Bölgeyi ateşe atan stratejik hamle

Dr. Rahim Cavadbeyli Independent Türkçe için yazdı

Dün (22 Mart 2025) İran'da Türklerin en eski şehirlerinden sayılan Urmu'da tarihe not düşülecek muazzam bir olay oldu; Türk kimliğinin yeniden ihya edilmesiyle ilgili yarım milyonu aşkın halk kitlesinin yürüyüşü geçirildi.

Yeri gelmişken bildirmeliyim ki, Urmu kenti, Kayser-i Rum'un çoğunlukla Rum kökenli mirzalarının bazen Rumiye olarak yazmak istedikleri, ancak aslında Sümerlerin Urum, Çin Halk Cumhuriyeti'ndeki Urumçi şehirlerinin tarihi özeyi ve adaş şehri olan tarihi bir Türk kenti olmuştur ve bugün de mutlak ekseriyeti Türk'tür.

Bilindiği gibi yürüyüşün geçirildiği bugün, Türk İslam anlayışı açısından oldukça büyük önem arz eder.

Tarihen Avrasya'yı kapsayan Horasan/Azerbaycan medeniyet Havzasının Ehl-i Beyt sevgisine ve Emevi mezalimine karşı oluşmuş olan İslam anlayışının büyük ve ulu siması Hz. Ali'nin (a.s) İbn Mülcem tarafından şehit edilişinin 1364'üncü yıl dönümüdür.

Önemli olan diğer mesele, İran'da Türk kimliğinin yeniden ülke çapında ihya edilmesine yönelik 35 yıl önceden başlatmış olduğumuz ve 2018'den itibaren ileri sürmüş olduğumuz stratejik istikamette sadece seküler kesimin değil hem de dini kesimin birlikte bu talebi ileri sürmesidir.

Kısacası dini kesimle beraber omuz omuza seküler kesimin birlikte, Türk kimliğinin ülkede yeniden ihya edilmesine yönelik hareket etmesidir. Bu tarihi cihetten oldukça önemlidir.
 


Başka önemli bir mesele de Türklüğün yeniden ihya edilmesiyle ilgili başlatılmış olan halk yürüyüşünün "Alevi Yürüyüşü" olarak adlandırılmasıdır.

Ama nasıl oldu, işler böyle gelişti diye sorulursa bunun iç faktör olarak esas müsebbibi Sayın Devlet Bahçeli'nin 22 Ekim'de Öcalan'a örgütü lağvetmesi koşuluyla, "Umut hakkı için başvurması ve TBMM'de DEM Parti Grup Toplantısı'nda konuşması" çağrısı olmuştur.

Başka bir ifade ile PKK dahil Dini Cemaatlerdeki Kürt Din Ağaları, sahadaki Kürt Toprak Ağaları ve tabiri caizse Dağ Ağalarının Türkiye Devleti tarafından muhatap alınması olmuştur.

Sayın Devlet Bahçeli'nin bu stratejik hamlesi, belli daireler tarafından Türkiye'nin devlet olarak Batı Türklüğüne karşı Kürt kartını oynamak istediği gibi algılandı ve Osmanlıların Fatih olarak yad ettikleri, İkinci Mehmet döneminde Anadolu'da yenilmiş olan Türk Beyliklerinin hamisi, Horasan/Azerbaycan medeniyet havzasının siyasi iradesini temsil eden ve Emir Timurluların hukuki varisi olan Ak Koyunlu devletine karşı kuzey Kirmanşah ve Dohuk dağlarında mukim Kırmanci ve Surani topluluklarından oluşan "Geriban/غریبان" Ordusunun teşkil edilmesi ve Palaiológos'un (8 Şubat 1404 - 29 Mayıs 1453) torunu Has Murat Paşa'nın atanması olayını hatırlatır, diye düşünülmeye başlandı.

Esas konuya girmeden önce bunu kaydetmem yerinde olur;

Ben, asli kurucu unsurunun Türk olduğu ve modern ulus-devlet dönemi dayatılmış olan YAPAY Pers/Pars kimliğinden arındırılmasını istediğim İran'da Türklüğün yeniden tarihi mevkiini elde etmesi için ömrünü adamış bir dava adamı olarak, Türkiye'de, Irak'ta, Suriye'de, İran'da yaşayan Kırmanci, Gurani, Surani, Kelhur ve diğer bu gibi azınlık kardeşlerimizin modern ulus-devlet dönemi yok sayılmış olan bazı hak ve hukuklarının ne kadar acı verici olduğunu bütün iliklerimle hissediyorum.

Buna göre de Horasan/Azerbaycan Medeniyet Havzasındaki bütün yöresel ve bölgesel azınlıkların hak ve hukuklarının DİKEY değil, YATAY düzeyde çözümünü kendi davamın birer parçası olarak görüyorum.

Ancak Sayın Devlet Bahçeli'nin yapmış olduğu bu stratejik hamle, bölgedeki "Kürt sorunu" denilen, aslında Kırmanci, Gurani, Surani ve diğer bu gibi azınlıkların sorunlarını çözecek bir stratejik adım olmaktan ziyade son dönem bölgede tırmanan gerginliklere ve siyasal sorunlara karşı profilaktik tedbir kategorisinde değerlendirilen bir hamle olduğu görülmektedir.

Böyle düşünülmesine sebep olan açık, net ve somut delil İran'da, kuzey Irak ve Türkiye sınırlarına yakın bölgelerde Nevruz şenlikleriyle ilgili bütün sınır boyu Kırmanci ve Surani ağırlıklı gruplardan oluşan ve Türkiye bayraklarının yakıldığı eylemin geçirildiğidir.

Başka bir ifade ile MHP'nin oynamak istediği Kürt kartına karşı Kürt kartı idi.

Bugün Urmu'da yarım milyon Türkün katılımıyla geçirilen "Alevi Yürüyüşü" ise aslında onunla paralel olması düşünülen, ancak tepkisel çıkış olarak algılandığı, halka dayalı bir eylemdir.

Bu ne demektir?

İran İslam Cumhuriyeti, bu iki halk kitlesiyle yapılmış olan yürüyüşle ne mesaj vermek istiyor?

Paralel şekilde hem Kürt kartına varım hem de Türk kartına varım; seçim senin MHP/AKP İktidarı!

Türk kartı, İran ile Türkiye'nin el ele, omuz omuza ittifakta hareket ederek büyük, güçlü ve müreffeh Türk Birliğinin kurulması yönünde ciddi kurucu adımların atılmasına dair bir göndermedir.

Aynı zamanda bütün yerel azınlıkların hak ve hukuklarının YATAY şekilde çözüme kavuşturulması, Filistin, Lübnan, Irak ve Suriye'deki mevcut sorunların halline yönelik birlikte hareket etmek için bir göndermedir.

Kürt kartı ise Türk kartının kabul görülmediği takdirde Türkiye'nin Kürt kartına karşı sahaya sürüleceği karttır.

Türklüğün İran'la paylaşılmadığı ve İran'a karşı suistimal siyaseti MHP-AKP ittifakı tarafından devam ettirildiği takdirde oynanması kaçınılmaz olan karttır.

Bu ise İkinci Mehmet dönemi Kırmanci, Surani topluluklarından oluşturulmuş olan Geriban ordusuna karşı beslenmiş yerli Kürt kartının oynanacağı demektir.

Bu ise her iki tarafta çoğunlukla Kırmanci ve Surani topluluklarının top eti 1 olarak kullanılmasıyla sonuçlanacaktır.

Bölgemiz içinde istenilen açıdan büyük kayıplara neden olmanın yanı sıra kritik güvenlik sorunu oluşturacaktır.

Şimdi sorulması gereken soru şudur, hürmetliler DEM Parti Yöneticileri, Apo denilen Abdullah Öcalan, Dini Cemaatlerdeki Kürt Din Ağaları, sahadaki Kürt Toprak Ağaları, Barzani Ailesi, Dağ Ağaları ve bazı diğer siyasi Ağalar tabiri caizse Palaiológos'un torunu Has Murat Paşa'nın tarihi misyonunu - Geriban ordusunu masum insanlara karşı sahaya sürme görevini üstlenecekler mi yoksa yok?

Sürdükleri takdirde bölgemizde Kürt Kürdü, Kürt Türkü kıracağı bir süreci başlatmış olacaklardır.

Kürtlerin önemli siyasi simalarından sayılan Sadık Şerefkendi şöyle derdi: 

Osmanlı ile Safevi'ler asırlarca Kürt Din Adamları ve Toprak Ağaları üzerinden bizi birbirimize kırdırmışlardır. Bu Şerefkendi'nin subjektif yaklaşımıdır ve tarihi cihetten tam da gerçekliği yansıtmaz. Ancak atalar sözüdür; Ağalarında Tevehhüm ve masum kitlede cahillik bir topluluk için faciadır.

Kardeş Türkiye'mizde uzak gören sağduyulu siyasi liderlere su hava gibi ihtiyacımız vardır.

Asli kurucu unsurunun Türk olduğu ve yeniden Türklüğün ihyasıyla ilgili ciddi adımların atılacağının kaçınılmaz olduğu İran'a karşı Türkçülük kartını oynamak tevehhümün ta kendisidir.

İran ve Türkiye'nin asli kurucu unsurunun Türk olduğu ilkesi esas alınarak, azınlıkların YATAY çözümüne yönelik kardeşçe gerçek anlamda ciddi uygulamalı adımlar atılabilir.

Suriye, Irak, Filistin, Lübnan gibi ülkelerdeki meselelerin çözümüne yönelik birlikte hareket edilebilir. En önemlisi Hindistan, Rusya ve Çin üçgenindeki DENGE UNSURU OLARAK değerlendirilen Orta Şerit bölgede - Türk Dünyasında büyük, güçlü ve müreffeh Türk Birliğine yönelik daha ciddi ve eylemsel adımlar atılabilir.

Güçlü, büyük ve müreffeh Türk Birliği dengeleyici unsur olarak Asya'da oldukça büyük önem arz eder.

Buna göre İran ve Türkiye'nin bu meseleye yönelik birlikte omuz omuza hareket etmesi lazımdır.

Sayın Devlet Bahçeli'nin Kürt kartında ön plana alınan daha çok ileri gelen Kürt Ağalarıdır, Ağalarla beraber güç paylaşımıdır.

Ama İran'ın hem Kürt kartında hem de Türk kartında sahaya sürülen esasen kitledir, halktır.

Sorunu er geç halk çözer.

Bölgemizde Uzak gören ve sağ duyulu siyasilere daha çok ihtiyacımız vardır.

Çünkü bu gedişle İran-Türkiye-Irak-Suriye sınırlarında Kürt Kürdü, Kürt Türkü kıracağı bir sürece mahkûm edilebiliriz.

Her iki tarafa sağ duyulu olmayı tavsiye ederim.

Son söz olarak kardeş Türkiye muhalefetine ve onun değerli lider simalarına yönelik birkaç temennim vardır.

Öncelikle yenice tutuklanan İstanbul Büyük Belediye Başkanı Sayın Ekrem İmamoğlu'na ve arkadaşlarına, Silivri de tutuklu bulunan Zafer Partisi Genel Başkanı Sayın Prof. Dr. Ümit Özdağ'a ve uzun süredir tutuklu bulunan Eski HDP Başkanı Sayın Selahattin Demirtaş ve diğer mağdurların kendilerine ve ailelerine içtenlikle geçmiş olsun dileklerimi iletir, bir an önce tahliye edilip, serbest bırakılacaklarını temenni ederim.

Sayın Kemal Kılıçdaroğlu başta olmakla CHP Genel Başkanı Sayın Özgür Özel, Yeni Yol Platformu'nun saygıdeğer liderleri, DEM Parti, İyi Parti, Zafer parti ve diğer bütün muhalefet liderlerine dair temennimdir;

Bildiğiniz üzere İran ile Türkiye Batı Asya'nın en önemli iki kilit ülkesidir. Uzlaştıkları kadar güvenlik ve dinçlik hâkim olur, uzlaşamadıkları kadar da gerginlik ve kriz yaşanır.  

Bölgemizdeki azınlıkların yok sayılan hak ve hukuklarının gerçek anlamda ciddi biçimde çözüme kavuşturulmasına yönelik Avro Atlantik yol haritasının birer parçası olan Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi, tabiri caizse "Barzanistan" gerçek bir çözüm olmadığı gibi kuzeydoğu Suriye'deki YPG Bölgesel Yönetimi, tabiri caizse YPGistan ve onu müteakiben PKKistan ve PJAkistan da gerçek bir çözüm yolu olmayacaktır.

Ağalara yönelik ikna ve güç paylaşımı siyaseti değil, kitlenin, halkın gerçek temennilerine odaklı bir çözüm oluşturulmalı ve uygulamalı şekilde samimiyetle üzerine gidilmelidir.

Bu da ülkelerin toprak bütünlüğü ilkesine dayalı bütün cihetlerden o cümleden kültürel haklar dahil eşit vatandaşlığa esaslanan YATAY çözüm odaklı olmasıyla mümkündür.

Biz Kürdü, Arabı, Lazı, Loru, Leki, Çerkesi ile hepimiz kardeşiz. Asırlarca beraber yaşamışız ve birbirimize üstünlük taslamadan birbirimizin hak ve hukuklarını gözeterek kardeşçe yaşamayı da hak ediyoruz.
 

 


İkinci konu Suriye, Irak, Filistin, Lübnan gibi kardeş ülkelerde İran ile Türkiye'nin yakınlaşma oranı, yaşanan krizlerle orantılı olması meselesidir.

Türkiye ile İran arasında yakınlaşma arttıkça süreç, İslam dünyasının lehine dönmüş, birbirine ters düştüklerinde ise kazanan İşgalci İsrail ve şürekası olmuştur.

Buna göre İran ile Türkiye'nin müteali, parlak geleceğini düşünen her kes iki ülkenin ittifakta hareket edebilmesi için elini taşın altına koyması gerekmektedir.


Üçüncü ve son mesele ise Türk Birliği meselesidir.

Türk Birliği, Turan değildir.

Evet, çoğu gönüldaşlarımız hiçbir kötü ve art niyet gözetmeksizin Turan ve Turancılığı Türk Birliği olarak algılar ve savunur.

Ancak anlaşılması ve kabul görülmesi gereken mesele şu ki, Turan adı altında saklı tutulan kül altı göz, 1870lerden itibaren iştah kabartan manipülatif yönlendirmelerle oynanan emperyalist bir oyunun terkip hissesidir.

Bundan sakınılması gerekmektedir.

Çünkü Turan-İran paradoksal yaklaşımı kendi başına güçlü, büyük ve müreffeh Türk Birliği için büyük engel oluşturur.

Turan, asli kurucu unsurunun Türklerden oluştuğu İran karşıtı emperyalist bir eylemdir. Buna göre sakınılmalıdır.

İran ile Türkiye ittifakta hareket ederek, Dünya'da özellikle Asya'da barış ve güvenlik için en büyük armağanları Hindistan, Çin ve Rusya arasındaki dengeleyici unsur olarak değerlendirilen büyük, güçlü ve müreffeh Türk Birliğini oluşturmaları olur.

İran'da açık şekilde "Ne Mutlu Bana Türküm" diyen Cumhurbaşkanı Tebiboğlu/Pezeşkiyan zati alilerinin varlığı iyi değerlendirilmesi gereken bir faktör olarak görülmelidir.

Gecikmeden üzerine gidilmelidir. 

 

 

1.  Savaşta karşı cephenin top ateşlerine karşı yalın ileri sürülen kurbanların kurşun isabetiyle parçalanmaları.

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir. 

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU