Burası Cezayir, ya çöl,
Develerin binlerce yıl taşıdığı,
atalardan,
Sevgi,
Us.Ya hurma, tadın yok gayri,
Nice saklasan yalnızlığı,Nasıl haykırıyor çiğnenmiş kumlar,
Ya ana kalk
Ya oğul koş…Fazıl H. Dağlarca
Cezayir ile Osmanlı münasebetlerinin başlaması esasında Yavuz Sultan Selim'in Afrika'daki faaliyetlerinden önce olmuştur.
Zira Engels'in de 1857 yılında yazdığı bir makalesinde işaret ettiği üzere, 1512'de Cezayir Sultanı Selim Kutemi İspanyol tehdidine karşı
Osmanlı padişahından yardım isteyerek Türk donanmasını Cezayir sahillerine davet etmişti.
1496'dan itibaren İspanyollar, Kuzey Afrika kıyılarında çok sayıda yeri işgal edip 1519'da Cezayir'i almak için seferler düzenlediler.
O dönemde Avrupalılar tarafından Barbarossa veya "Kızıl Sakal" olarak bilinen denizci kardeşler Oruç ve Hayreddin, Tunus açıklarında faaliyet gösteriyordu.
Oruç Reis, 1517'de Osmanlı himayesini girse de vefat edince kardeşi Barbaros 1518'de onun yerine Cezayir komutanı olmuştu.
Barbaros'un hatıralarını yanında çalışan Seyyid Murad, "Gazavât-ı Hayreddin Paşa" adıyla kaleme almıştı.
Barbaros Hayrettin Paşa, "Gazavat-ı Hayreddin Paşa" adlı hatıralarında, konuyu şöyle anlatıyor:
İspanyol kafiri, Cezayir limanının 300 metre açığında kayalık üzerinde bir kale yapmıştı. Penon derlerdi. Kaleye üçyüz muhafızla birkaç top koymuşlardı. Kale kumandanı Don Martin de Vergas, yaşlı bir asilzade idi. Bir zamanlar iyi tanınan namlı kaptanlardandı.
Eskiden İspanyol kafiri buradan Cezayir limanını topa tutar, Cezayir Müslümanlarına istediğini yaptırırdı. Şimdi bizden korkularından böyle haltlar yiyemez olmuşlar. Don Martin'e kaleyi teslim edip çekilip gitmesini teklif eyledim. Reddetti. Bunun üzerine bombardımana başladım.
Toplarımız 20 gün geceli gündüzlü kaleye gülle attı. Kale sonunda düştü. Nihayet kayalığa çıktım. 2 Mayıs 1529'da Penon kalesi elimize geçti. Vaktiyle İspanyollar, Cezayir şehri camilerinde ezan okunurken, minarelere topla nişan alıp yıkarlardı.
Bu işi sırf keyif için yaparlardı. Nice minare yıkan ve nice müezzinin kellesini uçuran topçubaşıyı huzuruma getirttim. Bre kafir dedim; keskin nişancı imişsin. Bir gülle ile bir minare yıkarmışsın. Gör şimdi top atışı nasıl olurmuş! Kafiri bir topa koyup deryaya attırdım. Haset edenlerin hasetleri içlerinde kaldı.
İngiliz askeri tarihçisi Edward K. Chatterton, onu "gelmiş geçmiş en büyük korsan ve Akdeniz'in sularında taşıdığı en zeki taktikçi ve stratejistlerden biri" olarak tanımlamıştı.
Chatterton, onun ölümünün Hıristiyan Avrupa tarafından büyük bir rahatlama ile karşılandığını yazar.
Şair Yahya Kemal Beyatlı büyük denizci Barbaros Hayrettin Paşa'yı dizelerinde şöyle anlatmıştı:
Deniz ufkunda bu top sesleri nerden geliyor?
Barbaros, belki, donanmayla seferden geliyor!
Adalar'dan mı?
Tunus'tan mı, Cezayir'den mi?
O mübarek gemiler hangi seherden geliyor?
Yukarıda bahsedildiği üzere Filozof Engels, 1857 yılında Cezayir'le ilgili bir yazısında "Fransa sömürgesi olan eski Türk paşalığı Cezayir'e 1492'de kaçan Mur'ları Sultan II. Selimin emriyle Oruç Reis kurtardı" demiştir.
Alman filozof Engels bile 1857'de gördüğü Afrika'daki Türk varlığını yazarken, Cezayir sultanı Selim Kutemi'nin İspanyol baskınlarından ötürü Osmanlılardan yardım istediğini kaydediyor.
Demek ki Osmanlı'yı o coğrafyaya çeken belli başlı etkenler vardı.
Cezayir'de Osmanlılar
Cezayir, Osmanlı İmparatorluğu'nun 1515 ile 1830 yılları arasında yaklaşık üç yüzyıl süren hakimiyeti altında pek çok kültürel, toplumsal ve ekonomik değişim geçirmiştir.
Bu dönemde Osmanlı yönetimi, sadece Cezayir'in idari yapısını değil, aynı zamanda halkının kültürünü, geleneklerini, günlük yaşamını, dilini ve dinini de şekillendirmiştir.
1830 yılında Fransız işgali başladığında Osmanlı İmparatorluğu'ndan bağımsızlık elde eden Cezayir, Osmanlı mirasını hala taşımakta idi.
Cezayir'deki Osmanlı dönemi, sadece bir yönetim biçimi olarak kalmamış, aynı zamanda derin bir kültürel ve toplumsal iz bırakmıştır.
Bu makalede, Osmanlı İmparatorluğu'nun Cezayir'deki mirası, kültürel, dilsel, dini ve toplumsal açıdan incelenecektir.
Osmanlı İmparatorluğu'nun Cezayir'e girişi ve yönetimi
Osmanlı İmparatorluğu, 1515 yılında Hayreddin Barbarossa'nın Cezayir'de yönetimi devralmasıyla Cezayir topraklarında etkisini hissettirmeye başlamıştır.
Barbarossa'nın denizcilik alanındaki başarıları ve Osmanlı donanmasının desteği ile Cezayir, Osmanlı egemenliğine girmiştir.
Bu olay, sadece Cezayir'in Osmanlı toprakları arasına katılmasına yol açmakla kalmamış, aynı zamanda bölgenin Osmanlı yönetim şekliyle tanışmasına da neden olmuştur.
Osmanlı döneminde Cezayir, Kuzey Afrika'daki önemli bir Osmanlı eyaleti olarak, yerel halkla birlikte Türk kökenli askerlerin, devlet görevlilerinin ve denizcilerin bulunduğu bir yönetim yapısına sahip olmuştur.
Cezayir, Osmanlı İmparatorluğu'nun kuzey Afrika'daki deniz yollarını kontrol etmesi açısından stratejik bir önem taşımaktaydı.
Bu durum, bölgenin Osmanlılar tarafından askeri ve ticari bakımdan sürekli denetim altında tutulmasına olanak sağlamıştır.
Osmanlı İmparatorluğu'nun ilk zamanlarında, Cezayir'deki yönetim büyük ölçüde askeri liderler ve beylerbeyleri tarafından yürütülmekteydi.
Osmanlı yönetimi, yerel halkı yönetmek için çeşitli yöntemler kullanmış, bu da Cezayir'deki idari yapıyı Osmanlı modeline göre şekillendirmiştir.
Türklerin Cezayir'deki sosyal ve kültürel rolü
Osmanlı yönetimi altında, Cezayir'in kültürel ve toplumsal yapısı önemli ölçüde değişmiştir.
Osmanlı egemenliğinin getirdiği yeni yönetim biçimleri ve sosyal düzen, Türklerin bölgedeki etkilerini her alanda hissettirmiştir.
Cezayir'deki Osmanlı elitinin çoğu, Türkçeyi anadil olarak kullanırken, yerel halk Arapça ve Berbericeyi tercih etmekteydi.
Ancak, Osmanlı yönetimi ve Türklerin yerleşik nüfusu, kültürel etkileşimi teşvik etmiş ve zamanla Türkçe'nin etkisi bölgede yayılmaya başlamıştır.
Osmanlı döneminde, özellikle Osmanlı askeri sınıfı olan Yeniçeriler, şehirlerdeki yönetimde önemli rol oynamış, yerel halkla birleşerek sosyal hiyerarşiyi güçlendirmişti.
Yeniçeri ordusu, sadece askerî görevler üstlenmekle kalmamış, aynı zamanda yerel halkla etkileşimde bulunarak, Osmanlı kültürünü Cezayir'e taşımışlardı.
Osmanlı yönetimi, Türk kültürünün yanı sıra İslam'ın Hanefi mezhebini de Cezayir'de yaymış, yerel halkın büyük çoğunluğunun bağlı olduğu Maliki mezhebinden farklı olarak, Hanefi mezhebinin etkisi artmıştır.
Osmanlı döneminin bir başka önemli sosyal ve kültürel etkisi de Türkler ve yerel halk arasındaki evliliklerle ortaya çıkan Kuloğlu topluluğudur.
Osmanlı elitinin yerel halkla evlenmesi, Türk kökenli bir nüfusun oluşmasına yol açmış ve zamanla bu insanlar, kendi kimliklerini oluşturmuşlardır.
Kuloğulları, Türk ve Arap kültürlerinin birleşimi olarak, Cezayir'deki Osmanlı yönetiminin sosyokültürel yapısının bir parçası haline gelmişlerdir.
Onların yaşadığı kentler, Osmanlı yönetiminin sosyal yapısını yansıtan yerlerdi.
Bu insanlar, genellikle Osmanlı elitinin kıyafetlerini giyer, Türkçe konuşur, Türkçe dua eder ve Osmanlı geleneklerine göre dini ibadetlerini yerine getirirlerdi.
Ancak, bir yandan da yerel halkla iç içe yaşadıkları için Cezayir halkının günlük yaşamında da etkili olmuşlardır.
Bu kültürel etkileşim, Cezayir'deki sosyal yapıyı daha karmaşık hale getirmiş ve Türk ile Arap kültürlerinin birleştiği yeni bir toplumsal yapı oluşturmuştur.
Osmanlı döneminin Cezayir'deki kültürel ve mimarî etkileri
Osmanlı İmparatorluğu'nun Cezayir'deki mirası, sadece yönetimsel değil, aynı zamanda kültürel ve mimari açıdan da derin izler bırakmıştır.
Cezayir, Osmanlı İmparatorluğu döneminde önemli bir kültürel merkez haline gelmiş, özellikle Cezayir şehirlerinde Osmanlı mimarisinin etkileri kendini göstermiştir.
Osmanlı döneminin en dikkat çekici yapıları arasında camiler, medreseler, köprüler ve hanlar bulunmaktadır.
Kethüda Camii ve Hasan Paşa Camii gibi yapılar, Osmanlı mimarisinin zarif örnekleri olup, Cezayir'deki kültürel mirası bugün bile yaşatmaktadır.
Osmanlı dönemi aynı zamanda Cezayir mutfağını da etkilemiştir.
Osmanlı Türklerinin mutfak kültürünün izleri, Cezayir yemeklerinde açıkça görülmektedir.
Özellikle lahmacun, börek ve pilav gibi yemekler, Osmanlı mutfağının Cezayir versiyonlarıdır.
Ayrıca, Türk kahvesi de Cezayir'de Osmanlı'dan kalan bir kültürel miras olarak günlük yaşamda önemli bir yer tutmaktadır.
fazla oku
Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)
Öte yandan Osmanlı İmparatorluğu'nun Cezayir'deki etkisi, dilsel açıdan da oldukça belirgindir.
Osmanlı dönemi boyunca, yazışmalarda Osmanlı Türkçesi, resmi dil olarak kullanılmış ve devlet yönetimi, askeri işlemler ve ticaret bu dil aracılığıyla yapılmıştır.
Bugün, Cezayir Arapçasında hala çok sayıda Osmanlı Türkçesinden geçmiş kelime bulunmaktadır. Özellikle günlük yaşamda kullanılan bazı kelimeler, Türkçenin izlerini taşır.
Bunun yanı sıra, Cezayir'deki bazı aileler, Osmanlı döneminden kalan soyadlarını taşımaktadır.
Barbaros, Osmanî ve Hayreddin gibi soyadları, Osmanlı döneminin etkisiyle Cezayir kültüründe varlığını sürdürmektedir.
Cezayir'de Osmanlı mirasının günümüzdeki yeri
Cezayir'deki Osmanlı mirası, sadece tarihi bir iz olarak kalmamış, aynı zamanda Cezayir halkının kimlik ve kültürel yapısının önemli bir parçası olmuştur.
Osmanlı döneminde yerleşen Türkler ve Osmanlı elitinin etkileri, bugün hala Cezayir halkının kültürel ve dini yapısında, hatta günlük yaşamında hissedilmektedir.
Osmanlı döneminin Cezayir'deki izleri, camilerden mutfağa, dilden giyime kadar pek çok alanda kendini göstermektedir.
Cezayir'deki Osmanlı mirası, sadece tarihsel bir hatıra olarak kalmamakta, aynı zamanda halkın kültürel kimliğini oluşturmayı sürdürmektedir.
Bu miras, Cezayir'in çok kültürlü yapısının bir parçası olarak, Osmanlı İmparatorluğu'nun zengin kültür mirasını ve tarihsel bağlarını günümüze taşımaktadır.
Fransız işgali ve Cezayir direnişi
Fransa'nın Cezayir'i işgali, 1830 yılında Fransa'nın, Osmanlı İmparatorluğu'na bağlı olan Cezayir'deki kıyı bölgelerini işgal etmesiyle başladı.
Fransa'nın ilk askeri müdahalesi hızla genişledi ve birkaç yıl içinde Fransa, Cezayir üzerinde büyük ölçüde baskıcı bir kontrol kurdu.
Bu işgal, Cezayir'de 130 yıldan fazla sürecek olan sömürge yönetiminin başlangıcını işaret ediyordu.
İşgali takip eden yıllarda, Fransa, "pied-noirs" olarak bilinen Fransız yerleşimcilerinin büyük ölçüde verimli topraklara yerleşmesini sağladı.
Bu durum, yerel Cezayir halkının, özellikle Araplar ve Berberilerden oluşan nüfusun yerinden edilmesine ve marjinalleşmesine yol açtı.
Fransız yönetimi, Cezayir halkını Fransız kültürüne ve kurumlarına zorla asimile etmeyi amaçlayan politikalar uyguladı.
Bu durum, Fransız yasalarının, okullarının ve dilinin yerleştirilmesi, ancak yerel halkın haklarının kısıtlanması ve kaynaklara erişimlerinin engellenmesi anlamına geliyordu.
Fransa'nın sömürge yönetimi altında, Cezayir'in yerli halkı ciddi ekonomik sömürü, siyasi baskı ve kültürel ayrımcılık yaşadı.
Fransız yönetim şekli, ağır bir askeri varlık ve direnişin, karşıt görüşlerin baskılanmasını içeren politikalarla karakterize ediliyordu.
Cezayirlilere temel sivil haklar verilmedi ve ekonomi, Fransız yerleşimcilerine ve Fransız devletine yarar sağlayacak şekilde yapılandırıldı ve bu da yerel halk arasında yaygın bir yoksulluğa yol açtı.
20'nci yüzyılın ortalarına gelindiğinde, Cezayir halkında bağımsızlık ve ulusal kimlik duygusu giderek güçlendi.
Bu hürriyet mücadelesi, silahlı direniş hareketlerinin ortaya çıkmasına neden oldu.
1954 yılında, Ulusal Kurtuluş Cephesi (FLN), Cezayir Bağımsızlık Savaşı'nı başlatarak şiddetli ve uzun süreli bir çatışmanın fitilini ateşledi.
Savaş, gerilla taktikleri, bombalamalar, suikastlar ve her iki tarafın da işkence kullanması ile damgasını vurdu.
Fransız askeri, isyanı ezmek için şiddetli bir şekilde karşılık verdi, ancak FLN, Cezayir halkının geniş desteğini kazandı.
Savaş, aynı zamanda Fransız toplumunu derinden böldü, çünkü birçok kişi Cezayir'i elinde tutmanın ahlaki yönünü ve uygulanabilirliğini sorgulamaya başladı.
Uluslararası baskılar ve savaşın Fransa'da giderek daha fazla popülerlik kaybetmesi, nihayetinde müzakerelere yol açtı.
1962'de, Cezayir'e tam bağımsızlık veren Evian Anlaşmaları imzalandı ve böylece Fransız sömürge yönetimi sona erdi.
Fransa'nın Cezayir'i işgalinin mirası karmaşık ve tartışmalıdır. Cezayir bağımsızlığa kavuşmuş olsa da bir asırdan fazla süren sömürgeciliğin etkileri -ekonomik geri kalmışlık, sosyal bölünmeler ve siyasi istikrarsızlık- yıllarca devam etti.
Cezayir ile Fransa arasındaki ilişki, özellikle savaş sırasında yaşanan şiddet ve Cezayirlilerin ile Cezayir'e yerleşen "pied-noirs"ın yaşadığı sorunlarla ilgili çözülmemiş meseleler nedeniyle halen gergindir.
Savaş ve sonrasındaki etkiler, her iki ülkenin tarihini ve siyasi, kültürel manzaralarını şekillendirmeye devam etmektedir.
İşgale karşı Cezayirliler
1830'da Fransa Cezayir'i işgal edip halkını katlederken Osmanlı Devleti Anadolu milletinden ayırmadığı Cezayir halkını kaderine terk etmeyip sahip çıktı.
O süreçte Osmanlı topraklarına yerleşmek isteyen Cezayirliler Türk vatandaşlığına alınıp, Şam, Adana ve Mersin'e yerleştirildiler.
Yusuf Akçura'nın 1910'larda kaleme aldığı uzun bir makalesinde Tunus ve Cezayir'in Fransa tarafından işgaline sadece Osmanlı Devleti'nin değil tüm Asya ve Afrika'nın karşı geldiğini yazmıştı.
1920 senesinde Türk Kurtuluş Savaşı sırasında sömürgecilerin zulmünden bıkmış olan Cezayir, Mısır, Tunus, Libya ve Sudan halkı Osmanlı lehinde tezahürat yapıp Türkleri desteklemişlerdi.
Bir de mesela Fransa Cezayir'de soykırım yapmadan önce Cezayir halkının bize gönderdiği bazı mektuplar var.
Bunlardan biri şu şekilde:
Sayın Türkiye Büyükelçisi,
Ben pekâlâ Fransızlaşmış bir Cezayirli ailede doğdum. Bununla birlikte, bizde babadan oğula değişmeden gelen geleneği asla unutmadık.
Bu geleneğe göre biz, Fransızların işgalinden önce Cezayir'e yerleşmiş olan o Türk soyundan gelmekteyiz. Araplar ve Avrupalılar bizden aynı şekilde nefret ediyorlarsa bu, ecdadımızın hatırasından ve bizim asil gurur duygusu taşımamızdandır.Günümüzde bizim gözlerimiz bir tek adama çevrilmişti. Kader o adamı bir milleti kurtarmak ve hakir görülmekten korumak için seçmişti. Fetih topraklarına, Libya'ya, Tunus'a, Cezayir'e serpilmiş aynı milletin bazı çocukları, ne yazık, hakir görülmekten kurtulamadılar.
Evet bizler, artık geri dönememek üzere Fransızlaştık. Ama ecdadımıza taparcasına saygı beslemeyi hiç kimse bize yasaklayamadı ve yasaklayamaz. Ekselans, şunu söylememe müsaade buyurunuz ki, Türkiye sınırları dışında burada kendi (Türklüğünü) hatırlayan yürekler vardır...
1938'de Cezayirli bir öğretmen tarafından kaleme alınan bu mektup Türk milletine ve Mustafa Kemal Paşa'ya övgülerle bitiyor.
Öte yandan Fransa öldürüp müzede tuttuğu Cezayirli askerlerin naaşlarını ancak 2020'de Cezayir'e iade etmiştir.
Osmanlıların ise bu havalide böyle bir tarihleri yoktur. Bu yüzden hakikatleri söylemekte en az namussuzlar kadar cesur olmak zorundayız.
Hakikaten Cezayir'i 1830'da Tunus'u 1881'de kaybettik lakin 1910'da bazı Tunus ve Cezayirliler İstanbul'a gelip Barbaros Hayrettin Paşa'nın mezarını ziyaret etmişlerdi.
Hangi Güney Afrikalı İngiltere'ye gidip Captan James Cook'un veya hangi Cezayirli Paris'e gidip Napolyon'un anıtında dua eder?
Sonuç
Cezayir'deki Osmanlı mirası, sadece tarihi bir iz değil, aynı zamanda kültürel bir varlık olarak varlığını sürdürmektedir.
Osmanlı İmparatorluğu'nun Cezayir'deki hakimiyeti, Türk geleneklerinin, yerel halkla etkileşimiyle birleşerek Cezayir kültürüne derin izler bırakmıştır.
Cezayir'in mimarisi, mutfağı, dili ve toplumsal yapısı, Osmanlı'nın bu topraklardaki etkisini günümüze taşımaktadır.
Bugün, Osmanlı mirası, Cezayir halkının kimliğinin ayrılmaz bir parçası olmaya devam etmektedir.
Kaynaklar:
Abun-Nasr, J. (1987). The Ottoman Empire and North Africa: The Political and Military Relations. London: Macmillan Press.
Lerner, S. (1962). The Ottoman Empire and the Maghrib: 16th-17th Centuries. Berkeley: University of California Press.
Muller, M. (2017). Ottoman Algeria and the Rise of the Regency: A Historical Overview. Istanbul: The Isis Press.
Hassan, M. (2014). The Ottoman Empire's Role in the Mediterranean World: Algeria and the Barbary Pirates. New York: Routledge.
Benaboud, A. (1997). The Ottoman Presence in Algeria: Political and Cultural Integration. Algiers: University of Algiers Press.
Chaouat, M. (2003). Algeria under Ottoman Rule: 1515-1830. Oxford: Oxford University Press.
Graham, R. (1983). Ottoman Algeria: The Barbary Coast and the Sublime Porte. London: Croom Helm.
Silverstein, P. (2005). Algeria in the Ottoman Empire: Local Elites and Imperial Power. Cambridge: Cambridge University Press.
Khaldi, M. (2001). The Ottomans and the Barbary Coast: Algeria's Strategic Position in the Mediterranean World. Tunis: Dar Al-Jil.
Crouzet, F. (1992). Algerian Society and the Ottoman Administration: 16th to 19th Century. Paris: Presses Universitaires de France.
Gençoğlu Halim, 2024. Batı'nın Afrika Talanı, İstanbul, Kronik
Horne, A. (2006). A Savage War of Peace: Algeria 1954-1962. New York: New York Review Books.
Farge, A., & Miller, D. (1994). The Allure of the World: Colonialism and the Cultural Imagination. University of Chicago Press.
Evans, M. (2012). Algeria: France's Undeclared War. Oxford: Oxford University Press.
Klein, M. (2008). The French in Algeria: A Brief History of the French Algerian Conflict. New York: Palgrave Macmillan.
Stora, B. (2001). La Guerre d'Algérie. Paris: Flammarion.
Bach, L. (2010). The Politics of the French Colonial Empire. Cambridge University Press.
Young, R. (2001). Post-colonialism: An Historical Introduction. Oxford: Blackwell Publishing.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish