Hayatım boyunca çok fazla güçlü kadınla çalıştım, dostlarım ablalarım kardeşlerim…
Sayamayacağım kadar çok, kendi ayakları üzerinde durmaya çalıştığı ve güçlü göründüğü için acı çeken, fakat zayıflıklarını kimseye çaktırmamaya çalışan, kuyruğu dışarda dik tutarken geceleri uyuyabilmek için bir avuç ilaç kullanan kadın tanıdım.
İdealleri için, aileleri için, kariyerleri için, davaları için… kendi ayakları üzerinde durabildiklerini göstermeleri için, güçlü görünmek zorundalardı.
Assalam bazen bana bu kadınları anımsatıyor.
Kendi ayaklarımızın üzerinde durmaya çalışıyoruz, güçlü görünmeye çalışıyoruz, sosyal girişimlerin vakıfların tek çaresi olduğunu düşünüyoruz.
Bu sistemin yürüdüğünü göstermeye, diğer STK'lara örnek olmaya çalışıyoruz.
Çalışanlarımıza panik yok, her şey kontrol altında imajı çiziyoruz.
Fakat geceleri uyuyamıyoruz.
Bir model kurmak ne kadar da zormuş.
Hele de kendi topraklarımızdan 7 bin kilometre ötede...
Kuyruğu dik tutmak için, Afrika'yı ve kendimizi güçlü göstermek için, sürekli keyifli videolar paylaştığımızdan, ailelerimiz, yakın dostlarımız bile artık bağışını başka derneklere yapıyor.
Bir kısım bizi okyanusa nazır kampüsümüzde keyif yapmakla suçluyor.
Bir diğer kısım sanat çalışmalarımız nedeniyle dindarlığımızı sorguluyor ya da bu neyin lüksü, adamlar aç diye eleştiriyor.
Yani, bir yandan maddi anlamda hayallerimizin altında eziliyoruz, daha bu ay maaşlarını ödeyemediğimiz için 20'ye yakın çalışanımızı işten çıkarmak zorunda kaldık, diğer yandan doğru dürüst tanımlanamakla ilgili sınavımız bitmiyor.
İşte bu yazı, bu nedenle, sert ayazlarda büyümeye çalışan, kimsenin cinsini pek anlayamadığı bir fidanın ağaç olma gayretinin hikâyesi.
"Size muhafazakâr hippi diyebilir miyim?"
Yıllar önce yurtdışında doktora derslerimi tamamlayıp ülkeme döndüğümde, 3 dil bilen parlak bir genç olarak havada kapılacağımı, çaldığım tüm kapıların bana açılacağını sanıyordum.
Oysa hiç öyle olmadı, başvurduğum işlerden genel olarak ret cevabı aldım.
Ve reddedenlerin ekseriyetle kullandığı ve anlayamadığım bir gerekçesi vardı.
Beni tanımsız buluyorlardı. Ne yapabileceğimi kestiremiyorlardı.
Uluslararası ilişkiler diplomasının onlarda bir karşılığı yoktu.
İslam Birliği doktorasının ya da!
Hakikatten, bir kız durduk yere niye 11 sene İslam Birliği üzerine çalışsın?
Neyse yıllar geçti, kendimi Zanzibar'da buldum.
Malum, burada bir vakıf kurduk. Artık az çok tanınır olduk, ancak…
Tanımlanamazlık belasıyla tekrar yüzleştim.
Kimse vakfı tanımlayamıyordu, milletin kafasını karıştırıp duruyorduk.
Nasıl bir vakıfsa, ramazan-kurban kampanyaları da yapıyor, müzikli sanatlı paylaşımlar da.. Bağış da onlarda, girişimcilik de.
Başında başörtülü birileri var, ama her kesimden radikal tipler vakıfta, dindarı dinsizi beraber yiyor içiyor.
Hakikatten, bir kadın durduk yere niye Afrika'ya taşınıp bir balıkçı köyünde sanatlı permakültürlü böylesine garip bir model kurmaya çalışsın?
Çok bayılıyoruz ya kategorize etmeye kişileri ve kurumları, bu tanımlayamama durumu herkesi rahatsız etti.
Bir kısım kafası karışık, kendi haline bırakın dedi, bir kısım dedikoduya doymadı.
Ve sonra bir gün, o zamanlar Tanzanya'da görev yapan Türk bir devlet görevlisiyle sohbet ederken bir aydınlanma yaşadım.
Adamcağıza canhıraş bir şekilde kim olduğumuzu, ne yaptığımızı anlatıyordum.
O da böyle elini çenesine koymuş hiç konuşmadan dinliyordu.
Sonra bir yerde sözümü kesti ve "Dur" dedi; "dur, buldum!"
"Efendim, ne buldunuz?" dedim.
"Size muhafazakâr hippi diyebilir miyim?" dedi.
Belki bir Einstein değildi, ama bence bu mühim bir buluştu.
O gün yıllardır kimsenin yapamadığı bir şeyi yaptı.
Bizi herkesin anlayabileceği öyle bir şekilde tanımladı ki…
Hâlâ daha iyisini yapabilen çıkmadı.
Bu yazıda size muhafazakâr hippi nasıl olunur ya da biz neden muhafazakâr hippi olduk, gerekçeleriyle anlatacağım.
Ola ki herkesin kafasındaki karışıklıklar yok olur, hepimiz rahatlarız.
Öncelikle herkes haklı.
Assalam, alışılmış kalıplara uymayan bir vakıf.
Bir yanda inanç, vakıf kültürü ve toplumsal dayanışmaya vurgu yaparken; diğer yanda sosyal girişim, sürdürülebilir yaşam ve kolektif ruhu yaşatmaya çalışıyor.
Peki neden?
Hadi beraberce bir bakalım.
PEACE adını verdiğimiz, permakültür, eğitim, sanat, insan ve sosyal girişim projelerini birbirini destekler şekilde hayata geçiren vakıf modelimizin alamet-i farikası ya da asıl niyeti nedir?
Bunun için çok kısa bir ekonomi girişi yapmak zorundayım.
Çünkü modern şirketler ya da STK'lar dahil tüm işletmeler lineer ekonomiye dayanır.
Bu modeli "Al, Yap, At" (Take, Make, Dispose) fiilleriyle anlatmak yeterlidir.
Vakfımızın dayandığı döngüsel ekonomi ise bu lineer ekonomi modelinin aksine "Üret, Paylaş, Geri kazan" (Produce, Share, Regenerate) fiillerine dayanır.
İşte bize vakfınızı 3 kelimeyle özetleyin deseler, bu 3 kelimeyi söylememiz gerekirdi:
"Üret, Paylaş, Yeniden kazan"
Bizim kendi ayaklarımızın üzerinde durma hikayemizin çekirdeği de güç formülümüz de inandığımız her şey de bu 3 temel üzerine oturur:
1. Üret
Kendi kaynaklarını üretmeye çalışan bir sosyal girişimiz!
5 ana markamız var, mesela kurduğumuz KangaAfrika markası, yerel kadınları istihdam eden ve geleneksel giyim kültürünü yaşatan bir girişim.
Ekolojik tarım projelerimizle, atölyeler ve eğitimler yoluyla, insanların sadece alıcı değil, üretici olmasını sağlıyoruz.
Ve en büyük hayalimiz bu modeli dünyanın başka ülkelerindeki sivil toplum kuruluşlarına da taşımak, onların da kendi ayakları üzerinde durmalarına destek olmak.
Bir şirket değiliz – Kâr değil, etki odaklıyız!
Önceliğimiz topluma sağladığımız fayda ve üretilen tüm gelir, yeniden iyilik yapmak için kullanılıyor.
Şu ana kadar kendi kurduğumuz markaları bir kenara koysak dahi, 300'den fazla kadın Assalam'ın sosyal girişimleri sayesinde kendi işini kurdu, sürdürülebilir bir gelir elde etti, ediyor.
Şöyle düşünün, ortalama her biri 5 kişiye bakıyor diye düşünsek, yapılan bağışlar sayesinde her yılın her ayının her günü 1500 kişiye yemek, eğitim, onurlu bir yaşam sağlanıyor.
Aynı miktar bağışla belki 15 bin kişiye gıda dağıtılabilirdi, ama size garanti edebilirim ki o kumanya paketi en fazla birkaç haftada bitecek ve hayat kaldığı yerden devam edecekti…
2. Paylaş
Herkes dilediğinde gelip ailemize katılabilir!
Köyümüz de, modelimiz de herkese açık kaynaktır.
Dünyanın her yerinden kardeş kurumlarımız var.
Yeter ki öğrendiklerimizi deneyimlerimizi paylaşalım, dünyalar bizim olur.
Buraya gelen herkes bilir ki, burada kimse yalnız kalmaz.
Yetimler, kadınlar, öğrenciler, çalışanlar, gönüllüler – herkes ekoköyümüzde bir aile gibi yaşar.
Ayrıca, bu ekolojik gönüllülük köyü ürettiği kaynakla hem Assalam'ın projelerini hem adadaki sorumlu turizmi ve yerel kalkınmayı destekler.
Yani misafirimiz olan her bir gönüllü hem Assalam'a yaptığı konaklama ve yeme içme bedeliyle projeleri besler, hem bu projelerde aktif rol alır hem halkla hem dünyanın her yerinden gelen gönüllülerle kaynaşır, hem de ekolojik yaşamı deneyimler.
Bir tatil köyü değiliz!
Burada misafirlerimizi rahat ettirmek için elimizden geleni ardımıza koymayız, odalarımız klimalı ve okyanus manzaralıdır, kısa dönem misafirlerimiz dilerlerse sadece tatil yapabilir, gönüllü olmak zorunda değildir.
Ancak yine de Assalam sınırsız harcama yapılan, şezlongunuzda uzanarak sipariş verebileceğiniz bir yer değildir.
Assalam'a insanlar tüketmeye değil, üretmeye ve paylaşmaya gelir.
Herkesle aynı sofrayı paylaşır, herkesin doğum gününü beraber kutlar, daha dün tanıştığınız insanlarla beraber ağlar beraber gülersiniz.
Buradaki deneyiminiz hem ruhunuza ve hem Afrika'ya iyi gelir.
3. Yeniden kazan
Sürdürülebilir iyiliği ve projeleri önceleriz!
Bizde iyilik, bir başkasına yardım etmekten ziyade, o başkasının kendine yetebilmesini, kendini yeniden keşfedip ayağa kalkmasını sağlamak anlamına gelir.
Tanzanya'nın kurucusu Nyerere'nin mükemmel bir sözü var:
Siz hiç kimseyi kalkındıramazsınız. Sadece insanların kendisini kalkındırmasına yardım edebilirsiniz.
Mesela 170 öğrencimiz var okulumuzda. Çocuklarımıza uluslararası standartlarda eğitimi sponsorlar aracılığıyla ücretsiz olarak veriyoruz.
Bu çocuklara her birinin gözünün içine baka baka öyle bir titizleniyoruz ki, bir gün koca bir ordu gibi bu adanın geleceği olduklarında, Allah'ın izniyle hiç kimseye muhtaç kalmayacak bu ada.
Bu arada hiç dağıtım yapmıyor muyuz, tabi ki yapıyoruz. Her ramazan onlarca köyde ve tarihi şehrimizde on binlerce kişiyle sokak iftarları yapıyoruz, binlerce ihtiyaç sahibi aileye kumanya paketlerinizi ulaştırıyoruz, akrabalarıyla kalan ama sahip çıkmaya çalıştığımız bin yetimimize bayramda kıyafet, tatilde kamp, okul zamanı kırtasiye ve üniforma, sair zamanda oyuncak ve şenlik… gibi imkanlar sağlıyoruz.
Bunların hepsini de kardeşliğimizi yeniden canlandırmak adına yapıyoruz, düşeni kaldırmak, kalkana omuz vermek.
Peki, sadede gelecek olursak?
Başta da ifade ettiğimiz gibi suç sizin değil, kafanızın karışık olmasını anlıyoruz çünkü Assalam, alışılmışın oldukça dışında, lineer değil döngüsel bir model sunuyor. Her şey birbirine bağlanıyor, hippi ruhuyla muhafazakâr değerleri birleştiriyor, dünyanın her yerinden dijital nomadları ve seyyahları topluyor, geçmişe saygı duyuyor, koruyor, ama geleceğe de odaklanıyor…
Fakat gördüğünüz gibi bunları gelişine değil, belli bir düzen dahilinde yapıyor, ki döngüsel ekonomi esasında İslam ekonomisidir, yeni bir gavur icadı da değildir.
İnsanın Allah'ın yeryüzündeki halifesi olması, israfın reddi, zenginliğin tek bir tabakada tutulmayıp zekât kurumuyla topluma dağıtılması, vakıflar yoluyla sonraki nesillere aktarılması, sadaka yoluyla yoksulluğun engellenmesi, adil ticaretle sosyal girişimciliğin desteklenmesi, sürdürülebilir tüketim, bunların hiçbiri hippi geleneği değil, sünnettir.
Unutmuşuz, o başka.
Hatırlayana kadar biz muhafazakâr hippi de oluruz, canınız sağ olsun.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish