Nobel Ödüllü Han Kang'ın çevirmeni S. Göksel Türközü'yle bir söyleşi

Ahmet Mansur Tural Independent Türkçe için Prof. Dr. S. Göksel Türközü ile konuştu

Kolaj: Independent Türkçe

2024 Nobel Edebiyat Ödülü'nü Han Kang kazandı. Uzun yıllar Batı'da "beyaz erkeklerin" ödülü olmakla suçlanan Nobel'i geçen 10 yılda tam 5 defa kadın bir yazar böylelikle kazanmış oldu.

Ama onu ilk bakışta diğer kazananlardan ayıran en belirgin başarısı elbette romanlarında gözler önüne serdiği modern insanın aslında bedenî hazlarının peşinden koşan bitkisel bir canlıya dönüştüğü teziyle beraber bu tezi "tarihin, özellikle Kore'nin travmalarıyla yüzleşerek insan yaşamının kırılganlığı" üzerinden şiirlemeyi bilmesi oldu. 

Alfred Nobel'in vasiyeti üzerine 1901'den beri eserleri güçlü bir ideali ortaya koyan yazarlara takdim edilen bu ödül Han Kang'la beraber ilk kez bir Koreliye, hatta ilk kez Asyalı bir kadına takdim edildi.

Nobel Komitesinin başkanı Anders Olsson'un ifadeleriyle Han Kang, "beden ile ruh, canlılar ile ölüler arasındaki bağlantıya dair benzersiz bir farkındalık" oluşturarak "şiirsel ve deneysel tarzıyla çağdaş düzyazıyı" baştan karıyor. 

1970 yılında kendisi gibi roman yazarı Han Seung-won'un kızı olarak dünyaya geldi. Kardeşi Han Dong Rim de bir yazardır. Bazı eserlerinde de yer eden Suyuri'de büyüdü. Yonsei Üniversitesi'nde Kore Dili okudu. Günümüzde Seul Sanatlar Enstitüsünde yaratıcı yazarlık bölümünde öğretim görevlisi olarak çalışıyor. 

Han'ın edebi kariyeri aslında tam olarak 23 yaşındayken Edebiyat ve Toplum dergisinde şiir yayımlamasıyla başlıyor. Kurgusal metinleriyse ancak 1 yıl sonra ilk defa yayımlanıyor. Bu açıdan, Han Kang'ın çevirmeni, onu Türkçeye kazandıran, 1972 Ankara doğumlu, kendisi de Han Kang gibi Korece şiir yazmış, hatta "6. Yabancılar Arası Korece Şiir ve Kompozisyon Yarışmasında" ödül almış Erciyes Üniversitesi Kore Dili ve Edebiyatı Profesörü S. Göksel Türközü'yle söyleşimize şu soruyla başlamak yerinde olacaktır:


Han Kang'ı tanımlarken öncelikli olarak ondan bir şair mi yahut bir yazar olarak mı bahsetmeliyiz? 

Han Kang'ın şair mi romancı mı olduğuna karar vermek için öncelikle Kore'de edebiyat dünyasına bir bakmak gerekir. Kore edebiyat dünyasına atılmanın bir kuralı vardır. Bu da aslında Kore'de ya bir edebiyat ödülü alınması ya da önemli edebiyat dergilerinden birinde yayın yapılması zorunluluğudur. Ancak böylelikle bir yazar edebiyat dünyasında kabul edilir. Han Kang'sa bu sebeple yayın hayatına 5 şiirini Edebiyat ve Toplum dergisinde yayımlayarak başlıyor. Daha sonrasında, 1 yıl kadar sonra "Kırmızı Çapa" adlı öyküsünü yayımlıyor. Bu açıdan "şair kökenli bir yazar" diyebiliriz kendisine. Zaten şiirle iç içe geçmiş yazım tarzı da Han Kang'ın "şair tabiatlı bir yazar" olduğunu gösterir. Romanlarındaki şiirsel üslup da bunun ispatıdır.


Han Kang'tan çevirdiğiniz ilk eser, onu dünya çapında tanıtan, 2016 yılı Uluslararası Man Booker Ödülüne layık görülen "Vejetaryen". Genellikle yazarların dilimize dünyadaki tanınırlıklarından daha geç çevrilme huyları vardır. Sizse Şirvan Erciyes'le yaptığınız söyleşide bu eseri Han'ın Man Booker Ödülü'nü almasından önce çevirmeye başladığınızı söylemiştiniz. Bu durumda diğer dillere çevrilirken oluşmuş, örnek alabileceğiniz bir çeviri literatürü de kısıtlı olsa gerek. Han Kang'ın eserlerini, özellikle de insan durumu üzerine şiirsel ve felsefi düşüncelerini çevirmeye nasıl yaklaştınız? Han'ın temalarının evrenselliğini kaybetmeden Kore kültürünün ve dilinin inceliklerini nasıl korumaya çalıştınız? 

Han Kang Man Booker Ödülü'nü almadan bir önceki sene "Vejetaryen"i çevirmeye başladım. Öncesinde de Han Kang'ın "Vejetaryen"ini duymuştum. Çünkü Han Kang'ın babası da erkek kardeşi de tanınmış yazarlar. Ama okuma fırsatım olmamıştı. Memnuniyetle, henüz Han Kang uluslararası olarak tanınmadan önce, kabul etmiştim. 

Tabi ki bazı sorunlarla karşılaştım bu dönemde. Pek çok defa tekrar tekrar okumam gerekti. Çünkü Han Kang'ın yazım biçimi alışkın olduğumuz normal bir düzyazıdan ziyade şiirsel ifadelerden teşekkül ediyor. Bu ifadelere yaklaşmak için Han Kang'ın eserlerine sıklıkla geri dönerek okudum. 

Kültürel ve felsefi olaraksa karşılaştığım başka bir sorun Batı'dan ve bizden Kore'yi ayıran, Kore'de oldukça etkili olan Konfüçyanizm düşüncesi oldu. Kore tarih boyunca Konfüçyanizmden ciddi derecede etkilenmiş bir toplum. Ancak Konfüçyanizmin etkisi Kore'nin günlük hayatına ataerkil toplum yapısı üzerinden yansıyor. Han Kang'ın eserlerinde de merkezi olan bu kültürel ögeyi Türkiye'nin de ataerkil bir toplum olması sebebiyle aştım. Kültürel olarak da benzerlikleri olan topluluklarız.

Mesela çocukların anne ve babalarının gözü önünde büyümesi, onların yanında yaş almaları, onların gözünde çocuk kalmaları Kore kültüründe de var. Bu tip benzerliklerimiz de olduğu için Han Kang'ı çevirirken zaman zaman Türk kültüründen de yararlandım. Ancak çevirirken şunu da söylemeliyim ki Kore dilini bilmek kesinlikle yetmiyor. Kore kültürünü, Kore tarihini, Kore insanının düşünce yapısını, değer yargılarını da bilmek ve göz önünde bulundurmak gerekiyor. Bunları da çevirirken okurların da anlayabileceği şekilde açıklamalar getirmeye çalıştım. En basitinden, bir Kore yemeğinin ne olduğunu, nasıl yapıldığını bile elimden geldiğince okuyucuya açıklamaya çalıştım.


Han Kang'ın romanlarında -Vejetaryen romanının ana karakterinde de rahatlıkla gözlemleyebileceğimiz üzere- sessizlik, boşluk ve söylenmezlik duygusu somutlaşıyor. Tıpkı kadın kahramanın vejetaryen olmasına sebep olan rüyasını bir türlü ifade etmeyişi gibi. Böylesine zor bir söylenememezlik olgusunu çevirirken nasıl sorunlarla karşılaştınız? Bunların üstünden nasıl gelmeye çalıştınız? 

Bu tip zorlukların üstesinden gelmeye çalışırken aslında bir cümleyi bile birkaç farklı şekilde ifade etmeye çalıştım. Bazı yazarlar akıcılık adına düz cümlelerle yazmayı sever. Ancak Han Kang'ın gözünde akıcılık birincil öneme sahip olmadığı için, bunun yerine şiirsel bir ifadeyi tercih ettiği için böylesine söylenememezlik açısından zor durumları yine metne dönerek metnin sesini birkaç parça hâlinde vermeye çalıştım. Özellikle "Vejetaryen" özelinde bu açmazı bu şekilde aşmaya çalıştım. 

Bunun haricinde Han Kang'ın geçen yıl Fransa'nın prestijli ödüllerinden Médicis'iyi kazanan "Veda Etmiyorum" kitabındaysa başka bir sorunla karşılaştım. Bu sorunsa romandaki Jeju Adası'nın yerel lehçesinden kaynaklanıyordu. Bunun üstesinden gelmek için Jeju şivesini kapsayan özel bir sözlük edinerek ondan yardım almaya çalıştım. Böylece bu sorunun da üstesinden geldiğimi söyleyebilirim. 


Anladığımız kadarıyla Han Kang, Kore insanının, özellikle Kore kadınlarının çeşitli sorunlarını ele alıyor. İlk bakışta az evvel de değindiğiniz gibi hem bizden hem Batı'dan bu kadar uzak görünen bir toplumun sorunlarını ele almasına rağmen, hem Batı'da hem ülkemizde bu kadar ilgi görmesini neye bağlıyorsunuz? 

Elbette Kore söylediğimiz gibi kapalı bir kutu olarak gözüküyor ilk bakışta. Son yıllardaysa Kore akımı olarak adlandırabileceğimiz popüler Kore kültürü, K-Pop özelinde, Kore dizileri, yemekleri özelinde dünyaya açılıyor, küreselleşiyor. Böylece de Kore dünyada git gide daha fazla tanınmaya başladı. 

Şimdi şunu söylemek gerekir ki Kore geleneksellikle modernizmi çok güzel bir şekilde harmanlamayı başarmış bir kültür. Bunu popüler kültürünün yanında edebiyatında da başarıyor. Özellikle Han Kang bunu başaran önemli yazarlardan. Batıda ilgi görmesinin sebebi de bu başarısından ileri geliyor aslında. Özellikle "Çocuk Geliyor"da görülebileceği üzere Han Kang Kore'nin yaşadığı sıkıntıları farklı şekillerde dile getiriyor. Realist bir bakış açısından değil de ölüleri konuşturarak

Gwangju olaylarını anlatması Han Kang'ın geleneksel anlatıyla modern romanı birleştirmesini sağlıyor. Aynı şekilde Jeju olaylarını da kadınların hayatı üzerinden dile getirmesi farklı ve yeni bir anlatım biçimiyle karşı karşıya bırakıyor hem Türk hem Batılı okuru.

Ancak şunun da altını çizmemiz gerekir ki Han Kang'ın eserlerinde arka plan olarak Kore yer alsa da ağır bir Kore anlatısına rastlamıyoruz. Ağır bir şekilde Kore'ye maruz kalmıyoruz. Her yerde olabilecek olayları, herkesin yapabileceği olayları çok güzel, şiirsel bir dille anlatıyor. Böylelikle herkesin empati kurabileceği, kendini özdeşleştirebileceği hikâyeler ortaya koyuyor. Ona duyulan ilginin ana sebeplerinin bu anlatım biçimi ve tavrı olduğunu düşünüyorum. 

Türkiye özelinde şunu da belirtmek gerekir ki ülkemizde Kore zaten sevilen bir ülke. "Kardeş ülke" diyoruz biliyorsunuz hem Kore Savaşı'ndan hem 2002 Dünya Kupası'ndan dolayı. Bu arada Koreliler de Türkiye'yi kardeş olarak görüyorlar. Tarihsel olarak kültürel benzerliğimizin de olduğu bir ülke. Başka bir deyişle Kore kültürel olarak da bize yakın bir ülke. Han Kang'ın güçlü kalemi de bu sebep dolayısıyla da Türkiye'de güçlü bir okur kitlesiyle buluşuyor. 


Hazır biraz da Kore'nin tarihinden söz açılmışken o zaman bir başka noktaya geçelim isterseniz. Sizin de X hesabınızda paylaştığınız Nobel Edebiyat Komitesi Başkanı Anders Olsson, Han Kang'ın eserlerinin özellikle tarihsel şiddet ve kolektif travmalardan bahsettiğini söyledi. İlk bakışta Han Kang'ı hiç okumamış yahut az okumuş bir okurun zihninde Han Kang'ın politik bir yazar olabileceği fikri çağrışıyor. Öte yandan sizin de belirttiğiniz üzere Han Kang, Kore'nin tarihsel ve kültürel olaylarından hareketle romanlar yazıyor olsa da onu salt bir Kore romancısına indirgemek hatalı bir bakış. O hâlde size göre Anders Olsson'un "tarihin travmalarından kolektif bir hafıza oluşturuyor" ifadesini nasıl anlamamız gerekiyor? Eserleri bu travmaları salt politikleşmeden nasıl dile getirmeyi başarıyor? 

Aslında Han Kang politik bir bakıştan ziyade Kore tarihinin travmalarına duygusal bir bakışla yaklaşıyor. Hatta bir kitabını yazarken o kadar çok ağlamış ki hastalandığını biliyoruz verdiği bir röportajından. Elbette kollektif hafıza da Kore tarihine karşı olumsuz bakışından oluşuyor. Yine de Han Kang'ta bir pessimizmden bahsedemeyiz. Tünelin ucunda bir ışığın olduğunu düşünüyor. Ancak travmalardan oluşan bu hafıza hâlen politik bir hafızadan ziyade duygusal bir hafıza.

Tabi Han Kang'ın bu tavrını göz önünde bulundururken Kore tarihini de kesinlikle unutmamak gerekiyor. Özellikle 20'nci yüzyıl Kore tarihi gerek sömürgecilik, gerek işgaller, gerek savaş, gerekse darbelerle örülü. Japon Sömürgeciliği olsun, Japonlara karşı bağımsızlık mücadelesi olsun, Kore Savaşı olsun her birinin travmaları bu kolektif bilinçte yer ediyor. Ama 1980 darbesi ve demokratikleşme hareketi bu bilincin ana ögesi olarak kendini gözler önüne seriyor. Han Kang bu travmalardan örülü hafızayı kurarken bu olayları siyasi bir şekilde ele almıyor. Bu olayları insanlık durumuna odaklanarak dile getiriyor. Kore tarihine bakışında siyasi olarak eleştirel bir bakış atmıyor. Bakışı hâlen insancıl bir yaklaşımla şekillenmiş durumda. 


O zaman tarihine karşı eleştirel politik bir bakıştan ziyade birey merkezli duygusal, vicdanî bir bakışı olduğunu söyleyebilir miyiz? 

Evet. Çünkü insancıl bir bakışı var her şeyden önce. İnsanların yaşadığı zorlukları, sıkıntıları, Jeju Olayları örneğinde olduğu gibi toplumsal bir boyutta anlatmak yerine bireyler üzerinden anlatıyor. Onların yaşadığı zorlukları, sıkıntıları yansıtıyor. Bu sebeple kollektif hafızası da doğrudan toplumsal travmalardan oluşan bir hafızadan ziyade tek tek insanların travmalarından örülü bir bilinç olarak karşımıza çıkıyor. 


Vejetaryen romanında da Han Kang, anlattığınız gibi bir kadının toplumdan kendini soyutlaması üzerinden toplumun kanayan yarası olan ataerkil şiddetin ve toplumsal normların metaforik bir reddini de okuyucuya sunuyor. Onun bu roman yoluyla kurduğu reddinin kaynaklarının neler olduğunu düşünüyorsunuz? Dile getirdiği bu travmaya karşı reddi Kore'nin ötesinde hem Doğu hem de Batı normlarına bir eleştiri sunuyor mu sizce? Bir başka deyişle Han Kang Kore'nin kolektif bilincini oluştururken dünyanın da kolektif bilincine eklemleniyor mu? 

Az evvel de konuştuğumuz gibi Kore'nin toplumsal yapısı ataerkil bir sistem üzerine kurulu. Tarih boyunca erkek evlat hep daha önemli görülmüş, kadınlar sürekli ikinci plana itilmişler. Bu çalışma hayatında da böyle, aile hayatında da böyle. Çalışma hayatında erkeğin daha ön planda olduğu görülüyor. Aile hayatında bile kadın ön planda değil. Romanın ana karakteri, ev kadının da bitkiye dönüşmeyi istemesi aslında bitkilerin en zararsız varlıklar olmasından kaynaklanıyor. Çünkü ana karakterimiz insanların birbirlerine zarar verdiğini sürekli görüyor. En zararsız varlık olmayı düşleyerek bitkilerin, ağaçların zararsız olması sebebiyle insanların ancak onlara dönüşerek zararsızlaşacağına inanıyor. 

Aynı zamanda şu nokta da unutulmamalıdır ki vejetaryenliğin zıttı etoburluktur. Bu da aslında iktidarın, gücün, erkeğin metaforudur. Etoborluk metaforuna ve hatta geleneğine vejetaryenlik yoluyla baş kaldırarak kadınlığa, bir başka deyişle zararsız olan, hepimize nefes veren bitkilere dönüşü dile getiriyor Han Kang. Böylelikle insanların şiddetten uzak, birbirlerine zarar vermeyen varlıklar olmasına dair isteğini ortaya koyuyor. 


Bu durumda "Vejetaryen" romanı üzerinden bitkiye dönüşme isteğini günümüzün hâkim edebi anlayışı postmodernizminin ironi-parodiye dayalı başkalaşım ögesinden ziyade ciddi bir tona sahip, belki kafkaesk bir dönüşümü de çağrıştıracak bir gözle mi okumamız daha doğru olur? Han Kang'ın da bir söyleşisinde Koreli şair Yi Sang'tan alıntıladığı "İnsanların bitki olması gerektiğine inanıyorum" sözünü göz önünde bulundurarak tabi ki. 

Elbette eserlerinde ironik unsurlar olsa da postmodernizmin bu okumasıyla yaklaşmamamız gereken bir yazar kendisi. Bu açıdan kafkaesk alegorik bir okumaya daha yakın. Ancak şu unutulmamalıdır ki Han Kang, kafkaesk bir alegoriye zıt olarak her daim tünelin ucunda umut ışığını gören, yakan bir kişi. 


Umut ışığı yakan bir kişi olduğundan bahsetmişken, konuyu da biraz değiştirerek şu soruyu sormayı isterim. Bütün gözler Güney Kore'nin edebiyatta kazandığı ilk Nobel ödülüne çevrilmiş durumda. Hatta Asyalı bir kadının kazandığı ilk Nobel Edebiyat Ödülü'ne. Ve dünya çapında belli başlı edebiyat eleştirmenlerin tamamı hemfikir olsa da şaşırtıcı bir şekilde birçok çevre için bu büyük bir sürpriz oldu. Han Kang'ın bu ödülü alması Güney Kore edebiyatının seviyesini dünyaya göstermesi bakımından da elbette önemli. Han Kang'ın Güney Kore edebiyatı içerisindeki yerini nasıl konumlandırıyorsunuz? Güney Kore'de bu ödül nasıl karşılandı acaba? Kore'nin beklediği bir ödül müydü? Ayrıca siz de çevirmeni olarak bekliyor muydunuz? 

Evet, Kore'nin kazandığı ilk Nobel. Kore şu an zafer sarhoşluğu içinde. Ben de iki gündür kore medyasını takip ediyorum. Medyanın söylediğine göre haber duyulur duyulmaz kitapları birkaç saatte kapış kapış satıldı.

Koreliler çok mutlu, çünkü bunu yıllardır bekliyorlardı. Bu açıdan Nobel Edebiyat Ödülü sürpriz değil. Ama Han Kang'tan beklenmiyordu. Çünkü Kore'de yazarlar arasında da hiyerarşi vardır. Daha yaşlı, tecrübeli yazarların kazanması bekleniyordu. Hwang Sok-Yong gibi, Lee Jung Myung gibi. Kore için gerçekten bir gurur. 

Benim içinde bir mutluluk elbette. Ben de şaşırdım. Aslında bekliyordum, ama bu sene beklemiyordum. Çünkü az evvel de konuştuğumuz gibi Han Kang dünyaya hitap eden, dünya edebiyatına eklemlenen bir yazar. Bu sebeplerden dolayı kesinlikle Nobel alacağına inanıyordum. 

Bu arada Kore'nin gelecek yıllarda da bu ödülü tekrardan alacağına inanıyorum. Kore'nin gerçekten derin bir tarihi, derin bir edebiyatı var. Han Kang Kore edebiyatında ortaya çıkmış tek isim değil aslında. Böylesine değerli bir yazarın bu ödülünün sebebi Kore edebiyatından yapılan "güzel çevirilerin" de artmasından kaynaklanıyor. Güzel çeviriler çoğaldıkça Kore edebiyatı daha da fazla tanınacak, daha da fazla ödüller alacak ve okunacaktır. Kore edebiyatının öne çıkan, gelecekte Nobel alma ihtimalleri de olan yazarlar arasında mesela Hwang Sok-yong var. Okunması gereken yazarlardan biri. Ben de kitaplarından "Tanıdık Şeyler"i ve "Prenses Bari"yi çevirmiştim. Kuzey Kore kökenli çok önemli bir yazar kendisi. Romanlarının da karakterleri genellikle Kuzey Kore kökenli insanlardan oluşuyor. Onların yaşadığı zorlukları anlatıyor. 

Lee Jung Myung'un "Cennetten Kaçan Çocuk: Aptal Denilen Bir Dahinin Hikayesi", "Yıldızlara Değen Rüzgar" yine Kore edebiyatının dünya çapındaki önemli eserlerinden bir tanesi. 

Kişisel olaraksa şunu tekrardan belirtmek isterim ki Han-Kang'ın yeri benim için gerçekten ayrı. 


Sizin için de yeri ayrı olan Han Kang'ın yeri dünya çapında daha butik, niş yayınevleri ve onların okurları için de önemli bir yer teşkil ediyor dünya basınında çıkan haberlere göre. Han'ın Nobel'i kazanması The Guardian Books tarafından dünyada küçük yayınevlerinin büyüklerine karşı kazandıkları bir zafer olarak yorumlandı. Siz bu konu hakkında ne düşünüyorsunuz? Ülkemiz için de The Guardian'ın ifadesi sizce ne kadar doğru? 

Ülkemizde de bildiğiniz üzere April Yayıncılık yayınladı. Sağlam bir yayınevi. Ama hâlen büyümekte de olan bir yayınevi. Geniş çevreler tarafından çok fazla da tanınan bir yayınevi değil. Bu açıdan The Guardian Books'un bu tespiti ülkemiz için de gayet doğru. Hele April Yayıncılık'ın Han Kang daha Man Booker Ödülü'nü almadan önce "Vejetaryen"i keşfettiğini, telif haklarını aldığını da söylemiştim.

"Veda Etmiyorum" da keza aynı şekilde henüz Médicis Ödülü'nü almadan önce April Yayıncılık'la çevirmeye başlamıştım. The Guardian'ın dünya için söylediği ifadeyle, ülkemizde de gerçekten küçük yayınevlerinin büyüklerine karşı zaferi diyebiliriz. Kore demokratikleşme hareketi etrafındaki olayları anlatan "Çocuk Geliyor" da "Beyaz Kitap" da yine çevirdiğim ve April Yayıncılık'ta çıkan diğer kitapları. Kısacası Han Kang'ın dilimizdeki tüm eserleri de bu yayınevinde. 


O hâlde Han Kang'ın henüz dilimizde yayınlanmamış eserlerinin akıbetini de sorabilir miyim acaba? Hâlihazırda çevirmekte olduğunuz bir eseri var mı? 

Geçen sene "Sevgili'nin Soğuk Eli" adlı kitabının çevirisini bitirip teslim etmiştim. Yakın zamanda yayımlanacaktır. Şu andaysa Han Kang'ın "Yunanca Dersleri"ni çeviriyorum. 


Son olarak, Han Kang'ın eserlerini en yakinen bilen isimlerden biri olduğunuzu da söylemenin çok yanlış olmayacağını düşünüyorum. 

Evet, Han Kang'ın eserlerini yakından tanıdığım söylenebilir. Hatta Han Kang'la tanışan tek Türk'üm de diyebilirim bildiğim kadarıyla. "Vejetaryen"den sonra Güney Kore'de onunla tanışma fırsatım olmuştu. 


Onunla yüz yüze konuşarak da vakit geçirmiş biri olarak, onun eserlerini çevirirken ciddi bir zaman harcamış biri olarak, onun çalışmaları sizi bir çevirmen-okuyucu olarak nasıl şekillendirdi? Hikayelerinin bize insanlık durumu hakkında ne(ler) öğrettiğini düşünüyorsunuz? 

Han Kang'ı dokuz yıldır çeviriyorum. Aynı zamanda onun dışında da Kore edebiyatından başka isimleri çevirdim. Jung Myung Lee gibi. Ama özellikle Han Kang'ı çevirirken çok etkilendiğimi söyleyebilirim. Ben uzak çevirilerdense yakın çeviriler yapan bir kişiyim. Çevirirken karakterlerle empati kurarak onları anlayabiliyor ve onları ifade edebiliyorum. Kore'de de 8 yıl kaldım. Kore benim için ikinci vatanım oldu. Bu sebeple içeriden de bakabiliyorum. Çevirinin de böyle yapılması gerektiğini düşünüyorum. 

Bu sebeple "Vejetaryen" da "Veda Etmiyorum" da insanlık durumuma dokunmuş, duygusal olarak beni etkilemiş eserler. Bu açıdan Han Kang beni gerçekten etkiledi. Bir insan nasıl etkilendiğini kendisi pek dile getiremez.


Güney Kore gibi bize oldukça uzak bir kültür ve coğrafyadan bu yazarı dilimize kazandırmanız hakikaten çok değerli bir çaba. Bütün okurlar adına size bu çabanızdan ötürü teşekkür ediyorum. Çevirmenlerin ne kadar önemli olduğu zaten malumumuz. Çünkü sonuçta jüri üyeleri yazarları çevirilerden okuyorlar. Bundan dolayı çevirmenler de bu ödüllerde pay sahibidir.


Prof. Dr. S. Göksel Türközü hakkında: 

1972 yılında Ankara'da doğdu. 1994 Haziran'ında Ankara Üniversitesi Dil-Tarih Coğrafya Fakültesi Kore Dili ve Edebiyatı Anabilim Dalından mezun olduktan sonra Kasım ayında mezun olduğu bölümde araştırma görevlisi olarak göreve başladı. 1995 yılında Kore Hükümetinin yüksek lisans bursunu alarak Kore'ye gitti. 1996-1999 yılları arasından Ulusal Seul Üniversitesi Eğitim Fakültesi Kore Dili Eğitimi bölümünde yüksek lisans programını tamamladı. Kesintisiz olarak 1999 yılında aynı bölümde doktora programına başladı.

2004 Şubat'ında doktora programından mezun olup doktora derecesi alarak Türkiye'ye döndü. 2004–2006 yılları arasında Ankara Üniversitesi Dil-Tarih Coğrafya Fakültesi Kore Dili ve Edebiyatı Anabilim Dalında araştırma görevlisi olarak görev yaptıktan sonra 16 Mayıs 2006'da Erciyes Üniversitesine yardımcı doçent olarak geçiş yaptı. 2010 yılında doçent, 2015 yılında profesörlük unvanı aldı.

9 Ekim 1997 tarihinde Kore, Yonsei Üniversitesi tarafından düzenlenen ‘6. Yabancılar Arası Korece Şiir ve Kompozisyon Yarışması', şiir dalında büyük ödül kazandı. 9 Ekim 2012 tarihinde Kore Hükümeti tarafından Kore Dilinin gelişimi ve tanıtımına katkıda bulunanlara verilen Kore Devletbaşkanı Nişanını aldı. 'Gümüş Somon'un Büyük Yolculuğu' adlı çevirisiyle 2017 yılında Kore Edebiyat Çeviri Enstitüsünün verdiği 'En İyi Çeviri' ödülüne layık görüldü.

Halen Kore Erciyes Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Kore Dili ve Edebiyatı Anabilim Dalı başkanlığını yürütmektedir. Aynı zamanda ERÜ Avrasya Kore Araştırmaları Merkezi müdürlüğü yapmaktadır. 

Kore dili eğitmenliği, araştırmacılığın yanı sıra edebiyat çevirileri de yapmaktadır.

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir. 

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU