Siyaset gündemine bomba gibi düşen, Bahçeli-Erdoğan ikilisinin "Terörsüz huzurlu Türkiye" sloganıyla başlattığı girişime bağlı olarak İmralı'ya giden DEM heyeti Abdullah Öcalan ile görüştü.
Temaslar farklı siyasi partilerin ziyaret edilmesiyle devam etti.
Şubat ayının ikinci yarısı ile 21 Mart Newroz Bayramı arasındaki sürede yapılacak görüşmelerin sonuçları, varılacak mutabakatta nelerin bulunduğu ve anlaşma noktalarının neler olduğu açıklığa kavuşacaktır.
O zamana kadar farklı tahmin, öngörü, çıkarsama ve analizlerin olması doğaldır.
Biz günümüzde yaşananları çok aktörlü ve çok boyutlu bir mesele olarak ele alacağız.
Okuyucunun değişik açılardan meseleye bakabilmesi için kendi değerlendirmemi bazı izah ve eklemelerle sınırlayıp sadece kamuoyuna yönelik yapılan açıklama ve analizlere yer vereceğim.
Ezerek çözme açılımı
Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan, partisinin Denizli 8. Olağan İl Kongresi'nde konuştu:
Terörsüz Türkiye ile şehitlerimize olan borcumuzu ödeyeceğiz. Bölücü örgütün teröründen ülkemizi kurtaracağız. Bölücü örgüte ağır bedeller ödettik. Sınırlarımızdaki terörist varlığını büyük ölçüde bitirdik. Sınır ötesi operasyonlarla terör kuşağını dört yerden kırıp attık. Böylece terör örgütlerinin efendileri sayesinde Türkiye'yi güneyden çevrelemesine izin vermedik… 1
Erdoğan'ın bu süreçte, "Ya silahlarını toprağa gömecekler ya da silahlarıyla gömülecekler!" yolundaki ibaresinin manası, bize göre devlet aklının tezahürü olarak bir masaya oturmak yerine konunun öznesi olan siyasi Kürt hareketlerini ezerek onların talepkâr olmalarının önünü almaktır.
Bu girişimde çerçevesi çizilen plandaki "devlet aklı" ise karşısındakini ezdikten sonra dostlar alışverişte görsün kabilinden bazı yüzeysel haklar (eğer hak denilebilirse) tanınabileceğini ortaya koyuyor.
Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, Türkiye'de yerleşik ulusal ve uluslararası medya kuruluşlarının temsilcileriyle İstanbul'da bir araya geldiği toplantıda gündemi değerlendirdi:
Türkiye, bekasına yönelik tüm tehditleri kaynağında yok etme gücüne, kapasitesine ve her şeyden önemlisi de kararlılığına sahiptir. Bugün geldiğimiz noktada bölücü örgüt ve Suriye'deki uzantıları için artık yolun sonu görünmektedir.
Hiçbir şey eskisi gibi olmayacak. Gelecek dönemde DEAŞ ve PKK terör örgütlerine karşı ayrım yapmaksızın aynı kararlılıkla mücadele etmeye devam edeceğiz. Terörsüz Türkiye hedefimizi öyle veya böyle ama mutlaka Allah'ın izniyle gerçekleştireceğiz! 2
Ezdikten sonra halletmenin özü, Hakan Fidan'ın yukarıdaki söylemindedir.
Silah zoruyla dayatılan "Pax Ottomana" (Osmanlı Barışı) da denilebilir buna.
Sırrı Süreyya Önder'in üstü örtülü eleştirel mesajı
DEM Heyeti içinde yer alan milletvekili ve Meclis Başkan yardımcısı Sırrı Süreyya Önder, parti ziyaretlerinin ardından genel bir değerlendirme yaptı:
İktidar, bizim atfettiğimiz anlamda 'devlet aklını' devreye sokup, belirsizlik karşısında Kürtlerle barışacak ve Ortadoğu'da bu şekilde mi temel aktör haline gelmeye çalışacak, yoksa 'kadife eldiven içindeki demir yumrukla' Suriye'de Kürtlerle sert bir çatışmaya mı girecek?
Bence hâlâ bu konuda net bir karara varılmadığı için Türkiye'de süreç net değil. Nitekim Kürt toplumu başta olmak üzere barış için bedel ödeyen kesimlerin bazı kaygıları var.
Pek çok çevre toplumun ruh halini 'temkinli iyimserlik' olarak nitelendiriyor. Özellikle bu çevrelere bakılacak olursa, Kürtler yatırımlarını 'barışa' yaparsa, büyük fırsatı, yani Kürdistan'ın bağımsızlığı ihtimalini kaybedecek!
Peki, sahiden şu anda barış olmazsa, Kürtler açısından fırsat kapıları mı aralanır?
Kürtler, büyük güçlerin çatışmasından sıyrılıp özgürlüğe mi ulaşır?
Bu çok büyük riskler barındıran bir ihtimal. Öcalan başından beri Kürtlerin bu riski göze almalarının tarihi bir başarı kadar, tarihi bir felaketi de beraberinde getirebileceğine işaret ediyor. 3
İyimserlik ve temkinlilik arasında bir görüş
Ceng Sağnıç Türkiye'deki Kürt siyaseti kadar, Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi (IKB), İsrail ve ABD cenahlarını da tanıyan bir siyaset bilimci.
Akademik çalışmaları ve yazılarıyla bilinen siyaset bilimci Zafer Yörük, Ceng Sağnıç ile yaptığı röportajı Gazete Duvar isimli internet gazetesinde yayımladı.
Özetleyelim:
Ceng Sağnıç'ın temkinli iyimserliği, bir yere kadar anlaşılabilir.
Ancak Kürt-ABD ilişkilerini sadece Trump ve ekibine bakarak yorumlamak yanıltıcı olabilir.
Zira burada Amerikan kurulu düzeninin çıkarları ile bölgedeki jeopolitik dengeler/oyunlar tayin edici olacaktır.
Suriyeli Kürtlerin yol haritası ve ABD-SDG ilişkisi
Gazetecilikte bilgi ve kulislere dayanan enformatik analizlerini ilgiyle takip ettiğim Independent Türkçe Genel Yayın Yönetmeni Nevzat Çiçek'in katıldığı ve İpek Özbey'in Sözcü TV kanalında 10 Aralık 2025'te sunduğu "Karşı Karşıya" isimli programını izledim.
Söyleşinin hülasası ABD-SDG-HTŞ ilişkileri, Türkiye'nin buna yönelik tutumu ve Suriye ile sınırın iki yakasındaki Kürt meselesinin gidişatıydı.
Nevzat Çiçek, özetle şöyle diyordu:
"ABD'nin bölgedeki askeri varlığı ve SDG ile ilişkisi hakkında düzenlenen bir raporun içeriği açıklandı. Uluslararası ölçekteki bu rapor, Arap basını tarafından hazırlanıp yayımlandı. Ancak bazı Arap istihbarat teşkilatlarının da görüşleri bir şekilde muhtevaya yansıtıldı.
Buna göre: ABD, Suriye ve Irak'ta IŞİD (Irak Şam İslam Devleti) örgütüne karşı 'Kararlılık Harekâtı' yaptı. ABD Başkanı Joe Biden 2006 yılında 'Biz bu bölgelerden kısmi olarak çekilebiliriz' mealinde bir demeç verdi. Bunun üzerine Suriye'deki (ağırlıklı olarak Rojava ismiyle bilinen Kuzeydoğu Suriye'deki) Amerikan askerinin sayısı 2000'den 900'e, Irak'ta 5000'den 2500'e düşürüldü.
Neden önemli? Çünkü hadise bununla bitmedi, devam ediyor.
Kürt-Arap silahlı grupların çatısı sayılan Suriye Demokratik Güçleri (SDG) sorumluları, temas kurdukları Rus yetkililerden şu ricada bulundular: Donald Trump ile konuşun, askerlerini Rojava bölgesinden çekmesin!'
Yetmedi; SDG yetkilileri bir şekilde İsrail ile temas kurarak ABD'nin askerlerini çekmemesi ve kendilerini HTŞ (Heyeti Tahriri Şam) ile Suriye Milli Ordusu (SMO) güçleriyle karşı karşıya bırakmaması için Trump nezdinde lobi yapmasını rica ettiler.
Ardından İsrail Dışişleri Bakanı Gideon Saar, SDG Dış ilişkiler sorumlusu İlham Ahmed ile telefonla görüşüp destek sözü verdi. Buna ilişkin haber, İsrail merkezli KAN TV kanalında yayımlandı.
Öte yandan ENKS (Barzani ve KDP yanlısı Kürt siyasi yapılarının çatı kuruluşu) isimli bir örgüt var. Şam'daki yeni yönetimle Kürtlerden kimlerin temsilci olarak görüşeceği hususunda ENKS ile PYD-SDG arasında ciddi bir kavga söz konusu.
İki Kürt yapının arasını bulmak için ABD'li temsilciler gayret gösterdiler. Böyle bir temas trafiğinde herkes Şam'daki yönetimin ne yapıp edeceğini ve yönetimin nasıl oluşacağını görmek istiyor.
Bu karmaşık temas trafiği ortasında SDG sorumlusu Mazlum Abdi ile HTŞ lideri Colani, Amerikalıların aracılığıyla görüştüler. Ardından Amerikan helikopteriyle Erbil'e götürülen Mazlum Abdi, orada Barzani ile buluştu. Resmi kaynaklar doğrulamadı ancak saha muhabirleri görüşmeyi biliyorlar.
Bütün bu denklem sürecinde Irak'ın kuzeyindeki (Kürdistan Federal Yönetimi-FB) hükümet bir türlü kurulamıyor. Muhalefet güçleri dört gündür Ankara'da Türkiye Dışişleri Bakanı Yardımcısıyla görüşüyorlar.
Ardından (Kürt Yönetimi) Başbakanı Mesrur Barzani Ankara'ya geldi.
Açık ifade edeyim: Mesrur Barzani, SDG ile hem Türkiye hem de Suriye hükümeti arasında arabuluculuk yapmak için Ankara'da.
Amerika'nın YPG-SDG ikilisini desteklemesinin baş sebebi bellidir: IŞİD örgütüyle mücadelede her iki silahlı birimin ABD'nin başını çektiği Koalisyon Güçleri'yle birlikte hareket etmesidir.
IŞİD'lilerin tutulduğu El Hol Kampı var. Yönetimi de YPG'nin denetiminde. Oradaki IŞİD mensubu ve ailelerinin yüzde 60-65'i Avrupa ülkelerden gelmedir. Batılı devletlerin YPG'yi desteklememesi halinde bu kamptakilerin salıverilme ihtimali batılı yöneticileri ürkütüyor.
Söz konusu ülkeler, kendi vatandaşı olan IŞİD'lileri geri almıyor; çünkü bu zihniyet sahibi kimselerle uğraşmak istemiyorlar. Dolayısıyla kampta tutulmaları için YPG'ye para yardımı da yapıyorlar.
Bu genel çerçevede 3 temel sıkıntı var:
İlki, YPG-SDG veya onların rakibi ENKS, federal bir Suriye yapısı istiyorlar. Fakat mevcut Suriye yönetimi, federatif yapıya karşı çıkıyor.
İkincisi, o alandaki (Fırat'ın doğusu) petrol gelirlerinin yüzde 50'sinin yeni hükümetle paylaşılacağı yolundaki Kürt idaresinin önerisi Şam yönetimi tarafından kabul görmedi.
Üçüncüsü, silahların teslimi ve yeni bir ordu kurulması hususunda Suriye yönetimi net bir tavır koydu.
Tam da bu noktada ABD, SDG'nin silah bırakmasını istemiyor. Aynı zamanda iki şey yapmaya çalışıyorlar. İlki, Suriyeli olmayan PKK elemanlarının bölgeden çıkmasıdır. Türkiye de bunu istiyor. Diğeriyse, PKK mensuplarının çıkmasından sonra elinde silah olan SDG veya YPG'nin ne olacağıdır.
Bununla ilgili iki esas yaklaşımdan biri şöyle: Kürt milisleri Suriye ordusuna bağlansınlar ancak kendi bölgelerinde bir çeşit özerk askeri kurum olarak varlığını sürdürsünler. İkincisi de şudur: Suriye yönetimi henüz tam karar vermemekle birlikte bu sorunun diyalogla çözülmesinden yana gibi görünüyor. Ama bu nokta hâlâ bir çatışmalı alan olarak duruyor.
Peki, söz konusu bölgeden ABD ve Rusya güçleri çekilirler mi?
Kesinlikle hayır, çekilmezler. Çekilmemelerinin sebebi Türkiye ve yörede olanlardan ziyade yakın zamanda İran'a yönelik bir harekât hazırlığı ve düşüncesidir.
Harekâttan kastım şudur: İran'a ne olacak, kara operasyonu mu, iç ayaklanma mı, rejimin hizaya getirilmesi mi yoksa Belucistanlı ayrılıkçı hareketler ile PJAK (PKK bağlantılı İran kolu) gibi bir silahlı örgütlerin İran'da harekete geçirilmesi mi?
Bunlarla ilgili net bir karar yoktur. Olayın Türkiye ile ilgili yanı 'PKK silah bıraksın, terörsüz Türkiye hedefine gidelim' dediğiniz bir noktada, herkes dönüp aşağıda (Türkiye'nin güney sınırlarının ötesinde) ne olacak meselesine bakacaktır.
'Oralarda ne olacak?' sorusunun cevabı, gerçekte herkesin kafasında farklıdır. Suriye yönetiminin tavrı çok net ama bu tavır değişebilir. Mevcut yönetimin uluslararası dengeler açısından ne yapacağını kestirmek zor. Mesela ABD yönetimi Şam'da HTŞ lideriyle görüştü ancak bir görüntü vermedi.
Ulaştığım kulis bilgilerine bakılırsa, ABD heyeti SDG (ve PYD) yönetimine dokunulmamasını kesin bir dille söylemiş. Keza Suriye yönetimini SDG üzerine yönlendirme çabasındaki Türkiye'nin bu önerisinin kabul edilmemesini de istemiş.
Daha da önemlisi PKK unsurlarının bölgeden çıkarılmasından sonra SDG'nin bu haliyle devam etmesini istiyor ABD. Bu arada Türkiye'yi rahatsız eden bazı hususların bir şekilde halledilmesinden yana tavır koyuyor. Demek ki ABD ile HTŞ heyetleri arasındaki görüşmede, bir anlamda (Suriyeli Kürtlerin ilgilendiren) bir yol haritası çizilmiş.
Yukarıdaki taleplerin temel gerekçesi ise İsrail'in güvenliği ve İran'a yönelik muhtemel bir hamle olarak telaffuz ediliyor.
Bu arada bir şey söyleyeyim: 'Abdullah Öcalan çıkacak, silah bırakma çağrısı yapacak ve her yer güllük gülistanlık olacak!' söylemi gerçekçi değildir, böyle bir dünya yok. Esasen mevcut temaslar bir süreçtir zaten.
Yine de Öcalan, YPG'ye yönelik bir çağrısında büyük ihtimalle şunu söyleyebilir:
'Yeni Suriye'nin demokratik yapısı kurulmalı, SDG bu yapı içinde hareket etmeli ve kazanımları anayasada tescil edilerek garanti altına alınmalı.'
Zaten ABD arabuluculuğuyla SDG ve Şam yönetimi arasında süren şimdiki pazarlık da bu noktalar eksenindedir.
Şubat ortasında bu görüşmelerin neticeleri açıklanır. Buna rağmen mesele hemen bitmeyecek ve çok uzun bir sürece yayılacaktır. Eğer bu bir süreç ise herkesin fikri alınmalı ve rıza meselesini önceleyerek samimiyetle bu soruna yaklaşılmalıdır.
Yola çıkılmış; arzulanan istikamet belli. Fakat yolda ne olacağı ve nasıl varılacağıyla ilgili nasıl bir tavır sergileneceği henüz belli değildir." 5
Nevzat Çiçek'in kulislere dayalı olarak sunduğu bilgiler genel hatlarıyla isabetlidir.
Sadece bir iki noktada ek yapmalıyım:
ENKS ile PYD-SDG arasındaki birliğin toplumsal zeminini hazırlayan Norveç'te yaşayan Nakşibendi şeyhi Mürşid Haznevi idi. Fransızlar bu konuda Amerikan heyetinden daha fazla çaba gösterdiler.
Amerikalı yetkililer ise SDG bünyesinden kopma eğilimi gösteren Arap aşiretleri ile ikna toplantıları yaptı.
Hol Kampındaki Avrupalı IŞİD'çi oranı fazla yüksek değildir.
Diğer ayrıntılarda da farklı bilgiler ve kulislere ulaştım.
Ancak şimdilik bunları işin esasına feda etmeyeceğim.
"Trump Suriye'den asker çekmez"
1970'lerin sonlarında Kava dergisinde yazmaya başlayan Cemil Gündoğan, 12 Eylül döneminde 15 yıl hapis yattıktan sonra İsveç'e gitti.
Stockholm Üniversitesi'nde Sosyal Antropoloji ve Bilgisayar Sistem Bilimleri okudu.
Stockholm'de Södertörn Üniversitesi tarih bölümünde araştırma yardımcısı olarak çalışıyor.
Bilgi birikimine dayalı teorik ve analitik tahlilleriyle bilinen ve birçok kitabı kaleme almanın yanı sıra, güncel konuları felsefi-teorik-analitik tarzda değerlendirmesiyle dikkat çeken Cemil Gündoğan'ın, 13 Ocak 2025 tarihli video yayınında, Şam'ın cihatçılar tarafından ele geçirilmesinin ardından Türkiye ve Rojava'daki Kürt hareketinin tavırlarına ilişkin görüşünün ana hatlarını aktaracağım:
"Şam yeni jeopolitiği Türkiye açısından değerlendirilirken değişik noktalardan hareket edilmesi gerekir. En çok göze çarpan iki tanesi, iki dürtü ile ilişkilidir:
a) genişleme arzusu,
b) bölünme korkusu.
Genişleme arzusundan hareket edenler, Şam'ın düşmesinin Suriye'nin Türkiye için genişleme kapısını açtığını düşünmektedirler. Bunlara göre Tayip Erdoğan, 'Günümüzün Yavuz Sultan Selim'idir. Şam'ın düşmesi ise bir tür Mercidabık Savaşı'dır. Böylece Somali'ye giden yollar Türkiye'nin önünde açılmıştır. Yapılacak şey, bu yolda korkmadan ilerlemektir.'
Buna karşılık 'bölünme korkusuyla' hareket edenler, aslında bir büyüme değil, küçülme getireceğini ileri sürüyorlar. Bu teze bakılırsa, önümüze genişleme diye sunulan şey, kurulu tuzağın içine konulmuş bir yemden ibarettir. Pek cazip görünen bu yemi almak için uzandığımızda kapan üstümüze kapanacak ve Türkiye'nin küçülmesiyle sonuçlanacaktır.
Birbirinden uzak görünmelerine rağmen her iki tez de Türkiye'nin mevcut durumunun sürdürülemez olduğu noktasında birleşiyor. Buna, bir çöküş hali de denilebilir. Zira Suriye meselesi, çöküş bağlamında değerlendiriliyor. Her ikisi de isimlendirmeseler bile çöküşten çıkmanın yoluna bakıyor. İlki dışarıya açılmayı (bir çeşit yayılmacılık ve fetihçilik-FB), ikincisi içe kapanmayı öneriyor.
Türkiye'nin krizden çıkabilmesi için genişlemesi gerektiği tezi yeni değildir. Son 40 yılda bu fikri ileri sürenler olmuştur. Mesela Turgut Özal, bu tezin siyasal temsilcisiydi. Neredeyse bütün İslamcılar ile Yeni Osmanlıcılar yıllar boyu aynı kanaati dile getirdiler. Kürdistan'daki İslamcı izdüşümcülerle Barzaniciler de bunlara dâhil edilebilir.
Nitekim Barzanicilere yakın düşünen Abdullah Öcalan ile Prof. Yalçın Küçük benzer laflar etmişlerdi. Şimdilerde Devlet Bahçeli, Mümtazer Türköne ve Taner Akçam gibileri de aynı şeyler söylemeye başladılar.
Kısacası Türk'ü, Kürt'ü, sağcısı, solcusu, İslamcısı fark etmiyor. Her akım ve soydan taraftarı var bu görüşün. Bu kadar insan tarafından savunulan değişik görüşleri farklılaştırma, pazarlama tekniğiyle yapılabiliyor.
Mesela bazıları 'Tarihimiz bizi genişlemeye mahkûm ediyor' diyor; bir diğeri ekonominin bizi getirdiği yer Arap pazarına el atma ihtiyacı doğurduğu için genişleme gereğinden söz ediyor. Kimileri de Kürt sorununu çözmek için genişlemenin şart olduğuna işaret ediyor. Bunlar arasında en dikkat çekici olanı ise ABD'nin Ortadoğu stratejisine dayandırmak suretiyle genişlemeyi izah etmeye çalışan tez sahipleridir.
Genelde neoliberal kesimler arasında revaçta olan bu görüşe bakılırsa, Amerika buradan çekilmeden önce işleri devredebilecek bir kâhya (vekil) aramaktadır. Güçlü ordusuyla bu role en uygun aday ise Türkiye'dir. Türkiye, kendisine verilen rolden istifade ederek eski Osmanlı sahasında kendine bir etkinlik ve nüfuz alanı bulup yayılabilir.
Ancak bu iyimser hava, 2010'lu yılların ortalarına doğru biraz dağılır gibi oldu. Çünkü beklendiği gibi yürümedi. Örneğin Türkiye'nin güneye doğru genişlemesine yol açacak olan Suriye krizi, Rojava diye bir olguyu ortaya çıkardı. Dahası, bu süreç içerisinde ABD Başkanı Joe Biden, Erdoğan'a randevu bile vermedi.
Böylece Amerika Türkiye'nin güneye doğru genişlemesinin sebebidir söylemi tersine döndü; 'ABD, Türkiye'nin genişlemesinin önünde engeldir' şeklinde formüle edildi. Önceki görüşlerini sessizce bir kenara bırakan liberal kalemler, Trump'ın yeniden seçilmesiyle birlikte 'Amerika Suriye'den askerini çekecektir. bu gerçekleşirse, Suriye'nin kontrolünü de Türkiye'ye bırakacaktır' demeye başladılar.
Trump'ın fevri bir kişilik olduğu doğrudur. Fakat bu, onun rasyonelleri olmadığı anlamına gelmez. Suriye'ye yönelik siyasetleri hakkında bir analiz yaparken onun deli dolu olduğuna değil, önceliklerinin farklılığı çerçevesinde rasyonellerine bakmak gerekir.
Geçmiş yıllarda Suriye'de bulunan Rusya ile İran'ın (ve bağlantılı milis güçlerin) varlığı ABD askeri için tehdit idi. Türkiye, Rusya ile ABD arasında gidip geliyordu. IŞİD güçleri saldırgandı. Trump askerini böyle bir ortamda çekmişti. Bugün ABD'yi sıkıştıran bir güç yok. IŞİD bile eskisi kadar tehlike sayılmıyor.
Sadece geçmiş ortama değil, geleceğe ilişkin fırsatlar penceresinden baktığımızda çok daha farklı bir tablo görürüz. Çünkü gelecekte İran probleminin köklü biçimde halledilmesinin şartlarının olgunlaştığı görülebilir.
İran, Irak ve Azerbaycan'dan direkt askeri tehdit altına alınmış durumda. ABD-İsrail ile birlikte İran'a yönelik bir askeri operasyon yapabilir. Hal böyleyken Trump'ın bölgeden asker çekmesi bir yana, var olan birliklere takviye kuvvet göndermesi çok daha olasıdır." 6
Biz görüşleri aktardık. Gerisini okuyucuya bırakıyoruz.
Kaynaklar:
1. https://www.aa.com.tr/tr/gundem/cumhurbaskani-erdogan-dunyada-kartlarin-yeniden-karildigi-bir-donemde-agir-mesuliyetle-karsi-karsiyayiz/3446754, 10 Ocak 2025.
2. https://www.indyturk.com/node/751986/, 10 Ocak 2025.
3. https://artigercek.com/politika/sirri-sureyya-onder-devlet-karara-varmadigi-icin-turkiyede-surec-net-degil-330851h, 13 Ocak 2025.
4. https://www.gazeteduvar.com.tr/ceng-sagnic-trump-yonetimi-kurtler-icin-riskler-kadar-firsatlarla-da-geliyor-makale-1749456, 14 Ocak 2025.
5. https://www.youtube.com/watch?v=6MT3EtgBeQ0.
6. https://www.youtube.com/watch?v=9ioWZs8fCsI.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish