Almanya'da göç ve aşırı sağ

Doç. Dr. Eren Alper Yılmaz Independent Türkçe için yazdı

Fotoğraf: Reuters

Avrupa genelinde "aşırı milliyetçi ve popülist yaklaşımlar" son yıllarda büyük bir ivme kazandı.

Pandemi süreciyle birlikte Avrupa Birliği kurumlarına duyulan güvensizlik, Rusya-Ukrayna savaşının AB içinde yarattığı ekonomik kırılma, çevre politikalarından duyulan rahatsızlık, Çin ve ABD karşısında rekabet gücünün düşmesi, dijitalleşme alanındaki boşluklar ve her geçen gün artan kitlesel göç dalgası, aşırı milliyetçi söylemleri ve politikaları tetikleyen belli başlı dinamikler olarak düşünülebilir. 

Burada parantez açmak istediğim husus ise "göç ve mültecilik" sorunu.

Arap Baharı'nın akabinde, bilhassa 2014 sonrasında Ortadoğu'daki iç savaşın dozajının artması ve yeni bölgesel aktörlerin savaşa dahil olmasıyla birlikte rotasını Avrupa'ya doğru çeviren düzensiz göçmenler, Batı'daki aşırı sağ eğilimleri ve göç karşıtlığını da körükledi.

Mülteci krizinin Avrupa'ya getirmiş olduğu "kimlik dönüşümü kaygısı", "göçmen ve çokkültürlülük karşıtlığı" kavramları üzerinden ulus devlet modeline geçişi hızlandırdı.

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

Böylelikle aşırı sağ, Avrupa'nın kendi kültürel kimliğini ve değerlerini, Avrupa kıtası dışından olan kültürlerin istilasından koruma hakkı olduğuna inanmaya başladı.

Bu durum da haliyle Müslüman göçmenlere karşı olan önyargı ve tabuları şahinleştirerek "İslamofobi" gibi yabancı düşmanlığını hedef alan kavramları daha çok ön plana çıkardı. 

Örnek vermek gerekirse; Avrupa'da 27 ülkede İslam karşıtı ırkçı eylemlerin derlendiği "Avrupa 2023 İslamofobi Raporu"na göre Avrupa'nın birçok bölgesinde İslamofobik vakalar artış göstermiş durumda.

Müslümanların ayrımcılıkla en sık karşılaştıkları ülkelerin başında ise Avusturya, Almanya ve Finlandiya geliyor.

Bilhassa Fransa özelinde hukuksal zemine taşınan "abaya yasağı", İslamofobi'nin toplum düzeyinden devlet düzeyine doğru evrildiğini, yani kurumsallaştığını gösteriyor.

Ayrıca medya organlarında Müslümanları hedef gösteren nefret söylemleri de ayrımcılığın popüler kültürdeki boyutunu gözler önüne seriyor.


Almanya'da seçim arifesinde ırkçılık ve göçmen karşıtlığının artan etkisi

Ayrımcılığın ve ırkçılığın en belirgin olarak görüldüğü ülkelerin başında ise Almanya geliyor.

Almanya'da ırkçı parti olarak görülen AfD'nin Başbakan adayı Alice Weidel, partisinin seçim kampanyasında "göçmen karşıtlığı" mottosunu ön plana çıkarırken, Alman vatandaşlığın iptali ve "Remigrasyon" -göçmen kökenlilerin geldikleri ülkelere geri gönderilmesi- hususlarına da vurgu yaptı.

Almanya'nın bir göç ülkesi olduğu gerçeğini kabul etmek istemeyen AfD'nin bu tutumu, doğal olarak ülkedeki göçmen kökenli vatandaşlar ile onların haklarını savunan siyasi parti ve STK'ları sokaklara döktü.

Öte yandan 23 Şubat 2025 seçimleri öncesi yapılan anketlerde an itibariyle CDU/CSU'nun ardından AfD ikinci parti konumunda.

Bu oy oranları, AfD'nin kullandığı bu sert retoriğin toplumun önemli bir kısmında kabul gördüğünü gösteriyor.

Hatta inanması zor ama Stockholm Sendromu yaşayıp da celladına âşık olan ve AfD'ye oy vereceğini belirten Türkler de var.

Dolayısıyla bugün geldiğimiz noktada AfD, -kendisi ile koalisyon kurulmak istenilmese bile- Almanya'nın ana akım partilerinden biri hâline dönüşüyor, bu da göçmen kökenliler için daha riskli bir gelecek yaratıyor.

23 Şubat seçimlerinin favorisi olarak gösterilen CDU/CSU'nun söylemleri ise son zamanlarda AfD ile aynı çizgiye gelmiş durumda.

Ocak ayında CDU/CSU tarafından "Göçün sınırlandırılmasına dair hazırlanan önerge"ye AfD'nin de destek vermesi, yeni bir Hristiyan Birlik-AfD iş birliğini gündeme getirdi.

Komşu ülkelerle kara sınırlarında aralıksız kontroller ve yasa dışı giriş teşebbüsünde bulunan tüm kişilerin geri gönderilmesi, suçlular ve toplum için risk teşkil eden kişilerin sınır dışı edilene dek süresiz ev hapsine alınması gibi maddeler içeren önerge, her ne kadar son tahlilde yapılan oylamada birkaç oy farkla reddedilse de CDU'nun AfD rüzgarını arkasına alarak yürüttüğü bu dışlayıcı tutum ırkçılık ve faşizmin bir tezahürü olarak yorumlandı.

Bu durum da haliyle Alman halkının sokakları mesken tutmasına zemin hazırladı.

Berlin, Bremen, Hannover gibi şehirlerde yüz binlerce kişi, demokrasiye ve çoğulculuğa olan bağlılığını ve aşırı sağa karşı kararlılığını göstermek için protestolara katıldı.

Bu protestolar, Almanya'nın bir göç ülkesi olduğunu yeniden gösterdi. 
 


Scholz ile Merz arasında göç tartışması: AfD'nin etkisi ve Almanya'nın geleceği

Öte yandan Almanya'nın en çok izlenen iki kanalı ARD ve ZDF'de düzenlenen ve "televizyon düellosu" adı verilen tartışma programında ise SPD lideri Başbakan Olaf Scholz, CDU'nun Başbakan adayı Friedrich Merz'i Federal Meclis'te aşırı sağcı AfD ile örtülü bir işbirliği yaparak göç yasalarını değiştirmeye çalışmak ve göçmenleri dışlamakla suçladı.

Ayrıca Scholz, göçmenlere karşı olan bu yasanın Avrupa Birliği hukuku ile çeliştiğini, halihazırda zaten yasadışı göç ile hukuksal çerçevede mücadele edildiğini vurguladı.

Fakat Merz, yasadışı göçle mücadelede sert tedbirler alınması gerektiği konusunda kararlılığını gösterirken, AfD ile iş birliği ihtimalinin asılsız olduğunu vurguladı.

Seçim sonucunda nasıl bir tablo ortaya çıkarsa çıksın, bilhassa göç ve mülteciler konusunda CDU'nun da AfD ile aynı dili konuşacağına şüphe yok.

Kabul etmesi zor belki ama göç ve mülteciler konusunda AfD, Alman siyasetine adeta tek başına yön veren, üstelik siyasi elitleri de etkileyen temel aktör konuma gelmiş durumda.


Sonuç olarak başta Almanya olmak üzere tüm Avrupa son zamanlarda göç konusunda ciddi bir sınavdan geçiyor.

Aşırı sağın güçlendiği, yasadışı göçle mücadele rijit adımların atıldığı ve bunun da toplumda kabul gördüğü yeni bir dönemden geçiyoruz.

Trump'un da göç ile ilgili popülist söylemlerinden hareket edecek olursak göçmenler için tehlike çanlarının çaldığı bir süreçteyiz.

Kanımca, göçü "güvenlikleştirmek" ve yabancıları sınırdan uzak tutarak "Kale Avrupası" yaratmak yerine, göç realitesini kabul etmek ve göçmenleri topluma /sisteme entegre etmeye çalışmak hem Almanya hem de Avrupa için daha pragmatist bir tutum olacaktır. 

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir. 

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU