Öcalan ve süreç

Altan Tan Independent Türkçe için yazdı

DEM Parti Van Milletvekili Pervin Buldan ve İstanbul Milletvekili Sırrı Süreyya Önder, İmralı'da PKK Lideri Abdullah Öcalan ile dün görüştü / Fotoğraf: X

MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli'nin 1 Ekim 2024 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin açılışında DEM Parti'li milletvekillerinin ellerini sıkmasından bu yana geçen 3 ayın sonunda nihayet süreç ilk meyvesini verdi.

DEM Parti'li iki milletvekili, İmralı'ya giderek Abdullah Öcalan'la yüz yüze bir görüşme gerçekleştirdi.
 


Bir sürpriz var mı?

Bana göre yok.

Hatta iddia etmiştim ve "Abdullah Öcalan, DEM'lilerle görüşmek istemiyor" demiştim.

Sadece DEM'lilerle görüşmek istemiyor; Abdullah Öcalan bu dönemde daha ileri bir misyon üstlenmek istiyor.

DEM'lilerin de içinde olacağı; daha geniş, daha etkin ve daha yetkin bir gruba veya kadroya konuşmak istiyor.

Bu 30 kişi olur, 40 kişi olur, 50 kişi olur... Yani interaktif bir şekilde, bu görüşlerini Türkiye kamuoyuyla ve Kürt kamuoyuyla, tabii ki DEM'in de içinde olacağı şekilde paylaşmak istiyor.

"DEM'i çağıralım, onlara bir şey söyleyelim, onlar da gitsinler, bunu yapsınlar" gibi dar çerçevede bir yaklaşım değil.

İşin aslına bakarsanız, maalesef devlet yetkilileri de, Kürt siyasetçiler de bu işleri hep böyle ya bir mektupla, ya bir sözle, ya bir görüşmeyle işte hemen oldu bitti diye getirmeye çalıştılar.

Ama tarih, tecrübe bunun tersini söyledi.

İnşallah bu sefer doğru şeyler yapılır.

Öcalan'ın bu yaklaşımı da, yani metot olarak bu yaklaşımı da doğru bir yaklaşımdır.


Peki, Öcalan'ın söylediklerinde bir sürpriz var mı?

Bana göre yok.

Hatta neler söyleyeceğini söyledim;

"Benim 11 yıldır söylediklerime çok benzer şeyler söyleyecek" dedim; "Fazlasını söyleyecek, eksiğini söylemeyecek."

Peki niye bu kadar iddialı konuştum?

Çünkü ben 2013 senesindeki sürecin de içindeydim.

Nasıl oldu, süreç nasıl devam etti, nasıl bozuldu, kimler ne yaptı ve bu 11 sene zarfında neler oldu, bunların canlı tanığı; sadece tanığı da değilim, içindeki mağduruyum.

2013 döneminde de yine aynen bugünkü dönem gibi, hükümet ile... (fark sadece şu, o gün bu proje bir hükümet projesiydi, bugün bir devlet projesiydi) o günkü tarihte de içinde Devlet Bahçeli yoktu.

Ama hükümet ile Öcalan arasında, Erdoğan ile Öcalan arasında, yani kısaca bunu böyle sembolleştirirsek, bir mutabakat vardı.

11 senedir bunu haykırıyorum, 12. seneye girdi.

Hep "tu kaka" her taraftan benim üzerime geldiler.

O gün neydi?

O günde bugün olacak şeyler vardı.

Ama daha hazırlıksız, daha amatörce ve daha yanlışlarla dolu.

İnşallah bu sefer daha doğru, daha düzgün şeyler yapılır ve süreç Türklerin, Kürtlerin, Arapların, layıkların, dindarların kim varsa bu coğrafyada lehine bir şekilde ilerler.

Öcalan'ın diyecekleri aşağı-yukarı belli.

Öcalan, o günde söyledi, 2013 21 Mart Diyarbakır Nevruz'unda mektubu okundu.

O mektupta da silahların artık devresini doldurduğunu, bundan sonraki süreçte silahlara yer olmadığını, mücadelenin demokratik olması gerektiğini, Türk-Kürt kardeşliğinin bin yıllık bir geçmişi olduğunu, İslam birliğinin çok önemli olduğunu altını çizerek belirtti.

O mektubu alın, gelin, okuyun.

Şimdi bundan sonra Öcalan'ın ne söyleyeceklerini de yan yana koyun.

Bakalım acaba bir farklılık var mı?

Ama o dönemde de sırtını dış devletlere bağlayan, içerideki yerli işbirlikçiler, devletin içindeki derin güçler, Türkiye'nin Orta Doğu'da yeni bir misyon üstlenmesini istemeyenler, İran kontrolünde olanlar, Kandil, Bağış Partisi, Rusya, ABD ile ilişki içerisinde olanlar ve en önemlisi de işte o malum Gülen cemaati bu işi berbat etti.

Daha ilk günden benim gittiğim görüşmeler sızdırıldı ve projektörler de bana çevrildi.

Halbuki şu an o görüşme tutanaklarını sızdıran milletvekili şu anda da yine Demin içinde milletvekili.

Zaman geçti, takke düştü, kel göründü.

Neyse, bugün geldiğimiz noktada yine silahların susması lazım, Türkiye'nin demokratikleşmesi lazım, Kürtlerin meşru, makul, henüz tanınmayan hakları, tanınanlar var, tanınmayanlar var; tanınması lazım, yeni bir anayasa lazım ve belki en az bunlar kadar, belki bunlardan da önemli dışarıda, Suriye'de, Rojava'da, Irak'ta, Kürdistan bölgesel yönetiminde ve Suriye'de olacaklarla ilgili, olmakta olanlarla ilgili yeni, doğru bir perspektif ve politika verilebilmesidir.

Nasıl belirlenecek?

Bunun için önce ciddi ve doğru bir proje,  ondan sonra da bu projeyi sağlıklı olarak yürütebilecek kadrolar, kimsenin kimsenin hakkını yemediği, kimsenin kimseye falçmadığı, kimsenin kimseyi dolandırmadığı, daha açık söyleyeyim, "alevere dalevere, yine Kürt Mehmet nöbete" denilmediği bir sürecin inşa edilmesi lazım.

Eğer bunda, inanın yüzde 100 demiyorum, yüzde 50-60 bir başarı bile sağlayabilirsek, Yeni Orta Doğu Birliği'nin Türk-Kürt-Arap birlikteliğinin Balkanlar'da, Kafkaslar'da, Ermenilerin, Gürcülerin, Azerilerin, Süryanilerin, Ezidilerin, Alevilerin, Sünnilerin, batıda Yunanistan ve Bulgaristan'ın da içinde olacağı bu geniş havzada, yaklaşık 200 milyonluk havzada yeni bir güneşin doğması demek.

"Hayal bunlar" diyorlardı, yani bize direkt karşı çıkamıyorlardı fikirlerimize, hayal diyorlardı.

Bu "hayal" bugün önümüze gelmiştir; eğer doğru düzgün uyanabilirsek.

Doğru düzgün uyanabilirsek.

Burada tabii benim en büyük endişem, her zamanki gibi haşere takımı.

Haşereler kimlerdi?

Bunlar işte buldukları her yerde zahireye saldıran yaratıklardır.

O süreç döneminde de işte süreci Oslo'da sızdıranlar da bugün belli.

Bizim İmralı'ya gittiğimiz görüşme tutanaklarını sızdıranlar da belli.

Partide hendeklere karşı çıktığım vakit, PKK'nın yanlış siyasetine karşı tavır takındığım vakit, beni destekleyeceklerine, benim boşalttığım yeri kapmaya çalışan sözde İslamcılara kadar sureti haktan görünen zavallıların bugün tarih önünde iyi tespit edilip ayıklanması lazım.

Bu süreci namuslu Türkler, namuslu Kürtler, namuslu Araplar, Aleviler, Sünniler, dindarlar... Neyse her seferinde tek tek saymayayım ama birini saymasak kırılıyorlar, darılıyorlar, bak diyor işte bizi dışarıda koydu.

Arkadaş kim varsa, tek bir şahıs bile varsa, dini kimliğiyle, etnik kimliğiyle, ideolojisiyle, siyasi ideolojisiyle, o bir kişinin, o namuslu bir kişinin dikkate alınması lazım.

Tekrar söylüyorum, ki birkaç sefer daha söyledim bunu;

Öcalan'ın yapmak istediği sadece DEM'lilere, PKK'ya bir talimat vermek değil, yeni süreçte Devlet Bahçeli ve Erdoğan'ın yanında, onlarla birlikte bu yeni süreci inşa etmek.

Doğru bir şekilde inşa etmek.

Onun için deme verdiği ve açıklanan görüşme bildirisi de dikkat ederseniz yarım sayfa "Hoş geldiniz", "Nasılsınız, iyi misiniz?", "Hadi, güle güle"...

Ama esas yapılmak istenen şey, kanaat önderlerinin, siyasetçilerin, akil adamların içinde bulunduğu bir heyetle bu işi götürmek ve onlarla birlikte bir çağrıda bulunmak ki, bence tekrar tekrar söylüyorum, doğru olan bu.

E peki, bu 11 senemizi zayi edenler, dün Tayyip Erdoğan'ı şeytanlaştırarak bütün Kürtleri, AKP'yi, devleti -tabii Bahçeli'yi hiç katmıyorum bile- karşısında konuşlandıranlar bugün ne yapıyorlar?

Bugün Devlet Bahçeli'ye arzu hürmet etmekte, önünde eğilmekte sıraya girmiş durumdalar.

Arkadaşlar, yine yanlış yapıyorsunuz.

Dünkü o tavrınız da yanlıştı, bugünkü tavrınız da yanlış.

İnşallah çok doğru şeyler olur.

Allah hepimize güç ve kuvvet versin.

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir. 

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU