelerde Türk heyetine manevi destek vermek ve olabilecek olayların önüne geçmek amacıyla yaptığını söyleyecektir.
Türk-Yunan dostluğuna çok önem verdiklerini fakat Kıbrıs Türklerinin müdafaasız olmadığını söyleyen Menderes, Kıbrıs konusunda Türkiye'nin takip edeceği politikayı, tarihi hatırlatmalar, stratejik ve coğrafi konum eksenlerinde açıklar ve ekler:
Bir vatan, terzinin önündeki kumaş parçası gibi neresinden istenirse kesilebilir bir meta değildir.
Cumhurbaşkanı Celal Bayar da Kıbrıs heyetini kabulünde Yunanlıların Kıbrıs'ta Türklere bir zarar veremeyeceklerini ve meselenin hukuk kuralları çerçevesinde çözüleceğini belirtir.
Kıbrıs meselesinin Türkiye'nin en büyük milli ve siyasi davası olduğunu söyler.
Bu sıralarda Türk iç siyaseti, muhalefetin belediye ve genel seçimlere girmeme yönünde kararı nedeniyle oldukça gergindi. Taraflar karşılıklı sert söylemlerle birbirini suçluyordu.
Fakat Kıbrıs meselesi, iç siyasi çatışmaların önüne geçti ve muhalefet, hükümetin Kıbrıs politikasına destek verdi. Hatta hükümeti meselede daha aktif olması konusunda teşvik de etti.
İsmet Paşa, Kıbrıs Konferansı'nda hükümeti bütün gayretleriyle destekleyeceklerini açıkladı.
Fatin Rüştü Zorlu'nun 6-7 Eylül davasında verdiği bir ifadeye göre Adnan Menderes'in Kıbrıs için destek istediği İsmet İnönü, "Lozan'da Kıbrıs'ı verdik. Buradan koparılacak en küçük parça büyük bir muvaffakiyet sayılır" dedi.
Osman Bölükbaşı, iç politikadaki ihtilafların, milli politikadaki hassasiyetlerini gölgeleyemeyeceğini ve hükümetle birlikte olduklarını söyledi.
Tahsin Demiray, Menderes'in beyanatında mutabık olduklarını belirtti. Kasım Gülek, 28 Ağustos gününü katliam günü ilan edenlere 30 Ağustos'u hatırlattı.
Böylece siyaset, tam bir tesanüt havası içerisinde "Kıbrıs" üzerinden ortak çağrılarda ve değerlerde buluştu. Gerçekten bu, iç siyasette özlenen bir tabloydu.
Siyasetin ikiye böldüğü Türk basınında da "Kıbrıs" konusunda tek ses çıkarken, özellikle ağustosun ortalarından itibaren Yunanistan'a ve Kıbrıslı Rumlara karşı gitttikçe sertleşen üslup göze çarpıyordu.
Rumların faaliyetlerine karşı aynı sertlikte verilen tepkiler, Kıbrıs'taki Volkan Cemiyeti'nin, her Türk'ün hayatının dört tedhişçinin hayatı ile ödeneceğine dair ilanı gibi haberler, göze çarpanlardan sadece ikisiydi.
Patrikhane, mübadele gibi meseleleri dahi aşıp dostluk temeli oluşturulan Türk-Yunan ilişkileri, 1930'lu yıllarda en iyi dönemini yaşamıştı. Kıbrıs sorunu henüz yoktu.
1947 yılında on iki adanın İtalya'dan alınıp Yunanistan'a verilmesinin ardından Kıbrıs meselesi ortaya çıkmıştı. 1955 yılının ilkbahar aylarından itibaren Kıbrıs nedeniyle de iki ülke ilişkileri, en gergin dönemini geçiriyordu.
Bu duruma Mecliste İstanbul Milletvekili Hamdullah Suphi Tanrıöver, "Yunanistan'la bizim aramızda bir alay ihtilâf olmuştur, ancak hiçbirisi böyle değildir" sözleriyle dikkat çekmişti.
Londra'daki üçlü konferansta ise işler pek yolunda gitmiyordu. Nitekim Fatin Rüştü Zorlu, Londra'dan Hükümete çektiği telgrafta Konferanstan sonuç alınmasının gittikçe zorlaştığını bildirmişti.
Tartışmaların sürdüğü ve Londra Konferansı'nın çıkmaza girdiği bir sırada dikkatler önce Selanik'e, oradan duyulan sesle de Türkiye'ye yönelmişti.
2. baskı bir haber
6 Eylül'e yakın günlerde İstanbul'da olağandışı bir hareketlilik vardı. Kıbrıs meselesi nedeniyle ortam gergindi. Provokasyonlar tüm hızıyla sürüyor ve etkisini de gösteriyordu.
İddialara göre Kıbrıs Türktür Cemiyeti'nin organizasyonu ile taşradan İstanbul'a kamyonlarla çok sayıda insan getirilmişti.
Rıfat Bali'nin "Cumhuriyet Yıllarında Türkiye Yahudileri Devletin Örnek Yurttaşları (1950-2003)" adlı eserine göre bunlara İstanbul'a göç etmiş olup şehirde kötü şartlarda yaşayanlar da katılmıştı.
Evime en yakın olan caddeye çıktım. Burası Gazi Bulvarı'dır, oradan gençleri seyrettim. Ben bahçemdeki az bir toprağı taşıtmak için altı gün bir kamyon bekledim. Şimdi 21 kamyonun, hepsinin elinde yeni Türk bayrakları bulunan birtakım adamlarla dolu olarak geçişini seyrediyorum.
Arkadan 13 otomobil geliyordu, onlar da geçti. Gayet kısa bir zamanda bu salgın, bu kötü hareket, bu şuursuz hareket her istikamete yayıldı, Adalara gitti, Boğaz'ın sahillerine, Beyoğlu'nun birçok semtlerine gitti…(Hamdullah Suphi Tanrıöver,
TBMM Zabıt Ceridesi, i:80, c:1, 12 Eylül 1955, 681.)
Olaylarda İstanbul ve İzmir, merkezdi. Fakat Ankara, Bursa, Samsun, Adana ve Eskişehir gibi illerde de protesto gösterileri yapılmıştı.
3 Eylül'den itibaren çevre vilayetlerden İstanbul'a takviye polisler getirilmiş ve bazı binalar (Hilton Oteli, Yunan Konsolosluğu vb.) polis tarafından güvenlik kordonuna alınmıştı.
4 Eylül'de Taksim'de toplanan bir grup, Türkiye aleyhinde yazılar içeren Yunan gazetelerini yakmıştı.
Bazı iddialara göre Rum vatandaşların adresleri önceden tespit ediliyor, tepkiler yavaş yavaş sokağa dökülüyordu. Yani tüm hazırlıklar tamamlanmış gibiydi.
Sanki beklenen bir işaret vardı ve o işaret, önce radyoda yayınlanan ardından da İstanbul Ekspres gazetesinin ikinci baskısında duyurulan bir haberle gelmişti.
Selanik'te Atatürk'ün doğduğu evin yanındaki bahçede 5 Eylül'ü 6 Eylül'e bağlayan gece yarısında bir bomba patlamıştı. Patlama nedeniyle evin ve konsoloshanenin camlarında hasar oluşmuştu.
Yunan makamlarına göre patlayan bir ses bombasıydı. Atatürk'ün evinin sadece bir camına zarar vermişti.
Olaylarda adı geçen dönemin Selanik Başkonsolosu Mehmet Ali Balin ise 5 Eylül gecesi saat 1 sıralarında çalan bir telefonla (Olaylarda adı geçen bir diğer isim Hasan Uçar'dan gelen) bomba patladığını öğrendiğini ve olay mahalline gittiğinde yerde yarım karpuz büyüklüğünde çukur açıldığını gördüğünü, camların kırıldığını hatta oradaki ağacın tüm yapraklarının döküldüğünü söylemişti.
Konuyla ilgili Yunanistan'da dava açıldı tutuklamalar yapıldı.
Tutuklananlardan dönemin Selanik Konsolosluğu görevlisi Hasan Uçar, bombayı atmakla Selanik Üniversitesi öğrencisi Batı Trakya kökenli Oktay Engin de azmettiricilikle suçlanmıştı.
Oktay Engin, bir süre tutuklu kalmış sonra Türkiye'ye kaçmıştı. Hakkında gıyabi tutuklama kararı vardı fakat iade edilmemişti.
Bu ikilinin olayı Yunan makamlarına itiraf ettikleri de söylenmişti. Fakat söz savunmaya geldiğinde, olayın altında yatanlarla ilgili başka şeyler konuşulacaktı.
Hükümetten konuyla ilgili ilk açıklama, dönemin Başbakan Yardımcısı Mehmet Fuat Köprülü tarafından yapılmıştır.
Köprülü, 6-7 Eylül hadiseleri nedeniyle 12 Eylül günü Cumhurbaşkanı Celal Bayar'ın daveti ile toplanan Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde bomba hadisesinin ve olayların sistemli bir hareketin ürünü olduğunu söylemiştir.
Biliyorsunuz, Kıbrıs'ta ilhak hareketini teşvik eden, körükleyen, Atina'da aynı faaliyete taraftar temin eden, buna mukabil bizde de asabiyeti tahrik eden, Selanik'te bombayı patlatan ve telgrafa çeken eller aynı ellerdir, aynı teşkilâttır, aynı sistemli, aynı merkezin sistemli harekâtıdır.
TBMM Zabıt Ceridesi, i:80, c:1, 12 Eylül 1955.
DP Trabzon Milletvekili Selahattin Karayavuz da konuyla ilgili Mecliste yaptığı konuşmada Atatürk'ün evine atılan bomba, "Türkiye'deki fesat unsurları harekete geçirmeyi amaçlayan" bir işaretti diyecekti.
6 Eylül 1955 Salı gününe dönüldüğünde yaşananların yanında neyin neden nasıl olduğunun o anda pek bir önemi yoktu. İstanbul'a jet hızıyla yayılan haber, tetikte bekleyenleri harekete geçirmek için yeterli olmuştu.
Bu konuda İstanbul Ekspres'in sahibi Mithat Perin ile gazetenin Yazı İşleri Müdürü Gökşin Sipahioğlu'nun olaydan önceden haberdar oldukları, kâğıt stokladıkları ve günlük tirajı 20-30 bin olmasına rağmen gazetenin 6 Eylül günü 300 bin adet basıldığı gibi iddialar vardır.
Sipahioğlu, yıllar sonra Hürriyet gazetesinden Muammer Elveren'e verdiği bir röportajda haberin, önce radyodan sonra da Anadolu Ajansı'ndan kendilerine ulaştığını ve ikinci baskı yapmaya da kendisinin karar verdiğini söylemiştir.
Dönem anılarında, tanıkların anlatımında ve yazılarında ise olayların başlamasında İstanbul Ekspres gazetesinin verdiği haber, adres gösterilmektedir.
İşin başlangıcı Hadise, ikinci tab'ı yapan İstanbul Ekspres gazetesinin muazzam puntolu harflerle Atatürk'ün Selanik teki evine yapılan suikastı haber vermesiyle başlamıştı.
Akis, 10 Eylül 1955
Sanırım İstanbul Ekspres veya başka bir gazete ikinci baskı yaparak olayı duyurmuş.
(Gazanfer Sanlıtop)
İstanbul Ekspres gazetesinin ikinci baskısı elden ele geçiyor, başlıklar yüksek sesle okunuyordu…
(Giovanni Scognamillo)
…İstanbul Ekspres isimli gazetenin akşam baskısını dağıtan çocuklar bağıra bağıra manşeti okumaktadır…
(Tramvay Sürücüsü Mehmet Çobanoğlu)
Vilayetten aşağıya doğru yürüyerek henüz Sirkeci'ye inmiştim ki, o da ne? İstanbul Ekspres matbaasının önünde meraklı bir kalabalığın toplanmış olduğunu gördüm…
(Eser Tutel)
Rıfat Bali, 6-7 Eylül 1955 Olayları, Tanıklar Hatıralar
İlk kaynak olsun veya olmasın İstanbul Ekspres'in, haberin yayılmasında ve buna bağlı olarak da kitlelerin harekete geçirilmesinde büyük bir rol oynadığı ortadaydı.
Haber, yayılır yayılmaz İstanbul'daki öğrenci dernekleri, Kıbrıs Türktür Cemiyeti çatısı altında, Taksim Meydanı'nda Yunanlıların Selanik'teki Atatürk'ün evinin bombalanmasını protesto etmek için toplandı.
Ellerinde Türk bayrakları, Atatürk posterleri ve yakalarında da Atatürk rozetleri vardı.
"Kıbrıs Tüktür, Türk kalacaktır" şeklinde sloganlar atarak yürüdüler. Eş zamanlı olarak Ankara ve İzmir'de de nümayişler yapılmıştı.
Taksim Meydanı Cumhuriyet anıtı önünde duran kalabalık, burada İstiklal Marşı'nı okuyup Türk bayrağını göndere çektikten sonra harekete geçti.
İlk hedefleri önceden işaretlendiği iddia edilen Rumlara ait dükkânlar ve evlerdi.
Bu büyük yağma hareketi Rumlarla birlikte Ermenilere, Yahudilere, Türklere hatta Türkiye'de yaşayan başka uyruklu milletlerden olanlara da sıçrayacaktı.
Tıpkı bir sel gibi, önüne kattıklarını alıp götürecek, yok edecekti…
Devamı: Yaşananlar ve Sonrasıyla 6-7 Eylül 1955 Olayları
Kaynakça:
National Archives, Department of State Records, Gale Reference Complete verİ tabanından erişim
Fon Kodları:
90.1161/90.264.8
Akşam
Doğu
Forum
Havadis
Milliyet
Ulus
Zafer
Ahmet Yaşar Akkaya, Menderes ve Azınlıklar, Mühür Kitaplığı, 2011.
Bahar Akpınar, "Tarihimizin Utanç Günleri 6-7 Eylül 1955", Şalom, 4 Eylül 2019, https://www.salom.com.tr/haber-111684-tarihimizin_utanc_gunleri_67_eylul_1955.2020.html, Erişim: 7 Ağustos
Cengiz Atlı, "İngiliz ve Cumhuriyet Arşiv Belgeleri Işığında 6-7 Eylül Olayları", Turkish Studies, Volume 9/10 Fall 2014, p. 1183-1197.
Işıl Tuna, "1950-1960 Yıllarında Türkiye'nin Kıbrıs Politikaları" Uluslararası Boyutlarıyla Kıbrıs Meselesi Ve Geleceği Uluslararası Sempozyumu 11-13 Aralık 2014 / Gazimağusa, Ankara 2016, s. 81-98.
Mehmet Arif Demirer, 6 Eylül 1955 Olaylarına 50.yılda Yeni bakış, Hangi derin Devlet?, 1.baskı, Demokratlar Kulübü Yayınları, Ankara 2006.
Muammer Elveren, "İşte Utanç Gecesinin Tartışılan Gazetesi, Hürriyet, 6 Eylül 2015, https://www.hurriyet.com.tr/iste-utanc-gecesi-nin-tartisilan-gazetesi-36496694, Erişim: 7 Ağustos 2020.
Rıfat Bali, 6-7 Eylül 1955 Olayları Tanıklar-Hatıralar, Genişletilmiş 2. Baskı, Libra Kitap, İstanbul 2012.
Rıfat Bali, Cumhuriyet Yıllarında Türkiye Yahudileri Devlet'in Örnek Yurttaşları (1950-2003), Kitabevi, İstanbul 2009.
Şerif Demir, "Adnan Menderes ve 6-7 Eylül Olayları", Yakın Dönem Türkiye Araştırmaları, Sayı:12, 2007, s.37-63.
Taner Zorbay, "6/7 Eylül Olaylarina Tbmm ve Kamuoyu Tartişmalari Çerçevesinde Yeni Bir Bakiş" Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi: AAM Derg., 2019 ; 35 (1) : 99 : 253-296.
TBMM Zabıt Ceridesi, i:80, c:1, 12 Eylül 1955.
Yüksek Adalet Divanı, 6/7 Eylül Hadiseleri Dava Tutanakları, TBMM Kütüphanesi (Açık Erişim), Yer: 1985-4503.
Zehra Aslan, "Tek Parti Döneminde Türkiye'nin Kıbrıs Politikasına Bakışı", Uluslararası Boyutlarıyla Kıbrıs Meselesi Ve Geleceği Uluslararası Sempozyumu 11-13 Aralık 2014 / Gazimağusa, Ankara 2016, s. 55-80.
Muğla Sıtkı Kocaman Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Mehmet Temel de görüşleriyle metne ayrıca katkı sunmuştur.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish