Gördün hatırlanmayanı.
Kalın gözlüklerin arkasından
ölü sayılarına bir put gibi bakan yüzler.(Selim Temo)
Selim İleri, hayatının son yıllarında bazı sağlık sorunlarıyla mücadele etti ve 8 Ocak 2025 tarihinde aramızdan ayrıldı.
Ölüm haberinin sosyal medyaya düşmesinin ardından, eserleri ve hayatı gündeme geldi.
Ancak yapılan yorumlar, yazarın ve eserlerinin Türkiye'de hâlâ yeterince tanınmadığını ortaya koyuyor.
İlginç yorumların birinde, "Selim İleri'yi daha önce hiç duymadığını ancak ölüm haberinden sonra kitaplarını okumaya başlayacağını" yazılıyordu.
Bu durum, toplum olarak acı bir gerçeğimizi ortaya çıkarıyor: Yaşarken hatırlamadığımız kişiler, öldükten sonra kıymete biniyor.
İşte bu, yıllar önce yaşadığım bir anıyı anımsattı bana.
Çalıştığım bir köyde, okulun tuvaleti olmadığından kızlar ve erkekler aynı tuvaleti kullanmak zorunda kalıyordu.
Bu tuvalet, derme çatma bir yapıydı ve köyün camisine aitti.
Sonunda bu tuvaleti de yıktılar.
Yetkililer kısa vadede yardımcı olamayacaklarını belirtince, ben de kaymakamlıktan malzeme temin ettim ve köylülerin yardımıyla bir şeyler yapmaya çalıştım.
Ancak, kimse bu konuda yardım eli uzatmadı.
Çabalarımın sonuçsuz kaldığını ve daha fazla yapabileceğim bir şey olmadığını gören köylülerden biri yanıma gelerek "Hocam bizler ölüler için çalışıyoruz. Ve birisi ölmedikçe de hatırlanmaz. Okulun bir tuvaleti yok, çocuklar zor durumda kimin umurunda. Ama mezarlığın çevresi ve taziye evinin yapımı için görüyorsun herkes seferber olmuş durumda" dedi.
Köylü abimizin söyledikleri ile yazılan bazı yorumlar birbirini doğruluyor.
Ardından koca bir külliyat bırakan Selim İleri, her yönüyle bilinmeyi ve hatırlanmayı hak ediyor.
Gelin hep beraber bir daha analım ünlü yazarı.
Fotoğraflarındaki masum bakışlarıyla hafızamızda yer edindi.
Biraz hüzün barındıran o bakışlarda hafiften bir yorgunluk da vardı.
Sevgi dolu, sıcakkanlı, açık yürekliydi; insanları dinleyen, anlamaya çalışan birisiydi.
Türk edebiyatının usta yazarlarındandı, hikâye, roman, deneme, senaryo ve inceleme gibi farklı alanlarda 100'ün üzerinde metin yazmış, üretken bir kalemdi.
Yarım asrı aşkın edebi kariyerinde yazıdan başka bir uğraş edinmedi.
En çok yazıya sığındım. 1
Yazı da ona iyi bir sığınak oldu.
Tam adıyla Ali Selim İleri,1949'da İstanbul, Kadıköy'de Hasan Hilmi ve Süheyla çiftinin çocuğu olarak dünyaya gelir.
Baba Yüksek Makine Mühendisi, anne ise ev hanımıdır.
Anne giyimine kuşamına para harcamazdı. Cimrilikten değil, oğlunun ve kızının iyi bir şekilde yetişmesi için parasını onlara harcardı.
Osmanlı hayranı olan ablası Meral İleri, Yavuz Sultan Selim'den dolayı kardeşine "Selim" adını verir.
Babasının konuk profesör olarak Almanya'ya gitmesiyle bir süre orada kalır. Okula başlama yaşı geldiğinde tekrar İstanbul'a döner.
Daha ergen bir çocuk olan babası, ailesini Kıbrıs'ta bırakarak kimseye haber vermeden İstanbul'a gelir.
Burada bir başınadır. Devletin imkânlarıyla yurtdışında eğitim alır.
Soğuk ve mesafeli bir mizaca sahiptir. İleri, bunu o dönemin babalarının genel karakterine bağlar.
Yazar, babasını çok erken yaşta kaybeder. Babasını yaşarken anlayamadığını, ancak öldükten sonra anladığını itiraf eder.
Erkek evlatların babalarını anlamakta zorlandığını söyler.
Bu noktada, Jean-Paul Sartre'ın şu sözünü hatırlatır:
Babayla aramızdaki ilişkinin sorumlusu baba değil, babalık kurumudur.
Belki de İleri, bu düşünceyle kendi pişmanlığını genelleştirerek hafifletmeye çalışıyordur.
"Cumartesi Yalnızlığı/Güz Notları" adlı öykü kitabını babasına ithaf eder.
Babasına hitap ediyormuş gibi şu satırları yazar:
Kulağım sokak kapısındaydı, açılmasını bekliyordum, senin gelmeni bekliyordum. Yalnızdım, cumartesiydi. Cumartesi tek sevinç günümdü, kötü geçemezdi dost yüreklim, sensiz olamazdım. (s,80)
Öğrencilik yıllarında edebiyatla tanışır. Fransızca öğretmeni Vedat Günyol ve edebiyat öğretmeni aynı zamanda yazar olan Rauf Mutluay'ın etkisiyle aşkla yazmaya başlar.
Lise ikinci sınıftayken Peride Celal'in "Dar Yol" (1949) romanından esinlenerek yazdığı "Unutulmak" adlı romanını yayımlatmak için yayınevlerini kapı kapı dolaşır.
Fakat reddedilir. Gazetelerde de tefrika edilmeyince sinirlenerek romanını yırtar.
"Savaş Çiçekleri" adında bir öyküsü "Yeni Ufuklar" adlı dergide yayımlanır.
Burada Cemil Meriç, Ferit Edgü, Nermi Uygur, Orhan Şaik Gökyay gibi edebiyatçılarla tanışır.
Yazar dostları artmaya başlar, çevresi genişler.
Kendi bilgisinin sınırlarının farkındadır, İleri; Kemal Tahir, Halide Edip Adıvar, Halit Refiğ, Lütfü Akad, Atıf Yılmaz, Zeki Ökten, Ayşe Şasa, Metin Erksan, Çağan Irmak gibi pek çok önemli sanatçıyla tanışır.
Onların desteğiyle metin yazma konusunda bilgisini artırır. Onlarla büyülenir adeta. Halit Refiğ, ondaki yazma kabiliyetini görür.
Türk sinemasının yeni senaryo yazarlarına ihtiyacı olduğunu ve kendisinin senaryo yazabileceğini önerir.
Zaten yazmaya teşne olan İleri, teklifi kabul eder. Ama nasıl yazacağını bilmez.
Kendi deyimiyle Refiğ, oturur kendisi yazar.
Lütfü Akad ile samimiyet kurana kadar senaryo yazmasını beceremez.
Akad, ona ilkokul öğrencilerine anlatır gibi anlatır nasıl senaryo yazabileceğini.
Onu motive etmek için "Çalışırsın, yazarsın, lütfen yaz." 2 demeyi de ihmal etmez.
Sinema halkın ahvalini konu alır.
O halde halk sanatı, diyebiliriz sinema için.
Bu sebeple; Yeşilçam'ın halk sinemasının zarif yüzü olduğunu söyler.
"Cennetin Kapısı" ilk senaryosudur.
"Bir Aşk Uğruna", "Kadın Yapar", "Bir Demet Menekşe", "Çapkın Kız"… senaryolarından bazılarıdır.
Selim İleri, bireyin bireyselleşme sürecini özgün bir kurgusal yapı içerisinde ele almasıyla Modern Türk Edebiyatı'nın önemli temsilcilerinden biri olmuştur.
Aşk, cinsellik, yalnızlık, yabancılaşma, hüzün, İstanbul ve aidiyet duygusunu sorgulama gibi temaları işler.
Ev hiçbir zaman benim için kişisel bir mekân olmadı. Bir anlamda göçebe bir insanım. Evsiz barksız olmayı adeta tercih ederim. Evler daima hüzün verir bana. 3
"Destan Gönüller" (1973) adıyla ilk romanı yayımlanır.
"Dostlukların Son Günü" adlı öykü kitabıyla Sait Faik Öykü Ödülü'nü kazanır.
Kitaplarından bazıları şunlardır:
"Kırık Deniz Kabukları", "Yalancı Şafak", "Hayal Ve Istırap", "İstanbul Hatıralar Kolonyası", "İstanbul Mayısta Bir Akşamdı"…
Eserlerinde sıkça işlediği İstanbul, onun edebiyatının önemli konuları arasındadır.
İstanbul kitap dizisine sahip olan İleri, şehrin sokaklarını, insanlarını ve duygularını dokuyarak, yeni bir İstanbul manzarası çizer.
Yani İstanbul üzerine yazdığı metinler, İstanbul'u İstanbul yapan tüm unsurları barındırır.
Seri içerisindeki kitaplardan olan "İstanbul Mayısta Bir Akşamdı", deneme yazılarından oluşur. Yazar, eski İstanbul'u ve edebiyatı burada birleştiriyor.
Kaleminden dökülen her sözcük, İstanbul'un ruhuna dokunuyor.
Tarihi İstanbul'da meydana gelen 6-7 Eylül olaylarını büyük bir mahcubiyetle anar.
Sanki kendisi yapmış ya da yapılmasında parmağı varmış gibi.
Bu olaylarla ilgili bir anısını şöyle anlatır:
6-7 Eylül'ü şöyle hatırlıyorum. 4-5 yaşlarındaydım. Evde oturuyorduk. Eczacı bi' teyzem var, genç ve güzel bir kadın… Olaylar patlak verdi. Teyzem elinde vizon bir kapla eve geldi. Herkes topluyordu ben de aldım, dedi. Üzülmediler, tuhaf bir şeydi. Ertesi gün sokağa çıktık. Korkunç bir durumdaydı sokaklar. Piyanolar sokağa savrulmuştu. İzleri sürüyordu tabi. 4
Attilâ İlhan, yazarın anılarında özel bir yeri var.
Ünlü şairi, zor biri olarak görür ve onu çok sever.
İlhan, ileri'nin çalışmalarına destek verdiği gibi eserlerine isimler de bulur.
"Her Gece Bodrum", "Ölüm İlişkileri", "Cehennem Kraliçesi", "Ölü Bir Kelebek" İlhan'ın verdiği isimlerden sadece birkaçı.
Yine İlhan'ın teşvikiyle "Bu Gece ve Her Gece" adında bir roman yazar ve yine onun isteğiyle "Her Gece Bodrum" adıyla yayımlanır.
"Her Gece Bodrum", Bodrum'a tatil yapmaya gelen bir grup İstanbullu gencin yaşadıklarını anlatır.
Bu kahramanlar farklı duyarlıklar, çelişkiler, özlemler içindeler.
Yazar, gençler üzerinden yalnızlık temasını, yozlaşmış ilişkileri, bireyin açmazlarını işler.
Buradaki bireysel yalnızlığın temelinde iletişimsizlik yatar.
Herkes kendi dünyasında, içine kapanmış bir vaziyette yaşamlarını sürdürür.
Modern çağın özelliklerinden olan "içe kapanma", "izole bir hayat", "kalabalık ortamlara tahammül edememe hali", "iletişimsizlik" gibi sahneler burada karşımıza çıkar.
Kitaba bir gençlik romanı da denilebilir. Türk Dil Kurumu Roman Ödülü'nü alır.
Bulutlar, dağlardan, kuzeyden üşüşüyorlardı Bodrum'a. İnsanların gece gündüz eğlendiği bir yerde, görkemli bir doğada tek umuttu belki. Gökyüzü, toprakla birleşiyordu şimdi. (s,2)
İleri, hem destek aldığı hem de okuduğu edebiyatçılardan izler taşır.
Onlarla yaşar. Onların izlerini korumaya çalışır.
"Kurt Kanunu", "Şafak", "Çalıkuşu", "Yaprak Dökümü", "Kürk Mantolu Madonna", "Huzur", "Dokuzuncu Hariciye Koğuşu" … özellikle okuduklarının arasında yer alır.
"Yaprak Dökümü" en çok okuduğu kitaptır. Kitabın yazarı Reşat Nuri Güntekin ile ilkokul yıllarında tanışır.
Onun, insanları anlayan, insanların iyiliği için yaşayan biri olduğunu söyler.
Yukarıda bahsettiğimiz "insanları anlama" gayretini, Güntekin'den aldığını da öğrenmiş oluruz.
Genç nesillerin onu tanımamalarından yakınır.
Ona göre Reşat Nuri mutlaka bilinmeli.
Hece Dergisi'nin 333 sayısına verdiği uzun söyleşisinde Reşat Nuri'den sitayişle bahseder:
Belki onun için yaşadım, bilmiyorum. Reşat Nuri için yaşadığımı söyleyebilirim. Birçok yazar sevdim. En çok en çok Reşat Nuri.
Eleştiri yazıları da kaleme alan Selim İleri, başlarda Türk fikriyatına kafa yormaz.
Düşüncelerinde dönüşümler olunca yavaş yavaş bu konuyla ilgilenmeye başlar.
Cumhuriyet tarihine, bu süreçte yaşanmış olaylara biraz daha yakından bakar.
Edebiyatın "soft" dünyasından çıkıp tarihin sert yüzüyle karşılaşması onu oldukça rahatsız eder.
12 Mart, 12 Eylül hadiselerini, Menderes ve arkadaşlarının idam edilmesini, Turgut Özal'ın başına gelenleri, Cem Karaca'nın yaşadıklarını hatırladıkça nutku kesilir.
Kendince bir vicdan muhasebesi yapar.
"Yalnız Evler Soğuk Olur" kitabını kaleme alır.
Biraz hafıza tazeleme, biraz tarihle hesaplaşma çalışmasıdır, bu kitap. Sahne ışıkları kıpkırmızı yanıp sönecekti; öyle düşlemiştim. Yirmi yıl geçmiş. Yirmi yıl sonra-hiçbir düş kalmamış-yalnızca uğultu ve korku." (s,17)
Türkçeyi iyi tanıyan bir edebiyatçıydı. Türkçeye değer verirdi.
Türkiye'deki bazı siyasi tartışmaların bu dile zarar verdiğini, onun evrensel bir nitelik kazanmasını engellediğini, Türkçe'nin yeteri kadar tanıtılmadığını, insanlara yansıtılmadığını eleştirirdi.
Türkçe şiirin yeteri kadar okunmadığı konusunda gönül koyardı.
Sevdiği çok fazla Türkçe kelime olduğunu ve bunlardan birinin de "gönül indirmemek" 5 olduğunu belirtirdi.
Bir röportajında "Evler küçük birer cezaevidir" ifadesini kullanır.
Çocukların karakter gelişiminin anne ve baba tarafından şekillendirildiğini, bu süreçte çocukların kendi kimliklerini bulmalarının 10-15 yıl alabileceğini ve bu sürenin ziyan olduğunu vurgular.
Ancak bu sözler, ev ortamını olumsuz bir şekilde yansıttığı için öğretmenler tarafından eleştirilmiştir.
İleri, sözlerinin bağlamından koparıldığını ve yanlış anlaşıldığını, asıl amacının ailelerin çocukların kişisel gelişimine daha fazla dikkat etmesi gerektiğini vurgulamak olduğunu belirtmiştir.
İleri, romanlarında aynı sosyal tabakadan entelektüel kişiler yaratmıştır.
Başka bir deyişle kahramanları kentsoylu, aydın ve büyük kentlerin belli semtlerinde yaşayan zengin kesimden insanlardır.
Bu anlayışı, edebiyatının ağırlık noktasına yerleştirmekle bu anlayışın zenginliğini kitaplarına yerleştirmiştir.
"Burjuvalılığı" bir üsluba dönüştürerek kararlılıkla benimser.
Böylece, aslında yaşadığı çağı ve çağın imkânları konusunda akıllıca davranmıştır.
Modern çağın getirdiklerini sanatına katarak çağdan bilinçli bir şekilde yararlanmıştır.
Selim ileri'yi anlamamızı sağlayacak "kentsoylu", "varlıklı insanlar" gibi anahtar kelimelerdir.
Bu özelliğini uzun süre devam ettirmiştir.
Bundan dolayı; "Küçük burjuva edebiyatçısı" olarak itham edilir.
Bu nitelikler, okurları arasında bir gerilim yaratsa da bu, yazarın en önemli sanatsal numarasıdır.
Onu farklı kılan bir ayrıntıdır.
Bu yakıştırmaları olgunlukla karşılayan ileri; bildiği yoldan gittiğini, temel amacının insanları anlamaya çalışmak olduğunu, başkasının acılarını hissettikçe, onları anlamaya çalıştıkça "öteki beni"ni oluştuğunu ve bundan mutlu olduğunu söyler.
Eski ve yeni kuşak yazarları karşılaştırdığında genç kuşak yazarların kendi dönemindeki yazarlardan daha paylaşımcı ve empati kurmada daha başarılı olduğunu belirtir.
Bu nedenle yeni kuşak yazarlardan umutludur.
"Yeni Türk Edebiyatı", "Varlık", "Notos" gibi dergilerde yazdığı yazılarla yeni yazarlar, şairler yetiştirirdi.
Unutkanlık zamanı ve zaman bilgisini yok eder.
Anı, geçmişi ve geleceği örter.
Artık her şey, herkes yabancıdır.
Anne Süheyla İleri, Alzheimer hastalığından mustaripti.
Son dönemlerini hiçbir şey hatırlamadan geçirir.
İleri, güzel zaman geçirmesini sağlamak için onu sık sık parka götürür ve onunla saatlerce otururdu.
Hafızası işlevini kaybetmiş olsa da belki bir şeyler hatırlar diye onunla konuşurdu.
Aslında sadece kendi kendisiyle konuşuyordu.
Annesine yardımcı olamaya çalışırken öte yandan kırılganlığı ve kaygısı artıyordu. Bunun da farkındaydı.
Herkesin içinde taşıdığı bir cehennemi vardır.
Annesinin vaziyeti de İleri'nin cehennemiydi.
Hem de içten içe yakan bir cehennem.
Bu durum karşısındaki çaresizliği onu, alkolün kucağına iter.
Gurbet ellerin kahrını
Kaldıramam ağır anne
Kime diyeyim derdimi
Burada herkes sağır anne. 6
Hüznünüz var, özleminiz var. Ama söyleyemiyorsunuz kimseye.
Duygularınızın muhatabı artık hayatta değildir çünkü.
İleri, yüreğinin kaldıramadığı yükü kâğıda ve kaleme yükler.
"Annem İçin" adlı anı kitabını kaleme alır, annesiyle hatıralarını ölümsüzleştirir.
Annem, bir güz dönümü gecesinde yatağından kalktı ve bir daha kendi yatağını, yattığı odayı bulamadı. O gün, öğleden sonra uzak akrabası bir hanıma konuk gitmiş. Gelgelelim, konuk gittiği evin yolunu karıştırmış… 'Neden yatmıyorsun anne? Bu odada ne arıyorsun?' diye sordum. 'Ben nerde yatıyordum?' diye sordu. Bu soruyu herhalde hiçbir zaman unutamayacağım. Sonradan defalarca yineledim: 'Ben nerde yatıyordum.' (S,32-33)
Edebiyatın yükünü omuzlarında taşıyan, edebiyat için yazan ve bir edebiyatın parçası olan bir romancıydı.
Selim İleri'yi benim için istisna kılan şey, taşıdığı bu sanat kaygısını içinde taşıması ve hünerle fiiliyata dökmesidir.
Yani düşüncesiyle, diliyle, sanatla bir dünya kurabilmesidir.
Selim İleri'nin vefatıyla Çağdaş Türk edebiyatı, büyük bir ustayı kaybetti.
Eserlerinin her biri bir başka duyguyu, bir başka hikâyeyi anlatırken, insan olmanın, sevmenin, kaybetmenin ve hatırlamanın ne demek olduğunu hatırlatır.
O, varlığıyla olmasa da metinleriyle her zaman okurunun yüreğinde ve raflarında olacaktır.
Son söz üstadın:
Bütün yaşamım boyunca bir yabancı gibi hissettim kendimi. Hiçbir zaman yeryüzündeki yaşamın içinde bana ayrılmış bir pay olduğunu düşünmüyorum. 7
Güle güle Selim İleri!
1. Hece Dergisi, Eylül, 2024, sayı,333
2. Hece Dergisi, Eylül, 2024, sayı,333
3. Deniz Durukan, Evler Birer küçük cezaevidir(2024)
4. Hece Dergisi, Eylül, 2024, sayı,333
5. Hece Dergisi, Eylül, 2024, sayı,333
6. A.Kağan Güneş'e aittir.
7. Deniz Durukan, Evler Birer küçük cezaevidir (2024)
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish