Millet İttifakı'nın ağır taşlarından olan Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) hem AK Parti’nin politikalarına ve o politikaların sahadaki uygulamalarına olan karşı duruşla, hem de söylemleriyle Türkiye gündeminin belirleyici unsurlarından.
Son olarak, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın sosyal medyaya yönelik yapmayı planladığı kısıtlamalara karşı olan tavırları, Türkiye'de baroların seçim sistemindeki değişikliğe gidilen süreçteki duruşları, Ayasofya'nın müzeden camiye çevirilip çevirilmemesine yönelik açıklamalarıyla muhalif taraflarını konuşturdular.
AK Parti'den ayrılarak kendi partilerini kuran Ahmet Davutoğlu ve Ali Babacan ile ittifakı genişletmeye yönelik bir çizgi izleyecekler mi merak konusu çünkü bu faktörler önümüzdeki süreçte Türkiye siyasetinin yol haritasını belirleyecek önemli etkenler.
Türkiye'de ana muhalefet partisi olması dolayısıyla attığı her adımın konuşulduğu CHP'nin içinde yükselen farklı sesler de dikkat çekiyor.
25-26 Temmuz'da kurultaya hazırlanan parti, yönetimi eleştiren farklı görüşler barındırıyor.
Kurultayın ertelenmesi için mahkemeye başvuran eski Manisa milletvekili Şahin Mengü ya da geçmiş kurultayda Kılıçdaroğlu'nun karşısında rakip olarak adı geçen Muharrem İnce gibi.
Tüm bunları Cumhuriyet Halk Partisi lideri Kemal Kılıçdaroğlu'yla konuştuk.
Söyleşimiz Ankara'da, CHP Genel Merkezi'nde gerçekleşti.
Pandemi dolayısıyla parti binasında alınan önlemler üst safhadaydı.
Söyleşiye geçmeden önce, sosyal mesafe kuralları çerçevesinde Kılıçdaroğlu ile, ara ara yaptığı esprilerle, biraz da sohbet ettik.
Yoğun iş temposuna rağmen kendisini yorgun görmedim işin açıkçası.
Sanki partiye yeni kaydolmuş ve ilk defa seçim atmosferini yaşayacak genç bir siyasetçi adayının heyecanı ve enerjisi vardı hal ve tavırlarında.
Röportaj esnasında da sorularıma sözü dolandırmadan açık yanıtlar verdi.
Son sözü "2023'te iktidara gidiyoruz" oldu.
İşte CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu ile yaptığım söyleşinin detayları…
Gündemi son günlerde meşgul eden başlıkla başlamak istiyorum. O da Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın özellikle sosyal medyaya yönelik, değiştirmeye yönelik duyurduğu yeni düzenleme. Esra ve Berat Albayrak’a yönelik sosyal medya üzerinden yapılan hakaret, Canan Kaftancıoğlu’nun yedi yıl öncesinde attığı tweet sonucundaki yargı yolunun açılması, Başak Demirtaş'ın yine sosyal medyada hedef haline getirilmesi konusuyla beraber şimdi Türkiye’de sosyal medya konusu bambaşka bir boyuta ulaştı. Bir taraftan İran ve Kuzey Kore örneği veriliyor. Diğer taraftan Almanya’ya ve Fransa’ya işaret ediliyor. Şimdi baktığınızda Erdoğan sosyal medyayla ilgili “Kapatacağız” kelimesini kullandı ama hemen arkasından Fahrettin Altun’un “Türkiye bir hukuk devletidir” açıklaması yaptığını görüyoruz. Böyle bir düzenleme gerekli mi Türkiye içerisinde sosyal medyaya yönelik? Eğer gerekliyse bunun sınırları nasıl olmalı?
Şimdi önce şu: Hiçbir özgürlükçü yönetim medyadan rahatsız olmaması gereken yönetimdir. Çünkü medya halk adına yönetenleri denetler. Yanlış yapıyorsa yazarlar, eksiğini yazar. Doğru yapıyorsa onu da zaten yazacaktır. Yani medyanın dördüncü güç olarak demokrasilerde konumlanmasının temel nedeni gücü denetlemesidir.
Baskıcı yönetimler bu denetimden her zaman rahatsız olurlar ve medyayı susturmak isterler. Türkiye’nin böyle bir gerçekle karşı karşıya olduğunu hepimiz bir şekilde biliyoruz yani.
Şimdi Erdoğan’ın özellikle sosyal medyada kullandığı cümle şu, aynen okuyayım izin verirseniz. Diyor ki; “Bu tür sosyal medya mecralarının tamamen kaldırılması, kontrol edilmesini istiyoruz.”
Bu daha sonra silindi. Tamamen kaldırılması ne demektir? Sosyal medyayı tamamen kaldıracağım veya kaldırmayacaksam bunu kontrol edebileceğim bir alana dönüştüreceğim.
Yani bizim siyaseten çok kullandığımız “havuz medyası” kıvamına getirirsem ve sürekli bunlar beni överlerse ve sürekli benden bahsederlerse, bu sosyal medya kalsın.
Ama beni eleştirirlerse, benim yaptıklarımı, haksız uygulamalarımı bir şekilde dile getirirlerse benim bunu kontrol etmem lazım. Bunu söylemek istiyor.
"Fahrettin Altun’un sosyal medya açıklamasını yumuşatması, pek çok demokratik ülkede tepki çekeceğini bilmesinden kaynaklanıyor"
Peki Fahrettin Altun’un yaptığı açıklama, Erdoğan’ın yaptığı açıklamayı hafifletme amaçlı mı sizce?
Hafifletme amaçlı. Yani yapılan açıklama demokrasilerde kabul edilemez türde bir açıklama. Fahrettin Altun bunu düzeltmeye çalışıyor aslında. Yani ne kadar düzeltir; çünkü Fahrettin Altun’un bu konularda yetkili olmadığını hepimiz biliyoruz.
Yetkili kişi kim? Türkiye’yi tek başına yöneten bir otorite zaten. O otoritenin adı da Tayyip Erdoğan zaten. Onun söylediği geçerlidir. Yani diğeri ne kadar söylerse söylesin.
Fahrettin Altun’un aslında olayı yumuşatmasının temel nedeni, Erdoğan’ın yaptığı açıklamanın sadece içeride değil, pek çok demokratik ülkelerde de tepki çekeceğini bilmesinden kaynaklanıyordu.
“Yani Erdoğan bunu söyledi; ama aslında söylemek istediği öyle değil. Tam böyle” diye yumuşatarak bunu kamuoyuna bir anlamda aktarıyor. Bütün mesele şu aslında: Neden medyadan korkuyorsunuz? Etik değerleri evet, medyanın etik değerleri olmalı mı? Olmalı.
Medya her düşündüğünü rahatlıkla yazabilmeli mi? Etik değerlere, medyaya konan ilkelere uygunsa yazabilmeli. Ama o etik değerlere aykırı bir davranışı biz de kabul etmeyiz. Hiç kimse kabul etmez.
Medya mensupları da bundan zaten rahatsız olurlar. Medyanın kendisinin kabul ettiği, üstelik evrensel değerli de içeren kendi etik kuralları var. Bu etik kuralları içinde herkes yayın yapabilmeli.
"Troll gerçeğini Türkiye’nin gündemine getiren AK Parti’nin kendisi"
Eğer böyle bir düzenleme yapılırsa bunun sınırı nasıl olmalı? Yani çünkü hakaret içeren ifadelere denk geliyoruz, troller var. CHP aleyhinde de troller var, AK Parti aleyhinde de var. Şimdi nasıl bir düzenleme olması gerekiyor ki bunun önüne geçilebilsin?
Şimdi trollere karşıyız. Troll diye bir şey olmaz. Ama troll gerçeğini Türkiye’nin gündemine getiren AK Parti’dir. Kendisi telefon görüşmelerinde “Bizim trollere haber verin, bu konuda gerekeni yapsınlar” diyen ben değilim yani.
Söyleyen Erdoğan ailesinden birisiydi. Trolleri olduğunu söyledi. Yine sonra Mahir Bey (Ünal) bir yeşil nokta uygulaması başlattı ve orada da bütün AK Parti trollerini görme imkanımız oldu. Yani kendilerini bir anlamda ifşa ettiler.
Troll uygulaması doğru değildir. Ama bu uygulamayı başlatanların daha sonra bu uygulamadan şikayet eder noktaya gelmeleri, önce kendi yaptıklarını sorgulamaları gerekiyor. “Biz yanlış yapmışız bir yerde” diye çıkıp bunu itiraf etmeleri gerekiyor.
Etik kurallar elbette olmalı. Şimdi bakın burada da çifte standart var. Şöyle: Eğer hakaret içerikli yazılar iktidar kanalına yönelikse en ağır cezalar veriliyor. Kişiler sabaha karşı evleri basılıyor, gözaltına alınıyor, hapishaneye atılıyor.
Bir süre sonra iki üç gün, beş gün, yedi gün, bazen üç ay hapiste kalıyor, bazen altı ay hapiste kalıyor. Sonra duruşma oluyor, serbest bırakılıyor. Ama muhalefete yönelik bir hakaret varsa gözaltına falan alınma da yok yani. Sadece biz şikâyet ediyoruz, öylece kaybolup gidiyor kendi mecranda.
"Netfix izlemiyorum ama Meral Hanım’ın izlediğini öğrenmiş olduk"
Bu konunun, bu açıklamaların hemen akabinde sizin attığınız tweet, daha doğrusu İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener’in Netflix’te yayımlanan bir diziye gönderme yaparak attığı tweet’e sizin cevabınız çok konuşuldu. İzliyor musunuz Netflix?
Hayır, onu izlemiyorum ama Meral Hanım’ın izlediğini de böylece öğrenmiş olduk. İyi bir mecra aslında, kalite bir mecra olduğu söyleniyor. Ama benim izleme şansım pek olmadı.
Aman Meral Hanım, şimdi hırsından spoiler verir:) https://t.co/ImvTTKb9Mv
— Kemal Kılıçdaroğlu (@kilicdarogluk) July 1, 2020
"Anayasamızın basın özgürlüğü hükmü çalışmıyor"
Sosyal medyanın dışında o gibi platformların kapatılması neden sakıncalı ya da neden gerek duyuluyor sizce?
Şimdi, bütün dünyanın izlediği, bütün dünyanın bir şekilde gördüğü bir alanı neden kapatırsınız? Korktuğunuz için. Neden korkuyorsunuz?
Yanlış yaptığınız için. Yanlışlarınızı düzelteceksiniz. Siz yanlışlarınızı düzeltmiyorsunuz, yaptığınız hataları ben sürdüreceğim diyorsunuz; ama bana yönelik bir eleştiri gelirse bunun cezasını vereceğim diyorsunuz.
Veya bu eleştiriyi yapan mecrayı kapatacağım diyorsunuz. Bu demokrasiye aykırı bir uygulama. Bakın anayasamızda o kadar güzel yazılmış ki birinci cümlesi medyayla ilgili; “Basın hürdür sansür edilemez”, nokta.
Bütün dünyanın kabul ettiği bir gerçek basın özgürlüğü ve bizim anayasa da kabul ediyor. Anayasanın bu hükmü hiç çalışmıyor. Gazeteciler hapse atıldı, tutuklandı, gözaltına alındı. Bu hepimizin gerçeği.
"CHP Kurultayı sürecinde yapılan bazı eleştiriler, haksız eleştirilerdir"
Peki, geçelim CHP içerisinde yaşananlara. Siz önümüzdeki günler için, 25-26 Temmuz için Bilkent’te açık havada düzenlenecek kurultaya hazırlık içerisindesiniz. Ancak şimdi dışarıdan bakıldığında parti içerisinde farklı kesimlerde sanki bir rahatsızlık var gibi görünüyor. Bunlardan bir tanesi Mengü’nün mahkemeye başvurması. Salonun yetersizliğini, alanın yetersizliğini söyleyenler var, oy kullanacak delege sayısının azlığına dikkat çekenler var, gibi gibi. Diğer taraftan MYK üyeleri diyorlar ki “Parti yönetimine karşı yapılan bu açıklamalara biz yanıt vermek istiyoruz ancak Genel Başkan buna izin vermiyor. Neden izin vermiyorsunuz?
Şöyle, onu da rahatlıkla ifade edebilirim. Parti içerisinde gereksiz bir tartışmaya zemin hazırlamak istiyorlar. Haksız bazı saldırılar var. Bunlar yapılıyor tabi, bunlar yapılabilir de sonuçta biz bir siyasi partiyiz.
Her türlü eleştiriye açığız zaten. Açık olmak zorundayız da ayrıca çünkü eleştirilerin bir kısmı gerçekten de bizim yanlışımızı ve eksiğimizi gösteren eleştiriler de olabilir.
Ama bazı eleştiriler haksız eleştiriler. Şimdi kurultay yapacak mıyız? Daha önceden yapacaktık, pandemi çıktı erteledik. Tamam, şimdi yeni bir süreç başladı. Sağlık Bakanlığı’na sorduk. Sağlık Bakanlığı kapalı alanda yapamazsınız dedi.. Sonra açık havada yapmanız gerekiyor dedi. İki yerimiz vardı açık alan olarak: Ya stadyumda yapacaktık ya da Bilkent Odeon’da yapacaktık. Stat maçlar var, dolayısıyla mümkün olmadı.
Artı stadı kontrol etmek mümkün değil. Odeon’a baktık. Evet, bizim delege sayımız zaten belli, delege sayısını aldığınızda Odeon’da bir sorunumuz yok. Şu sorun çıkabilir. Denebilir ki, parti üyesi olup parti meclisine aday olmak isteyenlerden tüzüğümüze göre 10 delegenin önermesi lazım.
Delegeyle parti meclisine aday olmak isteyen üyenin buluşacağı bir zemin gerekiyor. Oradan imza alması lazım. Biz bunu da sağladık zaten.
Böylece üyelerimizin, parti meclisine üye olmak isteyen ve bu konuda irade koyan üyelerimizin delegelerle yan yana gelmesi ve hangi delege imza veriyorsa o imzayı tamamlayıp yine alanda sosyal mesafe kurallarına uyarak ilgili masaya gidip dilekçesini vermesi mümkün.
Bütün bunların hepsi yapıldı, sağlandı. Seyircisiz yapıyoruz. Bu ortamda seyircili büyük bir kurultay yapmanın kendi içinde sakıncaları var, sağlık için sakıncaları var.
Medyaya da gerekli ortam yine sosyal mesafe konularak o sağlanıyor. Onur kurulu üyelerimiz, onlar Odeon’un içinde değil ama Odeon’un dışında onlara da özel bir mekan yapılıyor.
O mekana da Led ekranlar konulacak zaten. Çadırlar ona göre oluşturulacak. Onlar da arzu ederlerse yani, belki az bir kısmı gelecek ama bir kişi bile gelse bir şekilde değerlendireceğiz.
Peki Mengü mahkemeye başvurmadan önce sizle görüştü mü? Konuyla ilgili görüştü mü?
Yok hayır. Mahkeme reddetmiş zaten.
"Türkiye şu anda bir sivil darbe sürecini fiilen yaşıyor, biz bunu biliyoruz"
Peki orada sizin konuşmanız da çok merak ediliyor her kurultayda olduğu gibi. Özellikle Cumhuriyet gazetesinde yayımlanan yazı manifesto olarak yorumlandı. O paralelde bir şey mi olacak? Ya da nelere vurgu yapacaksınız?
Şimdi yüz yıl önce biz cumhuriyetimizi kurduk. Yaklaşık yüz yıl önce. Bu cumhuriyeti kurmanın bir heyecanı vardı. Ve bu cumhuriyetin temel hedefi, özellikle halkçılık ilkesinden yola çıkarak demokratikleşmeydi.
1946’da çok partili hayata geçtik. Ve dolayısıyla bu süreç içerisinde darbeler yaşandı, bedeller ödendi. Şimdi 20 Temmuz’dan sonra, 15 Temmuz darbe girişiminden sonra 20 Temmuz’da OHAL ilan edildi.
Bir sivil darbe süreci Türkiye şu anda fiilen yaşıyor. Biz bunu biliyoruz. Medya üzerinde baskılar var, yargı üzerinde baskılar var, parlamento üzerinde baskılar var.
Yani devletin bağımsız olması gereken kuruluşları bir anlamda vesayet altında şu aşamada. Ve dolayısıyla bizim, bu yüz yılın, cumhuriyetimizi demokrasiyle taçlandırma gibi bir görevi dillendirmemiz ve bu yüz yıla böyle girmemiz gerekiyor.
"İktidar olacağız; buna yüzde yüz inanıyorum"
Cumhuriyeti demokrasiyle taçlandırmış bir Türkiye Cumhuriyeti, hedefimiz bu. Bu hedefi gerçekleştirmek için de demokrasiden yana olan, insan haklarından, yargı bağımsızlığından, demokratik parlamenter rejimden, özgür medyadan, kadın-erkek eşitliğinden, doğaya sevgiden, bizim dışımızdaki bütün canlılara saygıdan yola çıkarak bütün Türkiye’yi kucaklayan, cumhuriyeti demokrasiyle taçlandıran bir süreci başlatmak istiyoruz.
Bu kurultayımızın ana hedefi bu. Bunu nasıl yapacağız? İktidara gelmekle yapacağız ve iktidar olacağız. Ben buna yüzde yüz inanıyorum.
"Muharrem İnce’ye hangi açıdan demokratik engel çıkartıldı, öğrenmek isterim"
Şimdi tabi ben hep bir taraftan şeytanın avukatlığını yapmış gibi gazeteci misyonuyla şunu da değinmek istiyorum siz demokrasi vurgusu yaparken Muharrem İnce’nin terk ettiği bir yayın vardı. Ve o yayını terk ederken kullandığı bir ifade dikkatimi çekti. Terk ederken aslında dedi ki demokrasi mücadelesiyle ilgili “Ben sadece AK Parti’yi değil, CHP’ye karşı da demokrasi mücadelesi veren bir kişi olarak bu yayını terk ediyorum” dedi. Neden böyle? Siz nasıl yorumladınız İnce’nin bu cümlesini?
Bilmiyorum, bunu bilmiyorum ama mesela hangi açıdan demokratik engel çıkarıldı ben onu da öğrenmek isterim yani.
Konuşmadınız mı daha sonrasında İnce'yle?
Konuşmadık, yani bu konuda konuşmadık. Ama eğer demokratik standart bu ülkede bir partide aranıyorsa, bir numarası Cumhuriyet Halk Partisi’dir. Biz parlamentoda seçimler yapıldı mesela, parlamentoda görev yapacak arkadaşlarla ilgili. Herkes seçime girdi. Kazananlar oldu, kaybedenler oldu. Ben tamamen tarafsız olacağım dedim. Seçimler yapıldı. Bundan daha güzel ne olabilir? Demokrasiyse demokrasi.
Kaldı ki bakınız, daha önce bir kişinin parlamentoda, affedersiniz, bizim kurultaylarda genel başkan olabilmesi için en az yüzde 20’ydi galiba, en az yüzde 20 oy alması gerekiyor ve onu da gelip divanın önünde imzalaması gerekiyor. Ben bunların hepsini kaldırdım. Yüzde beş, yüzde beş mi, yüzde on mu ne yaptım. Yine o rakamı yüzde beş yüzde beş yaptım ve o rakamı da yani yüzde beşi indirmemi de Muharrem Bey istedi, olur dedim yüzde beş yaparız ne olacak yani.
Demokrasideki, demokratik süreçte elimden gelen her türlü çabayı gösteriyorum. Yüzde 33 cinsiyet kotası, yüzde 10’du sonra yüzde 20’ye çıkardık gençlik kotası… Bütün bunlar yapıldı. Demokratik standartlarda bir eksiğimiz varsa, ki olabilir bakın, ben her şey yüzde yüz doğrudur diye bir iddiada bulunmuyorum. Olabilir, bir yerde bir eksiğimiz bulunabilir.
Gayet iyi niyetlerle bize söyleni; “Şurada eksiğiniz var. Şu demokratik standartlara aykırıdır.” Hayhay. Hemen düzeltiriz. O konuda, benim demokrasi anlayışımda hiç kimsenin en ufak bir endişesi olmasın. Demokrasiyse bu benim hayatımın bir parçası, bu benim ruhumun bir parçasıdır, düşüncemin bir parçasıdır. Ben böyle görüyorum.
"Ali Babacan’la anlaşacak isimleri parti meclisine seçelim demedim"
Gelelim parti meclisine girecek isimlere. Şimdi siz sürprizleri seviyorsunuz. Bu arada kulislerde konuşulan konulardan bir tanesi de Ali Babacan’la uyumlu çalışabilecek kişileri parti meclisinin içerisine dahil edeceğinize yönelik. Bu, ittifakın genişleyeceğine dair bir işaret mi? Ya da bu iddia doğru mu?
Efendim bunu ben de gazetelerden okuyorum. Yok, hayır, böyle bir şey yok. Kim bu iddiayı yapıyor ben onu da anlamıyorum gerçekten. Şöyle, bizim partimizin üyelerini, parti meclisinde görev yapmalarını her bir arkadaşımızın parti meclisine seçilmesi ve görev yapması bizim için çok değerlidir.
Buna karar verecek olan da kurultayın saygıdeğer delegeleridir. Onlar da demokratik standartlar içerisinde seçildiler. Ben herhangi bir delegeye telefon edip oyunu şöyle kullan demedim, asla demem.
Kendi özgür iradesiyle gelir, oyunu o şekilde kullanır. Dolayısıyla, Sayın Babacan veya bir başkası, onu destekleyecek arkadaşları seçecekmişiz yok öyle bir şey.
Şu bir gerçek: Yeni bir sürece giriyoruz. Geçen seçimlerde bir ittifakımız oldu. İttifakımızın temelini demokrasi oluşturuyordu, insan hakları oluşturuyordu, düşünceye özgürlük oluşturuyordu, medya özgürlüğü oluşturuyordu.
Yani demokratik standartların aşağı yukarı bütün bileşenleri diyelim. Bütün bunların tamamını biz Türkiye’de hayata geçirmek istiyoruz. Tabii doğal olarak da bir ittifak çıktı. Adına Millet İttifakı dedik bunun. Bu ittifak büyür mü, genişler mi? Elbette genişlemesi bizim de arzumuzdur.
"İlkeler çerçevesinde bir araya gelebilirsek bu Türkiye açısından bir kazanım olur"
Siz nasıl bakıyorsunuz? Ali Babacan’ı ve Ahmet Davutoğlu’nu Millet İttifakı’nın çatısı altında görmeyi arzu eder misiniz?
Şimdi o konuda kararı, bu iki değerli genel başkan vereceklerdir. Ama ben onların gerek televizyonlara, gerek medyaya yaptıkları açıklamalara doğal olarak büyük bir dikkatle izliyorum.
Onlar da güçlendirilmiş bir demokratik parlamenter sistemden yanalar. Ve onlar da düşünceyi ifade özgürlüğünden yanalar. Onlar da medya özgürlüğünden yanalar. Onlar da yargı bağımsızlığından yanalar.
Onlar da aynı şekilde devletin, yani devleti yöneten siyasi otoritenin halka hesap vermesinden, devlet yönetiminde saydamlıktan, şeffaflıktan yanalar. Dolayısıyla bu ilkeler, bizim geçmişte oluşturduğumuz Millet İttifakı’nın temel ilkeleridir.
Eğer bu ilkeler çerçevesinde bir araya gelebilirsek bu Türkiye açısından bir kazanım olur. Türkiye’nin geleceği açısında kazanım olur. Az önce söylemiştim, yüzüncü yılında cumhuriyetimizi gerçek anlamda bir demokrasiyle taçlandırabilirsek bu taçlandırma da taşı olan tuğlası olan herkesin çocuklarına bırakacağı çok güzel bir miras ortaya çıkacaktır.
"HDP aday çıkarmazsa HDP seçmeninin gelip CHP’ye oy vermesinden memnuniyet duyarız"
Peki önümüzdeki seçimlerde bir önceki seçimlerde olduğu gibi HDP seçmeninin CHP’yi desteklemeyi devam edeceğine inanıyor musunuz? Çünkü desteğin biraz çekildiğine dair bazı görüş ve iddialar var. Sizin inancınız ve gözleminiz ne yönde?
Bilemiyorum doğrusunu isterseniz. Tabii HDP’yi de izliyoruz büyük bir dikkatle. Orada da sayın eş genel başkanların zaman zaman kamuoyuna yaptıkları açıklamaları da dikkatle izlemek de bizim görevimiz zaten, diğer siyasal partileri nasıl izliyorsak.
Onlar da demokrasi vurgusunu adalet vurgusunu oldukça fazla yapıyorlar. Dolayısıyla HDP’nin zaten kendi bir seçmeni var zaten. Bakıldığı zaman kendi partisine oy veriyor. Bu süreç içerisinde CHP’ye destek verirler mi vermezler mi onu bilemiyoruz.
Ama bildiğim kadarıyla her partinin kendi seçmen kitlesi kendi partisine oy verecektir. Ama bir yerde, sadece bir aday iki aday veya üç adayın çıktığı bir ortamda HDP aday çıkarmazsa HDP seçmeninin gelip CHP’ye oy vermesinden memnuniyet duyarız.
"Parlamento gerçeğiyle vatandaşa aktarılan gerçek arasında fark var"
HDP’nin kapatılma ihtimali üzerinde de yine kulislerde iddialar dolaşıyor. Sizin var mı böyle bir duyumunuz?
Şimdi bunu zaman zaman dillendiriyorlar. HDP’yi kapatacak olan Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’nın hazırlayacağı iddianame ve Anayasa Mahkemesi’nde yapılacak görüşmeden sonra ortaya çıkabilir.
Böyle bir iddia siyasetçiler tarafından ya da HDP’ye biraz mesafeli olan veya tümüyle karşıt olan kesimler tarafından dillendiriliyor. Ama HDP şu an parlamentoda, grubu var, HDP’nin de bir meclis başkanvekili var.
HDP’nin meclis başkanvekili pekâlâ parlamentoyu yönetiyor. Orada AK Parti de var, MHP de var, İYİ Parti de var, efendim Cumhuriyet Halk Partisi de var, bağımsız olanlar var, İşçi Partisi’nden ve Saadet Partisi’nden milletvekilleri var. Bunlara söz veriyor, iç tüzüğün gereğini yapıyor yani sonuçta.
Parlamento gerçeğiyle vatandaşa aktarılan gerçek arasında fark var. Vatandaşa aktarılan yapay bir gerçek, tamamen kutuplaştırmaya yönelik bir gerçek.
Toplumu, kişileri, partileri kutuplaştırarak, birbirine düşman kılarak ya da düşman gözüyle bakmalarını sağlayarak kendi tabanı konsolide etme, parlamentodaki yapıda ise parlamentoda örneğin HDP’nin bir başkanvekili parlamentoyu yönetir.
AK Parti'li söz isteği zaman iç tüzüğe göre söz verir. MHP’li söz istediği zaman iç tüzüğe söz verir. Eğer iç tüzüğe aykırı bir uygulama varsa iç tüzüğün gerektirdiği uygulamaları yapar yani. Buna da herkes uyar.
Dolayısıyla parlamento gerçeğinde, parlamento gerçeğinde partiler arasında uyum olmasa bile iç tüzüğün getirdiği bütün kurallara uyma yönünde bir ortak irade var. Dolayısıyla bu ortak iradeyi aslında normalde topluma da yansıtmamız lazım.
Yani kavgasız ama kendi düşünceleri olan, Türkiye’nin geleceği konusunda düşüncelerini rahatlıkla söyleyen, Türkiye’nin geleceği konusunda neler yapacağını programlarıyla ifade eden bir anlayışa ihtiyaç var. Bunu yapmayan ya da bunu yapmaktan aciz olan siyasal partiler kutuplaştırarak tabanlarını tutmak istiyorlar.
Şimdi merak edilen konulardan bir tanesi de şu: Tabii biz Kemal Kılıçdaroğlu’nu dış politikaya yönelik görüşmeler yapmak üzere yurt dışında sıkça görüyorduk. Evet, pandemi döneminde bu çok mümkün değil ama pandeminin hemen öncesinde de biz Kılıçdaroğlu’nu yurt dışında bu görüşmeleri yaparken görmedik. Bunun var mı bir nedeni? Ya da öncelikleriniz mi değişti?
Hayır, şöyle: Türkiye’nin gündemi çok yoğun. Bir de arka arkaya bir sürü seçim geldi ve bu seçimlere hazırlık yapmak gerekiyor. Bir seçim bildirgesini hazırlamak kolay bir olay değil. Uzun bir süreci gerektiriyor.
Değişik alanlarda çok sayıda saygın kişiyle görüşeceksiniz, hazırladığınız taslağı oturup onlarla tartışacaksınız, bir seçim bildirgesi hazırlayacaksınız. Artı bu bildirge hazırlanırken öbür taraftan parti örgütleriyle beraber seçime hazırlık yapacak.
Dolayısıyla yurt dışına gidiş için çok fazla böyle bir imkânımız olmadı ama bizim Brüksel’de ve Washington’da temsilciliklerimiz var. Onlar bizim adımıza –resmi temsilcilikler bunlar- bütün politik taraflarla görüşüyorlar.
Bizim düşüncelerimiz onlara aktarılıyor. Onların bize yönelik eleştirileri de olabiliyor, önerileri de olabiliyor, beklentileri de olabiliyor. Bunlar bize aktarılıyor. Artı zaten bugünkü teknolojik ortamda zaman zaman bu görüşmeler de bir şekilde gerçekleşebiliyor.
"Türkiye’nin Libya’da da Suriye’de Rusya’yla veya bir başka ülkenin silahlı kuvvetleriyle çatışması doğru değil"
Dış politika demişken geçtiğimiz günlerde Cumhurbaşkanı Erdoğan, Rusya Devlet Başkanı Putin ve İran Devlet Başkanı Ruhani’yle Suriye’ye yönelik üçlü görüşmesi yine oldu. Şunu merak ediyorum: Türkiye’nin Libya’da Rusya’yı da karşısına alarak aslında attığı adımlar, Türkiye’nin Suriye’de Rusya’yla çalışmasını nasıl etkiler ya da etkiler mi?
Türkiye’nin Libya’da da Suriye’de Rusya’yla veya bir başka ülkenin silahlı kuvvetleriyle çatışması doğru değildir. Her iki ülke açısından bu doğru değildir. Hem çatışmanın olası olabileceği olan ülke açısından da doğru değildir.
Dolayısıyla ben dış politikada aklın egemen olması gerektiğini hep düşünüyorum. Ülkelerin kendi çıkarları vardır doğru. Rusya’nın, Türkiye’nin, İran’ın, Amerika’nın çıkarları vardır. Bölgede, Libya’da da Ortadoğu’da da çıkarları vardır.
Kaldı ki bizim Ortadoğu’yla ayrıca bir de akrabalık ilişkilerimiz vardır, tarihsel ilişkilerimiz vardır, kültür ilişkilerimiz vardır. Orada da Araplar var, Türkiye’de de Araplar var.
"Libya’nın kendi bağımsız iradesini ortaya koyması çok önemli"
Ama Suriye’de sahada Türkiye-Rusya ortak çalışmasına, işbirliği diyelim tırnak içerisinde, etkileme durumu olur mu Libya’da atılan hamlelerin?
Onu bilemiyorum. Ama görüşmeler devam ediyor. Ben hem Türkiye’de hem Rusya’da sağduyunun egemen olacağı düşüncesindeyim. Çünkü çatışmanın iki tarafa da bir yarar getirmeyeceği açık. Dolayısıyla oturulup uzlaşılabilir.
Libya’da da bu uzlaşmanın yapılması çok önemli çünkü Libya’daki halkların çatışmaları, kavgaları aşiretler arasında özellikle kavgaları sonuçta Libya’ya zarar veriyor. Dolayısıyla Libya’nın kendi bağımsız iradesini ortaya koyması çok önemli.
"İktidar, 'Ben Ayasofya’yı ibadete açıyorum' diyorsa kararname elinde"
Ayasofya’nın cami olması, Danıştay’ın kararı gündemde. Çok tartışıldı, konuşuldu. Bir taraftan Amerika Birleşik Devletleri Dışişleri Bakanı Mike Pompeo’nun açıklaması var, bir taraftan Putin’in açıklamaları var gibi. Ayasofya cami olursa neye çözüm olur? Olmazsa nasıl bir sorun yaratır?
Şöyle, Ayasofya zaten şu anda ibadet yapılan bir yer. Yani oranın da bir görevli imamı var zaten. Yani ibadet yapılıyor, tümüyle ibadete kapalı bir alan değil aslında.
Ayasofya tabi bir dünya kültür mirası aynı zamanda, öyle kabul etmek lazım. Bu iç siyasette zaman zaman kullanılıyor. “İşte cami yapalım, ibadete açalım” diye kullanılıyor.
Biz inanç merkezlerinin iç siyasete malzeme edilmesini doğru bulmuyoruz. İktidar, “Ben Ayasofya’yı ibadete açıyorum” diyorsa kararname elinde. Erdoğan oturur, bir kararname yazar, resmi gazetede yazılır, ibadete açılır, müze olmaktan çıkar. Bu kadar basit.
Şimdi bu olayı büyütüp bu olayı Türkiye’nin, dünyanın gündemine getirmenin hiçbir mantığı yok. Sen eğer bunu kullanıyorsan siyaseten, “Bunu ben açtığımda takdirde, cami olarak açtığım takdirde oyum artacaktır” diyorsan ve hedefi böyle koyup, “Acaba ben bunu söylediğimde CHP bana itiraz eder de ben de buradan oy devşiririm” diye düşünüyorsa, hayır bunu düşünmesin.
Otursun, hemen kararnameyi imzalasın. Resmi gazetede ilan etsin. Ayasofya’yı da ibadete açsın. Bu kadar basit. Bu kadar basit olan bir olayı, kendisi açısından bu kadar basit olan bir olayı dünyanın gündemine getirmenin hiçbir mantığı yok yani.
Ben, “Ayasofya evet, Türkiye Cumhuriyeti toprakları üzerinde Türkiye Cumhuriyeti Devleti tarafından korunmaktadır, tamiri onarımı yapılmaktadır. Şimdi halkın büyük bir kesimi ibadete açılmasını istemektedir. Biz de ibadete açtık.” Bir kararnamede. Bir kararnamede müze yapılmış, bir başka kararnamede de cami olarak açılabilir.
"Barolardan yanayız. Kanun teklifinin de yasalaşmaması için elimizden gelen her türlü çabayı göstereceğiz"
Çoklu baro tartışması, baro başkanlarının Metin Feyzioğlu’na, Türkiye Barolar Birliği başkanına gösterdiği tepki... Siz daha sonrasında Feyzioğlu’yla görüştünüz mü bununla ilgili?
Hayır, hiç görüşmedim. Ama baro başkanlarının baroların bölünmesine yönelik görüşe tepki vermeleri sadece barolar açısından değil Türkiye’nin geleceği açısından da çok önemlidir. Türkiye’de kutuplaşmanın, yani kutuplaşmayan, parçalanmayan hiçbir yer kalmadı. Medyada bunu görebiliyorsunuz, yargıda bunu görebiliyorsunuz. Hemen hemen her alanda kutuplaşmanın, bölüşmenin, ayrışmanın iktidardan yana olup iktidara karşı olma gibi bir bölünmenin toplumun hemen hemen bütün dokularına sindiğini görüyorsunuz. Şimdi bu parçalanmayı savunmada yapmak istiyorlar, yani barolarda yapmak istiyorlar. Son derece tehlikeli ve doğru değil. Biz bu konuda barolardan yanayız. Parlamentoda gelen kanun teklifinin de yasalaşmaması için elimizden gelen her türlü çabayı göstereceğiz.
"Yerel seçimlerde elde ettiğimiz başarıyı önümüzdeki seçimlerde de elde edeceğiz"
Eklemek istediğiniz, ilave etmek istediğiniz bir şey var mı?
Şöyle, baskılar asla toplumu umutsuzluğa yöneltmesin. Ya da toplum bir umutsuzluk, bir çaresizlikle karşı karşıya kaldık diye düşünmesin. Yerel seçimlerde elde ettiğimiz başarıyı önümüzdeki seçimlerde bu kez yeniden elde edeceğiz ve güzel ülkemizi ve cumhuriyetimizi demokrasiyle taçlandıracağız. Herkes bu ülkede huzur içinde yaşayacak. Herkes bu ülkede düşüncelerini özgürce ifade edecek. Düşüncelerini özgürce ifade etti diye kimse hakkında soruşturma açılmayacak. Parlamento üzerindeki, yargı üzerindeki vesayeti tamamen kaldıracağız. Yargı bağımsız, hukukun evrensel ilkelerine göre karar verecek. Parlamentodaki milletvekillerini de siyasi partilerin liderleri değil, halk seçecek.
© The Independentturkish