Batı emperyalizmi, başta Ortadoğu olmak üzere, dünyayı yeniden şekillendiriyor.
Amerika, Rusya ve Çin arasında ekonomik-ticari rekabet, ittifaklar mücadelesi, özellikle Ortadoğu ülkelerini bölgesel savaşa yönlendirme devam ediyor.
Ortadoğu'da alan temizliği üzerinden ilişkiler yenileniyor. NATO gibi askeri ittifaklar güçlendiriliyor ve yeni ittifaklar kuruluyor.
Örneğin, Çin'e karşı Eylül 2021'den itibaren Avustralya, Birleşik Krallık ve ABD tarafından güvenlik, askeri, nükleer, yapay zekâ, siber savaş alanlarında işbirliği yapmak amacıyla AUKUS paktı kuruldu.
Rusya, Mali, Nijer, Burkina Faso, Sudan, Libya, Orta Afrika Cumhuriyeti, Mozambik gibi kaos yaşanan ülkelerle ittifaklar kurdu. Kutup İpek Yolu, Orta Koridor, Güney Koridoru, Rusya-İran Kuzey-Güney Koridoru, Hindistan-İsrail-Avrupa İMEC Koridoru, BAE-Suudi Arabistan-İsrail Koridoru, Ben Gurion Kanalı, Davud Koridoru, Basra-Şırnak-Londra'ya uzanan Kalkınma Yolu Koridoru üzerinden ittifaklar geliştiriliyor vb.
Özellikle de Ortadoğu ülkeleri bölgesel savaşa yönlendiriliyor. Nil Nehri havzasından başlayıp Levant (Filistin, İsrail, Lübnan, Suriye, Ürdün) ile Kürt coğrafyasından, Zagros'tan Mezopotamya'ya ve Basra Körfezi'ne kadar uzanan hilale sanki el konulmak isteniyor.
Sadece Ortadoğu'nun en politik ve örgütlü halkı olan Kürtler değil, sanki İran ve Suriye de sömürge denklemine dahil edilmeye çalışılıyor.
İsrail de, NATO ülkelerinin desteğini almışken, bölgenin Filistinlileri son topraklarından sürmek istiyor.
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, 22 Nisan 2024'te Bağdat'a düzenlediği ziyarette, Hükümet Sarayı'nda Şii Sudan başkanlığındaki Irak, Katar ve BAE ile "Kalkınma Yolu" için dörtlü mutabakat zaptı imzaladı.
Konjonktürel gelişmelere göre hareket eden Biden ve Putin yönetimi de farklı hesaplarla Suriye hava sahasını açarak, Türkiye'nin 23-27 Ekim 2024 arasında Rojava'ya hava saldırısına izin verecekti.
Bu kaotik uluslararası sistem içinde devleti ayakta tutan kompartmanlar, Erdoğan'ın Esad'a çağrılarına umut bağlamış gibi idi.
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, yüzbinlerce insan öldürüldükten ve milyonlarca insan yerinden olduktan sonra, Beşar Esad yönetimi düşmeyince, "terörist", "zalim", "katil", "diktatör" söylemini unutup, basının karşısına çıkarak, "Ben hâlâ Esat'tan umutluyum. Bir araya gelip Suriye-Türkiye ilişkilerini inşallah yoluna koyalım diye hâlâ umudum var" diyebilecekti…
Gizli ajandada ise zamanı gelince Esat'ı düşürmek, Suriye'de İhvan-ı Müslim'in yönetimini oluşturmak yazıyordu.
Ama tarih hızlandı… Esat iktidarı bırakıp Suriye'yi terk etmek zorunda kaldı.
Artık Esat engeli yoktu.
Gelinen noktada iç ve dış konjonktür ile kuvvetler ilişkisi, Suriye'nin yanı sıra uygun görülen Ortadoğu ülkelerinde Müslüman Kardeşler koridoru açmayı getirecek miydi, yaşayarak göreceğiz.
Hizbullah, savaşçılarının önemli bir kısmını Suriye'den İsrail'in saldırdığı Güney Lübnan'a çekmek zorunda kalınca, Halep, Suriye Milli Ordusu (SMO) ve Heyet Tahrir-Şam'a hedef olarak gösterilecekti.
Bu güçler Halep'e girerken, ilk etapta Til Rifat, Mendiç ve Kobani'yi almaya sevk edilecekti. Nitekim Til Rıfat ve Mendiç'in bazı köyleri işgal edilecekti.
Öte yandan Ukrayna'ya silah vermeyi sürdüren Türkiye'ye Rusya'dan hava-kara sahası açma vizesi bu dönemde çıkmayacaktı.
En olmazı, doğru görülen yanlışlar...
Rusya ve İran'ın en büyük yanlışlarından biri, Ceyş-ül İslam gibi yapıların silahlı unsurlarının Şam kırsalı Doğu Guta'dan İdlib gibi kentlere taşınmasıydı.
Heyet Tahrir-Şam, Özgür Suriye Ordusu, Seraya Ehli'ş-Şam gibi yapıların silahlı unsurlarının Lübnan sınırında Kalamun, Filita bölgelerinden, Lübnan'ın Arsal, Bekaa Vadisi, Baalbek, El-Kaa bölgesine taşınmasının stratejik bir yanlış olduğunun kanıtı yaşanan deneyim oluyor.
Şam'a ilerlemeyi önleyen Lübnan Hizbullah'ıydı. Lübnan sınırındaki kentleri, Lübnan'ın Şii kentlerini Heyet Tahrir-Şam gibi yapılardan kurtaran da yine Lübnan Hizbullah'ıydı. Halep'i cihadistlerden alan Rusya hava saldırıları, Hizbullah ve İran milisleri idi.
Rusya ile 2016'daki antlaşma ile cihadistler Halep'ten İdlib'e otobüslerle taşındı.
Yine 2016 Halep Savaşı sırasında aralık ayında anlaşmayla Tahrir El Şam/El Nusra, Nureddin Zengi Tugayı, Ahrar el-Şam, İslami Cephe, Şam Cephesi, Ceyş-ul İslam, Fastakim Birliği, Ensaruddin Cephesi gibi yapıların silahlı kafileleri yeşil otobüslerle İdlib'e taşındılar.
İdlib'de IŞİD kurucu lideri Ebu Bekir Bağdadi ve IŞİD kadroları saklanıyordu. Bağdadi ve sonraki liderleri de İdlib'de hava saldırılarında öldürülmüştü. HTŞ Lideri Muhammed Colani (Ahmed eş-Şara) de Bağdadi ile Irak El Kaide'sinden çıkmıştı. İdlib'e yığılan silahlı unsurlar üzerinden iyice güçlenen Heyet Tahrir-Şam, Ceyş el-İzze, Ceyş en-Nasır, Nureddin Zengi Tugayı, Ulusal Kurtuluş Cephesi ve Türkiye'nin vekil gücü Suriye Milli Ordusu da yanına alarak, 27 Kasım 2024'te Halep'e "Saldırganlığı Caydırma - Halep'in Fethi" adı altında operasyon başlatacaktı.
Doğu Guta'nın, Arsal'ın 2016 Halep Savaşı'nın intikamını almak için 8 yıldır fırsat kolluyorlardı.
Yanlışlardan yanlışlara…
Amerika-İsrail, İngiltere, ama özellikle Türkiye'nin de aktif biçimde içinde olduğu bölgesel güçler, tek dinci ve tek mezhepçi siyasal İslam'ı hâkim kılmak isteyen Heyet Tahrir-Şam ve Suriye Milli Ordusu üzerinden Halep'in işgalini sağlayarak, Suriye'de var olan kaosu derinleştirdiler.
Böylece İkinci Halep Savaşı başlamış oldu.
Halep'te yaşananlar, Suriye'de etkili olan Rusya, İran ve Beşar Esad iktidarının birbirini takip eden yanlışlarının toplam sonucudur diyebiliriz.
Bu hatalar, sonuçları itibarıyla dönüp kendilerini, bir yerde ittifaklarını vurmuş olması anlaşılır bir şeydir.
Suriye'de Temmuz 2000'den beri cumhurbaşkanlığı koltuğunda oturan Beşar Esad, 14 yıllık iç savaşta tek mezhepli, tek halklı bir Suriye planından vazgeçmemiş, dünyadaki değişimden ders çıkarmamış ve onca yaşanan acı deneyime karşın Kürtleri diliyle, kültürüyle anayasa önünde eşit halk olarak kabul etmemişti.
Esad rejimi, Kürtler ve Araplar arasında olması gereken demokratik birlik ve özyönetim çağrılarına olumlu yanıt vermiş olsaydı, emin olunmalı ki cihadistlerin belki de Halep'e gönderilmesine sonuçsuz bir macera diye bakılacak, gönderilmeyeceklerdi.
Esad rejimi yanı sıra işgalci güçlere karşı en güçlü direnen halk Kürtlerdi ama Efrîn-Şehba-Halep hattında Kürt yerleşimcilere ambargo dahi uyguluyordu.
Yakıtsız, elektriksiz, gıdasız bırakıp yıldırmaya çalışıyordu. Aileler, hasta çocukların oksijen tüpünü çalıştırmak için atölyeye götürülüp jeneratöre bağlamak zorunda kalıyordu.
Buna rağmen Halep'te Kürtler, Êzidîler, Ermeniler yarattıkları güvenli alanları korumaya çalışıyorlardı.
Şam ve İran çaresiz kalınca Rusya'nın desteğini bekledi. Gelmedi.
Esad giderken daha önce yapması gerekenleri yaptı; çaresiz bazı bölgeleri Suriye Demokratik Güçlerine bırakma ihtiyacı duydu.
Yaşanan deneyim, olası yeni yönetimin Suriye-Kürt açılımına demokratik ölçüler içinde kapalı olmamak zorunda olduğunu gösteriyor.
Aksi takdirde Suriye'nin sürekli kaos ve kriz içinde kıvranması kaçınılmazdır.
Hizbullah Lübnan'a gidince, ordu da kaçınca…
Halep'e saldırı öncesi İdlib sınırındaki Halep'in kuzey bölgelerinde çatışmalar vardı.
Gruplar bazı yerleşimleri almaya çalışıyor, Rusya ve Suriye uçakları ise bombalıyordu.
İsrail de Suriye'deki İran destekli grupları bombalıyordu. Bu Suriye güçlerini oldukça zayıflatmıştı.
Türkiye'ye bağlı gruplar da zaten yıllardır Suriye ordusunu yıpratıyordu.
İran Devrim Muhafızları Ordusu komutanlarından Tuğgeneral Kiyumers Pure Haşimi, 28 Kasım'da Halep batı kırsalında öldürüldü.
Direniş gücü Hizbullah, İsrail'le savaşmak için Lübnan'a geçince, denebilir ki alan çıplak kalmıştı.
Heyet Tahrir-i Şam gibi El Kaide çıkışlı Selefi gruplar ve Suriye Milli Ordusu gibi gruplar, cılız rejim direnciyle karşılaşınca şaşkınlığa düşecekti.
Suriye birlikleri, 4. Tümen merkezine kaçmıştı çünkü.
Heyet Tahrir-i Şam gibi El Kaide çıkışlı Selefi gruplar ve Suriye Milli Ordusu gibi gruplar, Halep köyleri ve bazı yerleşim birimlerini kayda değer bir direnişle karşılaşmadan merkezine ulaşacaktı.
Halep Kalesi ve çevresi, askeri havaalanı, Halep Valiliği, Emniyet Müdürlüğü, Halep Üniversitesi, belediye, batıdaki çok sayıda mahalle cihadistlerin kontrolüne geçecekti.
Suriye birlikleri merkezdeki karakollardan, istihbarat kurumlarından, kamu binalarından da kaçmıştı.
Askeri uçaklar, Pantsyr-S1 hava savunma sistemi gibi önemli silahları, cephane kasalarını dahi bırakıp giderken, deniz ve hava bağlantısı olmayan HTŞ-SMO'nun kanatlı roketler, tanklar, kamikaze İHA'lar edinmiş olması dikkat çekiciydi.
Suriye ordusunun 30 Kasım'da "Sivillerin ve askerlerin hayatını korumak ve karşı saldırıya hazırlanmak amacıyla savunma hatlarını güçlendirmeyi amaçlayan bir yeniden konuşlanma operasyonu" içinde oldukları açıklaması yapsa da kaçması, İkinci Halep Savaşı'nın kaderini tayin etmiş olacaktı.
("Bu pilav daha çok su kaldırır", öğrenmeye ve yazmaya devam)
Kaynaklar:
Independent Türkçe, Şarku'l Avsat, Özgür Yaşam, M. Ali Çelebi vb…
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish