"Olasılıksız" olana "Empati" duyabildik ama asıl mesele "Mobius" olabilmek... Adam Fawer, son romanı Mobius'u anlatıyor

Prof. Dr. Uğur Batı ile Serda Kranda Kapucuoğlu, Independent Türkçe için Adam Fawer ile konuştu

Adam Fawer, Independent Türkçe için Prof. Dr. Uğur Batı ile Serda Kranda Kapucuoğlu'nun sorularını yanıtladı

Bu köşe bizim için çok özel olacak. İnanıyorum ülkemiz için de.

Dünyanın ve Türkiye'nin önde gelen yazarlarını, düşün insanlarını, sanatçılarını ağırlayacağımız bu köşede özel bir röportaj türü olan "sorgu-yorum" ilkesini benimseyeceğiz.

Çok büyük bir etki yaratmayı hayal ediyoruz, o da "+1 kişinin daha kitap okuması".

Evet, aynen böyle, öyle bakmayın. Sadece 1 kişi bile yeter. Biz bunun peşindeyiz.
 

 

Bilimsel ve felsefi temaları, hızlı ve dinamik kurgularla harmanlayarak dünya çapında geniş bir okur kitlesine ulaşan Adam Fawer, kitaplarında insan algısının sınırlarını ve evrenin bilinmeyen yönlerini keşfetmeye devam ediyor.

"Olasılıksız" ve "Empati" gibi büyük ses getiren romanlarının ardından, yazar şimdi de yeni kitabı "Mobius" ile okurları yine karmaşık ve sürükleyici bir hikâyeye davet ediyor.
 

 

New York'ta doğan ve Stanford Üniversitesi'nde MBA yaparak iş hayatında önemli deneyimler kazanan Fawer, kitaplarında kendi yaşamından izler taşıyan karakterler yaratıyor.

Nitekim Mobius'un baş karakteri Caleb için, "En iyi ve en kötü halimden parçalar barındırıyor" ifadesini kullanarak bu bağa dikkat çekiyor.

Yazarın düşünceleri ve anlatımı, okurlara yalnızca sürükleyici hikayeler sunmakla kalmıyor, aynı zamanda onları derin düşüncelere sevk ediyor.

Ayrıca, Fawer'ın Türkiye'ye ve Türk okurlarına duyduğu özel bağ, onu bizim için daha da değerli kılıyor.

"Türkiye'yi çok seviyorum. Türk okurlarımı çok seviyorum. Sizin için yazıyorum" sözleriyle samimiyetini dile getiren yazar, okurlarıyla kurduğu ilişkiyi bir armağan olarak görüyor.

Bu röportajda, Fawer ile yazarlık süreci, bilimi ve felsefeyi harmanlayan edebi anlatımı ve Türk okurların kalbinde nasıl yer edindiğine dair derin bir sohbet gerçekleştirdik.
 


"Yazarken beni en çok merakım motive ediyor"

Kitaplarınızda matematik ve fizikten beslenen bilimsel ve felsefi temalara yer veriyorsunuz. Bu temaların ortak noktasında, insan algısının sınırlarını ve evrenin gizemlerini keşfetme çabanız var gibi görünüyor. Peki, bu konulara yönelmenizi sağlayan temel motivasyon nedir? Eserlerinizde okurlarınıza sunmak istediğiniz asıl mesaj ya da onları yönlendirmek istediğiniz düşünsel yolculuk nedir?

Motivasyonum basitçe, kendim de merak ettiğim şeyler bunlar ve yazmak, bu sorunları düşünerek çözmeme yardımcı oluyor.

Okurlarıma "mesajım" konusuna gelince, bu soruya dikkatle yanıt vermek istiyorum çünkü sanatçıların eserlerini izleyicileri için fazlasıyla yorumlamaya çalışmaması gerektiğine inanıyorum. Sanatsal bir çalışmayı dünyaya sunduğunuzda, pek çok açıdan artık size ait değildir; o, eseri tüketen bireylere ait olur. Hatta ben bile on yıl arayla eserlerimi farklı yorumluyorum, çünkü şimdi okuduğumda, o eseri yazdığım zamanki kişi değilim.

Ancak şunu söyleyebilirim: Okurları çılgın bir yolculuğa çıkarmaya, yaşadıkları acılardan bir nebze olsun uzaklaşmalarına ve düşünmeleri için bir şeyler bırakmaya çalışıyorum. Eğer bunlardan herhangi birini ya da hepsini başarırsam, hayranlıkla okuduğum pek çok yazarın bana verdiği armağanın karşılığını ödemiş olurum.


"Empati" kitabınızda sinesteziyi, "Olasılıksız"da epilepsiyi ele alıyorsunuz. "Mobius"ta ise paralel evrenler ve gelecekten gelen mektuplar var. Bu temalar bir araya geldiğinde, paralel evren teorisine, evrenin epileptik bir nöbet geçirmesi ya da sinestezik bir bozukluk yaşaması gibi bakabilir miyiz? Yani, tıpkı nörolojik durumlarda olduğu gibi, evrenin de birden fazla gerçekliği algılayıp zaman ve mekân arasında anlık "nöbetler" veya "çapraz bağlantılar" yaşaması mümkün olabilir mi?

Vay canına, ne soru ama! Bunu okurken, evrenin kendisinin birden fazla gerçekliği algılayıp algılayamayacağını soruyorsunuz, değil mi? Bunun mümkün olabilmesi için evrenin bilinçli bir varlık olması gerekirdi ki bu kesinlikle ilginç bir düşünce, ancak üzerinde hiç düşünmedim.

Bununla birlikte, tek bir sabit "gerçeklik" olduğuna inanmıyorum; şu anda deneyimlemekte olduğumuz sonsuz olasılıklı gerçekliklerden birinde yaşıyoruz.
 

 

"Bilimi hikâyeye entegre etmek ve her kelimeyi değerli kılmak için sürekli araştırma yapıyorum"

"Mobius" gibi entelektüel katmanlar içeren romanlar yazarken nasıl bir hazırlık süreci izliyorsunuz? Romanlarınıza başlamadan önce detaylı araştırmalar yapar mısınız?

Her zaman araştırma yapıyorum; bilimle ilgili okumalar yapmayı ve yeni kavramlar öğrenmeyi seviyorum çünkü yazdığım ya da gelecekte yazacağım romanlara eklemek için sürekli yeni fikirler arıyorum.

Genellikle "geleceği tahmin etmek" gibi büyük bir fikirle başlıyorum ve sonra, bunun nasıl mümkün olabileceğini mevcut bilimsel kavramlara dayanarak anlamaya çalışırken farklı konulara dalıyorum.

Genel fikri kavradıktan sonra, kullandığım bilim kurgu kavramının gerçek dünyada nasıl işleyeceğine dair kurallar geliştiriyorum çünkü kısıtlamalar, karakterlerin karşılaştığı zorlukları artırıyor. Ve biliyorum ki okumaktan en çok keyif aldığım şey, desteklediğim karakterlerin aşılmaz görünen engelleri aşması.

Hikâyeyi yazarken de arka planda araştırmalara devam ediyorum, bilimi hikâyeye entegre etmenin ve okurların gerçekliğe bağlanabilecekleri noktalar sunmanın yollarını bulmaya çalışıyorum.


"Mobius" gibi kurgu kitaplarda okuryu bilimsel gerçeklerle etkileyip aynı zamanda bir hikâye anlatmak zorlayıcı olabiliyor. Bilimsel doğruluk ve edebi özgürlük arasında nasıl bir denge kuruyorsunuz?

Benim için her zaman hikâye önceliklidir. Zaman yolculuğu gerçekten mümkün olsaydı, anlattığım şekilde çalışacağından şüpheliyim.

Yine de söylediklerimin doğru olması için çok fazla araştırma yapıyorum; bu benim için önemli çünkü daha bilgili okurların gözünde güvenilirliğimi kaybetmek istemem.

Türkiye'de bulunduğum süre boyunca, duyduğum en korkutucu üç kelimenin "Ben bir fizikçiyim" olduğunu fark ettim. Biri bunu söylediğinde, bir şeyi yanlış anlattığım endişesiyle mideme bir sancı giriyor ama şu ana kadar şikâyet almadım.

Bu yüzden, bilimsel kavramları iyi bir şekilde açıklamaya ve gerçek bilim ile bilim kurgu arasında bağlantılar kurmaya çalışıyorum, böylece okur imkansızın mümkün olduğuna inanma iznini buluyor. Ve bu, çok ilginç yerlere götürüyor.
 

 

Romanın bir yerinde, "Gambitlerim, daha iyi bir konuma gelmek için feda ettiğim hamlelerimdi" diyorsunuz. Aslında roman yazmak da biraz böyle, değil mi? "Mobius"u en iyi haline getirmek için feda etmek zorunda kaldığınız fikirler ya da iyi metinler oldu mu? Yazıp da silmek zorunda kaldığınız, içten içe üzülerek vazgeçtiğiniz bölümler var mı?

Aman Tanrım, o kadar çok şey yazıp sildim ki, inanamazsınız. Bir fikir vermek gerekirse, romanın Türkçe versiyonu yaklaşık 500 sayfa ancak bir karakterin günlüğüne ait bir bölüm vardı (bilenler bilir) ve bu bölümü tamamen kesmek zorunda kaldım. Sadece o günlük yazıları 250 sayfaydı!

Bunun dışında, okuduğunuz her sahne, yazdığım orijinal sahnenin yüzde 60-70'i kadar.

İnsanların bana kitabımın akıcı bir şekilde okunup bitirildiğini söylemesi en büyük iltifatlardan biri; bunu başarmanın tek yolu, gereksiz karakterleri, bölümleri, cümleleri veya kelimeleri atarak anlatmak istediklerinizi en sade haliyle sunmaktır. Yazar için her kelime değerliyse, okur için de öyle olur.

Türkiye'deki başarımın sadece bana ait olmadığını düşünüyorum; bu başarı, harika yayıncım April Yayıncılık ve kitaplarım üzerinde çalışan editörler ve çevirmenlerle paylaştığımız bir şey.

Sevdiğim sahnelerin asla okunamayacağını bilmek beni biraz üzüyor elbette ama biliyorum ki o sahneleri feda etmek, daha iyi bir roman ve dolayısıyla daha iyi bir okuma deneyimi için gerekliydi. Ve bu, gerçekten önemli olan tek şey. 
 

 

Birkaç yıl önce FLP (Future Life Progression) adı verilen bir meditasyon deneyimlemiştim. Gerçekten ilginç bir deneyimdi; sanki beynimde açılan bir portal aracılığıyla bana alternatif geleceklerim izlettiriliyordu. "Mobius"taki mektuplar bana bu meditasyonu hatırlattı. Doğrusu, o vizyonlar hiç de fena değildi. Hatta bazıları, bugünkü hayatıma yön verip yeni hedefler belirlememi sağladı. Siz "Mobius"u yazarken buna benzer bir deneyim yaşadınız mı? Belki bir rüya, belki bir gündüz düşü ya da size ilham veren başka bir vizyon?

Eğlenceliymiş. "Mobius"u yazma motivasyonum geleceği görmek isteği değil, geçmişte yaptığım hatalara olan takıntımdı. Birden fazla gerçeklik ve dolayısıyla birden fazla gelecek olduğuna inandığım için bana göre her şey gerçekten mümkün.

Bu yüzden, her an elinizdeki seçenekleri değerlendirip en iyi kararları vermeye çalışmalısınız; bu kararların sizi en zengin ve anlamlı sonuçlara ulaştıracağına inanmalısınız. Geleceği en iyi şekilde değerlendirebilmenin tek yolu bu. Tabii bir de biraz şansa ihtiyaç var.
 

 

"Türkiye'deki tutkulu okur kitlesi büyük bir armağan; bu güveni boşa çıkarmamak için beklentilerin ötesine geçmeye çalışıyorum"

Sizin gelecekle ilişkiniz nasıl? 

Bu soruyu okuduğumda aklıma gelen ilk şey "ondan korkuyorum" oldu ama sanırım bu hikâyenin tamamı değil. Yaşlandıkça zamanın ne kadar hızlı geçtiğini fark ediyorum.

Bu dünyada sınırlı bir vaktimiz var, bu yüzden en iyi şekilde değerlendirmemiz gerekiyor; bu da hayatımda önemli kararları doğru almayı başarmam gerektiği anlamına geliyor. Doğru insanlarla zaman geçirmek ve anlamlı sanatsal projeler peşinde koşmak bu nedenle büyük önem taşıyor.


İnsanın, tüm zekâsına ve sahip olduğu teknolojilere rağmen geleceği öngörememesi en büyük ıstıraplarından biri. Bazen düşünüyorum, acaba bu bir lütuf mu yoksa lanet mi? Yine de falları, astrolojiyi, rüya yorumlamayı, bahisleri, hatta tahmin ve istatistikleri icat etmişiz. Peki, sizin kişisel hayatınızda, geleceğinizle ilgili "Doğru yolda mıyım, keşke biri gelip söylese" dediğiniz, özel olarak merak ettiğiniz bir konu var mı?

Ah, o kadar çok şey var ki. Üzerinde düşündüğüm ama burada bahsetmeyeceğim kişisel sorular var. Bunun dışında ne yazmam gerektiği hakkında çok düşünüyorum.

Son zamanlarda yazdıklarımın okurlarımı adeta çıldırtacak kadar etkileyici olmasını nasıl sağlayabileceğimi düşünmeye başladım.

Türkiye, eserlerime tutkuyla bağlı bir okur kitlesi gibi büyük bir armağan verdi bana. Bu güveni kötüye kullanmak istemiyorum ve her zaman beklentilerin ötesine geçmeye çalışıyorum. Nitekim insanlar sevdikçe beklentiler de yükseliyor ve bu kesinlikle bir baskı yaratıyor.

Ama dürüst olmak gerekirse, bir üst güç gelip bana "Sağa git" ya da "Sola git" dese, bunun cazibesi çabucak kaybolurdu. Öyle olsaydı, sadece bir köle olurdunuz. Hayatın güzelliği, yaptığımız hatalarla birlikte, onu bizim şekillendirmemizde yatıyor.
 

 

"Türkiye'yi sevdiğim için, romanlarıma Türk karakterler ve mekanlar ekleyebilirim"

Kitapta, Z kuşağına yönelik hepimizin aramızda konuşup eğlendiği göndermeler ve yorumlar görüyoruz. "Mobius"un Türkiye edisyonu 520 sayfa; açıkçası yazarken Z kuşağını doğrudan hedeflemediğinizi düşündüm. Peki, sizce Z kuşağının uzun metinlere ve karmaşık hikayelere olan ilgisi nasıl? Onların ilgisini çekecek eserler yazmak konusunda bir kaygınız ya da planınız var mı? Gelecekte, özellikle genç kuşağın beklentilerine yönelik bir proje yapmayı düşünür müsünüz?

Bu zor bir soru. Türk Z Kuşağı hakkında fazla konuşamam ama Amerikalı versiyonu hakkında konuşabilirim.

Genç neslin kitap okuma oranının daha düşük olduğunu ve insanların dikkat süreleri kısaldığı için kitapların bile giderek küçüldüğünü biliyorum.

Ancak bu herkes için geçerli değil. 20 yaşın altında olup eserlerimi seven birçok okurla tanıştım ve ne olursa olsun, karmaşık ve uzun hikayeleri seven genç ve yaşlı bir okur kitlesinin her zaman var olacağına eminim. İşte ben o insanlar için yazıyorum.

Her zaman okumak isteyeceğim kitabı yazmaya çalışıyorum; bu benim yol gösterici yıldızım. Kendi parçası olmadığım belirli bir kitleye göre yazmaya çalışsam, yazdıklarımın "iyi" olup olmadığını yargılamak imkânsız olurdu, bu yüzden bunu asla yapmayı düşünmüyorum.

Bununla birlikte, gelecekteki romanlarıma, okurlarımı etkileyecek Türk karakterler veya mekanlar eklemekte bir sakınca görmüyorum. Ama yine de bu büyük ölçüde Türkiye'yi sevmemle ilgili; yani bu, benim de okumak isteyeceğim hikayeler olurdu.
 

 

Tıpta idiopati terimi, belirgin bir neden olmaksızın ortaya çıkan hastalıkları tanımlamak için kullanılıyor. Yazarlığınızda ele aldığınız temaları bir tür "edebi idiopati" olarak görebilir miyiz? Yani, hikayelerinizde ortaya çıkan olaylar ve kavramlar, görünürde açıklanamaz gibi duran ancak belirli bir içsel mantıkla gelişen bilinç durumlarını mı temsil ediyor? Bu, insan aklının karmaşıklığını ve evrenin sınırlarının ötesini anlama çabanızın bir yansıması olabilir mi?

Bence bu adil bir ifade. Benim için açıklanamaz olan şeyler, özellikle evrenin gizemleri ve burada neden bulunduğumuz gibi konular, sonsuz derecede büyüleyici. Her zaman anlamlandırmaya çalışırım ve büyük fikirlerle uğraşmayı severim.

Tabii ki kendi ölümlülüğümle yüzleştikçe, bu hayatın ardından bir şey olup olmadığına dair merakım da arttı. Kim bilir… belki bu ilginç bir kitap konusu olabilir…


Sanırım İmam Gazali'nin yaratıcı öznesinden hareketle dile getirdiği "Biz sınırları olanın sınırını kaldırmayacağımıza söz verdik" ilahi nizam yorumu, Tanrı'nın ilahi nizama yani evrenin düzenine müdahale etmeyeceği ve her şeyin belirli bir düzen içinde devineceğine işaret ediyor. Peki, deterministik bir evren varsayımında, Tanrı'nın evrene doğrudan müdahale etmeden yine de geleceği domine etmesi nasıl mümkün olabilir? Yani, evrenin düzeni ile insanın sınırlılığı müdahalesiz değil mi? Tanrı sözünü tutmamış olabilir mi?

Elbette, Tanrı'nın vaatlerini bildiğimi ya da bunları yerine getirip getirmediğini iddia etmiyorum. Ancak, daha geniş bir çerçevede, yüce bir gücün geleceği doğrudan müdahale etmeden nasıl kontrol edebileceği sorusunu yanıtlamak gerekirse, bence cevap oldukça basit: bizler.

Evreni bir mikrokozmos olarak bir roman gibi düşünürseniz, romandaki olayların (en azından öyle olmalı) tamamen karakterlerin motivasyonları ve içinde bulundukları dünya tarafından belirlendiğini görürsünüz.

Tanrı'nın dünyayı (romanın ortamını) ve insanlığı (karakterlerini) yarattığına ve sonra neler olacağını izlemek için geri çekildiğine inanabilirsiniz. Bir yazar olarak ben de böyle hissediyorum —ilgi çekici karakterler yarattığımda, ne olacağını bana onlar söylüyor, tersi değil.


Hikayenizi okurken, arkadaşınız Stephanie ve birlikte çıktığınız yazma yolculuğunuz beni çok etkiledi. Stephanie'nin de kitabının kabul aldığını ancak bundan iki hafta sonra vefat ettiğini öğrendim. Onun kim olduğunu ve kitabının ismini çok merak ediyorum. Bu vesileyle yaşamının son günlerinde bile yazan böylesi bir ruhu onurlandırmak isterim.

Adı Stephanie Williams'tı ve benim çok yakın bir arkadaşımdı. Harika bir yazardı ve daha da önemlisi, bir hayalperestti. Yaklaşan ölümüne nasıl cesurca yaklaştığını izlemek, beni yazmaya teşvik etti.

Kitabının Türkçe adını bilmiyorum, ancak Amerikan başlığı "Enter Sandman" idi. Her ne kadar bir roman olsa da oldukça otobiyografik bir eser; bu yüzden onu okumak, Stephanie'yi tanımanın bir yolu.
Bir başka yol da 2004 yılında Glamour Magazine'de yayımlanan "Saying Goodbye to My Life" başlıklı makaleyi okumak olabilir. Ne yazık ki, orijinal makaleyi bulamıyorum ama işte bir özeti şuradan okunabilir.


Geçmişte Judy Blume, Isaac Asimov, Stephen King, Michael Crichton ve Tom Clancy gibi yazarları okuduğunuzu biliyorum. Peki, günümüzde neler okuyorsunuz? Hangi kitaplar sizi şimdilerde heyecanlandırıyor veya ilginizi çekiyor? O yıllarda sevdiğiniz türler ya da temalar değişti mi, yoksa hala benzer türlerde mi kitaplar buluyorsunuz?

Hâlâ bilim kurgu, fantezi, gerilim ve Stephen King'in yazdığı her şeyi okumayı çok seviyorum. Bu yaz Robin Hobb'un 16 kitaptan oluşan "Elderling" serisini okudum. Dünyası ve karakterleri beni tamamen büyüledi. Gerçekten destansı bir yapıt.

Fantezi dünyasında, Scott Lynch'in "Gentlemen Bastards" 1 üçlemesini de ne kadar övsem az gelir. Karakterler, dünya ve yazım harika.

Bilim kurgu cephesinde, Ted Chiang'in kısa hikâye kitaplarını çok seviyorum.

Normalde kısa hikayelerden pek hoşlanmam çünkü uzun bir hikâyeye kendimi kaptırmayı tercih ederim ama Chiang'in eserleri istisna; gerçekten muhteşem.

Önerdiğim harika bir bilim kurgu romanı da Adrian Tchaikovsky'nin "Zamanın Çocukları" adlı eseri. Zaman yolculuğu hakkında değil ama zamanın içinden geçmekle ilgili; nasıl bir şey olduğunu anlamak için okumalısınız, harika bir kitap.
 

 

"Hikayelerim, Türk halkının derinlemesine düşündüğü kader ve özgür irade gibi kavramları ele alıyor"

"Oz" adlı kitabınızda Türkiye'deki okurlarınıza özel olarak teşekkür ettiğinizi gördüm. Araştırmalarımda fark ettim ki Türk okurlar kitaplarınızda özellikle şu unsurları beğenmiş: 1. Kolay okunuyor ama basit bir kitap değil. 2. Yazarın dili ve üslubu Türkçe'ye çevrilmeye çok uygun. 3. Matematik, fizik ve evrenin sırlarıyla ilgili entelektüel olarak beslenebilme imkânı sunuyor. 4. Sürükleyici bir kurgu ve akıcı bir anlatım. Bunlar elbette teknik yönler. Ancak sizce daha kalpten, daha derin bir yerden baktığımızda, Türk okurlarla aranızda nasıl bir bağ kurmuş olabilirsiniz?

Bu soruyu çok sık alıyorum. Sanırım hikayelerim, açıklanamayanı açıklamaya çalışıyor ve kader, alın yazısı ve özgür irade gibi Türk insanının üzerinde çokça düşündüğü kavramları ele alıyor.

Editörüm Nazlı Berivan Ak, bana Türk duyarlılıklarına oldukça yakın olduğumu söyledi. Neden böyle olduğunu tam olarak bilmiyorum ama Türk halkının yaşam enerjisini ve kitap sevgisini gerçekten çok sevdiğim için bunu memnuniyetle kabul ediyorum.


"Mobius" ve diğer eserlerinizde zaman, kader ve olasılık gibi büyük temalar işliyorsunuz. Bu temaların sizin kişisel yaşamınızdaki yeri nedir?

Ah, bu gerçekten iyi bir soru. Her birini tek tek ele alayım.

Zaman: Yaşlandıkça zaman üzerine daha çok düşünüyorum. Ne kadar hızlı geçtiği ve anı yaşamanın ne kadar önemli olduğu konusunda… Gençken mutluluğumu ertelemeye meyilliydim; hep bir sonraki başarıya ulaşmayı hedefler, "daha sonra mutlu olacağım" derdim. Şimdi ise oldukça farklı düşünüyorum.

Hâlâ başarmak istiyorum, hatta bazı açılardan eskisinden de çok, ama artık mutlu olmak için zaman ayırıyorum.

Kader: İlginç olan, gençken oldukça şüpheciydim. Olasılıksız'ı yazdığımda kadere pek inanmıyordum. Ama şimdi, romanlarımın Türkiye'deki insanları nasıl etkilediğini gördükten sonra, açıkçası o kadar emin değilim. Türkiye'ye yaptığım bu seyahat neredeyse bir eve dönüş gibi, biraz mistik bir şekilde hissettirdi.

Bunu tam olarak tarif edemem ama daha önce hiç hissetmediğim bir bağ var.

Olasılık: Bu kolay. Olasılık üzerine sürekli düşünüyorum; kararlarımı bu şekilde alıyorum. Farklı sonuçların ne kadar olası olduğunu, artılarını ve eksilerini değerlendiriyorum. Olasılıkları en iyi şekilde hesaplamaya çalışıyorum ve en yüksek beklenen değeri olan seçeneği tercih ediyorum.
 

 

Mobius'un Caleb'i: Yazarın en iyi ve en kötü yönleri

Ana karakteriniz Caleb'i yaratırken nelerden esinlendiniz? Caleb'in startup dünyasında yaşadığı trajediler sizce güncel ve evrensel sorunlar mı? Günümüz kapitalizminde özel hayata artık yer kalmadı mı?

Caleb karakteri, hayatımdan ilham aldı. Romanın sürprizlerini bozmak istemem, ancak şunu diyebilirim ki onun geçmişindeki trajedi benim başıma gelmese de en derin korkum.

Oradan yola çıkarak düşündüm: Bu trajedi benim başıma gelseydi, bunu düzeltmek için ne yapardım?

Caleb'in yaşadığı büyük trajedi oldukça ağır, fakat iş ve ev hayatında yaşadığı daha küçük trajediler ise gayet yaygın.

Günümüz kapitalizminin özel hayata yer bırakıp bırakmadığına gelince, kesin yargılarla konuşmayı sevmem, bu yüzden kesinlikle hem işte hem de özel hayatta başarılı olmayı başaran insanlar vardır. Ama bu, benim kişisel deneyimim olmadı.


Caleb karakteri sizi ne kadar temsil ediyor? Karakterin de sizin gibi Stanford'da MBA yaptığını görüyoruz. Caleb'in tamamen kurmaca bir karakter olduğunu söyleyebilir miyiz? Yoksa sizden parçalar barındırıyor mu? Caleb'in iş yoğunluğundan yakınlarını ihmal etmesi ve bundan duyduğu suçluluk psikolojisini siz de yaşadınız mı?

Caleb, benim en kötü ve en iyi halimden çok şey barındırıyor. Mobius, birinci tekil şahısla yazdığım ilk roman ve bu sayede karaktere daha da yakınlaştım, ona kendi kişiliğimi kattım.

Evet, Caleb'in hissettiği duyguları ben de kesinlikle, hem de birden çok kez yaşadım. Caleb'in benim bir yansımam olmasını planlamamıştım ama olan bu. Bu durum, romanı biraz tuhaf hissettiriyor çünkü adeta ruhumu dünyaya açıyorum.

Öte yandan iyi bir kurgu yazmak için kendinizi ortaya koymanız gerektiğini de düşünüyorum; bu yüzden hiç pişman değilim.


"Trajedi, içimizdeki en iyiyi ve en kötüyü ortaya çıkarır; yazarken acımı kullanmayı seviyorum"

Rowan zaman makinesinin ana mucidi olmasına rağmen, ana yönetici pozisyonunda teknik bilgiye sahip olmayan Andy'yi görüyoruz. Günümüzde büyük şirketlere mucitler değil pazarlamacılar ve girşimciler mi yön veriyor? Bu durum tarih boyunca da böyle miydi sizce?

Her şirket farklıdır, ancak genellikle CEO'nun mucit olmadığını söyleyebilirim.

Elon Musk elektrikli arabayı ya da roketi icat etmedi ama başkalarını bunu yapmaya teşvik etti. Steve Jobs bir mühendis değildi ama vizyonu iPhone'un, son 100 yılın en önemli icatlarından biri olduğu söylenebilecek bir ürünün ortaya çıkmasını sağladı.

Tabii ki, Thomas Edison gibi, fikirlerini hem icat edip hem de mükemmel şekilde pazarlayabilen nadir mucitler de var.

Genel olarak, başarılı şirketlerin büyük ölçüde harika pazarlamacılar ve girişimciler tarafından yönetildiğini söyleyebilirim. Bazen bu insanlar aynı zamanda mucit de olabiliyor, ancak genellikle durum böyle değil.


"Mobius" zamanda yolculuğun bilimsel temelini de felsefi olarak sorgulama çabası içinde bir roman. Romanı yazarken fizikteki zaman kavramıyla ilgili hangi kaynaklardan yararlandınız. Sizce önümüzdeki tarihlerde zamanda yolculuk mümkün hale gelebilir mi?

Bilimsel fikirler edinmek için podcastler dinliyorum ve çeşitli gazeteler okuyorum, ardından tüm araştırmalarımı internetten yapıyorum. Sıkıcı bir cevap olabilir ama gerçek bu.

Zaman yolculuğunun gelecekte mümkün olup olmayacağına gelince, teorik olarak yanıt şu: Eğer bir gün mümkün olacaksa, şu anda da mümkün olmalı çünkü bu durumda mutlaka gelecekten gelmiş ziyaretçilerle tanışmış olurduk.
 

 

Bir yerde hayatınızı anlatırken "Umutsuzca herkes gibi olmak istiyordum" diyorsunuz. Bu ifadeniz, gençlik dönemlerinize ait ve sağlık sorunlarınızı aşarak normal bir yaşam sürebilme özleminizi yansıtıyor. Yazarlık kariyerinizde, bu mücadele deneyimi sizin süreçlerinize nasıl katkı sundu?  

Çoğu ünlü sanatçının çileli ruhlar olması tesadüf değil diye düşünüyorum. Trajedi, insanların içindeki en iyiyi ve/veya en kötüyü çıkarabiliyor ve ben de kesinlikle bir istisna değilim.

Yazarken acımı kullanmayı seviyorum. Bu bana ilham veriyor ama aynı zamanda içimdeki acıyı çıkarıp sayfalara dökmek arındırıcı bir deneyim. Yazmayı bildiğim tek yol bu.
 

Bir Türk okur, "Olasılıksız" kitabınızı okuduktan sonra size beğenisini belirten bir mail atmış. Siz de ona dönüş yaparak, "Türkiye'den benimle bağlantıya geçen ilk okurum sensin" demiş ve Türkiye baskısının kapağını merak ettiğinizi söyleyerek ondan fotoğrafını göndermesini rica etmişsiniz. Bu geri dönüşünüz okuru çok mutlu etmiş. Okurlarınızla her zaman böyle birebir iletişim kurar mısınız, yoksa bu özel bir rastlantı mıydı?

Her zaman okurlara yanıt veremiyorum ama mümkün olduğunca sık yanıtlamaya çalışıyorum.

Bana ulaşmanın en iyi yolu Instagram, kullanıcı adım @AdamFawer. Beni takip eder ve bir soru gönderirseniz, elinden geldiğince yanıtlamaya çalışırım.


Bazı yazarlar her romanın aynı zamanda bir içsel arınma süreci olduğunu söyler. Siz yazdığınız eserlerin sizi dönüştürdüğüne inanıyor musunuz? "Mobius" gibi karmaşık temalar içeren bir romanın ardından sizde kalıcı bir iz bırakan düşünceler ya da duygular oldu mu?

Hmmmm… Arınmış hissettim diyemem ama yazdıktan sonra kendimi daha iyi anladığımı söyleyebilirim. Bu süreç, kendimi sert bir şekilde sorgulamaya zorladı ama bence bu her ne kadar acı verici olsa da sağlıklı.

Kalıcı etkisine gelince, bunun, kendimi daha iyi tanımaktan ve içimdeki şeytanlarla dost olmaktan geldiğini düşünüyorum.


Bir romanın en zor kısmı sizin için nedir? İlk cümleyi bulmak mı, hikâyenin sonunu bağlamak mı, yoksa karakterlerle vedalaşmak mı?

İlk cümle için fazla endişelenmem çünkü romanımı düzenlemeye geri döndüğümde, orijinal ilk cümle hiçbir zaman kalmaz.

En zor kısım, karakterleri oluşturmak. Genellikle başta kim olduklarını bilmiyorum, bu yüzden onları hikâyeyi yazarken tanımak zorunda kalıyorum.

Genellikle romanın yarısına geldiğimde kim olduklarını çözmüş oluyorum. Bu nedenle, ikinci yarıyı yazmak her zaman daha kolay oluyor.

Ancak sonra, karakterin sonunda şekillendiği haline uygun olması için ilk yarıyı yeniden düzenlemem gerekiyor.


Sizce geçmişe dönebilseydik kaderi değiştirebilme ihtimalimiz olur muydu? Kuantum fiziğinin derin sularına girdiğimiz zaman her olayın farklı ihtimallerden oluşması sizce insanın hayatı anlamlandırma çabası için bizlere ne söylüyor?

Filmlerde gördüğünüz iki ana zaman yolculuğu teorisi var:

Birincisi, The Terminator Teorisi olarak adlandırmayı sevdiğim teori; bu teoride geçmişe gidip hiçbir şeyi değiştiremezsiniz, çünkü her şey zaten olmuştur.

İkincisi ise The Terminator 2 Teorisi; bu teoride geçmişi değiştirmek mümkündür. Sanırım her iki teoriyi de kabul ediyorum, çünkü sonsuz sayıda evren olduğuna inanıyorum.

Bazı evrenlerde geçmişe gidip hiçbir şeyi değiştiremeyebilirken, diğerlerinde değiştirebilirsiniz.

Kuantum fiziğinin bize hayat hakkında söylediklerine gelince, her şeyin belirsiz olduğunu düşünüyorum; ancak, bu belirsizlikleri bir araya getirdiğinizde desenler ortaya çıkıyor.

Bu karmaşada bir düzen var, ama bunu görmek için yeterince uzak bir perspektiften bakmanız gerekiyor.


Eğer 20 yıl önceki halinize mesaj yollama imkânınız olsaydı bu mesaj nasıl bir mesaj olurdu?

Çok spesifik bir şey söylemek istemezdim. Belki sadece "Endişelenme. Her şey yoluna girecek" demek yeterli olurdu. Bu, bana biraz rahatlık verirdi.
 

 

"'Mobius', 'Olasılıksız'ın daha olgun bir versiyonu; benzer temalara daha derin bir bakış sunuyor"

"Olasılıksız" adlı romanınız ile adeta Türkiye'deki edebiyat eğilimini etkilediğiniz söylenebilir. Yeni romanınız "Mobius"un da benzer bir etki yaratacağını düşünüyor musunuz? Sizce Türkiye'de romanlarınızın bu kadar sevilmesinin ana nedenleri neler?

"Olasılıksız"ı seven herkesin "Mobius"u da seveceğine inanıyorum, ancak "Mobius"un edebiyat anlayışını değiştireceğini düşünmüyorum çünkü "Mobius", "Olasılıksız"ın bir uzantısı. Pek çok açıdan benzer, sadece daha olgun temalara sahip. "Olasılıksız"ın daha yetişkin bir versiyonu olarak görüyorum.

Romanlarımın neden bu kadar sevildiği sorusunu sık sık alıyorum. 4 teorim var, kısaca açıklayayım:

Şans: 20 ülkede yayımlandım ve her ülkede popüler olma ihtimali vardı. Türkiye'de ise iki zarla 13 atmış gibi oldum. İmkânsız gibi görünse de gerçekte sadece inanılmaz derecede düşük bir ihtimaldi.

İnanç: Yayınevimin genel yayın yönetmeni, Egemen Kemal İpek, romanıma o kadar çok inandı ki bazen sırf iradesinin gücüyle bunu mümkün kıldığını düşünüyorum.

Temalar: "Olasılıksız", kader, alın yazısı ve eylemlerimizin sonuçları gibi temalarla ilgileniyor. Bunlar, Türk halkının çok düşündüğü konular; bu yüzden romanım, diğer kültürlerden insanlara göre onlarla daha çok bağ kurdu.

Zekâ: Türk okurlar dünyanın en zeki okurlarıdır.


Bir sonraki hikayeniz belli mi?

Evet.


Türkiye'deki okurlarınıza iletmek istediğiniz özel bir mesaj var mı?

Türkiye'yi çok seviyorum. Türk okurlarımı çok seviyorum. Sizin için yazıyorum, bu yüzden teşekkür ederim.
 

 

Persfektif 

Persona:

Adam Fawer, New York'ta doğmuş, Stanford Üniversitesi'nde MBA yapmış ve bilimsel temalarla felsefeyi harmanlayan romanlarıyla dünya çapında tanınan bir yazar. Yazarlık kariyerini derin ilgi alanları ve kişisel korkularından ilham alarak inşa eden Fawer, eserlerinde insan algısının sınırlarını ve evrenin karmaşasını sorgulayan temalar işliyor. Gerçekten sıcakkanlı biri. Avrupa'daki kuzenimiz gibi, bizi seviyor, biz onu seviyoruz ama uzakta. Belki de yazarlığıyla ilgili Türkiye'nin onu motive ettiği doğrudur, kendini değerlendirirken yani yazarlığını değerlendirirken, ihtiyaç duyduğu teveccühü bizim buralardan almış gibi, bu onu gerçekten mutlu ediyor ve güven veriyor.


Onun hakkında:

Bilime dayalı anlatımları, sürükleyici ve karmaşık hikayeleriyle tanınıyor. Fawer, yazarken acılarını ve kişisel sorgulamalarını kitaplarına yansıtıyor. Türkiye'de geniş bir okur kitlesine sahip olmasıyla mutluluk duyuyor ve eserlerinin okurları derin düşüncelere yönlendirmesini hedefliyor. Kendi yaşam tecrübelerini romanlarına taşıyarak karakterlerini daha gerçekçi kılarken bir yandan da kendinin sonsuz açıklamasını yapıyor gibi.


Yazarın zihin odası:

Fawer, yazarlığı bir tür kendini keşfetme ve arınma süreci olarak görüyor. "Acılarımı kâğıda dökmek arındırıcı bir deneyim" diyerek, yazmanın onu içsel olarak dönüştürdüğünü anlatıyor. Motivasyonunun kişisel meraklarından kaynaklandığını belirtiyor ve yazarken kendi korkularıyla yüzleştiğini dile getiriyor. Mobius'un karakterlerinden Caleb için, "En iyi ve en kötü halimden parçalar barındırıyor" demesi de bu içsel teması yansıtıyor.


Okurun zihin odası:

Okurlar, Adam Fawer'ı karmaşık ve sürükleyici hikayeleriyle zihin açıcı bir yazar olarak tanıyor. Onun kitaplarını "Kolay okunuyor ama basit değil" diye nitelendiriyorlar. Fawer'ın okurları, yazarın bilimsel doğruluk ve edebi özgürlük arasındaki dengesiyle yarattığı dünya ve karakterlerin derinliğine seviyor. Türk okurlar, yazarın onlarla kurduğu özel bağı ve kültüre duyduğu sevgiyi büyük bir takdirle karşılıyor.


Pişmanlık:

Fawer, yazarken sevdiği bazı bölümleri silmek zorunda kaldığı için üzülüyor. Sevdiği sahnelerin asla okunamayacağını bilmek onu biraz hüzünlendiriyor, ama hikâyenin en iyi haline ulaşmak için bu fedakarlıkları yapmanın önemli olduğunu kabul ediyor. Her cümlenin değerli olduğuna inanıyor, ancak gerektiğinde sadeleştirmekten çekinmiyor.


Hayal:

Fawer, kitaplarının okurlarına ilham vermesini ve onları derin düşüncelere yönlendirmesini hayal ediyor. Büyük bilgileri yalın bir dille aktararak evrenin gizemlerini sorgulamayı seviyor ve yazarken güvenilir, iyi içerikler üretmeye özen gösteriyor. Okurlarının eserlerini okurken anlamlı bir şeyler bulmasını ve yazdıklarının onlara dokunmasını istiyor. Ayrıca, eserlerinin bilim kurgu ve fantezi türünün efsaneleri arasında anılmasını ve dünya genelinde geniş bir okur kitlesine ulaşarak kalıcı bir etki bırakmasını umuyor.


Özenmek:

Fawer, bilim kurgu ve fantezi dünyasının büyük ustalarına, özellikle Stephen King'e hayranlık duyuyor. Onun gibi güçlü ve etkileyici hikayeler yazmayı arzuluyor. Ted Chiang'in kısa öykülerine duyduğu hayranlık da Fawer'ın yazarlık hedeflerine ilham veriyor; o da böylesine derin ve çarpıcı eserler ortaya koymak istiyor.


Keşke:

Okurlar, Fawer'ın derin merakını ve evreni sorgulama tutkusunu zaten seviyor, ama bu temaların daha da genişlemesini ve eserlerinde kişisel deneyimlerinin daha belirgin izler bırakmasını istiyorlar. Onun, büyük kavramları daha sade ve etkileyici biçimlerde anlatma becerisine hayran kalıyorlar. Ayrıca, karmaşık teorileri ve bilimsel gerçekleri öykülerinde daha sık işleyerek janranın en büyük ustaları arasına adını yazdırmasını görmek, birçok okuru heyecanlandırır.

 

 

1. Bahsedilen seri Türkiye’de İthaki yayınları tarafından Locke Lamora'nın Yalanları, Hırsızlar Cumhuriyeti: Locke Lamora Ölüyor..., Kızıl Gökler Altında Kızıl Denizler isimleriyle yayımlanıyor.

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir. 

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU