Kovid-19 salgını nedeniyle büyük bir yıkıma uğramış eğitimimizin en büyük sorunu var ki dokunanın elini yakıyor. Salgının uzak olmayan bir tarihte sona ermesi bekleniyor.
Çocuklarımız gene sınıflarda sıraları dolduracak, okul bahçeleri onların cıvıltılarıyla şenlenecek. Eğitim sorunlarımızı şimdilik eğitim felsefesi açısından değilse de gelişen teknolojinin sayesinde şurasından burasından biraz iyileştirme ihtimalimiz var.
Fakat kangren olmuş bir eğitim sorunumuz var ki, çözümlenmesi için ne bir çaba görünüyor, ne de bu konuda yayınlar yapılıyor.
Bu, anadilinde eğitim sorunudur.
Konu iki cepheli. Cephelerden biri, bir kısım gençlerimizin yükseköğrenimlerini Türkçeden başka bir dille yapmakta oluşlarıdır.
Türkçenin bir bilim dili olmadığı görüşüne dayandırılan bu uygulama, öğretim dilini İngilizce yaparak sözüm ona uygarlığa, teknolojiye erişme amacını taşıyor.
Selçuklu ve Osmanlı dönemlerinde medresede eğitim dili Arapça idi. O zaman da Türkçenin eğitim dili olmadığından hareket edilerek Arapça kitaplarla talim edilirdi. Ancak bunların açıklaması, Türkçe yapılırdı.
Gerçek hayattan uzak, toplumun hayatı ve düşünceleriyle ilgisi olmayan bu çabaların boşa gittiğini toplumsal tarihimiz kanıtladı. Türklerin bilim tarihine armağanları çok sınırlı kaldı.
Dilin toplumsal yaşamın ve kültürün en önemli unsuru olduğunu bilmeyen yoktur. Toplumlar, tarih boyunca varlıklarını dilleriyle korumuşlardır. Milleti oluşturan şartların başına da daima dil konulmuştur.
Siyasetçisinden eğitimcisine bu gerçeği bilmeyen cahil, gereğini yapmayan ise aymazdır. Yanlış bir batılılaşma sevdasıyla birçok fakültemizde, hatta lisemizde öğretim dilinin tamamen ya da bazı derslerle sınırlı olmak üzere İngilizce olması bu aymazlıklardan biridir.
Bu, milleti alçaltan bir uygulama olmakla birlikte, çocuklar anadillerini ailede, sokakta ve sonra okulda öğrendikleri ve bu ortamlarda anadilleriyle konuştukları için İngilizce öğretimin (öğrenmenin değil) zararı sınırlıdır.
Yabancı dil öğrenmek, uluslararası ilişkiler açısından bir ihtiyaçtır ve bütün yurttaşlar için de yararlıdır. Ancak yabancı dil öğreteceğimiz diye eğitim dilinin Türkçe olmaktan çıkarılması, örneğin İngilizce veya Fransızca yapılması millî bir ayıptır.
Kürtçe konuşanların yetimliği
Eğitimin dil konusunda ikinci ve kangren olmuş daha büyük yarası, anadilleri Türkçe olmayan çocukların okul hayatında kendi dillerini öğrenmekten ve kullanmaktan alıkonulmalarıdır.
Buna bir eğitim ve kültür katliamı dense yeridir. Okulda bir çocuğa kendi dilini yasaklamak, onun kötü beslenmesi nedeniyle vücudunun ve beyninin gerektiği gibi beslenmemesiyle eşdeğerdir.
Kürtlerin anadilleriyle de temel eğitim almalarının vazgeçilmez bir insan hakkı olduğu, 1980’lerin sonlarında gündeme geldi. O zaman yayımlamakta olduğumuz Öğretmen Dünyası dergisinde yaptığımız sormacalarda aydınların tamamın yakını bu hakkı teslim ediyordu.
Zaten bu ilkeyi savunmak en başta eğitimcilerin görevidir. Anadilinde eğitime karşı çıkan veya buna ilgisiz kalan bir eğitimciye, eğitimci de denemez.
Böyle bir eğitimcinin işkenceyi savunan ve tutuklulara işkence yapan bir doktordan farkı yoktur.
1990’lar Türkiye’nin liberalleştiği, insan hakları kavramının genişlediği yıllardı. Fakat anadilinde eğitimin adı daha sonra anılmaz oldu.
Nedeni, Türk milliyetçiliğinin yükselmesidir. İslamcıların zaten böyle bir sorunu olmadı. Onlar Arapça öğrenimini yaygınlaştırma peşinde oldular.
Anadilleri Türkçe olmayan çocuklar devletin yetim çocuklarıdır. Onları yetimlikten kurtaracak olan hiç değilse ilköğretimde resmî dil Türkçenin yanında kavramları ve dünyayı kendi dilleriyle de kavramaları için anadillerinin okutulmasıdır.
Aşağıda, 1995 yılında kaleme aldığım ve Öğretmen Dünyası imzasıyla yayımlanan konu ile ilgili bir yazıyı aynen yayımlıyorum.
Yaptığım bu ön açıklamaya “Söz Bir Allah Bir” deyimini başlık olarak koymamın nedeni, anadilde öğretim hakkında geçmişte ne düşünmüşsem, bugün de onu savunduğumu anlatmak içindir.
Bir aydın, bir eğitimci, siyasi baskılar ve milliyetçiliğin yükselmesi karşısında korkup görüşlerinden vazgeçer mi?
Çünkü Kürtler de yerinde duruyor ve onların çocuklarının anadillerini öğrenme ihtiyacı da devam ediyor.
Şimdi 25 yıl önce Güneydoğu’da yaptığımız bir haftalık gözlemden sonra kaleme aldığımız bir öğretmen meslek dergisinin başyazısını okuyalım.
Küçük bir açıklamayı yazı bittikten sonra yapacağım.
Anadilinde eğitim
Herkes için zorunluluktur
Türkiye’nin bir numaralı eğitim sorunu anadilinde eğitimdir. Çünkü ülkemizde milyonlarca çocuk, anasından öğrendiği, evde, sokakta arkadaşlarıyla konuştuğu dille eğitim alma hakkından yoksun.
Oysa eğitimciler, çocukların temel eğitimlerini kendi anadillerinde görmeleri gerektiğinde görüş birliği içindeler. Böylece çocuk dünyayı daha iyi algılayabilecek ve kendini daha iyi ifade edebilecektir.
Bütün dünyadaki uygulama da budur. Anadilinde eğitim hakkı, uluslararası sözleşmelere de girmiştir.
Türk hükümeti ise Kürtlere bu hakkı vermemekte direniyor. “Kürt kimliğini tanıyoruz” denilmişti. Buna ilişkin hiçbir somut adım atılmıyor.
Dil sorunu da içinde olmak üzere kimlik sorunu yüzünden ülkenin bir yanı kan deryası içinde. Türkiye siyasi sınırlar bakımından değilse de psikolojik olarak bölünmüş durumda.
Doğu ve Güneydoğu’da yapılacak bir haftalık bir gözlem bile bu gerçeği göstermeye yetiyor.
İttihat ve Terakki, uyguladığı politikalar yüzünden Türkiye’deki azınlıkları bahane ederek ülkeye müdahale fırsatları yaratmıştı. Bugün Türkiye Kürt sorunu nedeniyle aynı duruma düşürüldü.
Şoven bir Türk milliyetçiliği, Kürt milliyetçiliğini de kışkırtıyor. Böylece Kürt burjuvazisi ve toprak ağaları milli kimliğin temsilcileri kesilerek Kürt yoksullarla sınıf çelişkilerini örtmeyi başarıyorlar.
İki halkın kardeşliği ve sorunlarını çözme olasılığı sisler içinde kalıyor.
İnsaf ile düşünülsün. Anadili Türkçe olan birisi olarak çocuklarımıza bu dilde eğitim yasaklansaydı neler hissederdiniz?
Aynı mantığı neden Kürtler için düşünmüyorsunuz? Kürt yok mu? Onların bir dili bulunmuyor mu?
Bulunmuyor ise konuştukları şey ne? Türkler için gerekli ve zorunlu olan şey, Kürtler veya başkaları için niçin yasak?
“Kürtçe eğitim özgür bırakılırsa Türkiye bölünür” gibi görüşler yanlıştır. Hiçbir ülke böyle bir özgürlükten ötürü bölünmemiştir.
Yeryüzünün hemen bütün ülkelerinde nüfusun çoğunluğunu oluşturmayan etnik gruplar, kendi dillerinde eğitim yapabiliyorlar.
Böyle bir hakkın kullanılması, değil ülkeyi bölmek, farklı milliyetten insanları birbirine yaklaştırıyor. Onları aynı devlet çatısı altında tutmaya yardım ediyor.
İşte durum ortada. Türkiye bugün adeta bölünmüş durumdaysa bunun nedeni Kürtlerin okulları bulunması değildir. Aksine bu dilde eğitim de içinde olmak üzere Kürt kimliğinin reddidir.
Kürtler, Türkler gibi bu ülkenin yurttaşlarıdır. O bölgedeki çocuklardan bir kısmının eğitimden yoksun oluşu hepimizin vicdanını sızlatmalıdır.
Bu çocuklar nasıl yeniden eğitime kavuşturulabilir? Doğu ve Güneydoğu’da Kürt nüfusun yoğun bulunduğu yerlerde verimli ve sağlıklı bir eğitim nasıl yapılabilir?
Bunun başta gelen koşulu o bölgede temel eğitimin Kürtçe yapılmasıdır.
Deniliyor ki, “Kürtçe eğitim hakkı tanınsa bile Kürtler çocuklarını Türkçe, hatta İngilizce eğitim yapılan okullara gönderirler.” Bir hakkı hem yasaklamak hem da böyle tahminlerde bulunmak abestir.
Kaldı ki, Anadili Kürtçe olan biri, çocuğunu Kürtçe eğitim yapılan bir okula göndermek istemese bile bunun yanlış olduğu eğitimciler tarafından ona hatırlatılmalıdır.
Çünkü anadilinde eğitim, eğitimin verimliliği ve çocuğun ruh sağlığı açısından gereklidir. Buralarda milliyetçi duygulara yer yoktur. Bilime yer vardır.
Kemalist Cumhuriyetin önemli eksikliklerinden biri, Kürt sorununu çözememiş olmasıdır. 1930’ların uygulamasında ısrar etmek Kemalizm’in yararına da değildir.
Kemalizm’in laikliğini de halkçılığını da devrimciliğini de reddedenler, nedense böyle sonuçsuz kalacak bir milliyetçilikte diretiyorlar.
Mustafa Kemal’de işlerine gelen görüşleri cımbızla bulup çıkaranlar, örneğin Büyük Millet Meclisinin açılışından önce Hacıbayram Camii’nde dua etmiş olmasını bulanlar, onun Türk ve Kürt kardeşliği üzerinde söylediklerini hatırlamak bile istemiyorlar.
Mustafa Kemal Paşa, 1 Mayıs 1920’de TBMM’de yaptığı konuşmada Türkiye’deki milliyetlerin bir kısmını saymış ve bunların birbirlerinin haklarına saygı duymaları esasını açıklamıştır. O sözler şöyledir:
Burada maksut olan Mecli-i âlinizi teşkil eden zevat yalnız Türk değildir. Yalnız Çerkez değildir, yalnız Kürt değildir. Biz onları tefrik etmedik. Binaenaleyh muhafaza ve müdafaasıyla iştigal ettiğimiz millet, bittabi bir unsurdan ibaret değildir.
Muhtelif anasır-ı İslamiye’den mürekkeptir. Bu mecmuayı teşkil eden her bir unsur-u İslam, bizim kardeşimiz ve menfaati tamamıyla müşterek olan vatandaşlarımızdır ve yine kabul ettiğimiz esasatın ilk satırlarında bu muhtelif anasır-ı İslamiye ki:
Vatandaştırlar, yekdiğerine karşı hürmeti mütekabile ile riayetkârdırlar ve yekdiğerinin her türlü hukukuna, ırkî, içtimai, coğrafi hukukuna daime riayetkâr olduğunu tekrar ve teyit ettik. Cümlemiz bugün samimiyetle kabul ettik. Binaenaleyh, menfaatimiz müşterektir.(TBMM Zabıt Ceridesi, C. I, s. 164) Öğretmen Dünyası, Yıl 16, Sayı 186 (Haziran 1995), s. 3.
25 yıl sonra:
Bu yazıyı şimdi kaleme alsaydım, şu paragraftaki düşünceleri başka türlü anlatırdım:
Şoven bir Türk milliyetçiliği, Kürt milliyetçiliğini de kışkırtıyor. Böylece Kürt burjuvazisi ve toprak ağaları milli kimliğin temsilcileri kesilerek Kürt yoksullarla sınıf çelişkilerini örtmeyi başarıyorlar. İki halkın kardeşliği ve sorunlarını çözme olasılığı sisler içinde kalıyor.
Çünkü Kürtlerin kültürel hakları için verdikleri mücadele milliyetçilikle suçlanamaz. Ayrıca bir Türk olarak benim görevim, önce Türk milliyetçiliğiyle mücadele etmektir. Kürt milliyetçiliği ile mücadele Kürt sosyalistlerinin görevidir.
“Kürt burjuvazisi ve toprak ağaları”nın esas karakteri ise, devletle uzlaşarak çıkarlarını korumaktır. Günümüzde Türklerin önde gelen siyasetçileri, ağalar ve şeyhler değil, yükseköğrenim yapmış aydınlardır.”
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish