Şeyh Bedrettin’in hayatı ve efsanelere konu olan maceralarına geçmeden evvel, direk meseleyi sabırsız okuyucularımıza aktaralım.
Şeyh’in vefatından sonra cesedi öldürüldüğü yer ve baba toprakları olan Balkanlar’a defnedilir. (Serez).
1924 yılında Mübadele gerçekleşinceye kadar Şeyhin kemikleri mezarında bulunur; ama Türkler bölgeden sürülünce yöre halkı, Şeyh’in kemiklerini de beraberinde İstanbul’a getirir.
Kemikler, Türbeler ve Müzeler Müdürlüğü’ne teslim edilir. Ne hikmetse bu kemikler yaklaşık 16 sene boyunca önce Sultan Ahmet mahfeli ardından Topkapı Sarayı ve nihayet İbrahim Paşa külliyesi getirilerek oradan oraya sürüklenmiş.
1961 yılına gelindiğinde ise kemiklerin İkinci Mahmut Türbesine taşınmasına Bakanlar Kurulu tarafından karar verilir; fakat iddialara göre kemikler son gömüldüğü yerde yoktu. Sultan İkinci Abdülhamid’e ve birçok padişaha komşu olan Şeyh Bedreddin türbesindeki kemiklere dair ciddi şayialar bulunmaktadır. Konuyu, Şeyhi tüm ayrıntısıyla inceleyen Müfid Yüksel Hocaya sorduğumuzda bu dedikoduların asılsız olduğunu ve mezarda Şeyh Bedreddin’in bulunduğunu ifade ettiler.
Bazı kaynaklar mezarın boş olduğunu bazıları kemiklerin şeyhe ait olmadığını söylerken bazılarıysa kemiklerin hiçbir zaman Balkanlardan İstanbul’a gelmediğini söylemektedir. Bu konuyla alakalı karışıklıklar ve birbirini tutmayan bilgiler olsa da bu tür meseleleri kuyumcu titizliği ile inceleyen Müfid Hoca’nın beyanı tarihi bir belge hükmündedir.
Belki Kültür Bakanlığı konunun üzerindeki sır perdelerini aralamak adına derli toplu bir çalışma yaparak paylaşması yerinde olacaktır.
Şimdi Şeyhin evrak-ı perişanına buyurun beraber bakalım.
Simavne Kadısı Şeyh Bedreddin ve kıyamı
1402 yılında gerçekleşen Ankara Savaşı sonrası Osmanlı Devleti Fetret Devrine girerek yıkılmanın eşiğine gelmiştir. Yıldırım Beyazit’in çocuklarından Musa Çelebi kardeşi Süleyman Çelebi’yi yenerek payitaht olan Edirne’yi ele geçirdi. Bu zaferden sonra yaptığı ilk işlerden birisi tam adıyla Mevlâna Şeyh Bedreddin Mahmud Bin İsrail’i kazaskerliğe atamak oldu. Kısa bir süre sonra işler tersine gitti ve Musa Çelebi’nin kardeşi Mehmed Çelebi Edirne’yi bu kez kardeşi Musa Çelebi’den almayı başardı. Musa Çelebi’nin Kazaskeri Şeyh Bedrettin bu olay sonrası İznik’e gönderilerek kontrol altında tutuldu.
Bu gelişmeler üzerine Şeyh Bedrettin’in yakın dostu ve öğrencisi Börklüce Mustafa huruç ederek Aydın civarında Şeyh Bedrettin için büyük bir isyan başlatır. Bu isyan ateşi henüz söndürülemeden Şeyh Bedrettin’in başka bir talebesi Torlak Kemal bu kez Kütahya’da isyan etmiştir. 1416 yılında Şeyh Bedreddin de İznik’ten kaçarak Deliorman civarında etrafına topladığı büyük kalabalıkla Osmanlı Devleti’ne karşı isyan eder. Mehmed Çelebi isyanı bastırmak için Beyazit Paşa’yı görevlendirir. Beyazit Paşa isyanı çok kanlı bir şekilde bastırmış ve Şeyh Bedrettin’i de yakalamıştır. Şeyh Bedrettin Peygamberlik iddiasında olduğu gerekçesiyle asılarak idam edilmiştir.
Bu isyan Nazım Hikmet’in yazdığı Simavne Kadısı Şeyh Bedrettin Destanı isimli şiirinden bu yana büyük bir tartışma konusudur. Özellikle sol menşeili edebiyat Şeyh Bedrettin İsyanı’nı Anadolu topraklarındaki eşitlikçi ve sosyal adaleti önceleyen bir eylem olarak değerlendirirken kabaca sağ olarak tarif edeceğimiz diğer görüş bu isyanı mülhitlik ve zındıklıktan ibaret olarak okumaktadır. Son yıllarda Müfid Yüksel’in yaptığı çalışmalar Şeyh Bedrettin İsyanı’nı daha tarafsız okumamıza katkı sunarken bu isyan, edebiyat ve tarih sahasını karşılıklı bir çatışma alanına dönüştürmüştür.
Nazım Hikmet’ten önce tarihçiler ne diyordu?
Nazım Hikmet’ten önce Şeyh Bedrettin İsyanı’nın nasıl ele alındığı önem taşıyor. Şeyh Bedrettin Taşköprülüzade hariç önemli tüm tarihçiler tarafından mülhit, zındık veya peygamberlik iddiasında bulunmuş bir deli olarak resmediliyor;
İdris-i Bitlisi’ye göre Şeyh Bedrettin din istismarcısıdır
“Ehl-i iman arasında dini ve mülki bir fitne ortaya çıktı. Zamanın kadılarından ve alimlerinden şer’i ve akli ilimlerde bilgin olan Mevlâna Bedreddin, zahiri ilimlerle beraber ehli halin süluk yollarını ve makamlarını elde etmişti. Musa Çelebi kendisini ve dini ilimlerdeki zenginliğinden ve ehli tasavvuf arasındaki yerinden dolayı kazaskerlik ve sadaret mansıbına memur ve mecbur etmişti. Mustafa’nın yaptıklarından dolayı bir gün hesaba çekileceğinden korkarak İznik’ten Kastamonu’ya kaçtı. Bedreddin İstiklal elde etmek için muharabeye karar verdi. Hak batıla galip olduğundan Bedrettin mücahitlere mağlup oldu.”
İdris-i Bitlisi’nin anlatımından hareketle Şeyh Bedrettin eylemlerinden değil, fikirlerinden ötürü cürüm işlemişti. Öğrencisi Börklüce Mustafa şeyhinden etkilenerek devlete isyan etmiş, Şeyh Bedrettin mesuliyetten kaçarak İznik’i terk etmiştir. Anlatımın yaklaşımına baktığımızda önemli tarihçilerimizden biri olan Bitlisi’ye göre Şeyh Bedrettin dini konulardaki derin ilmini bir istismar aracı olarak kullandığı gerekçesiyle suçludur.
Aşıkpaşaoğlu’na göre Şeyh Bedrettin Padişahlık iddiasında
Aşıkpaşaoğlu’na göre Şeyh Bedrettin’in asıl gayesi padişahlıktır. Karaorman’da “Mustafa benim öğrencimdir.” diyerek Halifelik iddiasında bulunmuş ve Şeyh Bedreddin’in yeni bir devlet kurmak amacında olduğunu düşünmektedir. Aşıkpaşaoğlu’na göre başka hassasiyetlerle etrafına toplanan kalabalık bu iddiayı kabul etmemiş ve Şeyh Bedrettin’i Beyazit Paşa’ya bu yüzden teslim etmiştir.
Taşköprülüzade’ye göre Şeyh Bedrettin’in miracı asılmak oldu
Taşköprülüzade kendisinden önce Şeyh Bedrettin hakkında yorumda bulunan tarihçilerden farklı bir yaklaşıma sahiptir. Kendisinden önce Şeyh Bedrettin için yapılan zındık, mülhit hatta kafir gibi tanımlamaların aksine Taşköprülüzade, Şeyh Bedrettin için alim, kâmil, Allah dostu gibi ifadelere yer verir;
“Ona haset edenler şeyh saltanat sevdasındadır diye Sultan Mehmed’e şikâyet ettiler. Padişahın emriyle alınıp Mevlâna Haydar’ın fetvasıyla asıldı. Muhammed’in şeriatına sarıldığından miracı asılmak oldu...”
Hoca Sadeddin Efendi’ye göre Şeyh Bedreddin saygıya layık bir kişiydi
Hoca Sadeddin Efendi, Şeyh Bedreddin için olumsuz bir yaklaşıma sahip değildir. Ona göre Şeyh’in talihsizliği talebesinin isyanıdır. Şeyh Bedreddin’in fikirlerini yanlış yorumlayan Börklüce Mustafa mürşidini zor durumda bırakmıştır;
“Börklüce’nin köpürüp isyan etmesi ve ayaklanıp başkaldırması üzerine sorguya çekilme korkusu şeyhi bu sonuçlarla karşı karşıya getirdi. Bu kadar değerli dini eserler ve kıymetli kitaplar yazmış olan üstün yaradılışlı ve saygıya layık bir kişinin ayaklanma, baş kaldırma, hukuk düzeni çiğneme gibi kötü bir yolu beğenmesi çok uzak bir ihtimaldir.”
Marksist toplumcu tarih anlayışı neden Şeyh Bedrettin’e ilgi duyuyor?
Marksist toplumcu tarih yaklaşımının en ilgi çekici figürü Şeyh Bedrettin’dir. Bunun en önemli gerekçesi olarak Şeyh Bedrettin’in eşitlikçi ve paylaşımcı ideolojiye sahip olduğu iddia edilmektedir. Bunun yanında bir başka neden olarak Marksizm'in kendisine tarihten bir referans bulma arayışıdır. İnanç düzeyinde kutsal görülen her ideoloji kendisine tarihten bir kök bulduğu zaman daha kutsal bir alanda hareket alanı sağlamış olur. Hele ki Anadolu halkı gibi tarihe karşı muhafazakâr ve kutsayıcı bir yaklaşıma sahip bir millet için tarihi kökler daha büyük önem arz etmektedir.
Tarihte birçok olay ve kişilik çoğunlukla edebiyat yoluyla halkın gündemine girmiştir. Bu yüzden Şeyh Bedrettin İsyanı’nın edebiyattaki yansımaları bize bu isyan hakkında ‘bugüne’ dair daha çok şey söylemektedir.
Nazım Hikmet Şeyh Bedrettin’i keşfediyor
Şeyh Bedrettin İsyanı’nı bir destana dönüştüren ve onu edebiyat sahasına taşıyan kişi Nazım Hikmet’tir. Nazım’dan sonra sayısız şiir, roman ve tiyatro eserinde Şeyh Bedrettin İsyanı işlenmiştir. Kurmacanın bütün olanaklarıyla efsaneleştirilen Şeyh Bedrettin tarihçilerin kendisine biçtiği mülhit karakterinden bir devrim kahramanına dönüşmüştür.
Nazım Hikmet’ten sonra edebiyatımızın önemli isimlerinden Radi Fiş, Vecihi Timuroğlu, Orhan Asena, Necati Sepetçioğlu, Erol Toy ve Hilmi Yavuz gibi isimler bu isyanı ele alıp incelemiştir.
Nazım Hikmet, Şeyh Bedrettin karakteri ile Marksist devrimi yerli bir temele oturtma çabası vermiştir. Nazım isyanı ve Şeyh’i işçi ve emekçi yanlısı olarak çizmiş, Şeyh Bedrettin’in eseri Varidat’a ise bir tasavvuf kitabından ziyade bir devrim manifestosu anlamlarını yüklemiştir.
Nazım’ın Şeyh Bedrettin’i keşfetmesi ise şöyle olmuştur;
“İlahiyat fakültesi tarihi kelam müderrisinin beşinci sayfasını açtım yine. Cenevizlilerin sır kâtiplerinden bir iki satır ancak okumuştum ki başımın ağrıları içinde kulağıma bir ses geldi. Bu ses ‘Gürültü etmeksizin denizin dalgalarını aşarak senin yanında bulunuyorum.’ diyordu.”
Nazım, Simavne Kadısı Şeyh Bedreddin isimli eserinde Şeyh için çok ilginç ifadeler kullanır;
“Tarihsel, sosyal, ekonomik şartların
Zaruri neticesi bu
Deme, bilirim!
O dediğin nesnenin önünde kafamla eğilirim.
Ama bu yürek,
O, bu dilden anlamaz pek”
Nazım, Şeyh Bedrettin’i anlatırken kendi ideolojisini muhatabına ulaştırma gayesindedir. Hatta daha ileri giderek tarihi çarpıtır ve Şeyh Bedreddin’in ölüm fetvasını kendisi vermiştir, der;
“Mademki bir kerre mağlubuz
Netsek, neylesek zaid.
Gayrı uzatma sözü
Mademki fetva bize aid
Verin ki basak bağrına mührümüzü.”
Oysa fetva Müfid Yüksel’in de tespitine göre Mevlâna Haydar el-Acemi tarafından verilmiştir. Aslında Nazım Hikmet bu şiirde kendi öyküsünü yazmaktadır, destanın kahramanı Şeyh olmasına rağmen biz aslında Nazım’ın gözünden görmek istediğini yine onun sesiyle dinleriz.
Hilmi Yavuz: Hüzün ki en çok yakışandır bize
Nazım Hikmet’in tarih sayfalarından bulup halka armağan ettiği ve bir devrim sembolüne dönüşen Şeyh Bedreddin İsyanı’nı Hilmi Yavuz estetiğin sınırlarına çekmiştir. Onun şiirinde Şeyh Bedreddin İsyanı devrim marşlarıyla değil, edebiyatın aşkın diliyle okunmaktadır;
“Gün akşamlıdır devletimin
Elbet biz de ölürüz
Gözüm hep o asılmışta kaldı
Sanki karanfil zülfünü dökmüş de şimşir topuzlu bir güz
İndirilmiş gibi tanyerine
Kanlıydı kartal kanadı
Bir tarikat değneği gibi
Pürüzsüz ve düz
Bir beden, asılmış
Gözüm hep onda kaldı
…
Hüzün ki en çok yakışandır bize
Belki de en çok anladığımız.”
Cahit Sıtkı Tarancı, Nazım Hikmet’i Şeyh Bedreddin ile özdeşleştirir
Cahit Sıtkı Tarancı bir şiirinde Nazım Hikmet’in başına gelenlerle Şeyh Bedreddin’in kaderinin özdeş olduğunu ifade eder. Nazım Hikmet de yazdığı bir cevapla bu durumu kabul eder.
Cahit Sıtkı’nın şiiri;
Benerci Jokond Varan üç Bedreddin
Hey kahpe felek ne oyunlar ettin
En yavuz evladı bu memleketin
Nazım ağabey hapislerde çürür
Nazım Hikmet’in cevabı
Sevdalınız komünisttir
On yıldan beri hapistir
Yatar bursa kalesinde
Hapis amma zincirini kırmış yatar
En ala mertebeye ermiş yatar
Yatar Bursa kalesinde
Memlket toprağındadır kökü
Bedreddin gibi taşır yükü
Yatar Bursa kalesinde
Buradan da anlaşılacağı gibi Şeyh Bedreddin tarihi bir gerçeklikten ziyade Nazım Hikmet’in yarattığı ve bunu topluma mâl ettiği bir kişiliktir. Sayısız örnekle artırmanın mümkün olduğu Şeyh Bedreddin İsyanı yansımaları yalnızca şiirle sınırlı değildir; Orhan Asena Şeyh Bedreddin’i tiyatroya taşır.
Orhan Asena’dan tarihi gerçekliğe daha bağlı bir Şeyh Bedreddin portresi
Şeyh Bedreddin’in edebiyattaki yansıması Hilmi Yavuz gibi istisnaların dışında çoğunlukla Marksist bir felsefeye dayanmaktadır. Orhan Asena ise Şeyh Bedrettin’i daha gerçekçi bir şekilde yansıtmaya çalışır;
Bedreddin materyalist değildir ilkin. Olamazdı da bütün öğretisini Tanrı kelamına dayandırmaya çalışan ve tüm eylemini Tanrı adına yürüten bir kimse materyalist olabilir mi? Durum böyleyken Bedreddin’i Lenin’in şeyhi Stalin’in ağababası sayan ciddiyetten uzak yargılar kendiliğinden suya düşer.
Kabaca söylenebilir ki herkesin ve her ideolojisinin kendisine ait bir Şeyh Bedreddin İsyanı mevcut. Bunu Anadolu’daki ilk sosyalist eylem olarak ele alanlar olduğu gibi Şeyh’in isyanını mülhitlik olarak tanımlayanlar da vardır. Bu ifrat ve tefrit hem tarih hem de edebiyat kitaplarında yoğun bir biçimde görülebilmektedir.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish