Romanya manzaraları: Yaş

İbrahim Beyazoğlu Independent Türkçe için yazdı

Fotoğraf: İbrahim Beyazoğlu

Yaş'a dair gözlemlerim, Jacques Derrida'nın deyişiyle, biraz eksiklik, biraz fazlalık ve bir miktar da ötekilik barındırmaktadır.

*

Braşov.

Romanya'daki dördüncü günüm.

Yaş'a gitmek için sabah sabah kalktım. Para bozdurana kadar canım çıktı çünkü euro Romanya'da pek kullanılmıyor. Hatta koşuşturma arasında bir ara en sevdiğim tişörtün üzerine kahve döktüm. Giyecek başka tişört de yok.

İnternetten araştırınca saat 11'de Braşov'dan Yaş'a otobüs seferi olduğunu görüyorum. Taksicilerin büyük kısmına oldum olası güvenmem. Bekir Azgın hocamın Rumen taksicileri betimlediği gözlemlerini kulağıma küpe ettim: Romanya'da işini hakkıyla yapan düzgün taksiciler olsa da bazı "Taksi şoförleri sizi soyabilir. Gerçek değerin 3-4 dört misli para isterler."

Terminale gitmem gerek ama fazla zamanım yok ve artık son çare olarak korka korka bir taksiye bindim. Adam dürüst çıktı. Hiç yolu uzatmadı.

Burası aslında daha önce Bran kasabasına gitmek için otobüse bindiğim terminal ama bugün neredeyse bomboş. Sadece Bran'a otobüs var. Biraz sağa sola bakınınca beni az önce terminale getiren taksiciye denk geliyorum. İkimizin de şanslı günü demek ki. Adama toplamda toplamda 26 Ley ödedim. 13'ü boşa gitti. 113 Ley de, yani yaklaşık 900 TL, Yaş bileti için ödüyorum.  5 Ley yaklaşık 1 euroya tekabül ediyor.

*

Braşov'dan Yaş'a trenle gitmek akıl işi değil. Bana söylendiğine göre, Braşov'dan ülkenin kuzeyine gitmek için önce Romanya'nın güneyi ve doğusuna gitmeniz lâzım. Hele bir de benim gibi plansız yaşayıp son dakika bilet kesiyorsanız bunun ceremesini çekersiniz.

Tren dolu. Ayakta gitmeyi kabul ederek bileti almak zorunda kaldım. Yani beni uyarmadılar diyemem. Neredeyse 8 saat ağzımda maske, tuvalet kapısının dibinde, sırt çantasıyla ayakta dikili vaziyette yolculuk ettim. Daracık bir yer. Benim gibi ayakta yolculuk eden başkaları da var.

Neredeyse 4 saat boyunca ağzıma hiçbir şey koyamadım. Kan şekerim durmadan düşüyor. Kendimi Jack London ve John Steinbeck romanlarındaki gibi trene binen kaçaklar gibi hissediyorum. Konforun, lüksün fazlası beni tiksindirir ama işkencenin bu kadarı mazoşizm.

Yaş treni yavaş ilerliyor ve manzara nefes kesici. Benim ise kafamı kaldırıp manzaraya bakacak ya da konuşacak takatim yok. Ayaklarıma kara sular iniyor ve Yaş'a varmamıza henüz 4 saat var. 4 saatlik çile kaygı verici.

Her durakta inip binen yolculara ve tuvalete girip çıkanlara yol vermek için kenara çekilmek, hatta çantayı kaldırmak bile bana Herkül'ün görevi gibi geliyor. Uçakla gidecek olsam hemen hemen 80 euro. Bendeki de ne akıl!

*

Tatsız bir olay: Trende giderken sarhoşun biri başıma dert oldu. Önce kollarımdaki dövmelerin anlamını sordu. Sonra, "Kadın gibi olanların yeri yok" diye ağzından tükürük saçarak bana bağırmaya başladı. Sonra neyse ki bir ara tuvalete sigara içmeye girdi.

Aslında kötü birisi değil. İnsanlara fenalık yapma derdinde de değil. Sadece sarhoş ve kendine bir kafa dengi arıyor. Olay bundan ibaret. Bense yorgunum. 

*

Bunların önemli bir kısmını ayakta, Yaş'a giderken, not düşüyorum. Çünkü yapacak daha iyi bir şey yok.

*

Yanımda Razvan adlı mühendis adayı bir genç bana eşlik ediyor. Havadan sudan konuşuyoruz. Bir ara bana yaşadığı yerde birkaç kez bozayı gördüğünü anlattı. Hatta ayılar odasının penceresine kadar yaklaşmışlar. Her durakta acaba trende boş koltuk var mı diye dolaşıp etrafı kontrol ediyor ama nafile. Delirmemek işten değil.

Razvan yine bir ara yine oturacak yer var mı diye bakmaya gidiyor ve uzun süre geri dönmüyor. Anlaşılan oturacak bir yer bulmuş.

8 saatlik tren yolculuğunun tek iyi yanı şu: 8 saat para harcamamak. Bir ara tren 20 dakika mola veriyor. Susadım. Ama yanıma su almamışım. Razvan gidip bana kocaman bir şişe su alıyor. Para veriyorum kabul etmiyor. Birebir çevirecek olursak, "yüzümün güzelliği hatırına para almadılar" diyor. Bir Rumen gence de çakmak alıp veriyor. Sonra halime acıyıp bana kendi yerini veriyor. Kendisi zaten birazdan inecekmiş.

Nihayet 6 saat sonra trende oturacak yer buluyorum ama dayak yemiş boksörlere döndüm. Günün kahramanı kesinlikle bu çocuk. Karşımda oturan Endülüslü, İspanyol bir aileyle sohbet ediyoruz. Meğerse onlar da neden 6 saat boyunca ayakta dikili durduğumu merak ediyorlarmış. Herhalde meczup olduğumu düşünmüşlerdir.

Lizbon üstünden Sevilla'ya geçmek istediğimi ama hem bilet fiyatları hem de Kıbrıs'la Lizbon arasındaki mesafenin beni ürküttüğünü, bu yüzden de bir türlü cesaret edemediğimi anlatıyorum.

Nihayet akşam Yaş'a varıyorum. Günü trende heba ettim. 
 

4-
Fotoğraf: İbrahim Beyazoğlu

 

Ve Yaş.

Şehre adım atar atmaz güzel bir manzaraya giriyorum.

Iaşi Türkler arasında daha ziyade Yaş diye bilinir. Yemyeşil ve Braşov'daki gibi taptaze bir hava hâkim.

Ünlü Yaş anlaşması burada imzalanmış. Şehir, kadim Roma gibi 7 tepe üzerine inşa edilmiş. Hatta, Yaş'ın pitoresk konumu ve 7 tepe üzerine yayılmış olması, İtalyan seyyah Marco Bandini'nin (1644) şehri "yeni bir Roma" olarak adlandırmasına neden olmuştur. 1

Buranın kesinlikle Romanya'ya benzemeyen, farklı bir aurası var. Sanki Romanya içinde başka bir memleket. Hatta Braşov'dan sonra Yaş sanki bana iyi geldi bile diyebilirim.

İçimdeki ağırlık kalktı. Nedenini anlayamadım. Belki de anlamamak daha iyi. Hatta her şeyi anlamamak bizi rahatsız etmemeli.

Yaklaşık 400 bin nüfuslu şehrin belirgin bir Moldovya ve Gagavuz karakteri var. Polonya, Macaristan, Rusya ve İstanbul'dan gelen ana ticaret yollarının kavşağında yer alması bu şehre doğal olarak stratejik bir önem kazandırmıştır. 2

Kent ülkenin kuzeydoğusunda, Moldova sınırından sadece 13 kilometre uzaklıkta ve Prut Nehri yakınlarında. Yani eğlence olsun diye yürüyerek Moldova'ya geçirebilirsiniz. Aklımdan geçmedi desem yalan olur. 6 saat kımıldamadan maskeyle ayakta dikili duran biri söylüyor bunu. Siz bana bakmayın. 

*

Yaş şehri Romanya'nın kültürel ve siyasi ağırlık merkezlerinden biri. Hatta, şehir "Romanya'nın kültür başkenti" olarak kabul edilmektedir. 3 Rumenler ilk gazete olma özelliği taşıyan Observatorul'un -ki İngilizceye rahatça "The Observer" diye çevrilebilir- 1829 yılında basın hayatına Yaş'ta girmesiyle ve ilk üniversitenin yine bu şehirde kurulmasından ötürü gurur duyarlar.  

Entelektüel kahramanlarımdan Ioan Culianu Yaş doğumlu. Umberto Eco'nun 4 deyişiyle "Dinler tarihi alanında parlak bir profesör" Culianu 21 Mayıs 1991'de, Chicago Üniversitesi İlahiyat Fakültesi bölümünün tuvalet kabininde vurularak öldürüldü. 5 Cinayet faili meçhul olarak kaldı.

Eco gibi ben de eskiden beri Culianu'nun çalışmalarını beğenirim. Keşke daha fazla eseri Türkçeye kazandırılsa. Bildiğim kadarıyla sadece hocası Eliade ile hazırladıkları Dinler Tarihi Sözlüğü ve Öte Dünyalara Yolculuklar'ın çevirileri mevcut. Zaten daha sonra -sanırım siyasi sebeplerden ötürü- Eliade ile arasına mesafe koydu. Bence Türkiye ve Kıbrıs'ta alaka ve tanınırlığı hak eden bir polimat. Hem de fazlasıyla. 
 

2-
Fotoğraf: İbrahim Beyazoğlu

 

Tuttuğum daire öğrenci bölgesinde: Propriete no.6.  Konakladığım yerler arasında açık ara en iyisi. Hastane ve şehir merkezine de yakın. Pencereden bakınca odanın şehre hâkim manzarası beni daha da mutlu ediyor ki ben maalesef kolay kolay mutlu olabilen bir insan değilim.

Ev sahibi Colin, Yaş'ı iyi bilen ve seven birisi. Bir süre İngiltere'de de yaşadı. Sonra Yaş'a geri döndü. Çok düşünceli, arkadaş canlısı, bir turizmci. Kendi evinde nasıl yaşıyorsa konaklayanların da öyle yaşamasını istiyor. Yine Yaş'ı ziyaret edersem yine hiç düşünmeden burada kalırım. Kesinlikle iyi iş çıkarmış! Konakladığım yerin zemin katında Altta Grinch Coffee adlı gayet hoş bir de kafe var. Atmosferi sıcak ve nezih, kahvesi iyi. Çalışanlar düzgün.

*

Keşke Yaş'a bir gün daha ayırsaydım. Şehirde göremeden geri dönmek zorunda kaldığım yerler var. Üzgünüm ama elimden bir şey gelmiyor.

Sabah sabah ilk işim Mihai Eminescu Müzesi'ni ziyaret etmek olacak. Önceden müzeyi bulmam gerek ki sabah biraz zaman kazanayım.

Güneş battıktan sonra müzeyi buluyorum. Sonra şehri dolaşmaya çıkıyorum. Hemen hemen kimse gergin değil. Mağusa'daki gibi İngilizce, Farsça ve Arapça konuşan öğrenci gözüme çarpmıyor. Ama denk geldiğim hemen herkes İngilizce biliyor. Belki de dönem bitince memleketlerine dönüyorlar. Ya da buradaki öğrenci profili daha farklı.

Hava serin. Marketlerdeki ürün fiyatları insanca. Toplu taşıma aktif, her şey yerli yerinde. Etrafta toz toprak yok. Kendi halinde sessiz sakin yaşayıp giden insanlara soru sorduğunuz zaman, kuzey ve batı Avrupa şehirlerindeki gibi, ödleri patlamıyor. 
 

7
Fotoğraf: İbrahim Beyazoğlu

 *

Sabah oluyor. Uzun bir aradan sonra iyi bir uyku çektiğim için bu kez moralim yerinde. İlk iş müzeyi ziyaret etmek. Giriş sadece 10 Ley.

Müze yemyeşil bir parkın tam ortasında. Parkın florası hoş. İçerideki iki görevli ve benden başka kimse yok. Resepsiyondaki görevli İngilizce bilmiyor ama cana yakın. Sonra İngilizce bilen diğer görevli kadın geliyor. Sofistike ve Eminescu'yu iyi biliyor. Yani sadece iş olsun diye müzede çalışmıyor.

Ancak müzede Eminescu'ya ait hiçbir orijinal eşya ya da belge yok. Döneme ait başka objeler sergileniyor tabii ki. Ama biraz hayal kırıklığı yaşamadım dersem yalan söylemiş olurum. 
 

6
Eminescu hayatım boyunca bana eşlik etmiş lirik ve melankolik bir şairdir. Glossă'nın "dalga gibi gelen dalga gibi geçer" dizeleri senelerce hafızama kazındı. Şiir dil, anlam, zaman ve varoluşun doğası üzerine karmaşık bir örgüdür. Aslında tam da iletişimcilerin kafa yorması gereken türden dizeler. Zira Glossă kullandığımız -ya da içine gömülü olduğumuz- dilin gerçekliği dokuyup şekillendirdiği kadar onu örtebileceğini de ima ediyor. Başka türlü söylersek, şiir anlamın son derece sorunlu doğasına dikkat çekiyor. Eminescu yaşadığı dönemde zorluklarla boğuşup dursa da bugün Rumen kimliği ve kültürel dokusunun en görünür ipliklerinden biri. Romantik şair şiirlerinde folklor, lirizm ve felsefi kaygıları birlikte dokumuş ve bıraktığı poetik miras bugün bile sayısız okuyucuyu sarsmaya devam etmektedir. Dönemin siyasi modasına, yani milliyetçilik devrine, uygun olarak Rumen ulusal harcının karılmasına da katkı koymuştur. Glossă dil ve yorum anlamlarına gelse de bence zor ve ucu açık bir çeviri / Fotoğraf: İbrahim Beyazoğlu

 

Rumenlerin en büyük ama bir o kadar da dramatik şairi Eminescu'nun (1850-1889) hayatımdaki dönüm noktalarından biridir.

Şimdi biraz kişisel tarih: Ben şiir okumaya, 39 yaşında hayatını yitiren Eminescu'nun Glossă şiiri sayesinde başladım.

Corneliu M. Popescu şiiri İngilizceye Gloss diye çevirmiş. Rumen futbolcu Popescu ile karıştırmayın. Sadece isim benzerliği. "Romanya'da bir hayli yaygın bir soy isim Popescu" diyor müze görevlisi.

Popescu'nun Rumen entelijansiyası içerisinde bir hayli özel bir yeri var. Çünkü yaklaşık 1,600 insanın hayatına mal olan 1977 depreminde Popescu, henüz yaklaşık 19 yaşındayken, hayatını kaybetmiş parlak bir şair ve çevirmendi:

"Bu çocuk oto-didaktik bir dâhiydi" ve "ancak ölümünden sonra babası çevirilerinin yayınlanmasını sağladı ". 6


Bugün bu etkileyici genç adamın üzücü anısını yaşatmak için 1982 yılından beri Popescu Ödülü veriliyor. Bendeki Eminescu çevirisi de Popescu çevirisi. En iyi çeviriymiş görevliye göre. Bildiğim kadarıyla Eminescu'nun Türkçe çevirisi de var.

Kadın bir ara Eminescu'nun toplu Rumence şiirlerini önüme koyuyor. Sadece 20 Ley. Görevliye göre, Eminescu'dan tat almak için onu çeviriden değil Rumence okumam gerek. Haksız da değil hani. Çünkü Eminescu'nun şiirleri müzikal tınılara yüklü.

Thomas Stearns Eliot'a göre, "şiir tercüme edilemez." Bence doğru söylüyor çünkü şiir her çeviride değişir ve gücünü yitirir.

Görevliye benim evdeki sarı ciltli Popescu çevirisinin hem İngilizce hem Rumence olduğunu -ya da en azından öyle hatırladığımı- söyleyip kadına kibarca teşekkür ediyorum. Ne yazık ki hafızam benimle oyun oynamış. Bendeki çeviri sadece İngilizce. Alın size bir konfabülasyon. Zaten kitabı alsam bile koyacak yerim yok, diye kendi kendimi avutuyorum. Ufak bir sırt çantasıyla seyahat ediyorum. Eşe dosta hediye alabilmek için yeni aldığım terliklerimi bile çıkarıp -evsizin biri denk gelir umuduyla- ilerleyen zamanlarda Bükreş'te bir kaldırıma bırakıyorum.

Müzeden çıkarken Eminescu kartpostalı ya da kitap ayracı almak istiyorum ama bulamıyorum. Müzeden birkaç fotoğraf ve bir Eminescu biblosu alıp ayrılıyorum.

Kulağa tuhaf gelecek ama koskoca Yaş'ta bir Eminescu kartpostalı bulamadım. Eminescu resmi taşıyan tek nesne kâğıt para: O da 500 Ley ve 100 Euro'ya denk geliyor. Vazgeçiyorum. 100 Euro'ya kartpostal almak ister misiniz?
 

3-
Fotoğraf: İbrahim Beyazoğlu

 

Yaş'da tren garına dek bana eşlik eden yaşlı hanıma buradan selam göndermek vicdani sorumluluğumun bir parçası. Otobüs durağında beraber indik. Bu nazik hanım yanında taşıdığı spiritüel felsefe kitabıyla ta tren garına kadar bana kibarca eşlik etti. Asil bir görünümü var. Maalesef onunla sadece Google Çeviri yardımıyla anlaşabildik. Kadın Google Çeviri'yi görünce şaşırdı. Sanırım ilk kez görmesine rağmen bu uygulama aklına yattı. Neredeysen umarım her şey çok iyidir.

*

Neyse, saat 12 gibi tramvayla tren garına varıyorum. Garda kitap makineleri var. İçerisinde nitelikli kitaplar var: Søren Kierkegaard ve Arthur Schopenhauer. Bu iyi haber. Benim açımdan kötü haber ise tüm kitapların Rumence olması. Kitap fiyatları 10 ile 30 Ley arasında değişiyor.

Gişedeki görevliye bilet istediğimi söylüyorum. Adam bana Rumence bir şeyler söylüyor. Anlamıyorum seni, diye cevap verince "Ben İngilizce bilmek zorunda mıyım" diye bana diş gösteriyor. Hesap sorar gibi benimle konuşmaya başlayınca ufak bir tartışma yaşıyoruz. Nedense bu görevlinin İngilizceye karşı şiddetli bir antipatisi var (ve bu rahatsız edici durum Bükreş'te de başıma gelse de genelleme yapmak aptalca ve acımasız bir haksızlık olur). Lütfedip bilet fiyatını hesap makinesine yazıp bana gösteriyor; 113 Ley. En sonunda yarım ağızla, homurdanarak bana bileti veriyor. Bu arada Rumenler de "bilet" diyor. 

*

Tren saat 16.05'te kalkacak. Yaklaşık 4 saatim var. Hemen tramvayla merkeze gidiyorum.

Şehir merkezindeki neogotik Kültür Sarayı'nın (Palatul Culturii) üslûbu, rengi ve havası kesinlikle etkileyici. Şehrin bu gösterişli sembolünün aslında 1900'lü yılların başında (1906-1925) inşa edildiğini öğrenince şaşırıyorum çünkü bu saray insanda daha eski olduğu yönünde bir izlenim uyandırıyor.

365 odaya sahip ve şehrin 4 müzesine ev sahipliği yapıyor: Moldavya Bölgesi Tarih Müzesi, Yaş Etnografya Müzesi, Yaş Sanat Müzesi ve Bilim ve Teknoloji Müzesi ile "Gheorghe Asachi" Kütüphanesi.

Kısıtlı bir zamanım var ve sarayın tamamını görememek kahredici. Giovanni Boccaccio Decameron öykülerinin birinde yok yere "Zamanı boşa geçirmiş olmanın pişmanlığından daha büyük pişmanlık olmaz" dememiş.

*

Sonra gara gitmek için hayatımda ilk kez Uber taksi çağırıyorum ama o da beni beni yanlış gara bırakıyor. Makedon Böreği yediğim yerde benim için taksi çağıran ise kafe çalışanı piercing'li kız. Fevkalade kibar bir insan. Genç Rumenler ticari açıdan girişimci ruha sahip açık fikirli insanlar.

Bu arada Romanya'da nihayet börek yedim! Rumen dostlarım umarım beni affeder. Çünkü hamur işi satan yerler maalesef bizim buradakiler gibi pek de hijyenik değil. Çalışanlar sözüm ona eldiven takıyorlar ama para tuttukları eliyle insanlara börek veriyor. İsteyen yer, isteyen yemez. Konu da kapanıp gider.

*

Emily Gerard'ın Transylvania: The Land Beyond the Forest ve Transylvanian Superstitions kitabını Yaş'ta da bulamadım. Gerard'ın kitabıyla adaya dönebilsem harika bir Romanya anım olurdu. Daha çok Transilvanya'ya dair turist rehberi ya da coffee table book türünden Transilvanya kitaplarına rastlıyorum. Şaşırtıcı bir durum. Çünkü bu tür Romanya ile özdeşleşmiş eserler kolayca temin edilebilmeli. Nitelikli olanlar zaten bende var.

Başka kitaplara da denk geldim. Alamadığım için ilgimi çekenleri tek tek not ettim. Belki bir gün kısmet olur.

Aşağıdaki kitaplar içimde ukde oldular:

Tom Holland. Rubicon.

Tom Holland. Persian Fire.

Lloyd Llewellyn-Jones. Persians: The Age of the Great Kings.

Deborah Harkness. A Discovery of Witches. 

Michiko Kakutani. Exlibris: 100 Books. Read and Reread.

Alan Rusbridger. News and How to Use it.

Resist. How to be an Activist in the Age of Defiance.

Margaret MacMillan. War: How Conflict Shaped Us. 

Caroline Taggart. A Classical Education: The Stuff You Wish You'd Been Taught at School.

Lloyd Figgins. A Travel Survival Guide: Get Smart, Stay Safe.

Emanuele Coccia. Philosophy of the Home.

Robert Fisk. Night of Power.

Eric Vuillard. War of the Poor.

Anthony Bale. A Travel Guide to the Middle Ages.

Bernie Sanders. It's Ok to Be Angry About Capitalism.

Hannah Rose Woods. Rule, Nostalgia: A Backwards History of Britain.

Samir Puri. The Great Imperial Hangover.

David Potter. The Origin of Empire.

*

Tren tam vaktinde Yaş'tan ayrıldı. Yaş'tan Bükreş'e dönüş yıpratıcı. Dile kolay.  200 mil (320 kilometre). Git git bitmiyor.  

Oturduğum yere güneş vuruyor. Yakıcı ve bunaltıcı. Arkamda durmadan bağıran çocuk rahatsız edici. Babası Bükreş'ten hareket ettiğimizden beri içki içiyor. Ama en azından bu kez ayakta dikili durmak zorunda değilim.

*

Camdan hızla geçip giden manzaralar: hayatın tuvalinde uzayıp giden düzlükler, uçsuz bucaksız ıssızlığın ortasında yalnız bir mezar, ekinler, mısır tarlaları, yer yer yeşillikler, kuzguna benzeyen ama nedense gagaları beyaz kuş sürüleri, paslanmış teneke evler, mezarlıklar, tahta kiliseler, atıl vaziyette pas içinde çaresiz tren vagonları (ama bazılarında grafitiler var ki palimpsestik bir görüntü teşkil ediyor), halinden memnun inekler, tek tük kır rengi atlar, generale benzeyen kondüktörler, yıkık dökük gri ambarlar ve paslanmış tren raylarında bisiklet süren çocuk.

Tüm bunlar bazen biraz depresif mi yoksa melankolik mi bilemedim. Her ikisi herhalde. 

*

Sanırım en fazla aklımda kalacak kareler bunlar. Yolda çektiğim eziyeti unutacağım ama bu anlar aklımdan hiç çıkmayacak.

*

Trende giderken ara sıra interneti açıyorum ve Romanya ile ilgili şöyle bir bilgiye rastlıyorum: Romanya genellikle bereketli topraklara sahip bir memleket. Ülkenin yaklaşık 3'te 1'i dağlık, 3'te 1'i ormanlık olup geri kalanı tepeler ve düzlüklerden oluşuyor. 7

*

Arkamdaki kadın vır vır konuşuyor. Kıbrıslı Rum mu yoksa Yunanlı mı bilemedim. Dediğim gibi, tatilde Kıbrıslılara rastlamak benim açımdan tatsız bir deneyim. Çünkü ben onlardan uzaklaşmak için tatile çıkıyorum. 

*

Bükreş'teki otel sahibine sabahtan beri ulaşamıyorum. Trenin Bükreş'e varış saati 22.40. Otel saat 22.00'den sonra check-in yapmıyor. Bükreş'e gece 23.30'da ancak varıyoruz ve geç kaldığım için ceza kabilinden otele 50 Ley daha ödüyorum. Normal bir uygulama. Kurallar belli. 

*

Son 24 saatimin 15'i hatta 16'sı yollarda geçti. Planlarım boşa çıktı.

José Saramago gibi "insan tasarlar ama koşullar belirler" demek geçiyor içimden.

Sakın benimle beraber yolculuğa çıkmayın ve esen kalın.

 

 

1. Azgın, B. (2014). “Romanya İzlenimleri-1 Kötü başlayan iş kötü biter”. Havadis
Gazetesi. 14 Eylül. Erişim Tarihi Ağustos 2, 2024.
https://www.havadiskibris.com/romanya-izlenimleri-1-kotu-baslayan-is-kotu-biter/
2. “Iași”. Alexandru Ioan Cuza University of Iaşi.
3. “Iași”. Alexandru Ioan Cuza University of Iaşi, Erişim Tarihi Ekim 17, 2024. 
https://www.uaic.ro/en/iasi-2/
4. Eco, U. (1997). “Murder in Chicago .” The New York Review of Books. 10 Haziran.
Erişim Tarihi Haziran 21, 2024.
https://www.nybooks.com/articles/1997/04/10/murder-in-chicago/
5. Eco, U. (1997). Adı geçen eser.
6. Brownjohn, A. (2003). “Voices Heard Abroad”. The Guardian. 20 Eylül. Erişim Tarihi
Ekim 16, 2024
https://www.theguardian.com/books/2003/sep/20/featuresreviews.guardianreview32
7. Turnock, D. & Hitchins, K. A. “Romania.” Encyclopedia Britannica, Erişim Tarihi
Ağustos 17, 2024. https://www.britannica.com/place/Romania.
. “Iași”. Alexandru Ioan Cuza University of Iaşi.

*İbrahim Beyazoğlu Doğu Akdeniz Üniversitesi (DAÜ) İletişim Fakültesi'nde öğretim görevlisi (DPhil.) ve gazetecidir. 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir. 

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU