Almanya Eyalet Seçimleri ve AfD'nin yükselişi

Doç. Dr. Eren Alper Yılmaz Independent Türkçe için yazdı

Fotoğraf: Reuters

Aşırı sağcı Almanya için Alternatif (AfD) partisi, geçen pazar günü ülkenin doğusundaki Thüringen ve Saksonya eyaletlerinde yapılan oylamada siyasi tarihindeki ilk seçim zaferini elde etti.

Sık sık eleştirilere maruz kalan AfD, Thüringen'de birinci parti seçilerek net bir galibiyet elde etti.

Bu eyalette oyların yüzde 32,8'ini alan AfD, sürpriz bir şekilde yüzde 23,6'lık oy oranıyla ana muhalefet partisi olan merkez sağ Hıristiyan Demokrat Birliği'nin (CDU) çok önünde yer aldı.

Saksonya'da ise oyların yüzde 31,9'unu alan tahmin edilen Hristiyan Demokrat Birlik (CDU) partisinin hemen ardından yüzde 30,6 ile ikinci parti oldu.

Başbakan Olaf Scholz'un partisi Sosyal Demokrat Parti (SPD) ise Thüringen'de yüzde 6,1, Saksonya'da ise yüzde 8,5 oy alarak tarihi bir hezimete uğradı.

Koalisyon hükümetinin bir diğer ortağı olan Yeşiller Partisi ise Thüringen'de yüzde 4 oy oranıyla seçim barajı olan yüzde 5'in altında kalarak meclis çoğunluğunu elde edemedi.

Seçimden hemen sonra AfD eş başkanı Alice Weidel, Almanya mevcut Başbakanı Olaf Scholz'u istifaya davet ederek "Seçmen federal düzeyde de sandığa gitmek istiyor. Biz kendimizi buna hazırlıyoruz" sözleriyle erken seçim çağrısı yaptı.

Normal şartlar altında 2025'in Eylül ayında yapılacak olan Federal Almanya seçimleri, iktidar partisi SPD'nin toplum nezdinde yeterince kabul görmemesi ve seçmenlerin taze kan olarak gördükleri AfD'ye yönelmesinden ötürü iktidarın meşruiyetinin sorgulanmasına ve erken seçim çanlarının çalmasına zemin hazırladı.

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

An itibarıyla AfD seçimleri kazanıyor olsa da hükümet kurma noktasında önünün tıkandığını vurgulamak lazım, zira AfD'ye karşı topyekûn cephe alan diğer siyasi partiler AfD ile koalisyon görüşmelerine girmeyi kabul etmiyor, dolayısıyla iktidar yolu şimdilik kapanmış oldu.

Demokratik partilerin bu ortak tavrı, siyaset bilimi literatüründe "cordon sanitaire" ya da "güvenlik duvarı" olarak adlandırılıyor. Bundan ötürü birbirinden farklı ideolojileri ve siyasi görüşleri savunan uyumsuz koalisyonlar ortaya çıkıyor.

Halihazırda Almanya'daki SPD, Yeşiller ve FDP (Hür Demokrat Parti) gibi renk ve ton farklılıkları olan partilerin kurduğu koalisyon hükümetinin altında da bu zihniyet yatıyor.

AfD'nin gerçek anlamda bu eyaletlerde iktidara gelip gelemeyeceği kesin değil ancak almış oldukları oy miktarı o eyaletlerdeki kararları bloke etmek için yeterli olacak gibi duruyor.

AfD şu anda en azından Thüringen Eyalet Meclisi'ndeki sandalyelerin üçte birinden fazlasını elinde bulunduruyor ki bu da örneğin Bölgesel Anayasa Mahkemesi'ne hakim atamalarını engellemesine olanak tanıyacak.

Hitler'in iktidarı ele geçirmesinden 90 yıl sonra aşırı sağcı bir parti, savaşın sona ermesinden bu yana ilk kez Almanya'da bir eyalet seçiminden zaferle çıkmış oldu.

Hem de 1924'teki bir yerel seçimde ilk kez Nazileri desteklemesiyle ünlü Thüringen eyaletinde.

AfD bundan yaklaşık 10 yıl önce siyaset sahnesine çıktığında Neo-nazi olmakla etiketlenen, ırkçı ve herkesin uzak durduğu hastalıklı bir parti olarak görülüyordu.

Ancak bugün geldiğimiz noktada AfD Almanya'nın ana akım partilerinden biri hâline dönüşüyor, hatta en büyük partisi olma yolunda ilerliyor.

Daha da ilginci, AFD'nin aşırı fikirleri zaman zaman CDU gibi köklü ve merkez sağ partilerde de karşılık buluyor.

Bu durum da Alman siyasetinin aşırı milliyetçiliğe ve kültürel ayrımcılığa doğru kaydığını gösteriyor.

Hitler döneminde kullanılan sloganları o döneme atıfta bulunmadan sanki yepyeni bir mottoymuş gibi masumane biçimde kullanan, hatta Nazilerin paramiliter gücü olan SS subaylarının tamamının suçlu olmadığını savunan AfD üyeleri, bu tutumlarını Alman halkı nezdinde giderek normalleştiriyor.

AfD'nin eyalet seçimlerini kazanmasının birkaç önemli sebebi var. Bunlardan ilki "göçmen karşıtı söylemler" ve "İslamofobi'nin yükselişi".

Ağustos ayında Solingen'de gerçekleştirilen üç masum insanın öldüğü ve 8 kişinin yaralandığı bıçaklı saldırıda, saldırıyı yapan kişinin 26 yaşındaki bir Suriyeli mülteci olduğunun ortaya çıkması sonrasında ülke içinde göçmenler konusu yeniden alevlendi.

Göç krizini ele alışları nedeniyle hem mevcut hem de daha önceki Alman hükümetleri, Alman halkının bir kısmının gözünde ülkedeki iç karışıklıkların ve güvenlik zafiyetlerinin sorumlusu olarak görülüyor.

Bu durum karşısında AfD ve Sahra Wagenknecht İttifakı (BSW) başta olmak üzere göçmen karşıtı partilerin gücünü pekiştirmesi de kaçınılmaz oluyor.

Ekonomik açıdan bakıldığında; göçmenlerin ucuz iş gücü yaratması, konut fiyatlarını artırması ve yerli halk arasında işsizlik oranını yükseltmesi gibi faktörler nedeniyle AfD, ülkedeki kötü ekonomik gidişatın müsebbibi olarak göçmenleri görüyor.

Kültürel olarak ise, yabancı ülkelerden gelen göçmenlerin yetiştikleri kültür ve yaşam tarzları ile yerli Alman toplumunun kültür pratikleri arasında görülen bariz farkın; göçmenler arasında gettolaşmaya, onların yerli halk tarafından güvenlik tehdidi olarak görülmesine ve suç unsuru olarak değerlendirilmesine yol açtığı kanaatinde.

En nihayetinde "Almanya, yalnızca Almanlarındır" görüşünün başat şekilde savunulduğu bir siyasi iklimin aktörü konumuna gelmiş durumda AfD.

Parti'nin Angela Merkel Hükümeti'nin mültecilere yönelik uyguladığı "Açık Kapı Politikası" konusuna getirdiği sert eleştiriler hem Almanya içinde hem de Avrupa'da aşırı milliyetçi bir popülizmin ivme kazanmasına yol açtı.

AfD'nin bazı parti üyeleri ve yöneticileri, "Batı'nın İslamlaşmasına karşı yurtsever Avrupalılar" (PEGİDA) Hareketi ile de çok yakın ilişki içindeler.

PEGİDA'nın kuruluş felsefesini oluşturan Batı'nın İslami unsurlardan ve İslam dinine mensup kişilerden arındırılmasını kendi partilerinin de tüzükleri arasına dahil edilmesi gerektiğini savunan AfD yöneticileri, PEGİDA ile aynı çizgide durduklarını geçmişte defalarca gösterdiler.

Bu taleple beraber Alman toplumunun çok kültürlü hale gelmesinin ve İslamlaşmasının önüne geçilmesi hedeflendi.

Son yıllarda Suriyeli mültecilerin ülkeye giriş yapmasının ve ikamet etmesinin Hristiyan Alman toplumu nezdinde de rahatsızlık oluşturduğu, bunun da İslamofobi'yi körüklediği aşikâr.


AfD'nin seçim galibiyetindeki bir diğer sebep, Rusya-Ukrayna Savaşı'nda Almanya'nın yürütmüş olduğu dış politika stratejisi.

Zira Thüringen ve Saksonya'daki seçim kampanyasında uluslararası politikada atılan adımlar da belirleyici oldu.

Dış politikanın da seçmen için önem kazandığı bir ortamda seçim kampanyasını Almanya'nın Ukrayna politikası bağlamında şekillendiren AfD, kendisini Doğu Almanya'nın bölgesel ve küresel sistemdeki çıkarlarını savunan bir parti olarak tanıttı.

Ukrayna'ya yapılan askeri ve ekonomik yardımlar, Rusya'ya yönelik uygulanan ekonomik ambargolar ve hepsinden önemlisi yıllar sonra silahlanan Almanya'ya uzun menzilli nükleer başlıklı füzelerin yerleştirilmesi kararı bu bölgelerdeki seçim kampanyalarının asıl odak noktasını oluşturdu.

Ukrayna'ya giden ekonomik yardımların içerideki toplumsal meseleler için kullanılması gerektiğini ve savaş politikasının Almanya'yı mali açıdan zayıflattığını, Rusya'ya uygulanan yaptırımların Almanya'yı enerji tedariki konusunda sıkıntıya soktuğunu, silahlanmaya harcanan yatırımların toplumun temel sorunlarını çözmek için kullanılabileceği yerde militarizm odaklı bir şekil aldığını her fırsatta dile getiren AfD'nin söylemleri toplum tabanında fazlasıyla karşılık buldu.

Ayrıca bu bölgelerdeki seçmenler geleneksel olarak Rusya'ya sempatisi olan ya da en azından Almanya'nın Rusya'yla hasım olmasına karşı çıkan, bu çatışmadan endişe duyan insanlar.

Normal şartlar altında söylem ve yöntem itibarıyla "sert güç" odaklı bir ideolojinin savunucusu olarak bilinen AfD'nin, son zamanlarda izlemiş olduğu "savaş karşıtlığı", imajı, seçimlerde büyük bir başarı getirmiş gibi görünüyor. 
 


AfD'nin başarısını perçinleyen en önemli dinamiklerden birisi ise ekonomi.

Seçim sonuçları, Almanya'nın on yıllardır sahip olduğu gururlu, yenilikçi ve ilerlemeci ülke imajına toplumun artık inancının kalmadığını gösteriyor.

Demiryolları işçileri grev yapıyor, enerji dönüşümü orta şiddette bir felakete döndü, çelik devleri geri çekiliyor.

Alman şirketleri hızla dijitalleşen ve adeta bir endüstri devrimi yaşayan dünya ekonomisine ayak uydurmakta zorluk çekiyorlar.

Pek çok Alman firması iç piyasadaki iş ortamı yetersiz olduğundan yatırımlarını Doğu Asya'ya ve Çin'e doğru taşıyorlar.

Hükümetin uyarılarına rağmen Alman girişimciler Çin'den çıkamıyor.

Bunun yanı sıra ülke genelinde işsizliğin artması seçmenin gelecek kaygılarını da haliyle artırıyor. 

Değişime ayak uydurmakta zorlanan Alman ekonomisinin ilk kurbanları ise işçiler, çiftçiler ve orta alt tabaka gruplar oluyor.

Bu grupların geçimleri her geçen gün zorlaşıyor, satın alma güçleri azalıyor.

Gıda, enerji ve diğer alanlarda bu kesimler eski satın alma gücünden artık yoksunlar.

Tam da bu noktada AfD, ekonomik sorunlara merhem olma parolası ile devlete, siyasetçilere ve sisteme öfke duyanları hızla kucaklıyor.


Seçim sonuçları ile ilgili bir başka parantezi de Sahra Wagenknecht İttifakı'na (BSW) açmak gerekiyor.

İlk kez seçim yarışına katılan BSW her iki eyalette de doğrudan üçüncü sıraya yükseldi.

Thüringen'de yine bir eski Sol Partili olan Katja Wolf'la yarışa giren parti, yüzde 15,8 oy ile seçim barajını rahatça aşarak eyalet meclisine girmeyi garantiledi.

BSW, Saksonya'da ise yüzde 11,8 oy oranına ulaştı.  

Seçimlerde üçüncü parti olarak görünen Sahra Wagenknecht liderliğindeki oluşum, kültürel olarak muhafazakâr politikalarla, sol ekonomi politikalarını harmanlamada başarılı oldu.

Parti'nin seçim kampanyasında AfD'ye benzer biçimde; Ukrayna'ya silah sevkiyatına yönelik eleştiriler ve Rusya'yla müzakere masasına oturulması yönündeki talepler öne çıkmıştı.

Partinin benimsediği göç karşıtı ve sosyal güvenlik yanlısı duruşun da pek çok seçmen için sandıkta ikna edici olduğu anlaşılıyor. 


Sonuç itibarıyla; eyalet seçimlerinde çıkan sonuçlar merkez sağ ve sol partilere ciddi bir uyarı niteliğinde.

Özellikle siyasi aşırı uçlara yönelim, Alman halkı nezdinde statükoya karşı olan büyük rahatsızlığı ve iktidar partilerine olan güvensizliği gösteriyor.

İç çekişmelerle ünlü bir ulusal hükümete karşı duyulan derin hoşnutsuzluk, göçmen karşıtlığı, Almanya'nın Ukrayna'ya verdiği askeri desteğe yönelik eleştiriler, bozulmaya başlayan ekonomik göstergeler, AB karşıtlığı, çevre politikalarından duyulan rahatsızlık gibi birçok konu, Batı Almanya'dan daha az müreffeh olan bölgelerde popülist partilerin ön plana çıkmasına zemin hazırlıyor.

BSW'nin sol ekonomi politikasını göçmen karşıtı bir gündemle birleştirmesi, CDU'nun da göç konusunda daha sert bir tutum takınması için ulusal hükümet üzerindeki baskısını artırması, AfD'nin argümanlarının yalnızca toplum tabanında değil, siyasi partiler özelinde de karşılık bulduğunu gösteriyor.

Almanya'daki siyasi iklim bu ivmeyle devam ederse, 2025 Federal Meclis seçimlerinde AfD gibi aşırı uç ve popülist retorik kullanan partilerin çoğunluğa ulaşması asla sürpriz olmayacaktır.

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU