Suriye toprakları, Türklerin Anadolu'dan sonra en yakın münasebet kurduğu toprakların başında gelmekteydi.
Bilhassa Sultan II. Abdülhamid döneminde İttihad-ı İslamcılık olarak bilinen İslamcılık ideolojisinin en somut şekliyle uygulandığı Osmanlı beldesi Suriye idi.
Bu bağlamda Hicaz Demiyorlu'nun en önemli noktaları Suriye'den geçerken devlet burayı imar etmeye ayrı bir önem vermişti.
Suriyeli önemli ailelerin çocukları Sultan Abdülhamid döneminde İstanbul'a getirilerek eğitimleri ile yakından alakadar olunurken yine padişah birçok farklı etnik grubun, dinin ve mezhebin bulunduğu bu coğrafyada Osmanlı mülkünü sağlamlaştırmak adına birçok tartışmalı araziyi şahsına kaydettirmişti.
Bu yolla farklı grupların çatışma alanını sınırlamayı ve sükûn sağlanması amaçlanmıştı.
Ahmed Cevdet Paşa ve Mithat Paşa gibi devletin önemli valileri burada değerli çalışmalar yapacaklardı.
Devletin bir diğer resmi politikası Suriye kökenli memurları liyakatine göre önemli mevkilere getirerek Suriye'nin merkeze bağlılığını artırmaktı.
Suriyeli Arap kökenli Naum Paşa dışişleri bakanlığına, Mecip Melhame Paşa polis teşkilatının başına veya Mahmut Şevket Paşa, Selanik Üçüncü Ordusu'nun başında bulunuyordu.
Mithat Paşa'nın eleştirilecek birçok yanı olmakla beraber Sultana hazırladığı "Suriye Lahiyası" bölgenin geleceği ile alakalı son derece ilginç bilgiler ihtiva etmektedir.
Bu lahiyada dikkat çeken bazı maddeleri ve uyarıları günümüz Türkçesine özetle aktaracak olursak;
- Dürzi ve Nusayri gibi akvâm-ı muhtelifenin şımarması devlet otoritesini sarsmıştır.
- Büyük küçük her meselede vatandaşa İstanbul'un işaret edilmesi vali ve kaymakamları vasıfsızlaştırmış; dolayısıyla merkezi otoriteyi sarsmıştır.
- Valinin görev yetkileri genişletilmeli ve memur maaşları yükseltilerek devletin varlığı yeniden tesis edilmelidir. Lübnan'daki ecnebi memurlara verilen yüksek maaşlar bölgedeki Müslüman memurları rahatsız etmektedir. Bu durum ortadan kaldırılmalı yahut da durum eşitlenmelidir.
- Başta mahkemeler olmak üzere atanan memurların bir yolunu bularak vilayeti kısa sürede terk etmeleri engellenmelidir.
- Zaptiye Teşkilatı baştan ele alınarak ivedilikle güçlü şekilde teşkil edilmelidir.
Sultan Abdülhamid, Suriye'de bulunan Araplar, Türkmenler, Kürtler, Çerkesler, Süryaniler, Dürziler, Nusayriler, Yezidiler, İsmaililer ve Yahudilerle münasebetleri çeşitlilik göstermiştir.
Bazılarına temkinli yaklaşırken Sünni Arap ve Kürtleri devletin doğal müttefikleri olarak görmüştür.
Bölgede en fazla gerilim yaratan grup Dürziler olurken Sultan Abdülhamid döneminde Nusayriler daha izole bir yaşam tercih ediyordu.
1908'de İkinci Meşrutiyet ve 1909'da Sultan Abdülhamid'in devrilmesinin ardından Suriye'de de dengeler değişti.
Hıristiyanların başını çektiği Arap milliyetçiliği bölgede etkili olmaya başlarken İttihat ve Terakki iktidarı art arda hatalar yaptı.
Devlet dairlerinde Arapçanın yasaklanması, Arap kökenli devlet adamlarının tasfiye edilmesi ve Cihan Harbi'nde Cemal Paşa'nın sıkı yönetimi Suriyelileri İstanbul'a küstüren bazı nedenlerdi.
Selim Farisi, Muhammed Kürd Ali, Tahir el-Cezairî, Selim Kub‘ayn, Şeyh Abdullah el-Alemi ve Cemaleddin el-Kasımî gibi önceleri İttihat ve Terakki ile hareket eden Suriyeli aydın ve din adamları zamanla İstanbul'a sert eleştiriler yöneltecekti.
Tüm bu eleştirilere rağmen Sünni Suriye halkı hiçbir zaman Osmanlı'ya isyan etmediği gibi bağımsızlık gibi bir talebi de olmamıştı.
Nitekim Suriye'nin İstanbul ile rabıtası tamamen kesildikten sonra da üst düzey göreve gelen çoğu isim İstanbul kökenli Türklerden oluşuyordu.
Davasına adanmış bir ömür: Suphi Bereket
Antakya doğumlu Suphi Bereket, 1925 senesinde Suriye Devlet Başkanı olarak göre gelmiş ve yaklaşık bir sene boyunca bu görevde bulunmuş bir kimseydi.
Kurtuluş Savaşı sırasında Anadolu'da Fransızlar bir tehdit oluşturamamışsa 1919'da Kürt İbrahim Hananu Fransızlara isyanı son derece önemlidir.
Bu isyanla Antep ve Urfa halkı cesaret bularak Fransızları söküp atmıştır.
İşte Suphi Bereket bu isyanda rol oynayan önemli isimlerden birisi olduğu gibi Şam ve Halep'in birleşmesini sağlayarak bugünkü Suriye'nin temellerini atmıştı.
Suriye Kürtleri, Anadolu ile birleşmek istese de hem Ankara'nın buna muktedir olmaması hem de Bereket Suphi'nin çalışmaları da onu ikna etmişti. Kürt İbrahim Hananu'ya silah desteği ise Türklerden gelmişti.
Hananu ve Bereket Suriye'nin inşasında beraber çalışırken kendilerine Fransızlarca yöneltilen en büyük suçlamalar "Türkiye ajanı" olmaktı.
Suphi Bereket sonraları Hatay'a gelecek ve bu vilayetin Anadolu'ya katılımında önemli rol oynayacaktı.
Bir saraylı: Cemil Merdam Bey
Suriye siyasetindeki önemli isimlerden birisi Başbakan Cemil Merdan Bey idi.
Cemil Merdan Bey, Sadrazam Lala Mustafa Paşa'nın soyundan gelen saraylı bir ailenin çocuğuydu.
Modern Suriye milliyetçiliğinin en önemli savunucularından birisiydi.
Ulusal Blok ismi verilen ittifakla Suriye'deki dinamikleri bir cephede toplamayı başaran isimlerden birisiydi.
Başbakanlık vazifesinin yanı sıra, dışişleri bakanlığı da yaptı.
Hariciye görevi sırasında Hatay'ın Suriye'ye ait olduğu tezini en yüksek perdeden dillendiren siyasetçi oldu.
Bu anlamda Türkiye Cumhuriyeti tarafından pek sevilen bir siyasetçi olduğu söylenemez.
II. Dünya Savaşı sırasındaki faaliyetleri ile Suriye'nin bağımsızlığında önemli rol oynadı.
1950 sonrası Suriye'den çıkarak Mısır'a gitti.
Burada sonraları idareyi ele geçiren Cemal Abdunnasır'ın en büyük hedefi Suriye'yi Mısır'a katmak ve Cemil Merdan Bey'i Suriye Devlet Başkanlığı görevine getirmekti.
Cemil Merdan'ın soyu Osmanlı sarayının en tepesine dayanmakla beraber Arap milliyetçiliğinin simge isimlerinden birisi olarak tarihe geçecekti.
Bilhassa Hatay meselesi sebebiyle Türkiye ile yıldızları hiç barışmayacaktı.
Bir Çerkes'in Suriye'yi birleştirme çabaları: Ahmed Nami
Ahmed Nami Türk ve Çerkes kökenli bir ailenin çocuğuydu.
Ahmed Nami'nin belki de en büyük unvanı Sultan Abdülhamid'in damadı olmasıydı.
Lübnan'ın Suriye'den ayrılmasına şiddetle karşı çıkan Nami, Fransız mandası ile Arap milliyetçileri arasında denge kurmaya çalıştı.
Fransızlar 1932 yılında Sultan Abdülhamid'in damadını Suriye'ye kral yapmaya çalışmış, bu olmayınca 1940 yılında tekrar Suriye Devlet Başkanı yapmayı denemişlerdi.
Lakin bir başka saraylı Cemil Merdan Bey'in başını çektiği Ulusal Blok, Ahmed Nami'ye şiddetle karşı çıkmışlardı.
İstanbul'da yetişmiş başbakanlar
Türk kökenli olmasa da çok iyi derecede Türkçe bilen ve İstanbul'da eğitim görmüş isimler Suriye'nin kaderini belirlemişlerdi.
Bunların başında Suriye'nin milli kahramanı olarak gösterilen Ali Rikabi gelmekteydi.
Rikabi, bir Osmanlı subayıydı ve Cihan Harbi sırasında Cemal Paşa onu Şam Belediye Başkanı olarak atamıştı.
Suriye Başbakanlığı da yapan Rikabi "Genç Suriyeliler Cemiyeti" kurucusu ve Suriye'nin milli kahramanları arasındaydı.
Rikabi, yalnızca Suriye değil; Ürdün'de de önemli işlere imza atmış ve Suriye ile Ürdün'ün birleşmesi için mücadele etmişti.
Suriye siyasetindeki önemli isimlerden birisi olan Haşim el-Etâsî bir Osmanlı memuruydu.
İstanbul'da okumuş ve imparatorluğun çeşitli vilayetlerinde kaymakamlık gibi görevler üstlenmişti. Haşim sonraları tekrar iktidara gelmiş ve Suriye ile Irak'ı 1949'da birleştirme girişimi Edib el-Çiçekli'nin darbesiyle akamete uğramıştı.
Hakkı Bey el-Azm, Osmanlı okullarında okumuş hatta Hicaz'daki isyanlara karşı çıkan bir isimken bir diğer Başbakan Nasuhi el-Buhari İstanbul'da okumuş bir Osmanlı subayı idi.
Velhasıl yerimiz sınırlı; ama 1950'li yıllara kadar Suriye'yi yönetenler ya Türk'tü yahut da İstanbul'da yetişmiş subay veya memur taifesindendi.
1950'lili yıllardan sonra Suriye'de iktidarı deviren genç subayların en büyük öfkesi Türk ve Osmanlı mirasını Suriye'den temizlemeye yönelik olacaktı.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish