Suriye’de yaşananlar, özellikle Soğuk Savaş sonrası dönemde, devlet dışı aktörlerin öncelikle "başarısız devletler" (failed states) coğrafyalarında nasıl bir rol oynayabileceklerinin çok net bir göstergesidir.
Bahsettiğim aktörler, ister terör örgütleri ister sivil toplum kuruluşları vb. olsunlar, kendi inisiyatiflerine sahip olsalar da ağırlıklı olarak bazı devletlerin istihbarat birimlerinin ya tamamen ya da büyük ölçüde kontrolü ve etkisi altındadır.
Bu durum her zaman, her aşamada, istenildiği gibi yönetilebilen bir durum olmaktan öte, zamanı geldiğinde küresel güçlerin direkt müdahalelerine giden aşamalarda "kontrollü kaos" halinin oluşması için kullanılan ve doğası gereği taraflar ve özellikle de bölgede yaşayan siviller için riskler barındıran süreçlerdir.
fazla oku
Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)
Diğer taraftan, orta ve özellikle uzun vadede hiçbir şey söz konusu coğrafyalardaki demografik, etno-kültürel, sosyo-politik gerçeklikler kadar belirleyici olamaz.
Belirttiğimiz faktörler dikkate alınmadan oluşturulan idari yapılanmalar, devletler, potansiyel olarak çatışma riski yüksek coğrafyalardır.
Yukarıda çoğumuzun bildiği ama bir kez daha hatırlatma gereği duyduğum genel değerlendirmeler, Suriye’de olup bitenlerin bir nevi teorideki özeti sayılabilir.
Azınlığın çoğunluk üzerindeki hegemonyası, çoğunluğun hak ve hukuklarının yok sayılması…
Kısacası adil olmayan hiçbir düzen kalıcı olamaz.
Bu teorik çerçevede Suriye’de, her ne kadar çok kutuplu bir dünyaya doğru gidiyor olsak da, hala kıyaslanamayacak boyutta daha güçlü ve dominant konumda olan Batı bloğunun "oyunun son perdesini" başlattığına, buna karşılık, yeni dünya düzeni dediğimiz süreçte daha güçsüz ve kırılgan bir yapı olsa da alternatif kutbu oluşturacak olan "Doğu bloğunun" pasif tavrına şahit oluyoruz.
Durum böyleyken, ideolojik olarak peşinden sürüklediği bölgeleri "rezil rüsva eden" İran’ı ve önümüzdeki dönemde kendi, ABD ile kaçınılmaz büyük ekonomik savaşına hazırlanan Çin’i bir tarafa bırakarak, göreceli bir suskunluk duruşu sergileyen Rusya’ya sebep-sonuç mantığıyla odaklanalım.
Sebep:
- Rusya, eski Sovyet coğrafyası dışındaki askeri varlıklarını, siyasi etki alanına dönüştürebilecek ideolojik altyapıyı SSCB dağıldıktan sonra sadece teoride değil, pratikte de kaybetti. Zaten böyle bir hedef de koymadığı gibi (örneğin, İran için aynı şeyi söyleyemeyiz), "iç işlerine karışmamak" şeklinde bir duruşla hareket ediyor.
- Uzak coğrafyalardaki varlığını, yeri geldiğinde, yakın coğrafyadaki kendisi için daha hayati öneme sahip alanlarda avantaj elde edebilmek için "pazarlık unsuru" olarak kullanabilir.
- Uzak coğrafyalardaki inisiyatiflerinde elinin Batılı rakiplerine göre daha edilgen olduğunu bilir. Çünkü fazlasıyla güçlü ve çoğu zaman yekpare hareket eden Batı bloğu karşısında daha zayıf ekonomisi ile tek başına hareket etmek durumundadır. O yüzden kendi yakın coğrafyasından farklı olarak bu uzak bölgelerde çoğunlukla oyun kuran değil, oyun bozan konumundadır.
Bu genel değerlendirmeye, Ukrayna savaşı ekseninde ülkenin içinde bulunduğu askeri ve ekonomik şartları ve gerek içerdeki siyasi çözüm, gerek Türkiye ile görüşmek için kendisini "dinlemeyen" Şam yönetimini de koyarsak tablo netleşmiş olur.
Aşağıdaki önemli tespitleri de yaparak bitirelim:
Son yıllarda Türkiye-Rusya ilişkilerinde gerek Ukrayna, gerek Kafkasya, gerekse Suriye bağlamında Rusya’nın kazanımları daha taktiksel, Türkiye’nin kazanımları ise daha stratejik olmuştur.
Bu durumun Moskova’da yarattığı "negatif enerji", genelde de, Suriye özelinde de potansiyel bir risk barındırmaktadır.
Moskova’nın Suriye’deki son gelişmeler sırasında takındığı tutum ile Batı’dan Ukrayna savaşıyla ilgili gelen Kremlin’in duymak istediği mahiyetteki açıklamaların aynı sürece denk gelmesi tesadüf olabilir mi?
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish