Küreselleşelim mi? (2)

Prof. Dr. Mehmet Çelik Independent Türkçe için yazdı

Fotoğraf: Reuters

Bir önceki yazımızda küreselleşmenin zemini üzerinde durmuştuk. Bu yazımızda, bu kavramın derinliğine bir tahlilini yapmayı düşünüyoruz.

Daha fazla oku

Kürselleşme, bilgi ve sermayenin serbest dolaşması olarak tarif edilir. Bu bir anlamda doğrudur da...

Fakat bu dolaşımın nasıl adaletsiz olduğuna sanırım Chomsky'nin tespitleri en güzel açıklamayı getirmektedir.

Chomsky, Amerikan sistemine getirdiği eleştirilerin birinde şu tespitlere varır:

Bir Amerikalı yaklaşık olarak 6 bin Afrikalı kadar tüketmektedir.

Her Amerikalının kullandığı kağıt miktarınca diğer dünya vatandaşlarının kağıt kullanması halinde, Amazon Ormanları 18 yılda tükenir.

Her Amerikalının çevreye verdiği zarar, bin 714 Hint vatandaşının verdiği zarara eşit.

Yine Amerika'daki kişi başına düşen araba sayısı Çin'de geçerli olsa, dünya petrolleri buna ancak 20 yıl dayanır.

Amerika'daki 28 büyük sanayici-tüccar ailenin yıllık geliri Afrika kıtasının geliri kadar.

Bu ne demek? 

Bu, sermayenin serbest dolaşımında çift taraflılık ilkesinin bozulması demek değil midir?

Şairin dediği gibi;

Allah'ın on pulunu bekleyedursun on kul                                                    Bir kişiye tam dokuz, dokuz kişiye bir pul                                                  Bu taksimi kurt yapmaz, kuzulara şah olsa                                              Yaşasın kefenimin kefili karaborsa


Tabiidir ki küreselleşen sadece sermaye ve bilgi değildir. Terör de küreselleşmiştir.

Kendini izole dünyasında güvende hisseden Amerika Birleşik Devletleri, biraz şüpheli olsa da 11 Eylül saldırılarından sonra dokunulmaz olmadığını gördü.

Bu durumda yapılması gereken, kızgın bir canavar gibi intikam yeminleri etmek olmamalıydı.

Bunun yerine Amerikalı yetkililerin oturup şunu düşünmeleri gerekirdi: 

Siz, bir insan topluluğuna dünyada cehennem hayatı yaşatırsanız, onlar sizi, kurduğunuz mutluluk cennetinde rahat bırakmazlar.


Peygamberimize atfedilen bir mesel vardır. Orada şöyle denir:

Bir grup insan bir gemideydi. Geminin iki katı vardı. Su ve yiyecek üst kattakilerin kontrolündeydi. Üst kattakiler, bol yiyecek ve içecekle mutluluk içinde yolculuk yaparken, alt kattakiler açlık ve susuzlukla boğuşmaktaydılar.

Alt kattakiler, üst kattakilerden ne zaman yiyecek bir şey talep etseler red cevabını alıyorlardı. Alt kattakilerin üst kata çıkmaları da yasaktı. Çaresiz kalınca alttakiler, 'bize yer olmayan bu gemi, üsttekilere de kalmasın' diye ellerine geçirdikleri aletlerle geminin altını delip, geminin sulara gömülmesine sebep oldular.


İşte o gemi bu dünya... Üsttekiler zengin ülkeler, alttakiler fakirler...

Bu geminin kendi seyrinde yürümesi için üsttekilerin bencilliklerini bir yana bırakıp az çok alttakilerin de insan olduğunu hatırlamaları gerekir.

Bir Çin atasözünde denildiği gibi; "Camdan bir sarayda oturuyorsan komşu duvarına taş atmayacaksın."

Küreselleşme rüzgarı, çoğu zaman fırtınaya ve kasırgaya dönüşmekte; fakat rüzgara küfretmek onu durdurmaya yetmez.


Peki, ne yapmalı?

Akıllı kişi, rüzgara küfretmek yerine onu regüle eder, yel değirmenine gönderir; buğdayını öğütür, rüzgar tribünlerine gönderir, ondan elektrik elde eder.

Son zamanların meşhurlaşmış deyimlerinden birinde şöyle denilmektedir:

Ya tozu dumana katacaksın ya da tozu dumanı yutacaksın.

Bizim ülke insanımızın bir karara varması gerekir. Biz, bu süreçte bu global oyunun aktörlerinden biri mi olacağız, yoksa bu filmde seyirci olarak mı duracağız?

Bence bizim gibi dev bir kültür mirasının üzerine oturmuş bir ülkenin, kendini ulusal yoksulluğa, ipek böceği politikasıyla kendini kozanın içine gömerek yok eden ipek böceği gibi davranma lüksü olamaz.

Biz, Mevlana’nın dediği gibi, "Bir ayağımızla kendi kültürümüze, toprağımıza sağlamca basıp, öbür ayağımızla 72 milleti dolaşacağız."

Daha fazla oku

Bilgi üretip onu teknolojiye, katma değer üretip onu sermayeye dönüştürmeliyiz.

Artık insanımızın Japon mucizesi, Alman mucizesi, Çin mucizesi gibi meseleleri konuşmaya ve vaktini onunla heba etmeye zamanı olmamalı.

Bunun yerine “sürüden ayrılmayı” düşünüp markalar oluşturmalı, dünyanın her köşesinde markasını pazarlamalı.

Eğitim sisteminde yerliliği unutmayan yeni bir dünya vatandaşı yetiştirme politikası gütmelidir.

Türkiye’nin sahip olduğu genç ve dinamik insan kaynağı, bizim global oyunun bir parçası, aktörü olmamıza yeter.

Yeter ki Rusların dediği gibi “Kötü hava yoktur, kötü giyinen insan vardır” mantığını kavrayalım.

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU