Devlet Bahçeli'nin çağrısıyla yeniden gündeme gelen çözüm süreci, umut ve soru işaretlerini bir arada barındırıyor.
Yıllardır süregelen bu mesele, mecliste ayaküstü bir el sıkışmayla çözülebilecek gibi görünse de mümkün olup olmayacağına dair kesin bir hüküm ortaya koymak son derece zor.
Bahçeli, partisinin meclis toplantısında yaptığı çağrı üzerine yeniden, yine, yeni bir süreci konuşmaya başladık.
fazla oku
Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)
DEM Parti vekilleri Pervin Buldan ve Sırrı Süreyya Önder, 2024'ün bitmesine birkaç gün kala İmralı'da Abdullah Öcalan ile görüşme gerçekleştirdi.
Öcalan'ın, Kürt sorununa çözüm için meclisi önemli bir zemin olarak gördüğünü, Türk-Kürt kardeşliğinin gerekliliğini vurgulayıp, Gazze ve Suriye'deki sorunlara dair çalışmalar yapılmasına değinerek, Bahçeli'nin dillendirdiği yeni siyasi yaklaşıma katkı sunmaya hazır olduğunu ifade ettiği aktarıldı.
İmralı'dan getirilen mesajlardan anladığım kadarıyla Bahçeli'nin uzattığı eli Öcalan da sıkmış.
Şunu başta belirteyim; yıllardır yaşadığımız bu sorunun çözümü gelsin de nasıl geliyorsa gelsin.
Ama dilimin ucuna geleni demesem olmaz; bir el sıkışmayla çözüme kavuşabilecek kadar kolay olan bir sorunun nasıl da on yıllardır sürdüğünü düşününce inanması zor olan günler yaşadığımızı söylemeliyim.
Yeni sürecin sonuç verebilmesi için samimiyet şarttır.
Sorunu gerçekten çözmek istiyorsak, "mış gibi" yaparak ilerlemenin mümkün olmadığını bilmeliyiz.
Defalarca tecrübe ettiğimiz gibi, yüzeysel yaklaşımlar herhangi bir meselenin çözümüne katkı sunmamıştır. Başta Kürt sorununun bir "sorun" olarak kabul edilmesiyle işe başlamak gerekir.
Ortalama bir tutumla meseleye baktığınızda sorun yokmuş gibi görünebilir.
Ancak köklü geçmişi olan bu meselenin varlığını inkâr etmek, asıl sorunun kendisidir.
Elbette ortada bir sorun vardır. Bu sorunun sebepleri farklı kesimler tarafından farklı şekilde değerlendirilebilir ancak çözüm adına geçmişi, mevcut durumu ve geleceğe dair projeksiyonları dikkate alarak değerlendirmek gerekir.
"Olan oldu, önümüze bakalım" demek elbette bir seçenek.
Meseleye yalnızca günümüz şartları üzerinden, rasyonel olmayan duygusal reflekslerle yaklaşmak, sağlıklı bir durum tespiti yapmayı engeller.
Önümüzdeki günlerde bu konunun daha da çok konuşulacağı aşikâr.
Konuşmaktan, tartışmaktan, yanlışları ve hataları ifade etmekten kaçınmadan bu meselenin açık bir şekilde ele alınmasının, çözüm adına başlı başına önemli bir adım olduğunu vurgulamam gerekir.
Geçmişten alınacak dersler, günümüz gerçekleri ve geleceğe dair umutlar bir araya getirildiğinde, kalıcı bir çözüm için ortak bir zemin oluşturulabilir.
Tüm tarafların bu süreçte samimi ve yapıcı bir tutum sergilemesi, çözümün en önemli anahtarıdır.
Bu meselenin konuşulabilir ve tartışılabilir bir zeminde ele alınması, sadece Kürtler için değil, tüm Türkiye için demokratik ve barışçıl bir geleceğin inşası adına kritik bir eşiktir.
Elbette içerde yaşadığımız bu gelişmeleri bölgemizde yaşanan gelişmelerden bağımsız değerlendirmek eksik olacaktır.
Kronik sorunların çözümüne engel olarak muhalefeti gören anlayışın doğru olmadığını bu vesileyle bir kez daha görmüş oluyoruz aslında.
Çözümü konuşabilmenin dahi iktidar ve ortağının müsaadesinde olduğu bir dönemin şahitleriyiz aynı zamanda.
Türkiye kamuoyunun uzun zamandır gündeminde olan Kürt sorunu, farklı dönemlerde çeşitli çözüm arayışlarına sahne oldu.
Bahçeli'nin son çağrısı, bu arayışları yeniden alevlendirdi. Elbette tarafların çözüm için masaya oturuyor olması umut verici.
Ancak, geçmiş deneyimlerimizden biliyoruz ki yalnızca konuşmak yetmez; somut adımlar atılmalı ve bu adımların kararlılıkla arkasında durulmalıdır.
Bu süreçte en önemli adım, diyalog zeminini sağlam bir şekilde inşa etmektir.
Sorunları tartışmaya açmadan önce karşılıklı güven ortamı oluşturulmalıdır.
Bahçeli'nin bu zemini hazırlamak için girişimlerde bulunmasını olumlu bir adım olarak değerlendiriyorum.
Ancak unutulmamalıdır ki çok uzun yıllara dayanan bu sorun, yüzeysel yaklaşımlarla çözülemez; çözüm için cesur ve radikal adımlar atılmalıdır.
Kürt meselesi, yıllarca "çözümsüzlük" bahanesiyle kronik bir sorun olarak var ola geldi.
Bu durum, sorunun temel nedenlerinin görmezden gelinmesine ve çözüm arayışlarının engellenmesine yol açtı.
Ancak artık geçmişteki yanlışları tekrar etmeden ilerlemek zorundayız.
"Ne oldu, neden oldu, kim yaptı?" sorularıyla vakit kaybetmek yerine, "Ne yapabiliriz, nasıl yapabiliriz, kim yapacak?" sorularına odaklanmamız gerekiyor.
Geleceğe dair projeksiyonlar geliştirerek, uygulanabilir ve gerçekçi adımlarla ilerlemek şarttır.
Geçmiş deneyimler bize bir gerçeği gösteriyor: Bugünü anlamadan, yarını sağlıklı bir şekilde inşa edemeyiz. Toplumsal hafızadan ders çıkararak mevcut durumu objektif bir şekilde analiz etmek, geleceği kurmanın ilk adımıdır.
Kasım ayında hazırlanan Türkiye Endeksi Raporu'nun verileri, toplumun bu meseleye dair algısını çarpıcı şekilde gözler önüne seriyor.
Vatandaşların yüzde 57,5'i Kürt sorununun demokratik yollarla çözülmesinin toplumsal barışa olumlu katkı sağlayacağını düşünüyor.
Diğer yandan, yüzde 74,8'lik bir kesim farklı kültürel grupların geçmişte yaşanan acıları geride bırakması gerektiğine inanıyor.
Bu veriler, toplumun büyük çoğunluğunun çözüm için umutlu ama temkinli bir yaklaşım benimsediğini gösteriyor.
Kürt sorununun çözümünde güven artırıcı politikaların öncelikli olması gerekir aksi halde yeni bir travmaya sebebiyet verilebilir.
Demokratik yolların tercih edilmesi, kapsayıcı bir yaklaşım benimsenmesi, toplumun farklı kesimlerinin hassasiyetlerine özen gösterilmesi ve geçmiş deneyimlerden ders çıkarılması son derece önemlidir.
Toplumsal barışın anahtarı: Diyalog.
Önyargılardan arınmış bir çabayla toplumsal uzlaşı için yeni bir sayfa açmak, çözüm arayışlarında kilit rol oynayacaktır.
Bu süreçte toplumun büyük bir kısmı umutla bu yolda ilerlemeye hazır görünüyor.
Şimdi sıra, bu süreci başarıya ulaştırma sorumluluğu taşıyanlarda.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish